Hoş geldiniz, hoş geldiniz. Kahvemden bir yudum alıp iki kişisiniz. Hoş geldiniz. Cihan seni de görürüm. Şimdi önce şöyle başlayalım.
Madem iki kişisiniz, herhangi bir sorunuz var mı? Ben bıdı bıdı bıdı gelip konuşup konuşup gidiyorum ama aklımızda bir soru sormak istediğiniz bir şey var mı? Konuştuğumuz konulardan, genel olarak herhangi bir konudan mı? alanımızla ilgili. Var mı böyle bir şey?
Gayet güzel hocam. Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim.
Gene de böyle mutlaka bir şey sormak isterseniz aklınıza bir konu takılır. Şunu da konuşalım dersiniz. Siz de seçebilirsiniz. Hele bu gece madem ikiniz geldiniz ilk önce konu da seçebilirsiniz.
Aklınızdan geçen özel bir şey varsa şunu mu konuşsak derseniz seve seve o konuda da dilimin döndüğünce konuşurum. Ne diyorsun Cihan? Hocam bu dersten evvel şöyle düşündüm. Ben nerede kaldım?
Kaç tane derse katılıyorum artık şey konular böyle karıştı. Ödevi de gördüm ama o hangi dersin ödevi diye onu da düşündüm. Kuantummuşum.
Aslında soru sormak için bir kopya çekmek lazım. Böyle şimdi hemen ha deyince aklıma bir şey gelmedi. Evet doğru. O da doğru.
O da doğru. O da doğru. Tamam.
O zaman ben aynı şekilde devam diyelim peki yolumuza. Tamam. Sorularımızı bir terkisefere saklayalım.
Ya da bulalım. Kesinlikle. Her zaman olabilir. Her zaman sorabilirsiniz.
Onda hiçbir sıkıncamız yok. Şimdi bu akşam sizlerle bir konu konuşalım. Bu akşam sizlerle edep ve ahlakı, tasavvuf ve İslam nasıl anlıyor, bize gerçekten nasıl anlatıyor diye bakalım.
Çünkü insanların arasında çok, bu konuda böyle bu edep ve ahlak kavramını çok basite almış bir kitle var diyelim. Yani sanki ahlak işte üstünü başını ört. Sağa sola bakma bitti, edep kendi kurallarına göre toplumun verdiği ölçükler içerisinde yaşa bitti gibi bir şey ama aslında bu çok da böyle değil yani çok daha derin meseleleri var onları bilmemiz gerekiyor ahlaktan. Tasavvuf İslam'ın tabi derin boyutunu temsil ettiği için kişinin hem Allah'a hem de diğer insanlara karşı derin bir saygı, sevgi ve ahlak anlayışı geliştirmesini amaçlar. Tasavvufta edep ve ahlak kişinin manevi olgunluğa erişebilmesi için bir temel oluşturma amacı güder.
Yani burada biz aslında başkalarına karşı edepli olmak, ailemize karşı ahlaklı olmak vesaire vesaire olmak derdinde öncelikle değiliz bunlar. Tabii ki vardır. Öncelikle bundan bu iki kavramla olgunlaşma derdindeyiz. Edebin mesela tasavvuftaki anlamlarına bir bakalım. Edeb aslında üç başlık altında inceleyebiliriz.
Bunlardan biri Allah'a karşı edeptir. Bu ne demektir Allah'a karşı edep? Allah'ın emirlerine uymak ve onun yasakladıklarından sakınmak demektir Allah'a karşı edep.
Bir diğeri kulluğun bilincinde olmak ve kibirden uzak durmak demektir. Kibirden uzak durmak bu da bir edep. Ve Efendimizin, Peygamber Efendimizin sünnetine riayet etmek Allah'a karşı edebin içeriklerini oluşturur. Bu Allah'a karşı.
İbnül Arabi bu konuda der ki, edep kulun Rabbinin huzurundaki yerini bilmesidir. Şimdi bir devlet başkanına gidersiniz. Affedersiniz iki paralık bir devlet başkanı. Yani değersizleştirmek için söylüyorum, hakaret için söylemiyorum. Bir insan tamam seçilmiştir, ülkenin yöneticisidir.
Fark etmez bir milletvekili, bir daire müdürü önemli değil. Onun karşısına çıktığınızda, onun karşısında ne yaparız? Orada durmanın bir yerimizi biliriz değil mi?
Davranışımız vardır, kılık kıyafetimiz vardır. Mesela Tokyo terlikle Cumhurbaşkanı ziyarete gitmezsiniz gibi düşünelim. Dolayısıyla böyle bir süreç, böyle bir meselede Bizim Allah karşısındaki edebimiz, onun karşısındaki yerimizi bilmek demektir.
Derdimiz budur. İkincisi ise yani Allah'a karşı edeb demiştik, edebin tasavvuftaki anlamlarına. Bir de... insanlara karşı edepli olma meselemiz vardır bizim.
İyi bir mümin olabilmek, iyi bir insan, insan-ı kamil olabilmek, Allah'ın gönlünü hoş tutabilmek, onunla aramızdaki sıcak ilişkiyi ve akışın, teslimiyetin gücünü hissedebilmek için edepli olmamız gerekiyor. İlki dedik Allah'a karşı, bir diğeri ise insanlara karşı edepli olmak. İnsanlara güzel bir şekilde muamele etmek bunlardan biridir. İnsanlara karşı edepli olmak için. insanlara karşı güzel şekilde muamele etmeliyiz.
Bunun yanında sabırlı, affedici ve hoşgörülü olmamız gerekiyor. Sabırlı, affedici ve hoşgörülü olmamız gerekiyor. Ve tabii ki insanları küçümsememek ve her zaman tevazu göstermek gerekiyor.
