Hoşgeldiniz. Teknik bir sıkıntı yaşadım da onu çözmeye çalışıyordum. Kayda girmedi bir türlü.
Ne zaman update gelse bilgisayarlara arkasından böyle eğlenceli dakikalar yaşıyoruz hep beraber. Dilerim herkes iyidir. Evet, bizlerle yolculuğumuza başlamıştık. ders sayısına lütfen bakmayın. Kayıtlarda farklı sayılar görebilirsiniz.
Aldırmayın siz onlara. Hiçbir eksiği yok. Keyfinize bakın. Sorun yok.
Her şey kontrol altında. MyPhone kim? Bir tane benim telefonum var.
İsimsiz. Geri kalan herkes isimli. MyPhone kim? Benim. Kim?
MÜSS. İki tane mi müyesser var? Evet, bilgisayardan açmaya çalıştım.
Tamam, tamam. Öğrendik siz olduğunuzu. Hiç önemli değil, tamamdır. Şimdi değerli dostlar, bu grup, bu Avrupa grubu gelişecek.
Bu Avrupa grubunun bir özelliği var. Bu Avrupa grubunda başka yerlerde de bir sürü tasavvuf eğitimimiz var, devam ediyor ama bu grupta onlarda olmayan şeyler konuşacağız. Başka yerlerde konu etmediğim, başka yerlerde böyle belki yüzeysel geçtiğim, altını hafif işlediğim şeyler konuşacağı oluyor.
Burada onların daha derinlemesini konuşacağız sizlerle. Burasıyla ilgili bilgiyi size bu şekilde vereyim. Ve bu gece her zamanki gibi, bundan sonra olacak her zamanki gibi bir konudan bahsedelim.
Bu akşam tasavvufta sizinle havlet ve tezkiye kavramlarını konuşmak istiyorum. Havlet ve tezkiye kavramlarını. Tasavvufun kıymetli kavramlarındandır, önemli kavramlarındandır.
Başka yerlerde beni eminim dinlemişsinizdir, mutlaka dinleyenler olmuştur. Bu dinleyenler şunu görecekler ki pek başka yerlerde anlatmadığım hikayelerdir, bunlar anlatmadığım başlıklardır. Burada bu anlatılmayanları paylaşacağız sizinle. Tabi yine tasavvufun geneli bütün bilgileri de olacak.
Bu kavramlar tasavvufun iki önemli unsurudur. Önemli iki unsurudur ve bireyin ruhani gelişimini ve manevi arınmasını hedefleyen pratikleri bize anlatır. İslam tasavvufunda, İslam felsefesinde, tasavvuf felsefesinde kalbi saflaştırma ve Allah'a yakınlaşma yolunda izlenen Manevi eğitim sürecimizin, şu anda içindeyiz, manevi eğitim sürecimizin temelini oluşturan iki kavramdır.
Havlet, hazvet ve tezkiye. Bu iki kavram özellikle tasavvuf ehli tarafından derinlemesine yaşanmıştır. Ve bizlere öyle anlatılmıştır, öyle damatılmıştır ve size de öyle hatırlayacaktır.
Halvet nedir? Bununla başlayalım bilirsiniz. Sözcük olarak halıv kökünden gelir, halıv kökünden gelir ve yalnız kalmak, inzivaya çekilmek anlamı taşır.
Yalnız kalmak ve inzivaya çekilmektir. Tasavvuf terminolojisindeyse halvet, dünya işlerinden ve insanların gözlerinden uzaklaşarak bir kişinin, bir tasavvuf öğrencisinin Allah'la baş başa kalmak için girdiği ruhani yalnızlık halini ifade eder. Genellikle halvet bir mürşidin yani bir manevi rehberin, bir manevi öğretmenin gözetiminde yapılması gereken bir şeydir. Belirli bir süre boyunca kişinin özelliklerine göre şekillenir ve bu süre zarfında oradaki öğrenci bazı şeyler yapmaya ve bazı şeyler yapmamaya başlar. Şimdi burada şundan bahsedelim önce.
Dünya işlerinden izole olmak, çekilmek, hayatta dünyayla ilgili meselelerden uzaklaşmak mümkün değildir. Yani burada kastedilen bin yıl, bin beş yıl önceki gibi bir dağın başına çekilmek, bir mağaraya kapanmak, bir dergahın bir odasında portakal yemek demek değildir. Burada artık...
Bahsedilen 21. yüzyılda bu hayatın içinde yaşamamıza rağmen dünyada bizi çekici kılan ve nefsimize yenildiğimiz şeylerden %100 uzak kalma diyetidir. %100 uzak kalma diyeti. Şimdi ben bugüne kadar binlerce öğrencim oldu. Yani binlerce sayısı belli değil.
Binlerce öğrencim oldu. Bunların yüzlercesi dünyanın dört bir tarafında ders veriyor şimdi. Bunların içinde %3, %3,5 gibi bir kitleyi bırakanlar gerçektir. kafalarını alıp yollattım vakti geldiğinde.
Çok ciddi bir şekilde derim ki güle güle sen bizden değilsin artık. Mürşidi miyim onun? Evet.
Yıllarını mı verdi bana? Evet. Ama gitti. Neden biliyor musunuz?
Dünya işlerinden kopamadığı için gitti. Eğer ben bu yolda gideceğim diyorsanız burada bahsettiğim siz değilsiniz. Burada ders alıyorsunuz.
Yani böyle bir el verme yoluyla birebir bir mürşitle yola girdiysen dünya işlerinden seni koparmak için verdiği gayrete sen de bir temezül buyurup yardımcı olacaksın. Yani en basiti dedikodu yapma dediyse Japon yapıştırıcısıyla o lanet dudaklarını yapıştıracaksın, susacaksın. Yani kimileri bana dahi dedikodu yaptı.
Bana benim karşımda yaptı. Şimdi tahammül hep vardır, sabır hep vardır, affetme hep vardır. Fakat bir de şöyle bir şey vardır.
Size bir örnek vereyim. Arkasından Şeyh Nazım Kıbrıs'ın sözünü söyleyeceğim size. Bu çok ders verici bir sözü bize. Şimdi bir arkadaşım, bir hanımefendi, çocukluğu arkadaşım. Bir gün geldi, çok morali bozuk, benim ofiste oturuyor, kahve içiyoruz.
Ne oldu dedim, niye bu kadar bir gün açıyor? Dedi ki, diyetisyen beni kovdu dedi. Diyetisyene gidiyor bu ve kovdu dedi. Niye dedim, iki senedir sen gidiyorsun aynı kadına. O yüzden kovdu dedi.
Neden? İki senedir dedi, bir kilo bile vermedim. Bu arada bu arkadaşım 130 kilo. Ve diyetisyen buna demiş ki, lütfen git çünkü müşterilerimin moralini bozuyorsun.
Herkes biliyor ki o diyetisyene giden 130 kilo bir hanım var. 2 senedir 1 kilo veremedi. Diyor ki benim için mahvettin beni. Kötü reklam. Bu da böyle.
Tasavvufta da Şeyh Efendi derdi ki sabırlıyız, hoşgörülüyüz, affederiz. Ama unutmayınız Müslüman'ın kılıcı da var. Yani ihtiyaçsa çekersin o kılıcı.
Dolayısıyla Ahendi... ve hareketi engelleyecek hiçbir şeyi etrafınızda barındırmayın. Neden? Çünkü ahenk sürdürülebilir şeylerin yapılmasını sağlar, hareket ise ilerlemeyi sağlar. Ve dikkat edin evrenin iki ilk kanunudur.
Hareket ve ahenk yani katrilyonlarca gezegenin... Ahenk içinde ve ışık hızında hareket ettiğini düşünün. Bütün evren dönüyor. Biz öğrendik 21. yüzyılda böyle güneş vardı etrafında bıngır bıngır bıngır dönmüyoruz.
Güneş ışık hızıyla gidiyor. Biz de mermi gibi dönerek gidiyoruz. Ve arkadaşlar bütün evren böyle katrilyonlarca gezegen ışık hızıyla dönüyor.
Birbirine dokunmadan. Bu ne demektir? Ahenk demektir.
Peki evrene döndüren şey nedir? Harekettir. Canı oluşturan şey gibi.
Bir nöron, bir nöron hareketi sağlar. Bu can demektir. İki nöron uyum ve ahenk demektir. Tek nöronla amip oluyor, hiçbir şeye yaramıyor. İki nöron ahenk demektir.
Yani hayatın devamlılığı demektir. Bu nedenle zümrenin devamlılığı, kitlenin devamlılığı, topluluğun devamlılığı da Aheng ve hareketle olur. Yani otobanda aktık gidiyoruz 500 araba. Biri durdu.
