Transcript for:
Sosyal Buhran ve Çöküş Dinamikleri

Son haftalarda yaşanan olaylar yıllardır bu kanalda ve sosyal medya hesaplarımızda bahsettiğimiz sosyal buhran olgusunun en dramatik örneklerinden, tarih derslerinden hatırlarsanız buhran kriz demek. Haliyle buhranın farklı tipleri var. Mesela ekonomik kriz denince akla tabii ki 2008'de yaşanan geliyor gelmesine ama ekonomi tarihinden anlayanların aklına ilk olarak 1929 büyük buhranı gelecektir. Ama tabii ki bir toplumun buhran içinde olması için illaki ekonomik bir kriz olması gerekmiyor.

Gerçi bizde o da var da şart değil yani. Tarih boyunca sayısız ülke, toplum ve medeniyet gerek savaşlar, hastalıklar, kuraklıklar nedeniyle, gerek popülasyon çökmesi veya popülasyon patlaması nedeniyle, gerek kitlesel göçler nedeniyle, gerek beceriksiz liderler nedeniyle, gerekse de rakip ülkelerin sabotajı yoluyla... tarih sahnesinden silindi veya silinme noktasına geldi.

Roma İmparatorluğunu düşünün, Maya İmparatorluğunu düşünün. Size önümüzdeki videolarda biraz daha detaylıca anlatacağım Easter Adası medeniyetini düşünün. Bunlar ne kadar karmaşık, ileri ve üst düzey medeniyetler inşa etmiş olurlarsa olsunlar saydığım nedenlerin bir veya birkaç nedeniyle tamamen yok oldular.

Ben inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti kendimize çizdiğimiz yol ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının azim ve kararlılığı dolayısıyla ilelebet var olacak. Hem modern dünya tarihtekinden birazcık daha farklı çalışıyor. Artık bir ülkenin, hele hele büyük ülkelerin öyle gün aşırı ortadan kalkması pek olası değil. Şöyle düşünün, M.Ö.

3000 yılıyla M.Ö. 600 yılları arasında var olup yok olmuş medeniyetlerin ortalama ömrü 340 yıl kadardı. En uzunları 1150 yıl boyunca Kuzey Doğu Afrika'da var olan Kuşitler veya Kuş Krallığı ile yine Doğu Afrika'da 1100 yıl boyunca var olan Aksum Krallığı. En kısaları ise sadece 14 yıl ayakta kalabilen Çinli Kin Hanedanlığı ile Hindistan'da sadece 24 yıl ayakta kalabilen Nanda İmparatorluğu.

Türkiye Cumhuriyeti olarak çok genç bir ülkeyiz tabi ama devlet geleneği bakımından çok genç bir ülkeyiz. daha köklü olduğumuz ve son bin küsur yılda yaşanan tüm zorluklara rağmen ayakta kalmayı başardığımız için ben bu tip bir yok oluş sürecinde olduğumuzu düşünmüyorum. Ama tabii ki bir ülkenin buhranda olması için ille de yok olmanın eşiğinde olması da şart değil.

Bakın burada farazi bir şeyden veya işte sıradan bir gündem eleştirisinden söz etmiyorum. Ülkelerin ve medeniyetlerin çöküşünü çalışan koca bir bilim sahası var. Kolapsoloji. Yani çöküş bilimi. Bu alan öyle masa başı filozofların oturdukları yerden felsefe parçaladıkları bir alan falan da değil.

Tarihçileri, antropologları, sosyologları, siyaset bilimcileri ve kliyodinamikçileri bir araya getiren son derece çok yönlü bir saha. Bu arada kliyodinamik kültürel evrimi, ekonomi tarihini yani kliyometriyi ve makrososyolojiyi bir araya getiren, tarihsel süreçleri matematiksel olarak modelleyen, ve tarihsel veri tabanları inşa edip bunları analiz eden son derece teknik bir saha. Hani eğer ki geleneksel tarih araştırmalarını yeterince bilimsel bir uğraş olarak görmüyorsanız, tarihi daha matematiksel bir bilim olarak ele alan kliyodinamik sahasına mutlaka bir bakın derim.