İnsanları küçümsememek ve her zaman tevazu göstermemiz gerekiyor. Bu da önemli. bir şeydir. Tevazu malum alçak gönüllülük demek. Alçak gönüllü olmanız lazım insanlara karşı.
Bu da bizim için hayatımızdaki mühim şeylerden bir tanesi. Şimdi dedik ya Allah'a karşı edep var, insanlara karşı edep var. Bir de üçüncüsü kendi nefsimize karşı edep var.
Burada ne gidiyor devreye? Nefsini kontrol etmek ve kötü arzulardan arınmak. gerekiyor.
Nefsimizi kontrol etmek. Nefsimize karşı ki edep sorumluluğumuzdan biri bu. Bir diğeri kendi kusurlarımızı görmek ve hatalarımızı düzeltmektir. Kendi kusurlarımızı görmek ve hatalarımızı düzeltmektir.
Duygu gelmiş. Hoş geldin duygu. Ve diğeri de nefsani arzular yerine ruhani yükselişe yönelmektir.
Yani biz nefsimizi ezip Allah'a yönelmek zorundayız. Bu da nefsimize karşı sorumluluğumuz olan edeplerimizden birisidir. Bunlar edeple ilgiliydi.
Bu konuştuklarımız edeple ilgiliydi. Yani normalde edep nedir tabii onu da söyleyelim bir tanımlama olarak. İnsanın hem Allah'a hem insanlara hem de yaratılmış dünya varlıklarına karşı Güzel bir davranış ve hal üzere bulunmasıdır. Tasavvuf anlamına baktığımızda da hem dış dünyaya hem de iç dünyamızda kendini gösteren bir kontrol mekanizması, bir ölçü birimidir edep. Bunun güzel örneğini hep şöyle veririm.
İşte bayram sabahı ya da bir yere misafirle gittin de çocuğumuz, mesela şeker uzatırlar, bir avuç alır mesela. Anne hemen kızar der ki edepsiz olma der. İki tane al, bir tane al mesela.
Çocuk iki tane alır, bırakır yeri kalanı. Burada edepsiz olma ne demek aslında? Örçüsüz olma demek.
Edep, İslam'ın örçü birimidir. Her konuda ne çok alsın ne çok fazla. Optimum, yani orta noktayı bulmak demektir. Şimdi ahlaka geçelim.
Ahlak ne demektir? Ahlak, insanın karakterinde kökleşmiş olan. güzel ve çirkin davranışları ifade eder aslında.
Güzel ve çirkin davranışları ifade eder. Bu bize inançlarımız, ailemiz ve toplumsal kültürel yapımız ve eğitimimizle oluşturulur. Neden?
Çünkü ahlaki değer dediğimiz değerler kültürel hayatımıza bağlıdır. Neden? Her coğrafyada farklılık gösterebilir. Yani mesela bugün... Sokakta ahlaki davranış şekli diyecek olursam bu Artvin'in Borçka köyünde başkadır, İstanbul'un Nişantaşı'nda başkadır.
Şimdi ne biz Nişantaşı'nda yürüyen hanıma bir şey diyebiliriz ne de Artvin'in Borçka köyündeki hanıma bir şey diyebiliriz, adama bir şey diyebiliriz. Bu kıyafetin... davranış modelinin verdiği ahlaki meseleleri ama mesela inançlarımızla ilgili bir ahlaki meselede kadınlara nasıl davranılır, bir kadın erkeğe nasıl davranılır, tanımadığın biriyle nasıl istişare edilir gibi kavramlarda ağrıda da kural aynıdır. İstanbul'da da, İzmir'de de, Adana'da da.
Adana'da değişebilir dayak yiyebiliriz çünkü ayrı. Adanalı yok değil mi aramızda? Çok öfkeli onlar.
Orada değişebilir. Dolayısıyla bizim yeşerdiğimiz topraklar bundan bize bir şey verir. Yani bugün siz Avrupa'dasınız.
Yaşadığınız ülkedeki yerli halkla sizler yani Türkiye'den filizlenmiş, yeşermiş insanlar, Türkiye kültürüyle gelmiş insanlar arasındaki ahlaki farklı olması gayet normaldir. İnaçlarımız farklıdır, yaşayışlarımız farklıdır, aile yapımız farklıdır, kültürümüz farklıdır. Ahlakı çünkü bunlar oluşturur.
Tasavvufta ise ahlakı güzelleştirme ve insanı ahlak-ı hamide dediğimiz yani güzel ahlaklı mertebesine yükseltmek gibi bir amaç vardır. Keza tasavvufun amaçlarından birisi budur zaten. Tasavvuf bir nevi bu demektir. İnsanı bir şekilde ahlak-ı hamide yani güzel ahlaklı bir insan... Mertebesini yükseltmeyi amaçlar tasavvuf.
Tasavvufta güzel ahlak da üç başlık altında inceleniyor. Bunlardan biri Muhammedi ahlaktır. Muhammedi ahlak veya peygamberi ahlaktır.
Muhammedi ahlak ilk kullanılan ismidir. Tasavvufta ideal ahlak pek tabii ki Hazreti Peygamberin ahlakını örnek almakla mümkündür. Kur'an-ı Kerim'de bu konuda...
Hz. Allah şöyle buyurur der ki ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. Bu kalem suresinin dördüncü ayetidir ve Hz. Peygamber'e seslenir yüce Allah.
Dolayısıyla biz Muhammedi ahlakın peşinde koşan insanlarız. Tasavvufta güzel ahlaklı olmanın birinci kriteri budur. Muhammedi ahlakı kovalamak, onun peşinden gitme gayretidir.
Haşa hangimiz onun ahlakı ya da onun gibi olabiliriz. Ancak hepimiz biliriz ki İslam'da da tasavvufta da mesele seyri sülüktür. Yani yolculuktur. Yolculukta olma halidir.