Arkasından ona çarparlar. O yüzden ne yaparız? Duracak olan kenara çekilir ve öyle durur. Akacak olan akacaktır. O yüzden gruplarda böyle bir şeydir.
O çürük domatesi ayıklamak zorundayız. İşte bu bahsettiğim bu dünyevi meşguliyetlerden uzaklaşma aşamasındır. Halvet böyle bir şeydir.
Halvet dünyevi düşüncelerden, dünyayla ilgili kafa yormaktan, dünyevi hazlardan uzak kalmayı sağlamak demektir. Ve bu süreçte kişi nefsini terbiye etmek için kalbini daha da Allah'a yönlendirme çabası içine girer. Çünkü dünyevi meşguliyetten kurtulmak... Çok kolay bir şey değil.
Sadece oruçtaki aç kalışımızı düşünün. Sadece oruçta, mesela oruç nedir? Oruç nefis terbiyesidir. Yani nefsin gücünü elinden almak demektir.
Ve mesela bugüne kadar duymadıysanız bugüne kadarkilerin hepsi hakkınızdır, kabuldür, hiç merak etmeyin. Ama şu andan itibaren söyleyeceklerim üstünüzde vebaldir. bilip yapmamanız gerekir. Oruçluyken öfkelenmek orucu bozar.
Eğer oruç tutarken kızarsanız orucunuz bozulur. Onun affını dileyip Ramazan'dan sonra onun diyetini ödemek zorundasınız. Yani oruçluyken öfkelenmek yemek yemek gibidir.
Neden? Çünkü oruçlu olmak aç kalmak demek değil, nefsimi kontrol etmektir. Öfke nefsin en haz aldığı özelliğidir.
Hiç olacak iş mi bu? Öfkeliyim ben. Hani olur ya amcalar teyzeler de yaklaşma bana oruçluyum bugün. Bizde ne deriz? Esas oruçluyken yaklaşmam.
Şimdi sana kızamam. Mümkün değil bunu yapamam. Günah.
Oruç bozulur. Bugüne kadar öfkelendiyseniz bilmediğiniz için sorun yok. Bugünden sonra yandınız ne artık söyledim vebal bedenden gitti.
Kesin bir... Alim bilgisidir, mekruh bir şey değildir. Yani Buhari'nin, Müslüm'ün, Tırklı İz'inin hepsinin rivayet ettiği kutsi hadisler arasından gelmektedir.
Dolayısıyla öfkelenmek gibi bir şey nasıl ki orucu bozar, dünyevi meşguliyetlerden uzaklaşmak bu kadar zordur. 30 gün öfkelenmeyeceksin, 30 gün işte günde düzenli olan yemeğini yemeyeceksin, 30 gün boyunca... Hiç kimsenin kalbini kırmayacaksın, 30 gün boyunca oruçlu olduğun saatlerde şöyle yapmayacaksın, böyle yapmayacaksın bilmem ne. Nefsinle mücadele edeceksin.
Bu sadece nefsimin 30 günlük sıradan bir hali. Bütün hayata bakalım. Şimdi haz alma meselesi. İnsanlar nasıl haz alırlar? Hemen söyleyelim.
Şimdi bu söyleyeceğim dini bir zorunluluk değildir. Dini bir zorunluluk değildir ama İbnül Arabi Hazretlerinin ve aynı zamanda İmam Gazali Hazretlerinin kitaplarında yer alan bir bilgidir. Derler ki çocuğunu bile doyasıya sevmeyeceksin oruçluyken.
Çünkü sevmek arzusu bir hazdır ve sevmek nefsinden gelir. Çünkü dünyada bir tek gerçek sevgi vardır, nefsi olmayan. O da ilahi aşkımız olan, yüce Allah'a olan sevgidir.
Onun dışındaki karı sevgisi, koca sevgisi, anne sevgisi, çocuk sevgisi nefsidir. O yüzden oruçluyken gereğinden fazla sevmeyeceksin diyor çocuğunu dahi, anneni babanı eşini dahi. Bu sevmeyeceksin anlamına gelmiyor tabii.
Abartma. Yani bir çocuğu sevmenin o meşhur hazı vardır ya, bayılırız böyle sevelim abarta abarta, oynaşa oynaşa. Yapma. Bozunda dur. Bir bek, bir dur.
Niye? Çünkü nefsini köretmeye çalışıyorsun. Bugün ne yiyeceğiz? Allah'ım canım bunu çekti, şunu yapalım. Olmaz oruçtayken böyle bir şey.
Böyle bir şey olmaz oruçtayken. İnsanlar ne yaparmış biliyor musunuz? Hazreti Peygamber döneminde. Oruçtan sonra, oruçtan sonra yiyecekleri, yemekle ilgili canları bir şey çekerse hali hazırda yapmak. Yaptı oldukları yemek olsa bile komşularına verir başka yemek yaparlarmış.
Yani kalplerinden geçeni hazla yememek için. Oruç sonrasına oruç içinde bir arzuyla bağlanmamak için. İşte bunlardan vazgeçmekten bahsediyoruz.
Allah'a yönelmek için. Yine halvet ve tezkiyeden bahsediyorduk. Gülay Hanım da geldi o yüzden bir tekrar ettim cümleyi. Halvet ve tezgahıden bahsediyorduk. Halvet, yalnız kalmak, inzivaya çekilmekti ve günümüz dünyasında dünyevi meşguliyetlerden uzaklaşma gayretimizdi.
Diğer bir yapmamız gereken de zikir ve ibadet ve meşgul olmaktır. Halvet sırasında kişi sürekli zikir yapar. Zikir nedir değerli dostlar?
Zikir üç türlü yapılıyor. Üç tür zikir içeriği vardır ama iki türlü yapılır. Yapılma şeklini söyleyeyim önce size. İki türlü zikir vardır.
Birincisi dille yapılır. Diğeri kalple yapılır. Yani biri sessizdir, kendi kendimizedir. Biri dua okuruz, bir efendim işte Kur'an okuruz vesaire. Üç içerik nedir peki?
O üç içeriğinde bir tanesi esmalardır. Allah'ın esmalarını zikretmek, tekrar etmektir. Bir diğeri Kur'an-ı Kerim okumaktır. Kur'an'ın kendisi bir zikirdir zaten.
Bir diğeri Allah'la ilgili sohbet etmektir. Bu da bir zikirdir. Bunları... Halvet esnasındaki birey, yani Allah yolunda bir adım daha ileriye gitmeye çalışan bir birey, hayatında, gündelik hayatında artırmalıdır. Zikri biraz artırmalıdır, Allah'tan bahsetmeyi biraz artırmalıdır, Kur'an okumayı biraz artırmalıdır.
Ancak şunu sakın unutmayın. Nasıl ki Kur'an okumanın bir kuralı vardır. Yani işte hanımlar için başımızı örteriz, erkek veya hanımlar... abdesti olmadır, elimizi alırken onun bir ritüeli vardır. Severiz biz Kur'an'ı.
Bir kitaptır normalde. Matbu basılmış bir kitaptır ama manevi kıymeti vardır. Çünkü içindeki, aslında Kur'an-ı Kerim kitap değil, içinde Allah'ın hitabeti var.
Allah'ın söyledikleri var. O yüzden bizim için çok kıymetlidir. Kalbimize koyarız, öperanlığımıza koyarız. Bu ritüeller zorunlu olmamakla birlikte bizim Allah'ın sözlerine... gösterdiğimiz saygı ve sevginin sonucudur.
Bunlar bizim ritüellerimiz yani Kur'an okuma yöntemimiz, yolumuz, kurallarımız. Şimdi zikrin her türünün kuralları vardır. Allah'ın isimlerini çekmek, esmaları çekmek, Allah'ın ismini zikredeceksiniz ya da Allah'la ilgili sohbet edeceksiniz. Peki nedir kuralları?
Kur'an-ı Kerim gibi davranmanız gerekiyor. Yani Kur'an'ı okurken ciddiyet Bu demek değil, yüzün gülmesin, somurt anlamda ciddiyet değil. Olayı ciddiye almayla zikir çekmedeki ciddiye alma aynı şeydir.
Yani sırf dinle İslam konuşacak diye meyhane masasında Allah konuşulmaz. Yani kahve muhabbetinde az önce işte ne bileyim ben Ali'yi Veli'yi dedikoduda, gıybette yerin dibine soktuktan sonra Allah muhabbeti yapılmaz. Haddimize düşmez o kirli ağzı Allah'a almak artık.
O gün için, o saat için. Zikir çekerken de herkes de var ya, hepiniz de vardır. Böyle makineler var ya, tık tık tık tık sayıla sayarız pratiktir, kaç defa çektiğimizi gösterin.
