Transcript for:
John von Neumann'ın Hayatı ve Katkıları

Bir adam var. Zekası öyle keskin, öyle geniş kapsamlı ki arkadaşları ona şaka yollu Marslı diyorlar. Ama bu Marslı dünyamızı derinden etkileyecek fikirler üretiyor. Daha çocukken Latince ve Yunanca'yı kendi kendine anlatıyor. kendini öğrenen bu dahi yetişkin olduğunda da durmak bilmiyor. Sabahları kafasında diferansiyel denklemler çözerken öğleden sonra nükleer fizik üzerine kafa yoruyor. Akşamları ise tarihin en ölümcül silahlarının geliştirilmesine katkıda bulunuyor. Ama bu Bu adamın asıl mirası bugün cebimizdeki telefonu mümkün kılan fikirlerde yatıyor. Bilgisayarların nasıl düşünmesi gerektiğini ilk ortaya koyan kişi o. Hatta öyle ki modern bilgisayarların temel mimarisi hala onun adıyla anılıyor. Sadece bu kadar mı? Tabii ki hayır. Ekonomiden biyolojiye, kuantum fiziğinden meteorolojiye kadar neredeyse dokunduğu her alanı değiştirdi. Ve belki de en ilginci bu olağanüstü zihin bir yandan da tam bir hayat adamıydı. Hızlı arabalar sürmekten, çılgınca arabalar sürmekten. çılgın partiler vermekten ve güzel kadınlarla flört etmekten büyük keyif alırdı. Onu tanıyanlar muazzam zekasının yanı sıra espri anlayışı ve yaşam sevgisiyle de hatırlıyor. İşte size 20. yüzyılın belki de en etkileyici beyni, dünyamızı şekillendiren ve hala şekillendirmeye devam eden bir deha, arkadaşlarının tabiriyle Marslı John von Neumann'ın hikayesine hoş geldiniz. BİRLİKTE YÜKSELİYORUZ HAVAKENT HAVAKENT BİLİMİN YANILIŞI Von Neumann 28 Aralık 1903'te Budapest'te doğmuştu. Youngsey'di adı. John ismini sonradan alacaktı. Babası Max, Macar hükümeti için ekonomi danışmanlığı yapıyordu. Aile dostları, arkadaşları entelektüel camiadandı. Küçük John da bu insanlardan, ailesinin eğitime verdiği önemden oldukça faydalanacaktı. Dönemin Avusturya-Majoristan İmparatoru John'un babasını asilzade mertebesine yükseltince soy isimlerine Fon Önek'i eklenecekti. İki kardeşi daha vardı John'un ve babaları onları bir dünya vatandaşı olarak yetiştirmek istiyordu. Bir dil öğrensinler mutlaka diyordu. Ama John biraz abartmış ve Fransızca, İtalyanca, İngilizce, Antik Yunanca ve Latince öğrenmişti. Hem de çoğunu kendi başına. Fakat dil yeteneğinin ötesinde onun matematik yeteneği kabına sığmıyordu tam anlamıyla. Henüz 6 yaşındayken 8 haneli sayıları kafasında çarpabiliyordu zira. Yine ailesinin imtiyazları sayesinde bölgenin en iyi okuluna. Henüz birinci sınıfa başladığında o zamanki matematik öğretmeni Gabor Sego bunu şöyle anlatıyor. Yangzi ile ilk tanışmamızı unutamıyorum. Böyle küçük bir çocuğun sayılarla yapabildiklerini gördüğümde kendimi tutamadım. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Daha önce böyle bir şey görmemiştim diyor. Ama babası müthiş destekçi olmasına rağmen her babanın bir kusuru oluyor değil mi? Kusur da demeyelim. Çocuklarının iyi bir hayat sürmesi tek amacıdır babaların. Max da bu düşünce ile matematik... matematik karın doyurmaz diyerek John'un matematik okumasını istemiyordu. John da kırmamıştı babasını. Bir anlaşma yapmışlardı. John önce Berlin Üniversitesi'nde kimya okumuş sonra ETH Zürich'te kimya mühendisliği diplomasını almıştı. Ama aynı zamanda kendi tutkusunu da