Hiçbirimiz oldum diyemeyiz. Mevlana'nın dediği gibi oldum dediğinde ölürsün diyor. Oldum demek öldüm demektir diyor Mevlana. İkincisi ise Muhammed'i ahlattan sonra insanın kendini arındırması meselesidir.
Tabii ki ahlak ve edep bildiğimiz gibi bizi optimum yani olabilecek en iyi şekli sokan kavramlardır. Sokma kavramlardır ancak bunları anlamak, öğrenmek ve hayatımızı almak için nasıl ki dışarıdan aldıklarımız olacaktır. Bir de vermemiz gerekenleri vardır.
Bu da nedir? Fazlalıklarımız yani tezkiye yani arınmamız gereken şeyleri vardır. Öğreneceğiz, alacağız, biriktireceğiz. Belki taklit edeceğiz, belki imran edeceğiz, seveceğiz, işte Muhammed'e ahlaka doğru yöneleceğiz ama bir de bunları yapmak için kendimizden ödün vereceğimiz şeyler vardır.
Bu da insanın kendisini arındırması demektir. Güzel ahlak insanın nefsani kötülüklerden kurtulması ve ruhunu temizlemesiyle ancak mümkündür. Bunun için de kişinin kibirden, öfkeden, hasetten, riyakarlıktan...
Ve bunun gibi kötü özelliklerden uzaklaşması gerekir. Bu da kendimizi arındırmamızdır. Fazlalıklarımızdan kurtulmamız demektir bu da. Bir de tabii ki önce muhabbetlik Allah'tan, peygamberden başladık ahlaktan. Sonra insani dedik kendimizden başladık.
Ve sonuncusu da toplumsal olandır. Toplumsal iyilik. Tasavvufta ahlak yalnızca bireysel bir durum değil çünkü.
Ahlak, tasavvufta toplumsal bir sorumluluktur. Birey çevresine karşı da adaletli, merhametli ve yardımlaşmaya açık olacak şekilde ahlakını sergilemekle sorumludur. Yani ahlakımızı göstermekle sorumluyuz. Göstereceğiz ki insanlar örnek alsınlar, insanlar Müslüman nasılmış görsünler.
Bu iki kavramı ayrı ayrı inceledik ama bir de edep ve ahlakın ilişkisine bakalım. Yani ikisi birbirine çok yakın kullanılan şeyler olduğu için bir de bu ilişkisi nedir bu ikisinin? Tasavvuf ehline göre edep ve ahlak tabii ki birbirinden ayrılmaz iki kavramdır.
Edep ahlakın dışa yansıyan yönü ahlaksa insanın içindeki derin niyet ve karakterdir. Bu önemli değerli dostlar. Yani edep ahlakın dışa yansıyan yönüdür.
Ahlaksa içimizdeki derin niyet ve karakterdir. Niyetimizin ne kadar önemli olduğunu da görüyoruz burada. Örneğin edep işte bir kişinin öğretmenine saygıyla eğilmektir.
İşte hocaya karşısında saygıyla eğilmektir. Kaç yaşında olursanız olun, yaşınız büyük de olsa işte ilkokul öğretmeninizi gördüğünüzde ne bileyim ben gidere ne öpersiniz. Siz de büyük bir yaşta olsanız da.
Edep hocasına saygıyla eğilmektir mesela. Ahlaksa bu eğilme davranışının sevgi ve tevazu ile yapılmasıdır. tamamen içten gelerek samimiyetle yapılmasıdır.
Bu örnek bize, hep hatırlayın bunu. Hocanız vardır, bu hocanın karşısında saygıyla eğilirsiniz, onu saygıyla selamlarsınız. Bu edebimizdir.
Bu konudaki ahlakımız da bu davranışı yaparkenki samimiyetimiz, sevgi ve tevazumuzdur. Formalite olmayışıdır. Hakikaten içimizden geldiği gibi bunu yapmaktır.
Ben bir gün... Yıllar önce Kıbrıs'ta benimle ilgili bir program yapılıyordu televizyonda. Bu şeyin Uğur Dündar'ın bir zamanlar yaptığı program gibi. Bana ilkokul öğretmenimi getirdiler stüdyoya.
Çok statiste bindim. Selma Hoca diye bir Allah razı olsun. Selma Hoca bana dedi ki, elini öptüm oturttum hürmet ettim falan filan.
Selma Hoca bana dedi ki, senin bu işi yapacağını çok iyi biliyordum dedi. Niye hocam dedim. E dedi ki 30 kişiydiniz sınıfta.
Günde dedi 750 defa sana sus diyordum. Hep konuşuyordum. O yüzden dedi bir yerde konuşarak bir şey yapacağım. Eminim dedi seni sus. Seni dedi 6 sene susturamam dedi.
Çok güldürmüştü. Allah razı olsun hayatta hala. Allah uzun ömür sağlık versin.
Aklıma o geldi şimdi onandık. Şimdi edep ve ahlakta bazı ana ilkeler de var. tabii. Bunu tasavvuf bize dört maddede sıralar. Bir tanesi en zorudur.
İşte az önce söylediğim söylediğimin tam tersi sükut. Susmak en zorudur. Şimdi bu gevezeliğimden bahsettim ama şunu da söyleyeyim size.
Mesela Şeyh Efendi'nin yanında yanına gittiğimde Şeyh Nazım'ın ilk yedi ay bir tek soru sormadım kendisine. Yedi ay bu çünkü o bana öyle emretti. Sabret soruların cevabını kendinden alacaksın bana sorma dedi. Yedi ay sormadım. Yedi ay sonra Sormak istediğin soru var mı dediğinde sormaya başladım.
Yani sustuk da. Öyle kendimi biraz eleştirdim ama kendimi acımasız yapmayayım. Çok da sustum inanın sonra. Sükut yani susmak, gereksiz konuşmalardan kaçınmak ve her sözü hikmetle söylemek gerekiyor.