Tabii ki olabilir. Tesbih de olabilir. Bunların hiçbiri dini aletler değildir. Tesbih de değildir. Yani şeye gidin, mesela Topkapı Müzesi'ne, Peygamber Efendimiz'in bütün kutsal emanetleri oradadır.
Çok azı suydu Arabistan'da. %90'ı Topkapı Müzesi'ndedir. Göreceksiniz ki kutsal emanetlerin içerisinde tesbih yoktur.
Çünkü o zaman tesbih yoktu henüz. Ancak İslam'da bir şey düzenlenmemiş ve yasaklanmamışsa serbest demektir. Demokratiktir çünkü demokratik bir hukuk düzeni gibi düşünün.
Yani Hatice annemiz zikir yapmak için, karıştırmamak için belli sayılarda zikri, Kendisine böyle seçtiği küçük tatlı taşları önüne koyar. Örneğin bin defa bir zikri çektikten sonra o taştan bir tane diğer tarafa koyar. Bu şekilde sayarmış. Hazreti Peygamber bunu gördüğünde bunu yapma dememiş. Hatice annemiz de bunu yapmaya devam etmiş.
Zikrin atası o taşçıklardır. Dolayısıyla zikir çekmek, bunu dijital yapmak, telefondan yapmak hiçbir sakıncası yoktur. Ancak Şunu görüyorum, zikir çekmek için zikir çekilmez.
Allah için zikir çekilir. Yani eline alıyor millet bunu, şık şık şık şık şık şık şık şık şık şık şık şık. Yolda giderken, biriyle konuşurken, kahvesini içerken, muhabbet ederken içinden bunu çekiyor.
Olmaz. Bu yapamazsınız demek değildir. Ama zikrin, zikrin hidayetine uygun değildir. Çünkü zikir, yalnız kalarak tek... başımıza olup huzurlu bir şekilde örneğin ya Allah, ya Allah, ya Rahman, ya Rahman diye çekeceksek o isme dönüşürcesine bir cezbeye bir hale evrilmek demektir.
Yani mutlulukla, huzurla büyük bir Allah aşkını hissederek o sözcükleri teker teker çekmemiz gerekir. Aksi halde ona tık tık tık basmak yerine içimizden bine kadar sayalım. Bir, iki, üç, dört, beş, altı diye aynı şeydir. Şunu söyleyemem size. Yani öyle yapıyorsanız bu yanlıştır, öyle yapıyorsanız bu kabul edilmez.
Bunu diyemem, haddimize düşmez bu Allah'ın kabulüdür. Anlattığım şekil daha doğrudur bunu söyleyebilirim. Yani Allah'ı hissederek, onu kalbimizde yaşayarak zikretmek gerekir. Nasıl ki Kur'an okurken ne yaparız?
Kur'an okurken kendimizi özel bir alana almamız gerekir. O da mesela, onu da görüyorum. İnsanlar da haklı tabii. İşte biniyor metrobüse, ne bileyim ben işte bir yerden bir yereyim.
500T'ye bindiysen yarın bir 6 saat gidiyor 500T İstanbul'da. Mesela Beşiktaş'ı öyle bir yere götürür ki İstanbul'un başından sonra 6 saat gideriz otobüse. Ne yapsın insanlar? Kitap okuyanlar var vesaireler var.
Kur'an okuyanlar da var. Bir sürü insan da açıp Kur'an okuyor. Ama eminim ki Kur'an okuyan insanlar bir süre sonra konsantre olup anlayıp itiraf edip hissetmeye çalışıyorlardır.
Yani herhangi bir kitap olmadığı için Kur'an. Dolayısıyla zikir de böyledir. Yani herhangi bir yerde yapılabilir ama o Allah hazzına, o Allah huzuruna...
Erişebiliyor muyuz? Bunu değerlendirmemiz gerekir. Esas zikri o şekilde anlamamız lazım.
Bunun dışında tabii Allah sohbeti de böyledir. Değerli dostlar, Allah kıymetlidir, kıymetlimizdir. Allah'ı konuşmak, insanın kalbi benim Kabe'mdir denen yüce yaratıcımızı kalbimizde ağırlamak demektir, misafir etmek demektir. O...
kalbimizden geçtiği için ve o bunu lütfettiği için onu konuşabiliyoruz. O zaman onun konuşulacağı yer, zaman ve kişiler önemlidir. Yani her zaman, her yerde elbette konuşma hakkımız var.
Ancak onu konuşurken, onu zikrederken yani Allah'ı konuşma zikrindeyken, yani bir nevi halvetteyken işte günümüz halvetinde nasıl ki girip tekkeye kapanmayın diyoruz. O değil artık. O zaman demek ki Allah sohbet edeceğimizde de bazı minimum gereksinimlerimiz vardır.
Nedir bunlar? Örneğin bunu itirak edebilecek insanlarla konuşmalıyız. Yani Allah diyor ki nurumu ben tamamlayacağım. Buna demektir biliyor musunuz?
Dev gibi sayfalarca anlatımı var bunun. Nurumu ben tamamlayacağım demek şudur. İnanmayan ve bilmeyen birini anlatırsınız, size inatla başka bir şey söyler, konuyu kapatırsınız.
Hiçbirimiz Allah'ı doğrudan savunacak kadar hadsiz olmamalıyız. Çünkü Allah'ın buna ihtiyacı yoktur. Karşımızdaki insanın niyetine göre ilerleriz, sonra konuyu kapatırız. Yani biz biliyoruz diye her yerde atlayıp bunu konuşmak da nefsi olabilir.
Ben biliyorum, sen bilmiyorsun. Benim Allah bilgim çoktur, senin yoktur, sana öğretiyorum. O yüzden nefsimize yenilmiş olma ihtimalimiz var. Bu olmasın diye de Allah'ı inananlarla ve onunla ilgili konuşmayı itirak edebileceklerle konuşmak her zaman faydadır.
Yani bu da namaza hazırlanır gibi, Kur'an okumaya hazırlanır gibi, az önce anlattığım zikre hazırlanır gibi bir hazırlık demektir. Dün yevi meşguliyetlerden uzaklaşır demiştik, halvete giren zikir ve ibadetle meşgul olur demiştik ve bir de nefsini pek tabii ki terbiye eder. Halvetin zaten esas amacı nefsi kontrol altına almak ve arındırmaktır. Nefis insanın bugünkü ifadesiyle egosunu ve dünyevi arzularını temsil eden bir mesele ve çok zor durumda savaşmak.
Halvet süresince... Nefis terbiyesi ve arındırma çalışmaları yapılması lazım. Bu süreç kişinin manevi olarak olgunlaşmasına ve Allah'a daha yakın bir kul olmasını sağlar. Yine mürşit eliyle yani bir öğretici eliyle onun desteğiyle ve yardımıyla edilen bir bir her zaman fayda var. Bu Hz.
Peygamber'in hadisidir. Burada şunu da bilmek gerekiyor tabii. Şimdi nefis ne kadar tehlikeli ve ne kadar ciddi bir düşman. Şöyle düşünün.
Şeytan önemlidir. Şeytan tehlikelidir. Şeytan kanımıza girer.
Şeytan her yerdedir. Şöyledir böyledir değil mi? Ancak biliyoruz ki Eyüzü Besmele çektiğimiz yere varamaz şeytan. Kabe'de yoktur.
Mekke'de bulunamaz. Dua edilen evde olmaz. Kur'an bulunan yere yaklaşamaz. Oturur bir Yasin okurum. Yedi sülalesiyle defolup gider.
Yanıma yaklaşamaz. Dilinde dua kalbinde Allah olan insanlara dokunamaz. Niye? Çünkü Allah'a verdiği söz onlar dışında kalanlardır.
Dolayısıyla takva halinde olanlara dokunamaz. Yani ben Kur'an okurken yanımda değildir. Ben şunu yaparken bunu yaparken yanımda değildir.
Olamaz eğer dilimde Allah, kalbimde Allah varsa. Ama nefs nasıldır? Öyle midir ya?
Secdeye varırsınız, anlayın secdede nefs yanınızdadır. Camide namazdasınız, nefs yanınızdadır. Kabe'de tavaf ederseniz nefs yanınızdadır.
Kabe duvarının... önünde satsaça baş başa kavga ederek iki kadın gördü gözlerimle. Parçaladılar birbirlerini.
Kabe'de tavaf ederken nefse bakar mısınız? Orada şeytan yok. Nefs yapıyor bunları. Nefs çok tehlikeli. Çünkü nefs her yerde.
Şeytan öyle değil. Şeytan zavallı. Cücük kadar.
Soğan cücüğü kadar. Şeytanı iki duayla def edip gönderiyoruz. Nefs öyle değil. Nefs bambaşka. Bir dehşet bir şey nefs.