Ama özetle bu uzmanlıkların hepsi bir araya gelerek... bir ülkeyi buhrana sokan faktörleri ve o buhran dolayısıyla gelebilecek olan çöküşün dinamiklerini inceliyorlar. Tabii ki son dönemde bu sahanın odağında iklim krizinin insanlığı bir bütün olarak çökertmesi veya en azından onlarca medeniyetin aynı anda çöküşüne sebep olarak tarih boyunca görülmüş en müthiş krizin yaşanma ihtimali bulunuyor.

Ama bu saha sadece iklimden veya ekolojik çöküşten ibaret değil. Tabii ki bir medeniyeti çöker temp faktörleri, genel olarak biliyorsunuz. Çevresel yıkım bunlardan biri.

Easter Adası yerlilerin başına geleni size önümüzdeki videolarda anlatacağım. Buna ek olarak kaynakların tükenmesi, modern teknoloji ve sistemlerin karmaşıklığının toplumun yetişemeyeceği kadar hızlı artması, işgaller, hastalıklar, sosyal bütünlüğün ve ortak kimliğin bozulması, eşitsizliğin artması, toplumun bilişsel becerilerinin... Özellikle de bilim, felsefe ve sanatın uzun vadede zayıflaması ve yaratıcılığın ortadan kalkması gibi faktörler çöküş dinamiklerinin temelini oluşturuyor. Tabii ki bazen salt talihsizlik de toplumları çökertebiliyor ama bu o kadar da yaygın değil.

Sosyal çöküş kavramı Tarihini ise tabi ki antik zamanlara kadar takip edebiliriz. Ancak modern zamanlarda bu kavramın kurucu metni, 1988 yılında Joseph Tainter tarafından yazılan Karmışık Toplumların Çöküşü başlıklı bir kitap. Tainter, bu kitabında çöküşün aslen genel bir konsept olduğunu, ancak toplumların çökmesinin ana mekanizmasının politik olduğunu vurguluyor. İşte bu nedenle son dönemde tekrar tekrar yaşanan o korkunç kadın cinayetleriyle ilgili olarak kadın cinayetleri politiktir gibi argümanlar duyuyorsunuz.

Çünkü insan hayatının her noktası öyle veya böyle politikayla düzenleniyor. Dolayısıyla bir toplum içinde yaşayan hiç kimse politikadan ve onun etkilerinden muaf kalamıyor. Her ne kadar kendini apolitik adetse de. Ama cinayeti işleyen insan Politika değil ki kimse kimseye git de birini öldür demiyor. Kafayı yemiş bir uyuşturucu müptelası alıyor eline bıçağı veya silahı gidip ortalığı terörize ediyor diye düşünüyor olabilirsiniz.

Doğru o tetiği çeken, o bıçağı saplayan, o yumruğu indiren en nihayetinde bir insan. Ama işte doğada gördüğümüz hiçbir davranışın sebebi... Tek bir şey değil ve olamaz da, her davranışın nedenleri birden fazla seviyede. Örneğin biyolojide bunu Tinbergen'in 4 neden sorusu olarak bilinen bir çerçevede inceliyoruz.

Mesela, kuş ötüyor ama neden ötüyor? Eş bulmaya çalıştığı için mi? Ötmeye programlandığı için mi? Ses kutusunu çalıştırabildiği için mi? Kuşun ötmesinin sebebi bunlardan hangisi?

Öyle değil mi? Cevap, hepsi. Kuşlar ötüyor.

Çünkü mevsimsel ve günlük değişimlere bağlı olarak çevrelerinde ve üreme çağına bağlı olarak vücutlarında meydana gelen değişimler, kuşlarda belli zamanlarda ötme davranışını veya kuşlarda bizim ses kutusuna karşılık gelen sirenks veya göğüs gırtlağının belli şekillerde hareketini tetikliyor. Bu belli frekanslarda ses dalgaları yaratıyor ve biz de bunu kuş ötüşü olarak duyuyoruz. İşte bu kuş ötüşünün nedensel sebebi. Yani mekanizması. Ama aynı zamanda kuşlar ötüyor.