Edep ve ahlaklı bir insanın yapısı budur. Yani konuşman gereken yerde konuşup hikmetle konuşacaksın. İçinde Allah olacak konuşmanın.
Susman gerekenlerde susmayı ve dinlemeyi bileceksin. Şu çok önemlidir. Allah bize kalbimizden seslenir.
Biz konuşurken onu duyamayız. Yani tefekkür, yüce Allah'ı düşünmek, onunla derin iletişim sadece ve sadece sessizlikte, sükunette olur. Biz konuşurken onu dinlememiz mümkün değil. Ona odaklanabilmemiz için bizim konuşuyor olmamamız gerekiyor. Konuşmak kötü bir şeydir diye değil.
Nerede ve ne zaman ve ne kadar konuşacağını bilmemiz içindir. Sükut böyle bir şey. Az konuş ki kalbin nur dolsun diyor Mevlana.
Çok güzel ve çok önemli bir söz. Az konuş ki kalbin nur dolsun. Yani az önce söylediğimi aslında Allah'ın bize seslenişini, Allah'ın gelişinden yani nurundan bahsedip birleştiriyor.
Susmanın yani sükutun yanında ikinci maddemiz tevazudur. Tevazu, kendini diğerlerinden üstün görmemektir. İnsanın nefsin tuzaklarından koruyan bir zırh. gibidir aslında bu tevazu dediğimiz şey. Yani kendin alçak gönüllü olup da kendini başkalarından üstün görecek bir kibire sahip değilsen, bununla uğraşırsan, bununla kavga edersen o zaman anlarsın ki hakikaten nefsine zulüm ediyorsun.
Nefse zulüm gelen insana hayırdır. Nefsinize bir şeye zulüm geliyorsa o bize hayırlı demektir. Bu konuda da Yunus Emre diyor ki meşhur lafıdır bilirsiniz.
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Kendin bilmezsen diyor bu nice okumaktır. Okuyup öğrendiysen kendini bil önce diyor. İlim önce kendini bilmektir.
Bir diğeri de sükunet ve tevazuun yanında adalet ve hakkaniyet kavramıdır. Burada insanlara karşı adil olmak ve her zaman hakkı gözetmek. gerekiyor.
Dikkat ederseniz Hz. Peygamber o da bunun şanssızlığı diyelim kaderi hısmeti peygamberlik makamı ona tebliğ edilinceye kadar bölgenin en güvenilir insanıydı. Emin lakabı vardı.
Emin Mustafa diyorlardı ona. Biri sıkıştığında genç yaşına bir kadar çocukluğundan itibaren ara buluculuk yapıyordu. Bir yerde bir hırgür çıktığında onun hakemliğine başvuruluyordu. Zavallı ne zaman peygamber oldu o zaman inanılmamaya başladı düşünsenize tam tersi oldu. Tam tersi oldu.
Peygamber ona kadar çok güveniliyordu ama bana Allah bu tepki etti deyince birilerinin çıkarına dokundu tabi bu iş ister isterseniz. Çok emin bir kişilikti, çok adil, adaletli bir kişiydi. Dolayısıyla adalet ve hakkaniyet karakterimiz olmalı bunda. Ve pek tabii ki imanın, İslam'ın ve tasavvufun olmazsa olmazı, edep ve ahlakın da ana ilkelerinden dördüncüsü sabır ve şükür içinde olmaktır.
Tasavvufta sabır, manevi yolculuğun olmazsa olmazıdır. Şükürse... Her durumda Allah'ın verdiği nimetleri görüp teşekkür etmektir.
Zaten ikisi birbiriyle beraber yaşarlar. Şükrü bilmeyen sabırlı olamaz. Tek başına sabreden de şükrü bilmeden bunu yapamaz.
Neden tek başına sabredesin ki? Yani şeyde nedir o mısır tarlasında korkuluk değiliz biz sabredelim. Şükür yüzünden sabrediyoruz. Şükrettiğimiz için, isyana girmediğimiz için sabredebiliyoruz. Bunlar önemli.
Mesela edeble ilgili. Edeb bir taç imiş. Nuri hüdadan bir taç imiş.
Allah'ın nurundan bir taçmış diyor Mevlana Edeb. Diy o tacı, emin ol her beladan diyor. Edeb bir taç imiş. Nuri hüdadan, diyi o tacı, emin ol her beladan. Edebi bir korunma aracı olarak.
görmüş Mevlana ve insanı kötülüklerden uzak tuttuğunu vurgulamış burada. Ya da insanı kurtuluşa erdiren üç şey vardır diyor İmam-ül Gazali. Allah'tan korkmak, az yemek ve güzel ahlak. Bunların tasavvuf yolcusunun kemale erdireceğini söyler o. Edep, hakkın huzurunda yerini bilmektir.
Nefsini bilmektir diyor. Evliyalar evliyası Abdülkadir Geylani Hazretleri. Burada o daidebin kişinin kendisini tanıması ve haddini bilmesiyle mümkün olduğunu söylüyor aslında bize. Şimdi tasavvufta peki edep ve ahlak kazanmak nasıl olmalı? Ona da birkaç maddeyle cevap verelim.
Nasıl kazanırız? Nasıl edepli, nasıl ahlaklı olacağız? Birincisi sohbetle olabilir bu.
Yani Allah dostlarının sohbetine katılmak. gerekiyor. Onların ahlakından ve edebinden ilham almak gerekiyor. İlka almak gerekiyor.
Bulursanız. Ama bu zamanda. Bulursanız bu zamanda.
Ama en azından bu nedir biliyor musunuz? Çok özür dilerim ifademden dolayı. İtlik, kopukluk, serserilik peşinde bir şeyler.
Hokkabazlık, sahtekarlık peşinde bir şeyler. Anlatmayanları dinlemeyi de buna koyalım. Doğru düzgün şeyleri. Yalansız dolansız anlatan insanlardan bahsedelim. burada.