O yüzden nefse karşıdır halvet dediğimiz arınma süreci. Yine demiştik ki halvet ve teskiyedir konumuz. Teskiye ise biraz da ondan bahsedelim tabii önemli çünkü ikisi bir arada.
Teskiye Arapça'da zekeye kökünden gelir. Zekeye kökünden gelir. Temizlenmek, arınmak ve arınma yoluyla yani üzerimizdekileri atma yoluyla saflaşmak anlamı taşır. Tek başına saflaşma değildir.
Üzerimizdekileri temizledikten sonra saflaşma anlamı taşır. Tasavvuf terimi olarak ise nefsin kötü huylardan ve dünya sevgisinden temizlenmesi, uzaklaşması ve ruhun manevi olarak arınması anlamı. Tezkiye Kur'an-ı Kerim'de de geçen önemli bir kavramdır ve iman edenlerin kalplerinin ve ruhlarının arınmasını ifade eder. Burada birkaç tane önem var.
Bunlardan biri nefsin makamları olan emmare makamı ve mutmaini makamına yolculuktur. Yani nefsi emmareden çıkıp nefsi mutmaini makamına doğru gitmek demektir tezkiye. Çünkü nedir? Nefsi emmare nedir?
Kötülüğü emreden nefstir. Hiç bu işlere dadanmamış, hiç bu işlere bulaşmamış, yani dinle Allah'la alakası olmayan bir yerden gelen, herkesin başlangıç noktası olan bir yerde hepimizin diyebiliriz. Nefsi emmare emredici.
Yani bizi yenme gücü olan nefs demektir. Biz arındıkça, halvet sayesinde teskiyemizi yaptıkça emmareden mutmaini makamına doğru ilerleriz. Nefsi mutmaini nedir?
Tatmin olmuş. nefis demektir. Yani ikisi arasındaki fark şudur.
Birincisinde vahşi bir şekilde kötüdür nefsimiz içimizdeki. Her şeyi yapabilecek durumdadır ve pişman olmaz yaptığından. Mutmainede de nefs gene vardır, gene yapar ama yaptığımın yanlış olduğunu anlamaya başlarım ve pişman olmaya başlarım. İşte bu pişmanlık noktasına bize götürmesi ne demektir bu halvet ve teskinim? Artık yavaş yavaş doğru ve yanlışı ayırt etmeye başlıyorum demektir her kavramda.
O yüzden emmari'den mutmainliğe doğru ilerliyoruz. Tezkiye süreci nefsin olumsuz sıfatlarından yani günahtan, kibirden, hasetten, riyadan, gıybetten arınarak olumlu sıfatlara yani mesela sabra, tevazuya, ihlasa, kanaat etmeye ulaşmayı hedefleyen bir yolculuk. Nefsin bu manevi yolculuğu, işte İslam tasavvufunda nefsi emmareden, nefsi mutmayneye tatmin olmuş olan, yani artık eskisi kadar vahşi olmayan ama yine nefstir, o nefse doğru ilerlemek demektir.
Bu tezkiye ile başlar. Diğer yandan tabii tezkiye kalbin saflaştırılması anlamına da gelir. Bu nedenle teskiye kalbin dünyevi arzular ve kötülüklerden temizlenmesi ve Allah'a saf bir şekilde yönlendirilmesini içerir.
Az öncekinden farkı nedir? Yani halvettekinden farkı nedir? Orada gayretteyiz, burada vardık bu destinasyona, bu hedefe.
Ve kalp temizlendikçe Allah'ın nuru ve sevgisi oraya dolmaya başlar. Her şeyin akışının güzelleştiği, tatlı ve hoşnutluk. içeren bir süreçtir.
Diğer yandan yine bu aşama yani teskiye aşamasında bir önemli kısım da nedir? İbadet ve salih amellerle arınmadır. Yani tezkiye sürecinde ibadetler, işte nedir bunlar?
Zikirdir, namazdır, duadır, oruçtur gibi. Ki zikirden kastettiğimiz her zaman biliyorsunuz Kur'an okumak da dahildir buna. Bir de salih ameller nedir?
Salih ameller de iyilik, yardımlaşma, adalet duygusu, kötülük yapmama gayreti. Bunlar da salih amellerdir. Bunlar büyük öneme haizdir.
Yani biz teskiye sürecinde giderken. Bu ibadetler ve ameller gibi kalbin arınması ve Allah'a yaklaşmanın da birer aracı olduğunu biliyoruz. Bunu şöyle söylememiz gerekiyor. Biz bir duaya bile durduğumuzda Allah'ı kalbimize davet ederiz.
Bu nedenle hep bu örneği veririm. Eve misafir davet ederken. Nasıl ki evimizi temizleriz, bir hazırlık yaparız, e pek tabii ki Allah'ı kalbime davet edeceksem, kalbimi de temizlemek zorundayım. Herhangi bir gün, herhangi bir anda bunu yapamam. Kalbime yatırım yapmalıyım, onu saflaştırmalıyım, onu halbete koymalıyım, ona tezkiye sunmalıyım ki, misafirimi temiz bir kalbin içinde ağırlayayım.
Yani sıradan bir insana Allah'ın kulunu bile... Evimize davet ederken evimizi tertipleriz, temizleriz, pis bırakmayız. İkram için hazırlıklar yaparız, kapılarda karşılarız, şunu bunu yaparız.
E şimdi Allah'ı kalbimize davet edeceğiz. Hiç mi hazırlık olmayacak? Olmaz. Halvet ve teskiyenin bu anlamda önemi büyüktür.
Halvet ve teskiye birbiriyle yakından ilişkisi olan ve tasavvufi hayatın merkezinde yer alan iki kavramdır. İşte halvet insanın dış dünyasından uzaklaşarak iç dünyaya dönmesini ve Allah'la başbakan kalmasını sağlarken tezkiye bu içe dönüş sürecinde nefsi ve kalbi arındırmayı ve saflaştırmayı hedefliyor. Ve her ikisi de insanın Allah'a olan yakınlığını ve manevi olgunluğunu artırmaya amaçlar, çoğaltmaya çalışır.
Sonuç olarak... Bu iki kavram hal ve teskiye, tasavvufi eğitimin temel yapı taşlarındandır. Ve insanı Allah'a yaklaştıran, ruhyan olgunlaştıran önemli pratikler de içerir. Yani sadece düşüncede kalmaz hareket ve davranış ve yaşam biçimimizdir de bunlar aynı zamanda. Ve her Müslüman içinde hal ve teskiye sürecinde Allah'a yaklaşmak istiyorsak bu iki sürece dahil olmak gerekebilir.
Kim insanlara göre bu farklı algılanabilir? Yani içine koyduğumuz özellikler bazı insanlar farklı algılayabilir ama az önce size anlattığım İslami bilgilerdir. Her iki kavramın da ortak amacı insanın dünya ile olan duygusal bağını dengelemesini sağlamak ve Allah'a yönelerek ruhsal arınmasını ve manevi yükselişini sağlamaktır.
Bu süreçte bir sabır ister, ihlas ister. Yani samimiyet ister, süreklilik gerektiği ve nihayetinde kişiyi Allah'a daha yakın ve samimi bir kul haline getirmeye amaçladığı için sonucu mutlak huzurdur. Yani hiçbir şekilde bu iki süreci sürdürmekte olan bir kul huzursuzu hissedemez.
Mümkün değildir. O yüzden aynı zamanda gündelik hayatımızın da... evrilmesini, değişmesini sağlayan çok pozitif davranış biçimleridir.
Evet değerli hanımlar ve beyler. Soru sormak isteyen var m ı? Bizlerle soru cevap da yapacağız çünkü.
Bütün konuştuklarımızdan. Ayşe Hanım buyurun. Herkese iyi akşamlar. Selamun Aleyküm hocam.
Hocam şimdi nefisle alakalı konuştuk ya sizin de dediğiniz gibi belki Şeytanı yenmek biraz kolay ama nefsi yenmek biraz kolay değil. Neden? Çünkü içimizde olan bir şey.
Düşüncelerimizle, beyay davranışlarımızla, bizi bütün gün gün hareketlerimizle takip eden bir şey nefis. Hani tam açılımını anlamını bilmiyorum ama şimdi siz konuşurken bu son haftalarda kendi içimde sınava girdiğim bir şey aklıma geldi. Sebebini bulamıyordum ama şimdi siz söylediğinizde...
Bağlantı kurdum. Evet benim demek ki son zamanlarda nefsimle alakalı bir problem var, bir sıkıntı var. Ya da problem sıkıntı demeyin de önüne geçiyor bazı şeylerin.