Çünkü yumurtadan çıkıp da erişkinlik evresine gelene kadar ki süreçte o ses kutuları, gagaları ve genel olarak iletişim aparatlarında meydana gelen gelişimsel değişimler, işte kasların yerleşimi, bunların hareket biçimi, tendonları ve diğer anatomik ve fizyolojik parçaları ötmeyi mümkün kılacak biçimde gelişiyor. İşte bu kuş ötüşünün ontojenik. veya gelişimsel nedeni ki bunu da tabii ki altta yatan genetik nedenlere kadar bağlayabiliriz.

Ama dikkat edin, bunlar kuşların o anda neden öttüğünü izah ediyor etmesin ama kuş dediğimiz şeyi neden ötebilen bir canlı olduğunu izah edemiyor. Çünkü buraya kadar gördüğümüz o iki seviyedeki açıklamalar proksimal yani yakınsak açıklamalar. Sıkıntı yok, iki seviyemiz daha var.

Devam edelim. Kuşlar ötüyor çünkü sağlık durumları... alanlarının başlayıp bittiği yer ve üreme çağında olup olmadıkları gibi bilgileri birbirlerine iletmelerinin en hızlı ve etkili yolu bu. İşte bu kuş ötüşünün fonksiyonel veya adaptif nedeni.

Ama aynı zamanda kuşlar ötüyorlar çünkü özellikle de dişiler, özellikle geniş ses repertuvarına sahip erkeklerle çiftleşmeyi tercih ediyorlar. Böylece o ahenkli ötüşe sebep olan genler gelecek nesillere daha çok aktarılıyor ve o yavruların büyüdüklerinde... ötme ihtimali çok daha yüksek oluyor. Böylece her nesilde biraz daha farklı şekillerde öten kuş nesilleri evrimleşiyor. İşte bu da kuş ötüşünün evrimsel nedeni.

İşte bu son ikisine ultimate yani nihai açıklamalar diyoruz. Bunlar kuş denen şeyin o şey haline gelmesinin ve dolayısıyla ötmesinin nihai kökenlerini net olarak izah ediyor. Nobel ödüllü evrimsel biyolog ve etolog Tinbergen'in ortaya koyduğu bu çerçeveyi çok benzer bir şekilde etrafımızda olan bitene de uyarlayabiliriz. Bir insan gitti suç işledi.

Neden işledi? Çünkü o suçtan bir çıkarı var. Ya parasını arttıracak, ya statüsünü arttıracak, ya kişisel problemlerini çözecek ya da kendi kafasında kurguladığı üstünlüğünü ortaya koyacak. Bir şey.

Bunu suçun fonksiyonel nedeni olarak görebiliriz. Ama sadece bu değil. O kişi suç işledi çünkü onu suça iten içsel ve dışsal sebepler vardı.

Fakirdi, işsizdi, eğitimsizdi, suça maruz kalmıştı, akıl hastalığı vardı, uyuşturucu kullanıyordu, travma geçmişi vardı, varoğlu vardı. Ve tabii ki işlediği suçu işlemesini sağlayan araçlara, işte mesela bıçağa, silaha, bilgisayara ve benzeri donanıma erişimi vardı. Beyninde onu suça iten uyaranlar yerli yerine oturduğunda.

...da nihayet gitti ve o suçu işledi. Bu suçun mekanizması, yani nedensel sebebi. Ama bunlar suçun yakınsak nedenleri.

Yani bunlar o kişinin o anda o suçu neden işlediğini izah edebilir. Yani kriminal dizi ve filmlerden aşina olabileceğiniz üzere suçlunun yöntemini, motivasyonunu ve suçu işlemesini sağlayan fırsatı izah edebilir etmesini. Ama bize suçun nihai nedenlerini veremez. Onlar için biraz daha derine bakmamız lazım.

İnsanlar suç işliyorlar çünkü yaşadıkları ve geliştikleri ortam bu suçları işlemelerine elverişli. Cezalar yeterli değil. Cezalar eşit, adil ve hızlı bir şekilde uygulanmıyor. Belli yasalara diğerlerine göre öncelik veriliyor.

Bu nedenle suçlular suç işleme cüretini gösterebiliyorlar. Toplumda belli kimlikler aşağılık olarak görülüyor. Korunmuyorlar ve dolayısıyla onlara saldırmak daha kolay oluyor.