bırakmamış. Budapest Üniversitesi'nde matematik doktorasını yapacaktı. Burada da tez konusu SET teorisiydi. Doktora tezi bile bilim tarihine geçecekti. SET teorisi sayılar da dahil olmak üzere ne kadar da farklı. nesne gruplarından oluşan setleri inceleyen çalışma alanıdır. Matematiğin temel yapı taşları olarak düşünülebilir bunlar. John eğitimini tamamladıktan sonra ise o dönem dünyada matematiğin merkezi olarak bilinen Almanya'daki Göttingen'e gitmiş ve yine dönemin efsanelerinden David Hilbert ile çalışmaya başlamıştı. 1920'ler ve 30'lardan bahsediyoruz bu arada. Bu yıllarda neler olduğunu bu kanalın takipçileri çok iyi biliyor. Bilim insanları ve matematikçiler tarihin en önemli mücadelelerinden birini veriyordu. Atom ve atom altı parçacıkların çok garip davranışlarını anlamak. Werner Heisenberg ve Erwin Schrödinger burada direksiyona geçmiş ve bu parçacıkların nasıl davrandığına dair açıklamalar getirmeye başlamışlardı. Özellikle Schrödinger'in dalga fonksiyonu çok büyük ses getirmişti. Parçacıkların uzayda dalgalar şeklinde yayıldığına dair bu yaklaşımda Garip olan şey ise yine daha önce bol bol konuştuğumuz gibi dalga parçacık ikiliği mevzusuydu. Bu dalga gibi davranan parçacıklar gözlemlendiğinde dalga olmaktan vazgeçiyor ve parçacık gibi davranmaya başlıyordu. Dalga fonksiyonunun çökmesi diyoruz buna da. Bu ikilik baya bir kafa karıştırıyordu. Paul Dirac bu ikisi aslında aynı şey diye açıklamaya çalışsa da çok daha geçerli bir açıklama işte bizim John'dan gelecekti. Daha 20'li yaşlarının başlarında olan bu genç dahi bu ikisinin aynı olduğunu söylemenin de ötesine giderek matematiksel olarak kanıtlamıştı. Yani matematiksel olarak da eş olduklarını. Dönemin tüm isimleri şöyle bir dönüp bakmışlardı bu genç adama. Nereden çıkmıştı bu genç? Nasıl bu kadar elit düzeyde bir matematikle açıklayabiliyordu? John von Neumann, Şampiyonlar Ligi'nin... bir daha çıkmamak üzere girmişti artık. Hemen zaten mezun olduğu Berlin Üniversitesi'nden hocalık teklifi almış. O da bu teklifi kabul etmişti. Burada geçirdiği zamanda başta da bahsettiğimiz gibi akademideki çalışmalarının yanında Berlin'in gece hayatı hayatında da bol bol boy göstermiş. Kabarelerden çıkmaz olmuştu. Ardından Hamburg'da da bir süre geçirdikten sonra asıl hikayesi başlamıştı. Zira Princeton Üniversitesi'nden kendisine matematiksel fizik anlatması için teklif gelmişti. Bu teklifi de şöyle açıklayalım. Bilimin ve bilim insanlarının nasıl değer gördüğünü ve bazı ülkelerin nasıl bu kadar geliştiğini anlayalım. O dönemde özellikle Amerika, Almanya'daki dahilerin farkındaydı. Ve onların çalışmalarını kendi kendi ülkelerinde yürütmesi için her şeyi yapmaya hazırdı. Buna elbette inanılmaz maaşlar da dahildi. Bir anlamda futbolcu transfer eder gibi Almanya'daki bu parlak zihinleri transfer ediyorlardı. Kimi durumda Almanya'da kazandıkları paraların 10 katından fazlasından bahsediyoruz. Daha iyi bir takım olmak istiyorsanız daha iyi oyunculara ihtiyacınız var sonuçta değil mi? E etkilerini de bugün zaten çok net görüyoruz. Neyse bu da başka bir videonun konusu olsun. Çocukluğundan beri tanıdığı Mariette Kürt. Kövesi ile evlendikten sonra Princeton'a taşınan John von