Onu fark ettim. Şimdi bunun çözümü nedir peki? Dediniz ya siz hani kalbi temizlemek lazım, eve misafir gelince önce evi temizlemek lazım. Peki nefisle alakalı nasıl bir temizlik yapmalıyız ki o sizin söylemiş olduğunuz nefs mertebelerine de böyle yavaş yavaş girelim, erişelim, ulaşalım? Umarım anlatabilmişimdir, ne demek istediğimi.
Tabii tabii, tabii anlattınız. Şimdi şöyle söyleyeyim, nefs meselesindeki temel argümanımız şudur. Allah bu işi o kadar derinden ve o kadar net biliyor ki, yani bizim gücümüzü ve güçsüzlüğümüzü, nefs konusunda Yüce Allah diyor ki, son nefesine kadar tövbe kapım açıktır diyor. Son nefesine kadar tövbe kapım açıktır. Neden?
Çünkü insanın şaşkın bir varlık olduğunu biliyor. İnsanın günaha meyilli, nefse yenilmeye meyilli bir canlı olduğunu biliyor. olduğunu biliyor. Nefs gezegende sadece insanda var. Yani bir tane papatya çiçeğinin başka papatya çiçeğinin kıskandığını görmeyiz hayatımızda.
İşte bir aslanın öbür aslanın kız kardeşiyle gelin görümce kavgası yaptığını göremezsiniz. Hayatta yok böyle bir şey. Yani do ğanın örneği bize nefsin olmadığı bir canlı türlü olmasıdır.
Bütün doğa. Biz hariç. Biz de bir sınavda olduğumuz için burada Dünyada insan dışında hiçbir mahlukat sınavda değil. Sadece biz sınavdayız.
Bir de yaratılmış cinler sınavda. Dolayısıyla onların başında da aynı bela var. Bizim başımızda da aynı bela var. Buradaki nefsin elbette ki tesadüf olmayan, Arapça karşılığı da olduğu için tesadüf olmayan bir özelliği de nefs ve nefesin aynı sözcük olmasıdır.
İkisi de nefese kökünden geliyor Arapçada. Nefese, nefis ve nefs demektir. Dolayısıyla... Bize nefsimiz, nefesimiz kadar yakın ve nefesimiz kadar güçlü. Örneğin, kişisel bir örnek vereyim size.
Ben nefsimi çok severim. Neden? Çünkü beni tetikte tutmaya yarayan şeydir. Nefsin varlığı aslında tehlikesini anlatır. Bunun için bir örnek anlatmıştım geçmiş bir derste.
Belki bir yıl önce falan. Size onu anlatayım. Japonya'da halk balığı çok sever. Yüzyıllardır böyle ama... Japonya'nın denizi itibariyle Japonya'nın genelinde deniz çok derin başlar.
Yani uçurum gibidir sahilleri. Dolayısıyla balık tutmak kolay değildir. Bu yüzden balıkçılar 4 saat 5 saat uzağa teknelerle giderler.
Ve küçük adaların yakınındaki çevrelerinden balık tutarlar. Dolayısıyla 4 saat... 5 saat, 6 saat giderler. 6 saat 7 saatte de toplarlar balıkları. Yeri gelirler.
Şimdi istifleyip bu balıklar yeri geldiklerinde 200-300 yıl önce balıkçılar Japon halkı isyan eder belli bir seansonada ki tatsız o balıklar. Niye? 6 saat yol aldı o balıklar. Taze değil artık. Gelsin işlensin şubu yapsın.
Bu sefer balıkçılar bir dahiyane fikir geliştirir. Ki bu fikir hala geçerlidir. Bugün de hala balıkçılık. Bu anlatacağım şeyleri kullanır.
Gemilerinin içine havuz yaparlar ve deniz suyuyla doldururlar. Tuttukları balıkları bunun içine atarlar ve balıkları canlı canlı getirirler Japonlara. Ancak istiflenmiş halde o havuzun içindeki balıklar denizde olmadıklarını bildikleri için, yani hareket alanları dar olduğu için dururlar ve hareketsizlikten bu sefer tatsızlaşırlar.
Saman gibi tatlar olmaya başlar. Gerçek bir hikaye bu. Balıklar yine tatsız geliyor Japonlara.
Bu sefer Japonlar 300 sene kadar önce hala kullanılan dahiyane bir fikir geliştirdiler. Yine aynı havuzlarla balık tutmaya giderler. Yine balıkları bu havuzların içine atarlar.
Ama her havuzun içine bir küçük köpek balığı atarlar. Köpek balığı bunlar kovalar kovalar durur. Kovalar kovalar durur. Köpek balığı arada 3-5 tane götürür. Doyar sonra yine kovalar yine kovalar ve denizde cap canlı balıklar sofraya pişmeye kadar cap canlı gelir.
İşte bizdeki nefis o balıklardaki köpek balığı yavrusudur. Hani içimizdeki nefis o köpek balığıdır. Bizi dip diri ve cap canlı tutması için vardır.
Dolayısıyla onunla mücadele her zaman olacaktır. Yani nefsimizi yenme diye bir kavram yoktur. Nefsimizi yenme...
yolculuğu diye bir kavram vardır. Gayreti diye bir kavram vardır. Mücadelesi diye bir kavram vardır.
Hiç kimse hiçbir zaman nefsini yenemez. Böyle birini görmedim. er ya da geç nefsine yenildiği şeyleri vardır.
Yani mesela insan görsünüz mütevazılığından yerin dibine girer. Bayılırsınız ya. Egosuyla oyun oynayan birisi. Ne kadar mütevazı, ne kadar mütevazı. Sonra bir bakarsınız ki Hazreti Peygamber'in sözü var.
Der ki fazla mütevazılık kibirdendir der. Bakar mısınız? Bu ne demektir? Övünme ama kendini.
Bil diyor peygamber. Yani böyle her yerde desen en diplerdesin. önemlisin ama hiç kimseye bunu göstermemeye gayret bu da bir kibirdir diyor. Yerini bil, ölçülü ol diyor.
Çünkü hayatımızın tamamı böyledir. Biz bir kader çerçevesinde yaşıyoruz. Biliyorsunuz Hintlilerde karma diye bir kavram var. Karma.
Duydun mu karmayı? Hint ilminde karma diye bir şey var. Nedir karma? Ne edersen onu bulacaksın işte. Allah insan ekdiğini biçer.
Yani sana dönecek, gelecek demektir karma. Hintliler de. Hintliler bunu söyleyeli 3000 sene, 3500 sene olmuştur. Karma kavramı Hintlilerin kavramıdır.
Karma sözcüğünün Türkçesi nedir biliyor musunuz? Karma sözcüğünün Türkçesi ölçü demektir. Ölçünün Arapçası ne demektir?
Kader demektir. Yani karma denen o bütün kavram ve felsefe kaderimizi anlatıyor. İslam bunu zaten anlatıyor. Bunda Hintlilere ihtiyaç yok. Karma yani kader, ölçü demektir ve kaderin belirleyici en büyük ölçü birimi nedir?
Edeptir. Çünkü edep, edep dediğimizde şey gibi gelir, ahlak gibi falan filan değil. Edep sözcüğü aslında ki nefsi öldüren bir zehirdir edep.
Edep sözcüğü aslında bir cetveldir, bir ölçüdür edepli olmak. Örneğin bayram sabahı işte şeker dağıtırlar. Çocuk uzatır elini bir avuç alsın. Anne der ki bir tane alacaksın edepli ol der.
Ne demek ister? Ölçülü ol demek ister. Ölçülü ol demek ister. Ya terbiyesizlik yapma demek istemez. Terbiye başka bir şeydir.
Edep bir İslam'ın ölçü birimidir. Cepvelimizdir edep. Edepli olma kavramı.
Şimdi diyeceksiniz ki ahlakla bağlantısı var mı? E var tabii. Giyinmeye, kılığına, kıyafetine dikkat et.
Kimliğine ne sohbet ettiğine. ağzından çıkan sözlere dikkat et dediğimizde edepli ol deyince o zaman nedir? Ahlaki değerlerinde ölçülü ol demektir. O yüzden sonuna kadar bizimle olacak olan nefisle mücadelenin en güçlü yolu onu yakaladığımız yerde Allah'a tövbe etmektir.
Neden biliyor musunuz? Çünkü samimi bir Müslüman kendinde nefsi yakaladığı zaman ki belli aşamalardan sonra yakalar. Siz de yakalayacaksınız.
Bu derslere de yakalayacaksınız. Göreceksiniz. Giderek yakalayacaksınız nefsinizi daha çok.