Çünkü evet yani bugün bu Allah dostlarının Allah dost olup olmadıklarını bile bilmekten aciz durumdayız bu karmaşanın içerisinde. O yüzden çok da kolay bir şey değil. Bir diğeri bu daha kolay.
Zikir ve ibadetle buluruz. Zikir ve ibadetle. Zikir çünkü nefsi termi ederek kişiyi kötü ahlaktan arındıran bir güçtür.
İbadet de insanı Allah'a yaklaştırdığı için güzel ahlakımızı güçlendirir. O yüzden edeb ve ahlakı beslenicici şeylerden biri de zikir ve ibadet etmektir. Şunu da unutmayalım lütfen. Zikirin en büyüğü Kur'an-ı Kerim okumaktır. Allah'ın kendi sözleri olduğu için Allah'ı anmak demektir.
En büyük zikir Kur'an-ı Kerim okumaktır. Ve zikir ve Kur'an-ı Kerim okumak İslam'da namazdan daha önde gelen bir ibadet şeklidir. Allah'ı anmak en büyüğü. Bir diğeri, edeb ve ahlakımızı geliştirmek için kendimizi gözlemlememizdir.
Buna tasavvuf murakabe diyor. Murakabe diyor buna. Tasavvuf, kendini gözlemleme. Kişinin her gün davranışlarını ve niyetlerini gözden geçirerek kendini sorgulaması gerekiyor.
Bu bize ödev olarak verilmişti değerli arkadaşlar. Birer defter, birer defter yani 6 tane çocuktuk biz 14 yaşında. Şeyh Efendi'nin yanına gittiğimizde. Şeyh Efendi bize 1-2 sene sonra bir defter verdi.
Defter dediğimde böyle birkaç yarım defter kocaman zımbalanıp defter yapılmış. Normal defter değil, duruyor hala bende. Neden öyle yapılmış? Çünkü 365 sayfa konmuş. 365 yaprak konmuş.
Ve bize dedi ki her sabah niyetlerinizi ve... Kendinizi yani davranışlarınızı her sabah özür dilerim her sabah niyetlerinizi buraya yazacaksınız. Arkasına da her gece o günün davranışlarını yazacaksınız. 365 gün bunu yaptırdı.
Her Allah'ın günü niyet ve davranış defterimiz vardı. Sabah niyetlerimizi yazardık güne dair. Akşamda arada bir getirin bakayım dedi. Bilir mi bilmiyorum bakar mıydı bakmaz mıydı.
Alır giderdi defterlerimizi mesela gün içinde. 6 kişiydik zaten. 5-6 saat sonra gelirdi.
Belki bakar, belki bakmazdı. Ama ne oldu? Bende öyle bir alışkanlık var ki 30 sene, 40 sene oluyor işte gelecek Mart'ta ömrümüz yeterse.
Bu dediklerim nasıl geçti diye yazmıyorum artık ama kafamdan geçiriyorum. Bugün nasıl geçti? Bak bugün bu işlerin vardı, başardım.
Burada kızdım, burada kibirle. Kendi kendimi kontrol ediyorum. Bir süre sonra da bu alışkanlık oluyor zaten. Tavsiye ederim, çok güzel bir şeydir. Çok güzel bir şeydir.
Niyet ve davranış. Bak ben de not aldım. Bunu önereyim herkese diye bu defteri. Ve tabii ki... Ne dedik?
Sohbet dedik, zikir-ibadet dedik, murakabe dedik ve hizmet. Başkalarına hizmet etme sorumluluğundayız. İnsanı nefsinden arındıran ve tevazumuzu güçlendiren bir şeydir. İnsanlara yardım etmek, nefsimizi yendiğimiz bir şeydir. Bunun için bir örnek daha verelim size.
Haftalar boyunca, yine Şeyh Efendi'den örnekler. Haftalar boyunca... bizi arabayla, arabaya bindirirdi. Kocaman bir araba vardı, arabaya bindirirdi. İşte üç çocuk, dört çocuk bir arabada, üç çocuk falan bir arabada.
Tek başımıza, yani 17 yaşındayız, 16 yaşındayız. Tek başımıza, cuma günleriydi bu. Cuma namazı kılınacak, camilerin önüne indirir ve dilendirirdi.
Tek başına dilenirdik. Sonra da o parayı kendi istediğimiz birine bağışlardık. Düşünebiliyor musunuz kibir yenmeyi?
Nasıl bir, dileniyoruz da daha neredesin? Dileniyorsun, elimizi açıp normal kılık kıyafet oturup dilenirdik o camilerin önünde. Tabii yıllar yıllar sonra öğrendim.
Biz onu yaparken orada etrafımızda dergâhtan birkaç tane abimiz varmış bizi sürekli gözetleyen. Ne olur ne olmaz diye kontrol eden. Hatta yıllar sonra öğrendim. Yaşlandı ve bana bir röportaj vermişti.
Yıllar sonra öğrendim. Belediye başkanının dahi bilgisi neymiş bu iş? Çocuklar bu nedenle oradadır diye.
Belediyenin başkanına dahi bilgi vermiş. Böyle böyle eğitimdedir bunlar diye. Gider caminin önünde dilenirdik düşünebiliyor musunuz?
Belki de bu 40-45 hafta yaptım ben bunu. Dilendim yani bayağı. Şimdi şöyle söyleyeyim. Kibir mi kalır ondan sonra insanda? Yani seni yerden yere vurur.
Daha ne yapabilir? Bir de tek başınasın. Yanında bir çocuk daha olsa daha cesareli olursun. Daha... peki çekinmesin falan bir başına oturtuyor seni orada özellikle.
Tek tek indiriyor seni arabadan ki. Yani ilk çok ya bugün gibi hatırlıyorum. Utancımı hatırlıyorum. Nasıl utanıyorum bunu yaparken. İhtiyacım yok.