Neumann burada da eğlenceli ve sıra dışı karakteriyle hemen kendini belli ediyordu. Bir türlü ehliyet alamıyordu mesela. İddialara göre sınavı yapana biraz rüşvet verdikten sonra alabilmiş ehliyeti. Ama buna rağmen Princeton Üniversitesi'ne giden bir yolda von Neumann virajı olarak anılan bir yer olmasına engel olamadı. Zira neredeyse her yıl burada bir arabasını perte çıkarıyordu von Neumann. Şöyle anlatıyordu bu kazaları da. Yolda ilerlerken yolun sağındaki ağaçlar saati 100 km hızla beni geçiyordu. Sonra bir tanesi önümde birden duruverdi. Anlamadım. Bu arada bir Yahudi olarak Almanya'dan ayrılmak için iyi bir zaman seçmişti. Zira hemen ayrıldıktan sonra Ocak 1933'te Hitler şansölye olmuş. Almanya'nın bilim camiası kitleler halinde ülkeden ayrılmaya başlamıştı. Bu kitleler elbette Amerika başta olmak üzere başka ülkelerde topluluklar da kuruyorlardı. Bu tutumda. Bu topluluklardan birisi de yine Princeton Üniversitesi'nde kurulacaktı. Bu topluluğun arasında da evet Albert Einstein'da vardı. John von Neumann ise henüz 29 yaşında bu gruba kabul edilen en genç üyeydi. Ki Einstein'ın başlarda kendisini öğrenci zannetmişliği de var. Von Neumann'ın bu dönemdeki en önemli çalışması ise Ergodik Kuramı olacaktı. Ergodik Kuram dinamik sistemler ve olasılık teorisiyle ilgili bir matematik dalıdır. Temel olarak bir şey var. bir sistemin zaman içinde nasıl davrandığını inceler ve uzun vadede sistemin tüm durumlarının nasıl dağıldığını anlamaya çalışır. Basit bir şekilde açıklamak gerekirse, Ergodik Kur'an bir sistemin zaman içinde yeterince uzun süre gözlemlendiğinde sistemin her olası durumunu eşit olasılıkla ziyaret edip etmediğini araştırır. Örneğin bir zarın sürekli atıldığını düşünün. Zar adil ise yani her yüzü eşit olasılıkla geliyorsa, çok uzun bir süre boyunca atıldığında her yüzün yaklaşık olarak aynı sayıda gelebileceğini söyleyebiliriz. Bu sistemin ergodik olduğu anlamına gelir. Ergodik kuramın önemli bir sonucu uzun vadeli ortalama eşittir tüm durumların ortalaması ilkesidir. Yani bir sistemin zaman içindeki davranışının tüm olası durumlar üzerinden alınan ortalama ile aynı olduğu durumlarda ergodiktir. Bu kavram fizik, ekonomi ve istatistik. Statistiksel mekanik gibi alanlarda geniş uygulama alanı bulur. Tabi bunlar üzerinde çalışırken aklı sürekli ana vatanında olanlardaydı. 1935'te Macar bir fizikçi olan arkadaşı Rudolf Ortwee'ye bir mektup yazmış. Ve 10 yıl içerisinde Avrupa'da korkunç bir savaş başlayacak demiş. Yine aynı mektupta İngiltere zor durumda kalırsa Amerika'nın dahil olacağını düşünüyorum diye eklemişti. 1941'de ise yine Amerika'nın dahil olması için Lobby çalışmaları yapmış. Kongre'ye bir mektup yazmış. Ve nazizme karşı yürütülen savaş bize uzak bir savaş değil. Tüm medeniyetler için verilen bir savaştır demişti. Bu endişeler arasında elbette çalışmalarını yürütürken ihmal ettiği birisi vardı. Çocukluk aşkı eşi. Zaten o da Albert Einstein veya diğer bilim insanları gibi bu konuda oldukça yeteneksizdi. Kızı Marina da bunu destekler şeyler söyleyecekti. Babam anneme hayran olsa da onun ilk ve tek aşkı düşünmekti. Uyanık olduğu her kafasının içinde yaşıyor ve birçok dahi gibi çevresindekilerin