Nefsi yakaladığı zaman ben bu haltı yedim Allah'ım sana tövbe ederim dediğinde düzgün bir Müslüman kaç defa aynı konuda tövbe edecek? Utanacaksınız bir süre sonra. Haya edeceksiniz Allah'ın karşısında kaç defa aynı konuda yani Allah'ım tövbe ediyorum gıybet yaptım. Yarım saat sonra Allah'ım ben yine gıybet... Bunun bir ölçüsü var ama.
Yani günde 25 defa aynı günah işlenip 25 defa tövbe edilmez. Ayıp. Edeb, edeb yahu diyor ya Mevlam'da.
Edeb yahu yani onun da bir ölçüsü var. Yani Mevlevilerin dediği gibi işte ne olursan ol gel diyor. Bin defa tövbeni bozmuş olsan da gel ama bu demek değil.
Gel de bin birinciyi yaparsın gider bin ikinciyi bin beşinciyi yaparsın demek değil bu. Yani artık bir gel ama demektir bu bir gel tamam. Bugüne kadar ne yapmış olursan oldu artık anladıysan hakikati gel. Bize gel ve burada kal. O yüzden tövbe etmek önemlidir.
Tövbe ettiğiniz sürece fark edeceksiniz ki aynı konularda tekrar tövbe etmek istemeyeceksiniz. Bir süre sonra o günahı ya da o hatayı yapmış yapmamaya özen göstereceksiniz. Bu çok önemli bir şeydir.
Ve buna benim önerim bir derste gıybeti konuşalım sizinle ama gıybette başla, gıybetten başlayın. Çünkü namaz kılmamanın, başı örtmemenin, yalan söylememenin, camiye gitmemenin... Kur'an'da cezası yoktur.
Ama gıybetin Kur'an'da cezası vardır. O kadar büyük, o kadar önemsiyor ki Yüce Allah. Gıybete ceza koymuş Allah. Namaz kılmamaya koymamış.
Koyamaz mıydı? Başörtüsüne var başörtüsü ama koymamış. Yalana koymamış ceza. Ama gıybete ceza koymuş Kur'an-ı Kerim'e. Bu kadar önemli bir şey.
Bu yüzden ondan başlayabilirsiniz. Çünkü teskiyede Üç tane büyük kavram var. Arınabilmemiz için bu üçünü uygulamaya başlamamız gerekiyor. Size de şimdi burada ve kaydı sonra dinleyecek olan arkadaşlarıma da bir ödev vereceğiz bu hafta. Her biriniz gelecek hafta, pazar gecesi gelmeden önce, pazar gecesi dersiniz olamayabilir, öyle olursa hiç fark etmez sizden mesaj bekleyeceğim, pazar gecesinden önce, en geç gelecek cumartesi, bana.
Bu geceden itibaren, cumartesi gecesi ne kadar, size söylediğim, az sonra söyleyeceğim, arınmak için yapmanız gereken üç şeyi ne kadar yapabildiğinizi anlatacaksınız. Anlaştık mı? Her birine on üzerinden puan vereceksiniz.
On en iyi başaramdır, sıfır en kötü yaptığınızdır. Üç tane kavram, teskiyenin, Hazreti Peygamber'in emriyle bildiğimiz üç temel ödevi. Bir. Az konuşma.
Yeriz niye öyle baktın? İki, iki. Az yemek. Balonlar çıkarttım ben. Nasıl oldu Emre bu iş?
Böyle yapınca mı oldu? Ben de anlamadım hocam. Aha böyle yapınca oluyor. Çok sevimli.
Böyle yapınca da şey oluyor. Evet şöyle oluyor. Bir de bu var bak. Bunu çok severim. Hani olmadı.
Yanlışlıkla öğrendim bunları. Ve üç. Az yemek.
Az yemek. Evet. Yok. Birincisi az konuşmak.
İkincisi, ne dedik ikinciye? Az yemek. Az yemek demiştiniz hocam.
İkinciyi, üçüncüye geçmeniz gerekiyor. Az uyumak. Uykunuzu azaltacaksınız. Konuşmanızı azaltacaksınız ve yemeği azaltacaksınız. Sebeplerini söyleyeyim.
Şimdi konuşmayı neden azaltmak zorundayız? Çünkü... Muhteşem bir ayet var karşımızda, yani olağanüstü bir ayet var.
Bu, özür dilerim, olağanüstü bir şey var, hadis var karşımızda. Yani müthiş bir hadistir bu. Ve sadece bu hadisi biz uygulayabilsek başka hiçbir şeye gerek yoktur.
Diyor ki, dilin hayır konuşmayacaksa sus, diyor peygamber. Bu kadar. Hadiseye bakar mısınız? Dilin hayır konuşmayacaksa sus diyor. Bu tek başına ne kadar güçlü bir şeydir.
Ama sadece bu değil tabii önemli olan. Neden az yemek? Çünkü değerli dostlar, Hz. Peygamber midesinin üçte birini boş bırakır, üçte birini suyla doldurur, üçte bir ile yemek vermiş.
Bunu 21. hızda tıp da bunu öneriyor. Tamamen doldurursan işlevini yerine getiremiyor mide bir süre boyunca. Ve giderek hastalanıyorum. İyi de görevini yapamıyorum. Ama peygamberin bir sebebi daha vardı.
Diyordu ki hiçbir yemekten tamamen doyarak kalkmayacaksın ki aç olanı her zaman hatırlayasın. O yüzden tamamen doymadan yemekten kalkmamız lazım. Biraz az.
Yani yemeğimiz diyelim örnek köfte yiyorsun. Senin porsiyonun altıdır altıda mı doyuyorsun? Dörtte bırakacaksın onu.
Bir miktar aç kalkacaksın o sofradan. Konuşma gerek değilse konuşmaya gerek yoktur. Çünkü konuştukça nefs bizi hataya yönlendirir. O yüzden biz konuşmamayı, mümkün olduğunca konuşmayı azaltarak ilerleyeceğiz. Uyku, uyku ölümün ikiz kardeşidir diyor Hz.
Peygamber. Dolayısıyla biz hayatta kalanlardan olmalıyız. Uyumamalıyız ve Efendimizin sünneti bizim için önemlidir.
3 saat 4 saat uyuyan bir peygamberin ümmetiyiz biz. 3-4 saat uyuyan biriydi. Yani size 3 saat 4 saat uyun demiyorum. Ama kaç saat uyuyorsanız mesela bugünden itibaren yarım saat de olsa yapabiliyorsanız bir saat o uyku sürenizi azaltın.
Ve bunu Efendimiz için yapın, onun sünneti için yapın. Ve bu çok sağlıklı ve çok güzel bir şeydir. 22. seneme girdim.
Maksimum uyku saatim 3 ya da 3.30'tur. 22 yıldır 3 saatten 3,5 saatten fazla uyumuyorum. Bütün ay 365 gün böyle geçiyor. Yani 3 saat, 3,5 saat. Zaten vakit namazı kılıyorsanız biraz böyle oluyor.
Biri bitmene kadar biri başlıyor. Ama az uyku çok önemlidir. Az yemek çok önemlidir. Az konuşmak çok önemlidir. Bir konuşmayı beceremiyorum.
Çünkü işim konuşmak. Yani işim bu. Benim mesleğim konuşmak.
Merak ediyorum. Ama kendi dost meclisimde tanıyanlar bilirler. Hep konuşan biri değilim.
Derslerim dışında çok da girdiğim dost meclislerinde dinlemeyi daha çok tercih ederim. İnsan dinlerken öğreniyor, konuşurken öğrenemiyor. O yüzden dinlemek de harika bir şey olur. Evet, dilerim soruyu da yanıtlamış olabildik bu vesileyle.
Peki hanımlar ve beyler. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Cevabı razı olsun. Nursel, buyur.
Soru var. Hocam iyi akşamlar. Geçen hafta yaz tutmak hakkında bilgilendirmiştiniz bizi.
Ve sorularınız varsa yazın demiştiniz. Ama bu hafta başlangıç öyle olmadı. Tamam. Alayım soruyu varsa. Var hocam.
Birkaç tane sorum var da. Hamilelikte bebeğini kaybedene nasıl yardımcı olabiliriz? bilgi verebiliriz nasıl davranması gerektiğini. Evet, şimdi birincisi daha doğmamış bir bebekten bahsediyoruz.
Dünyanın en zor hallerinden bir tanesidir. Yani hamileyken çocuk kaybeden dedin değil mi? Doğru mu anladım bunu ses gitti? Evet, evet hocam.
Tamam yani hamileyken çocuk kaybeden bir hanımefendiye nasıl yaklaşamayız? Şimdi hamilelik sırasında çocuk kaybetmek derin çok... derin bir duygusal acıya ve tıranmayan neden olabilen zor bir deneyim.