Evin var, yerim var, anam var, babam var benim. Hiçbir şeyim yok. Nasıl bir kibir içimde, nasıl bir utanç, nasıl bir ret.
Şeyh Efendi'ye karşı nasıl bir isyan kalbimde bir şey diyemiyoruz ama böyle. 3-5-6 neredeyse meslek olacaktı artık tam. Bizim de mahallede bir tane gurbet diyoruz biz. Çingen aile vardı.
Gerçekten de para alırken işte bugünün rakamıyla diyelim ki 500 lira 300 lira topluyorduk. Cuma günü götürüp ben o aileye annesine verirdim sürekli bizim mahallede. Annem babam da bilirdi bunu. Götürüp ona teslim ederdik. Bize bırakırdı.
Kendi istediğiniz yere verin bu parayı diye. Bütün arkadaşlar 5-6 kişi gidip mahallemizdeki o aileye verirdik. Onlar da mesela haftada... Bugünün parasıyla diyelim.
2000-3000 lira alırlardı. Onlar da bir şeylerini alırdı o insanlar. İlginç bir silsile içerisinde.
Dolayısıyla bu hizmet etme bilinci. Yani illa gidin dilenin demiyorum yani ben. Ama bu başkalarına hizmet etme, yardımcı olma, bildiğini paylaşma, anlatma.
Bu bizim kibirimizi düşüren bir şeydir. Hizmet etmekten bahsediyorum ama. Birini eğitmek falan üstüne çıkmaktır çünkü.
Yani onun için bir şey yapmak, ona yardımcı olmak için bir şey yapmak, bir el atmak onun için. Bir şey mi taşınacak, bir şey mi temizlenecek, bir yerden bir yere mi gidecek? İstediği şey ne olursa olsun birilerine küçük küçük yardımlarda bulunmak çok iyi bir şeydir bu anlamda.
İşte dediğimiz gibi tasavvufta değerli dostlar, edep ve ahlak insanın hem ahlaka hem edebe dönüşme sürecidir aslında ve hem Allah'a hem de diğer insanlara karşı doğru bir duruş sergilemesini sağlayan temel bir kavramdır. Edep insanın davranışlarını düzenlerken ahlak kişinin iç dünyası ve niyetlerini arındırır. Ve bu iki kavram bir araya geldiğinde insan gerçek kemale ulaşır ve Allah katında da değerli bir kul olmaya başlar.
Çünkü onun istediği bir kişiye dönüşüyorsun sen de mutlusundur bundan. Şunu da çok iyi bilmemiz gerekiyor. İnsanlar geçmişleriyle yargılanmamalıdırlar. Çünkü şu da vardır.
Bazen olur bugün Bugün gider birine bir şey dersiniz, dersiniz ki işte bunu duyarım yani ben,''Ahmet'e bak ya bize ne anlatıyor, bu daha iki sen önce içki içiyordu.''Tamam ama o yaptığı hatalar onu bugüne getirmiştir aslında. Hatalar yapmıştır, yanlışlar içine düşmüştür, sonra akıllanmıştır ve bugüne gelmiştir. Dolayısıyla insanları geçmişliğiyle yadırgamamak lazım. Bugünleriyle değerlendirmek gerekiyor.
Ha bu şu demek ki... değil yani yılların dolandırıcısına gidip de inanmayın ya bugün iyi davranıyor bana diye. Gibi değil ama anladınız dediğimi yani insanlar geçmişiyle yargılanmamalı. Bugün girmeye çalıştıkları yolda ellerinden tutmamız gerekiyor. Bunu da gene dergâhtan örnek vereyim Şeyh Efendi'den.
Onunla beraber geçirdiğim 29 sene içerisinde oturup saymadım ama rahatlıkla binin üzerinde uyuşturucu bağımlısını orada ol. barındırdı, İslam'a çekti ve bundan kurtardı ve temizledi. Yani inançla, namazla, niyazla, dergahın içinden çıkartmayarak onlara yardımcı oldu ve yardım etti. Ve bu dünyanın dört bir tarafından vardı. En yoğunda tahmin ederseniz ki gayrimüslimler, ki gelip Müslüman oldular da Almanlardı.
Çok ciddi Alman'ın Müslüman olduğuna tanık oldum ben binlerce. Binlerce Alman hala daha bugün gittiğimde orada Alman mürikler var dolaşır gelir gider. Neden?
Aslında sizlerin sayesinde. Avrupa'daki Türk varlığı İslam'ı Avrupa'daki en çok da Almanya'daki insanlara tanıttığı için sizlerden gördüler, arkadaş oldular, babalarınızı tanıttılar derken İslam'ı sevmeye başladılar. Şeyh Efendi de Avrupa'daki en büyük Türk gücünün Almanya'da olduğunu bildiği için sık sık Almanya'ya gelip gitti. Ben de çok geldim gittim.
90'lı yıllarda, 80'lerin sonunda belki de 60-70 defa sadece Berlin'e geldiğini bilirim. Orada söyleşiler verirdi, İngiltere'de aynısını yapardı. Ne olurdu?
Orada sizlerin atalarınızın sayesinde İslam'a birazcık ılımış, kanı biraz kaynamış tipler gelip Şeyh Efendi'yi merakla dinlerdi. Bu merakın üzerine de bir süre sonra Kıbrıs'a gelmeyi tercih ederlerdi. Karı koca gelirlerdi, imam nikahı kıyardı iki Alman. Oturur bilmem ne bileyim işte Müslümanlığa geçerlerdi, ibadetleri öğrenirlerdi. Aylarca kalırlardı ve giderlerdi.