duygusal ihtiyaçlarına duyarsız kalıyordu diye eklemişti. Ve bu ilgisizliğe daha fazla katlanamayan eşi onu terk etmiş. Bu John von Neumann'ı baya bir şaşırtmıştı. Şaşkınlığı ve üzüntüsünden midir bilinmez. Kendisini Monte Carlo'daki gazinolarda meşgul etmeye başlamış. Henüz boşanmasından bir yıl bile geçmemişken bu gazinolardan birinde tanıştığı Clara Dunn ile evlenmişti. Clara ile birlikte evlerinde sürekli eğlenceler düzenlemeye başlamıştı. Akademik çalışmalarından kalan zamanını pek ayık geçirdiği söylenemez o yüzden. Ama dediğimiz gibi onun zihni başka türlü çalışıyordu. Zira bunlar olurken 2. Dünya Savaşı tüm yıkıcılığıyla başlamış. Von Neumann da patlayıcı maddeler ve balistik silahlar ile ilgili araştırmalara başlamıştı. Özellikle balistik silahların şeklinin, bu silahların gücü ve yönünü nasıl etkilediğini araştırmıştı. Bu araştırmaları ise onu çok daha yıkıcı bir keşfe götürmüştü. Aralık 1938'de Alman bilim insanları uranyumun bölümüne, bölünebileceğini keşfetmiş. İtalya'dan Amerika'ya kaçan Enrico Fermi bu keşfin önemini fark etmiş. Ve böyle bir bomba yaptığımızda her şeyin sonunu getirebiliriz demişti. O dönem Kaliforniya Üniversitesi'nde bulunan J. Robert Oppenheimer atom bombasını Almanya'dan önce üretme çalışmalarının merkezi haline gelen Manhattan projesinin başına geçmiş. Ve işte John von Neumann da tüm bu çalışmalarda en kritik görevlerden birine getirilmişti. Plütonyum çekirdeğinin çevresindeki ateşleyicilerin tasarımı. Ve görünce göre von Neumann'ın tasarımı tam da istenen etkiyi yaratacak en ideal tasarımdı. Ve Little Boy ve Fat Man'de onun ateşleyici tasarımları kullanılmıştı. Elbette onun tasarımları ile... ile Hiroshima ve Nagasaki bombalanacak 100 binler hayatını kaybedecekti. Onun bu konudaki fikrini merak ediyorsanız hiç pişman değildi. Elbette yaşanan trajediden rahatsız olsa da ona göre bu yapılmalıydı. Özellikle Sovyetler Birliği tehdidine karşı bir güç gösterisi yapılmalıydı. Şöyle söylemişti. Şu anda yarattığımız şey tarihin akışını değiştirecek bir canavardır. Eğer tabi yazılacak bir tarih kalırsa. Ama bunun sonunu getirmememiz söz konusu bile olamaz. Sadece askeri nedenlerle de değil. Bilim insanları yapılabilecek bir şeyi yapmak zorundadır. Sonuçları ne olursa olsun. Ve bu sadece başlangıç. Şu anda ortaya çıkacak enerji kaynağı bilim insanlarını dünyanın hem en nefret edilen hem de en ihtiyaç duyulan insanları haline getirecek. Ve öyle de oldu. Kullanılıp kullanılmayacağını bilmelerinden bağımsız olarak bu bombalar yüzbinlerin yaşamına mal oldu. Burada herhangi bir yargıda bulunmuyor. Fakat dürüst olmakta fayda var. Manhattan projesinde çalışan, bu bombayı geliştiren tüm bilim insanları bu bombaların bir şekilde kullanılacağını biliyordu. Sonrasında rahatsız olduklarını, aslında istemediklerini söylemeleri bunu değiştirmez bana kalırsa. Neyse bu ayrı bir tartışma konusu. Biz von Neumann'ın hikayesine dönelim. Tüm bunlar gerçekleşirken 30'lu yaşlarında bir insandı. Ve böyle bir projede bu denli önemli bir görev ile kariyerinin zirvesine ulaştırılması için Fakat onun asıl hikayesi daha yeni başlıyordu aslında. Evet, o açacağı yeni sayfa da dünyayı bambaşka bir şekilde değiştirecekti. Savaşın