Bu konuda çok danışanım oldu, çok hastam oldu ve bu süreçte profesyonel bir terapi desteyi alması gerekir. Yani dostlukla yardım başkadır ama profesyonel bir terapiye girmesi şarttır. Çünkü aksi halde bir sonraki hamilelik sürecini korkunç etkiler, daha da kötüsü doğuracağı bir sonraki doğurmuş olduğu başarılı doğuracağı çocuğun hayatını mahveder.
Yani onun için kavanoz etkisi diye bir şey var. Bir kavanozun içine alır. Bir çocuk kaybeden diğer çocuğu kavanozun içine alır.
O çocuğun hayatını mahveder, kendilerini de mahveder. O yüzden duygusal iyileşme ve yaz sürecini profesyonel bir elde yaşaması gerekiyor. Başa çıkma stratejisine baktığımızda tabii kaybın etkileriyle başa çıkmak için pratik stratejiler uygulanması gerekiyor.
Yani bu nefes egzersizlerinde meditasyonlara günlük tutmaktan... sanat terapisi tekniklerine kadar şeyleri uygulatabiliyoruz ama özellikle günlük tutmak ve ona yani kaybettiği çocuğa bir şeyler yazmak ve hitap etmek rahatlatıcıdır. Ancak önemlidir yine profesyonel olmak gerekir çünkü günlük tutturmamızın nedeni sonra o günlüğü el birliğiyle yok etmektir. Yok edemeyeceği bir günlüğe dönüşürse faydamızdan çok zararımız olur ona. O yüzden bunun bilinciyle terapilerde yok edeceği bir günlüğe doğru evirmeye çalışıyoruz.
Onun hassas bir süreç olduğu için. Bir kere yalnız kalmaması, kafasının sürekli dolu olması, meşguliyete ihtiyacı vardır. Yani eğer bir dostsak zamanını çalmamız gerekiyor. Yani onunla bol zaman geçirip konu dışında bir şeyler yapmak daima faydalıdır. Ancak konuşmak istediğinde kaçmamalıyız.
Yani o konuyu kapatmamalıyız. Konuşabildiği kadar konuşması... Çünkü bazı bireyler için bu tür bir kayıp derin bir travma olmasına rağmen bu süreçten güçlenerek de çıkması mümkündür. Doğru terapi yönteminde kişiler bu büyüme süreçlerini keşfederler ve bazen hediye gibi olur bu durum yani bu travma.
Tabi bir acı hediye olmaz ama hayatına bir armağan olabilir. Tabi inançlı birisi inançlardan da hareket etmek gerekiyor ve gelecekteki gebelikler konusunda da ona hassasiyeti olacağı için destek vermesi gerekir. Yani...
Anne karnında yani karnında bir bebek kaybeden bir hanım mutlaka yeni bir çocuğu kucağa alıncaya kadar terapiye gitmesi lazım. Yani profesyonel bir terapiye ihtiyacı var. Dostluklarda zamanını çalarak çok büyük destek olunabilir ona. Yani zamanını doldurarak. Bu olabilir ama bunun dışında dediğim gibi çok ciddi bir travmadır.
Yani sıradan birinin ölümü yani yaz kaybından daha büyük bir travmadır. Yani üç tane büyük travma var. Biri ölümdür, birini kaybederiz. İkincisi anne karnında ölümdür. Üçüncüsü Allah hiç kimseye vermesin, evlat kaybeder.
En yukarıda evlat kaybı var. Sonra bu var. Evlat kaybından sonra hamilelikte kayıp var. Hele de çocuk 6-7 aylık kaybedildiyse korkunç bir travmadır. Yani böyle 3-4 ayda kürtajımsı bir evrede çocuk kaybedildiğinde henüz çocuk olmadığı bilgisi rahatlatıcıdır.
Ama 7-8 aylıkta tekme yemiştir, kalp atışı duyulmuştur. Bunlar ciddi bir ölüm demektir. Allah acısını dindirsin tanıdığın bir varsa.
Amin. Teşekkür ederim. İkinci sorum. Ona hafif giriş yaptınız zaten doğurduktan sonra. Mesela bir erili yaşa gelmiş ama küçük yaşta olabilir.
Tabii biraz ilerlemiş de olabilir. Hastalıktan dolayı kaybedilen evlat. Evet. En büyük, en büyük yaz.
Birinciye, birinci maddeye tekrar döndüreceğim. En ciddi terapi sürecimiz bu kişilerdir. O yüzden kesinlikle profesyonel yardıma ihtiyacı var.
bir şekilde kurtuluş yoktur terapiden. Terapi almayan ve bu süreci doğru yönetmeyen bir birey evlat kaybında bitmeyen bir yaz sürecine girer. Ömür boyunca yaşadığı her şey kendisine zehir olur ve rafındakileri de zehir eder. O yüzden kesinlikle profesyonel bir terapi alması lazım. Hangi evrede olursa olsun diyelim 10 yıl önce oldu, hiç almadı ve hala travmatik durumdadır.
10 yıl sonra bile terapi faydalı olacaktır. İlk dönemdeki kadar olmasa da mutlaka faydası olacaktır. Terapi şart.
Üçüncü sorumu da sorabilir miyim hocam? Tabii. Hatta dört herhalde mi?
Tamam. Üçüncü sorum, ağıt yakarak, isyan ederek yaz durmaması gerektiğini anlatmıştınız. Evet.
Ki bunu yapana biz nasıl yardımcı olacağız? Yani o insana nasıl anlatabiliriz bu şekilde olmaması gerektiğini? Bu gibi olaylarda bu olay öncesinde ve çok ya da orta süreli sonrasında anlatılır. Yani birini kaybetti, ağıt yakarken böyle böyledir diye ona bilgi verilmez.
Ya önceden bilgi verilmeyebilir. Yani diyelim ki hasta bir babası var ve vefat etmesi mümkündür. Konuştuğum gibi konular ona da izah edilir. Efendimizin sözleri, Allah'ın, İslam'ın bir yastığın olmadığı ona öğretilir.
Ya da bu yastığı yaşar. Ağuklarını yakar ondan bir ay iki ay üç ay sonra da başka sohbetlerde ö ğretilir. Yeniden yapmaması için ama akut bir şekilde o yasın içinde isyan ediyorsa, ortalığı kırıp döküyorsa, ağlayıp zırlıyorsa ona o esnada müdahale edemeyiz.
Daha sıkıntılı olur. Daha da inada biner, daha da büyütebilir. Yani onu sakinlikle karşılayıp bunu böyle yapma şöyle yap demek yerine acısını paylaşmakta fayda var. Teşekkür ederim.
Bir son sorum. Kendimizle tutmamız gereken yazılarımızı fark edemediysek, yaz tutmamız gerektiğini onu nasıl laf edeceğiz kendimizle? Ne yapacaksınız? Kendi tutmamız gereken yazılarımızı fark edemediysek.
Bir dönemlerden bir kampanya başlamıştım. Bütün dünyada tuttu. Dünyada tuttu, sadece bizde değil.
Dünyada tuttu. Kampanya şuydu. Diyordum ki...
Herkesin bir seans almak zorunluluğu var bu hayatta. Herkes bir defa terapiye gelecek. İnanılmasın binlerce insan geldi.
Çünkü yas kendinizin fark edemediği bir yası şahslıysanız ve aklı çalışırsa bir dost ve yakınınız fark edebilir. Ama o da fark etmediyse siz fark etmiyorsanız hala bir başkası da fark etmeye demektir. O zaman bir tane terapiye ihtiyacınız var.
O bir seans size yasınız olup olmadığını söyler. Ondan sonra... Devam eder toparlarsınız ya da yoksa bir yasınız temizlenir. Ama şöyle fark edelim ya da etmeyelim.
Herkesin yası vardır. Sadece yasın ne şekilde yansıdığından bir haberiz. Demiştim size mesela hepimiz çocuklukta büyüdük. Çocukluğumuzu kaybetmektir, yas sürecidir. Dolayısıyla hepimiz yastayız.
Ama bunun bize etkisini fark edemiyoruz. Ama mutlaka eğer bununla ilgili bir yas süreci hala... sağlıksızca devam ediyorsa sizde mesela bunun size nasıl yansıdığını bilemezsiniz. Terapist bunu ortaya çıkarır. Bunun nasıl yansıdığını tespit eder.
Orada onu yakaladığında orada temizlenir. Ya devam edersiniz bir süre terapiye tamamlanır ya da o aşabileceğiniz bir durum kendiniz devam edersiniz yolunuz ama bilirsiniz artık size onun ne etki yaptığını. Şey gibi düşünün maydanoz yersem işte yüzüm kızarır.
Alerji. Bunu tespit etmek için bir defa teste girmek zorundasınız. Ondan sonra o maydanozu yemezseniz de düzelir. Mesele bu.