Yaşlı insanlar gelir, ev kiralar, dört ay, beş ay, altı ay Şeyh Efendi'ye yakın bir evde kalırlar, gelip giderler, beş vakit namazlarını dergâhta kılarlardı. Dolayısıyla nedir bu? Şimdi önceden Hristiyandı, yadırgayalım bunu.
Biz ya bu yıllarca Hristiyandı, şimdi Müslüman oldu. Olmaz, bize yakışmaz. Tam aksine kucaklamamız gerekir.
Eğer böyle olmasaydı dünyadaki Müslüman kim olacaktı? O zaman Hazreti Peygamber dünyadaki ilk ve tek Müslüman olacaktı. Neden?
Çünkü kendi Müslüman olduğunu kabul ettiği yani İslam'ın tebliğ edildiği ve kendisinin peygamber olduğu geceden itibaren etrafında eşi dahil, amcası dahil, vesairesi dahil Müslüman yaptığı herkes ya şamandı, ya pagambidindi, ya putundu. Perestiyye Yahudi'ydi. Ya Hristiyan kimdi bunlar?
Hani karısı kimdi? Kendisi kimdi? Kendisi Müslüman mıydı?
Değildi. Değildi İslam'dan önce doğal olarak. O yüzden etrafımızdaki insanları bizim gibi değildir diye yadırgamak yerine tam aksine onlara yönelip onları İslam'ın sıcaklığıyla kucaklamak gerekiyor.
Hizmet biraz da böyle bir şey. Öyle olunca çünkü aynı zamanda nedir şeye de hizmet ediyorsun. Yani Allah'ın bu gücüne de hizmet ediyorsun. Şurayı biraz tekrar etmek isterim özellikle sizinle.
Bu bir örnek vardı hatırlarsanız. Hocaya saygı meselesini. Şimdi çünkü bu ilişki çok önemlidir birbirinden ayırt etmemiz için. Ne demiştik?
Tasavvuf ehline göre yani seyri sülük yolculukta olanlara göre yani size göre bize göre hepimize göre yani elhamdülillah Müslümanım deyip takvayla ilerlemek isteyen herkese göre edep ve ahlak birbirinden ayrılamaz demiştik. Edep dedik ahlakın dışa yansıyan yönüdür. Edeb ahlakın dışa yansıyan yönüdür.
Ahlaksa insanın içindeki derin niyet ve karakterini oluşturan şeydir. Çünkü niyet amelleri oluşturur. Yani düşüncenin eylemi oluştuğu gibi eylem aynı zamanda niyetin sonucudur. Ve ameller niyetlere göredilir Hazreti Peygamber. Bunu Hazreti Peygamber'in ilk hadisi kabul ederler ama yani bir hadisin ilk olması olmamasını bilmenin çok da kolay olduğunu düşünmüyorum.
Yani ilk cümlesi bu muydu Hazreti'nin bilemeyiz. Fakat üstüne basa basa bütün alimler ilk dediğine göre amaç ne demektir? Ne kadar önemli olduğunu gösterir bize.
Hazreti Peygamber'in ilk öğütü bu. Ameller niyetlere gönderiliyor. Ne niyet edersen onu yaşayacaksın.
Ve şunu da unutmamak gerekir. Bizim bereketimizi, bizim nasibimizi belirleyen niyetlerimizdir. Bir niyet belirlediğinde Nasibinde ona paralel belirlenir.
Eğer bu niyetin kötüyse nasibinde kötü bir şekilde belirlenmektedir. Bu da senin sınavındır. Çünkü neye niyet edersek o bizim sınavımıza dönüşecektir.
Bu böyle. Niyet ettiğin şey senin sınavındır. Dolayısıyla neye niyet edersek madem o bizim sınavımıza dönüşecek aynı zamanda niyetimiz bizim daima başımıza gelecek olaylardan dolayı bereketimizi... Nimetimizi belirler. Neye niyet edersen kısmetini belirleyen şey sadece ve sadece o olur.
Bir şeyi istersen o istediğin şey senin sınavına dönüşür. Yani kısmetini belirleyen en baştaki niyetimizdir. Niyetin oranında bize taksim ediliyor ve veriliyor nasibimiz.
Buna kısım deniyor. I harfi yok, ikinci I harfi yok. Kısım deniyor buna.
Kısım ne demektir İslam'da? Niyetinin oranında sana verilmesidir nasibinin. Kötüyse maalesef kötü bir şey alırsın. İyiyse iyi bir şey alırsın. O yüzden buradaki bu meselenin de ikisi arasındaki bağ da çok kıymetli bir bağdır.
Ona da dikkat etmek gerekir. Öğretmen örneğini tekrar edeceğiz burada malum. Ne dedik? Edep, öğretmeni, hocana saygıyla eğilmekti.
Ahlaksı. Bunun yaptığı niyet şeklin yani sevgin, tevazun, alçak gönüllülüğün. Etraftan bakıyorlar kameralarda var şunun beyin öpeyim değil. Hakikaten canı gönülden akarak bunu yapmak. Niyet de böyledir.
Hakikaten canı gönülden bir şeyi niyet et. O da içindedir bu dediklerinin. Biliyor musunuz İbn-i Lara bir deli bir adamdı bilirsiniz yani fırlama. İslam'ın şımarık çocuğu, hayatını yazdığını, kitabını var İbn-i Arabi diye. Ama gerçekten şımarık, hayran olacak bir şımarıklık.
Şımarıklık da şundan geliyor, o kadar zeki ki İbn-i Arabi, edepsiz ya da kibirli anlamında şımarık değil. O kadar emin ki kendinden, ölümü göze alıyor her sözde. Ve yaptığı çalışmalarda, rakama dikkat edin, 1280...
üç defa idamla yargılandı İbn-i Arabi. Hepsinden de kurtuldu. Hepsinden kendi kendini savundu ve beraat etti. Ve bir sözü var. Der ki İslam var olduğu sürece her zaman ben haklı çıkacağım diyor İbn-i Arabi söylediklerinden.