sonlarında Pensilvanya Üniversitesi'ndeki mühendisler ENIAC adında devrimsel bir makine üzerinde çalışıyorlardı. Bu makinenin asıl amacı atom bombasının geliştirilmesi başarısının ardından devletin gözünü çok daha güçlü bombalara dikmesi. Ve bunun için insan gücünün yetmeyeceği hesaplamaları yapıcı olarak yapacaklardı. olacak bir yardımcıya ihtiyaç duymasıydı. Bu amaçla John Mowgli ve Presper Eckert birlikte Amerika ordusu Balistik Araştırma Laboratuvarı için dünyanın ilk programlanabilir elektronik bilgisayarını ürettiler. Enyak'ı. Enyak da tam bir odayı dolduracak büyüklükteydi ve o zaman için inanılmaz bir hızla saniyede 300 hesaplama yapabiliyordu. Bugün elimizdeki telefonların saniyede milyarlarca işlem yapabildiğini düşündüğümüzde teknolojinin gelişimi bu kadar. Baş döndürücü değil mi? Neyse. John von Neumann da bu projeye danışman olarak atanacaktı. Ama tabii öyle danışman olarak kalacak biri değildi o. Makineye bakmış ve bakar bakmaz sorunları, eksikleri ve potansiyeli görmüştü. Elle programlanması gereken sadece hesaplama yapabilen bu hantal şeyin ötesinde hafızasında bilgileri ve komutları saklayabilen bir şey hayal etmişti hemen. Tabii hayal etmekle kalmamış. En yakın üzerine EDVAK'ı inşa etmişti. EDVAK programları depolayıp hafızasından çalıştırabilen dünyanın ilk bilgisayarı olacaktı. Bu en basit haliyle bugünkü bilgisayar konseptinin ilk versiyonuydu. Oyman da bu konsepti bir makale ile dünyaya duyurmuş. Ama burada yine insanları rahatsız edecek bir şey yapmıştı. Bir anlamda en yakı geliştiren Eckert ve Mowgli'den hiç bahsetmemişti. En azından makalenin yazarı olarak sadece kendi ismi vardı. Buradaki problem şuydu. Eckert ve Mowgli bu tasarımın patentini almak istiyorlardı. Ancak bu artık mümkün olmayacak gibi görünüyordu. Tasarım yayılmış ve sonradan Amerikan mahkemelerinin de kararı ile patenti alınamaz olarak belirlenmişti. belirlenmiş. Ve buradan ne doğmuştu biliyor musunuz? Open Source kavramı. Açık kaynak. Teknolojinin bir virüs gibi yayılmasını sağlayan en önemli kavramlardan biri olacaktı bu açık kaynak yaklaşımı. Herkes topluluklar halinde programları bilgisayarları geliştirebilir hale gelecekti. Zaten von Neumann sonradan bunu bilinçli olarak yaptığını kabul etmiş. Ve böylesi hem ülkemiz hem de insanlık için daha iyiydi demişti. Ki bu tasarımın üzerine IBM ilk ticari bilgisayarı 700. 101'i üretmiş ve bunun ardından çok geçmeden PC olarak bildiğimiz kişisel bilgisayarlar hayatımıza girdikten sonra artık hiçbir şey aynı kalmamıştı. Von Neumann insanlığın en yıkıcı ve tartışmalı bilimsel başarılarından birinin ardından modern dünyanın dönüşümünde de başrollerden biriydi anlayacağınız. E bu kadarı yetmiştir herhalde diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Dahası da var. İkinci Dünya Savaşı'ndaki bilimsel tutumunu bir kenara bırakırsak o dönemde kafa yorduğu bir konu vardı. Savaşın dinamikleri, bunun sosyal etkileri, devletler ve liderlerin uyguladığı stratejiler ve özünde insan iletişiminde uygulanan stratejiler. Satranç gibi deriz ya ama von Neumann'a göre öyle değil işte. Londra'da bir takside matematikçi Jacob Bronowski ile seyahat ederken Bronowski'nin anlattığına göre