Evet. Çok teşekkür ederim hocam. Rica ederim. Aynen hocam ben de sorumla buradan devam ediyorum.
Şöyle demiştiniz ya sözlerine konuşamamak sorun yaratır kabullenememek mesela ve bunun bilinçaltına yerleşmesi yani travmatik olarak kötü etkiler. Davadaymış gibiyiz. Evet, yani şey hatırlatmak istedim. Evet, ama bir örnek var mı? Bir örneğiniz var mı bunu daha iyi anlayabilmek için?
Yani nasıl bir bilinçaltına yerleşip olup da geleceği etkiler? Tabii, şimdi aldatıldın diyelim Allah korusun ve bunu konuşup çözmedin. Boşandın, karşına çıkacak her izdivaçta, her erkekte. şüphe ve güvensizlik yaşayacaksın.
Bunu çözmeden devam edemezsin. Bununla yüzleşmek zorundasın. Eğer sen bu konuyu içine atar, hiç kimseyle konuşmaz, yazmaz, çizmez, hiçbir adım atmazsan bu konuda, karşına çıkabilecek her insanda önceki duygular özleşim kuracak ve senin haberin olmadan kendini onun telefonunu karıştırırken, onun nereye gittiğine bakarken şu bu gibi isterik hareketler içinde bulacaksın.
Çünkü bu konuyu konuşmadığın için aşağıya bastırıldı ve derinde bir yerde duruyorsun. O kendi kendine ortaya çıkar ve senden habersiz davranışlarına yansır. Bir bakarsın işte adam telefonunu alıp balkonda konuşsa o gece huzursuz geçer. Yeni adamdan bahsediyorum. Neden?
Ne konuşuyor acaba? Niye? Çünkü önceki örnekte balkonda konuşak olunca gidip haltını yedi. Bu da dışarıda konuşuyor.
Özdeşim kurmaya başlarız gidiyeni. O yüzden bunu konuşmak, birisiyle paylaşmak, bunu anlatmak gerekiyor. Bunlar yapıldığı sürece...
normalleşmeye başlar ve zaten bu konuşmalarda özellikle terapilerde bu yatışır artık. Yani böyle bir sürecin her zaman senin başına gelecek diye bir durum olmadığı, bunu yaşamış olmanın da senin bir kabahatinin olmadığı gibi bazı normalleşmeler başlar ve rahatlarsın. Bir soru daha var galiba.
Evet bir soru daha var da sormaya gerek var mı bilmiyorum ama yine de sorayım. Depresyondan çıkılmadığı vakit, yani bir şekilde o depresyondan çıkamadığımız vakit, yani ne yapmak gerekiyor o depresyondan çıkabilmek için ya da en kötü durum ne olabilir? Bunu merak ettim. Depresyondaki en kötü durum ne olabilir? Kendini öldürürsün, birini öldürürsün.
İntihar depresyon sonuçlarından birisidir. Cinayet depresyon sonuçlarından birisidir. Çocuk... düşürme, depresyon sonuçlarından biri, kötü ebeveyn olma, trafik kazalarının bir kısmı, sonraki hayatımızda sürekli mutsuz olma, yanlış deneyimler elde etme, uyuşturucu kullanımı, başka madde bağımlılıkları içerisine girme, insan bağımlılığı, farklı duygular ve düşünceler ve arzulara düşkünlük, tüm bunlar depresyonun sonuçlarıdır.
Ve bu tırmanır gider insan kendini dahi öldürür. En ağır Depresyon sonucu olarak düşünürsek intihar bir depresyon sonucudur. Bu devam ederse buralara vardır. Bu nasıl sonlandırılır dersen tamamen profesyonel bir terapi sürecidir.
Tamamen terapi sürecidir. Ama ver diyeyim bakın konuştum. Terapi dediğimde terapiden bahsederim. İlaçtan bahsetmem kesinlikle.
İlaç öteler. İlaç zaman kazandırır. Ama sizinle beraberdir.
Sizinle beraber. Yani cebinizde size batan bir iğne var. O iyiliği cepten çıkarıp çöpe atmak yerine iğnenin teninize batmasın diye kalın paltolon giyiyorsunuz. İlaç budur.
Er ya da geç o iğne yine batacak. Terapiden kastım terapide. Çünkü bazen terapi şey olur. Şimdi çok modadır bu. Gidersiniz direkt yazarla ilacı gönderirler.
Yok o ilaç bizim işimiz değil. Yani ilaç terapi değil zaten. Bir manası yok.
İlaç öteler. İlaç o konuyu düşünmememizi sa ğlar. Mesela grup terapileri var.
İnsanların en rahatsız olup en rahat bitirdikleri tarafıdır. 15 kişi oturur, hepsi işte ne bileyim ben çocuk kaybetmiştir, hepsi şöyle olmuştur, böyle olmuştur. Ortak tarafları vardır. İnsanlar diyor ki, aman dünya kadar yabancının içinde şimdi ben bu acıyı nasıl paylaşacağım?
Öyle bir paylaşırlar ve rahatlarlar ki. Çünkü beyin esas normalleşmeyi yabancıya anlatırken yaşıyor. O yüzden terapiste gidiyor insanlar.
Eşe-dosta anlattığında neden geçmiyor? Çünkü yabancıya anlatması gerekiyor beynin. Güvendiği, bilgisine güvendiği bir yabancıya.
Yoksa anlatmayla normalleşeceksek, herkese hayırdır bakkala da anlatırız, geçer gider. Hayır, güvendiği bir profesyone anlatmak. Terapi bu demek zaten.
O yüzden depresyon 161 türdür. 161 tür depresyon var. O yüzden terapisiz depresyon giderimi güçlü bireyler için mümkündür tabii.
Her depresyona giren de kalkıp ne bileyim şeye gidecek illa terap alacak diye bir şey yoktur. Ama günümüzde de bu dediğim olasılık 10.000'de birinin altındadır. Her 10.000 kişi de bir kişi ancak kendi kendini atlatabiliyor.
Mesela çocuk düşürmek var. Erken regil olmak. Şey pardon. Erken antropoz ya da menopoza girmek var. Hepsi depresyon sonucudur.
Daha sonra söyleyeyim size kanser, stres hastalıkları, SEDEF hastalığı hepsi budur. Nedir bu? MS hastalığı.
Kesinlikle stres sonucudur. Ülser stres sonucudur. Nedir bu?
Siroz mesela. Hayatında içki sigara kullanmamış, gül gibi hayat yaşamış, stres içinde yaşamış. İnsanlarda sirotik hastalıklar görülüyor.
Ben ilaç istemiyorum. Çok da yorulmadım. Ruhun yoruldu.
Mahvettin kendi kendini. O yüzden kimi süreçte yaşanarken dayıma. İşte bu işin ayrılık bir yastır, aldatılma bir yastır, aldatma bir yastır.
Büyük yastırdan bahsediyorum. Ölümle kayıp bir yastır. Hemen terapi diyoruz ki kısa sürede toparlayalım, bitirelim. Çünkü bu yaz uzar, uzar, uzar, uzar.
Bu sefer depresyon gelişir. Depresyon gelişir, gelişir, gelişir. Hücreler bozulmaya başlar.
Hasta eder bizi. Anlatmışımdır belki beyin kendi yönetimini kaygı düzeyinde yani bir stres yaşıyorsanız yapamaz. Beyin kontrol edemediği için beta frekansı yayar vücuda ve o hormon insanı öldüren bir hormondur.
Beta çok tehlikelidir. Bütün antidepresanların altında küçücük bir yerde antibeta kimyasalı diye bir cümle vardır. Depresif insanlara verilmesinin nedeni odur.
Antibeta içerir. Yani beynin... yaydığı bir hormonu ortadan kaldırıcı bir kimyasal verilir vücuda.
Biz bunu istemeyiz. Biz isteriz ki beyin bunu vermekten vazgeçsin. O da nedir? Huzura ermekle ilgili bir şeydir.
Yani o travmadan kurtulmakla ilgili bir şeydir. Yani şunu unutmayın. Eğer siz düşüncenizi yönetiyorsanız geleceği organize ediyorsunuz demektir.
Düşünceniz sizi yönetiyorsa geçmişin kölesisiniz demektir. Bu çok önemli. Bu ikisinin arasında yaşıyor insan.
Bunun tam ortasında da işte terapi var yani bunu yönlendirmek için. Evet hanımlar çok teşekkür ederim ve bey çok teşekkür ederim bu akşam için yine. Hayırlı ve harika bir hafta dilerim inşallah hepimize. Kendinize iyi bakın görüşmek üzere.
Ödevi unutmayın. Cumartesini en geç beklerim. Bay bay.