Çünkü o zaman İslam'ın bütün disiplinler arası prosedürünü, bütün kriterlerini alaşa etmiş birisi. Çağdaşlaştırmak için tabii. Bundan 7-800 yıl önce ne çağdaşlığı diyeceksiniz ama işte olabildiği kadar o döneme göre çağdaşlaştırmak için alaşağı etmiş bir adamdır bütün her şeyi. Ve mesela işte bugün 22 Aralık 2024 bugüne kadar ben şahidim adam haklı çıktı.
Bundan sonra bilmem bugün ayar çıktı. Ne dediyse doğru çıkıyor. Ne dediyse doğru çıkıyor. Müneccim gibi. Ama adam geleceği konuşup işte Nostradamus gibi bir şey yapmıyor.
Adam sadece neyin doğru neyin yanlış olacağını söylüyor. Yani mesela işte dini siyasete karıştırırsan hokkabazlar türer diyor. Anlatabiliyor muyum?
Yani bu gibi laflar var adamın. Yani bundan bin yıl önce söylediği laflar var ve çok önemli. İbn-i Arabi'nin bu konuda yani edep ve ahlakla ilgili verdiği örneklerin... en önemlilerinden bir tanesi şudur. İbn-i Arabi diyor ki, böyle ben uzunlamasını anlatacağım bir sözünü sadece size.
Diyor ki eğer diyor bir toplumda bunu çok duymuşsunuzdur ama bu İbn-i Arabi'den gelen bir şeydir. Eğer bir insan diyor ahlaklı olmak isterse, edepli ve ahlaklı olmak isterse diyor, herhangi bir dine bağlı olmak zorunda değildir diyor. Bir dininin veya bir ibadetinin olmasına gerek yok.
Ahlaklı olmak için. Ama diyor bir dine mensup olmak istersen diyor ahlaklı olmak zorundasın. Dindar ahlaklı olmak zorunda diyor ama ahlaklı olacak olan insan dindar olmak zorunda değildir diyor. Ne kadar müthiş bir örnek.
Gerçekten şimdi görüyoruz. Yani her dindara biz ahlaklı diyebilir miyiz? Diyemeyiz ama her gerçek ahlaklı insan inançlıysa o inancı konusunda ona dindar diyebiliriz.
Demek ki... temel alınması gereken şey ahlaktır. Tasavvuf ve İslam ahlaklı, ahlakın üzerine inşa edilir. O yüzden İslam ısrarla ahlakı öğretmeye çalışır.
Ki İslam orada yaşayabilirsin, yaşayabilirsin. Ahlaksızlıkların olduğu yerde olmaz. Az önce Kur'an dersi vardı.
Bir ayette şundan bahsettim. Yıllar önce Enam suresinde yazar bu. Şimdi bu Araplarda bir kural vardı. Nasıl bir kuraldı bu? İlk doğan çocuk kızsa dili dili gömülerek öldürülürdü.
Ve bu ne kadar zaman sürdü biliyor musunuz? İsa'nın ölümünden Hazreti Peygamber'in gelişine kadar. 500 yıl, yarım bin yıl, 5 asır boyunca.
Şimdi bir yanlış bilgi var. Araplarda kız çocukları öldürülür diye. O budur aslında. Tüm kız çocukları öldürülmezse nasıl ürecekti bunlar? O yüzden aslında kural nedir?
İlk. doğan kızsa onursuzluk demekti bu o Arap için. Hemen o çocuk öldürülürdü.
İlk erkek doğmalıydı. Tekrar ilk kız doğarsa yine öldürülürdü gibi. Bir erkek doğduktan sonra 10 tane kız da olsa sorun değil.
Dolayısıyla şunu anlatmaya çalışıyorum. Dönemi düşünün ve İslam'ın hangi şartlarda hangi cahillikle uğraşmak için geldiğini. Neyin karşısındaydı bu İslam? O yüzden ahlaka anlatıyoruz. O zemin ahlak olduktan sonra üstüne her şeyi inşa edebilirsin diyor.
Bugün çok arkadaşım var, Yahudi ve Hristiyan. Benim çok tanıdığım insanım var. Yani İngiltere'de, Amerika'da okudum senelerce.
Bir süre yaşım dostum, arkadaşım oldu. Hala daha görüştüm. Kimi Hristiyanlar siz de görmüşsünüzdür.
Almanya'da yaşadığınız için ya da Avrupa'da. Siz de görmüşsünüzdür. Müslüman olmayan, başka bir dine sahip olan ve Müslüman kadar ahlaklı olan insanlar var etrafımızda. Bazen bir Hristiyanla tanışıyorum ben diyorum bunun yaşamı benim Müslümanımdan çok daha adil, çok daha ahlaklı, çok daha onurlu, çok daha yardımsever, nefsini kontrol edebilen bir insan, tertemiz insan tek eksiği Müslüman değil.
Neden? Çünkü İslam Müslümanlara ait bir din değildir. İslam'ı seçen Müslüman olur. O yüzden İslam'ı yaşayan Hristiyan da olabilir, Yahudi de olabilir.
Bu nedenle eleştiremeyiz. Ama bu böyleydi de böyle oldu. Yok böyle bir şey. Biz bir insanı kınayamayız. Geçmişinden dolayı eleştiremeyiz.
Dün ne olursa olsun biz onun bugününe bakıp imkanlarımız doğrultusunda elinden tutmamız gerekiyor. İnanarak yardımcı olmamız gerekiyor onun dönüşümüne. Evet hanımlar çok teşekkürler. Katıldığınız için bu akşam da Allah'ın izniyle gelecek hafta inşallah yılın son dersi olur. Son dersinde de beraber olacağız.
Allah'a emanet olun. Güzel bir hafta olsun hepiniz için. Hoşçakalın.
Görüşürüz. Bay bay.