şöyle söylemişti. Satranç aslında bir oyun değil. Satranç çok iyi tanımlanmış bir tür hesaplamadır. Gerçek hayat öyle değil. Hayatta blöf var, yalanlar, aldatma taktikleri, karşındakinin sizi anlayıp anlamadığından emin olamama var. Benim oyun teorimde anlatmaya çalıştığım oyunlar da bunlar. Evet, John von Neumann ünlü oyun teorisini de geliştiren kişiydi. Bu teoriden bir videomuzda detaylıca bahsetmiştik. Dilerseniz bundan sonra o videoyu izleyebilirsiniz. Onun atom bombası ile ilgili fikirlerini de bu teoriye göre düşünebiliriz. Kötü fener karlıklar yapmadan kazanamazsın. Kaldı ki Amerika ve Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşta da rakip olan Sovyetlerin hamlelerini önceden tahmin ettiğine inanarak Sovyet casusların atom bombası ve hidrojen bombası detaylarını ele geçirdiğini, yakın zamanda bunları geliştireceğini ve bunlar olmadan Amerika'nın hidrojen bombasını geliştirerek Moskova'yı vurması gerektiğini söylemişti. Ama sonra bu yaklaşımını değiştirmesini gerektirecek bir şey öğrenmiş ve Sovyetlerin zaten yeterince güçlü bir cephaneye sahip olduğu bilinmişti. bilgisini aldıktan sonra Zero-Sum olarak tanımladığı, kazananın olmadığı oyun konseptine uygun olarak herkes için yok edici bir savaş söz konusu olduğunu anlamış ve bu fikrinden vazgeçmişti. Bu noktadan sonra kullanmasanız da rakiplerinizin gözlerini korkutacak gücünüz her daim olmalı yaklaşımını desteklemeye devam etmiştir. Von Neumann ile ilgili bahsedecek çok şey var aslında. Örneğin Stanley Kubrick'in kült filmi, Doctor Strange Love filmindeki Strange Love'a İlham olan kişinin Von Neumann olduğu düşünülür. Filmin uzun isminde de şöyle söyler zaten. Dr. Strangelove. Endişelenmeyi bırakıp bombayı sevmeyi nasıl öğrendi? Von Neumann bombayı sevmişti. Ama bunun sebebi işte oyun teorisiyle edindiği yaklaşımdı. Ki bombayı o kadar sevmişti ki Marshall Adaları'nda bikini mercanlarında gerçekleştirilen ilk hidrojen bombası testi Ivy'yi yerinden izlemişti. Ama bazı kaynaklara göre bu deneyimi onun kemik kanseri olması için... Bu arada bu Marshall Adalarındaki Sünger Bob ile birlikte tanıdığımız Bikini Mercan Adası ve tüm bu adaların ve bu adalarda yaşayan insanların üzeri örtülen hikayesi de ayrı bir araştırma dosyası. Onu da bir taraftan hazırlıyorum. Amerika sizi daha ne kadar şaşırtabilir diyorsanız hazır olun. Neyse. Von Neumann tüm bunların ötesinde kendini kopyalayan robotları, kendi kendine öğrenen bilgisayarları da öngörmüş. Eğitim sisteminin bunlar için hazır olmadığını, acilen değişim gerektiğini, ettiğini söylemişti. Bunları 1950'lerde söylemişti. Ki zaten bu dop dolu yaşamı aslında genç bir yaşta. 53 yaşında. 8 Şubat 1957'de sona ermişti. Arkadaşlarının bu adam dünya dışından gelmiş olmalı dedikleri John von Neumann gerçekten de zamanının ötesinde dehası. Sıra dışı fikirleri, birçok alanda yaptığı sıra dışı katkılar ile dünyaya her anlamda büyük bir iz bırakarak veda etmişti. Bugün dahi birçok bölümde bilgisayar birimleri bilimlerinde, sosyolojide, fizikte, matematikte okuyan öğrencilerin birçoğunun ismini duyduğu Von Neumann'ın hikayesi buydu işte. Ve her zaman olduğu gibi tekrar görüşene dek iyi ki varsınız. Sevgiler. Altyazı M.K.