Ekonomik bir çöküntü var ve bu... insanların psikolojisini bozup suça daha eğilimli hale getiriyor. Bunların sayısını arttırabilirim. İşte bunları da gelişimsel nedenler olarak düşünebiliriz. Suçlunun değil ama suç dediğimiz kavramın gelişimini kastediyorum burada.

Ve fark edebileceğiniz gibi bunların hepsi direkt olarak yasa yapımını, yani politikayı ilgilendiren nedenler. Dolayısıyla bir ülkede sistematik bir suç işleniyorsa, bunun sebebi politik olmak zorunda. Başka yolu yok.

Bakın. Daha iyi anlaşılması adına Türkiye'de neyse ki çok daha az görülen bir örnek vereyim. Amerika'da zırt pırt psikoloji sorunları olan marjinalize edilmiş tipler okulları basıp her yıl onlarca hatta yüzlerce öğrenciyi katlediyorlar. Bunun sebeplerinden başlıcası Amerika'da silaha erişimin çok kolay olması ve silah alışverişi konusunda. ...yeterli denetimlerin olmaması.

Ama ülke bu konuda bir yasa geçirmekte aşırı zorlanıyor. Çünkü anayasalarının ikinci ek maddesi......vatandaşlara zorbalığa karşı silahlı milisler kurma hakkını veriyor. Ve bu yıllar yılı silahlanma hakkı olarak yorumlanmış.

O nedenle birçok eyalette bizdeki Migros'a veya BİM'e gider gibi......Walmart'a gidip tüfekler, tabancalar, bilmem neler alabiliyorsunuz. Sonra da bunun yasak olduğu eyaletlere geçmenize engel olan... yasalar hariç hiçbir şey olmuyor. Keza bu şekilde silah alamadığınız birçok yerde de silah sahibi olan vatandaşlara gidip onlardan silah alabiliyorsunuz.

Aşırı basit. Ama işte anayasayı ihlal eden bir yasa geçirmek mümkün olmadığı için 10 yıllardır bu problem giderek şiddetlenerek devam ediyor. Şimdi böyle bir problem nasıl politik olmaz? Aynı şey Türkiye'deki problemlerin de ezici çoğunluğu için geçerli.

Son olarak Bir neden seviyesi daha var, onu da atlamayalım. İnsanlar suç işliyorlar, çünkü tarih boyunca suç olarak görülmemiş birçok davranış, insanlara ve atalarına, kaynaklarını koruma, kendilerini tehditlere karşı koruma, rakiplerini eleme gibi birçok avantaj sağladı. Eğer dağ başında, mağaralarda, medeni olmayan bir şekilde yaşıyor olsaydık, bu durum halen geçerli olacaktı. Ama biz, sosyal hayvanlar olarak bir medeniyet inşa ettik.

Koyduğumuz ve asırlar boyu evrimleşen yasalarla bu tip bireysel açıdan avantajlı ama toplumsal açıdan problemli davranışları düzenleyerek daha harmoni içinde yaşayabileceğimiz sistemler inşa ettik. Bugünlere gelebilmemizi büyük oranda bu yasal düzenlemelere borçluyuz. Kusursuzlar mı? Elbette hayır. Değişmeye tamamen açıklar ve çok fazla hata yapıyorlar.

Ama onlar olmadan bu kadar büyük bir şey yok. popülasyonların idare edilmesi ve düzenlenmesi imkansız. Şimdi çok kritik bir noktayı fark etmenizi istiyorum. Sosyal medyada, televizyonlarda, sağda solda ülkemizdeki problemlerin çözümüyle ilgili kavgalara şöyle bir bakın. Net olarak göreceksiniz ki hepsinin temelinde bu dört farklı izah seviyesinden birini diğerlerinden daha üstün görenlerin başka bir tanesini diğerlerinden daha üstün görenlerle anlaşamamasından kaynaklanıyor.

Aslında birçok durumda tarafların hepsi az çok haklılar. Biri diyor ki bu hasta beyinle insanları tedavi edersek veya erkenden yakalarsak bu sorunu çözeriz. Diğeri diyor ki hayır efendim bu hastalıklı politik ve veya ekonomik sistemi ortadan kaldırmamız gerekir.

Öbürü diyor ki silahlara erişimi kısıtlandıralım. Öteki diyor ki suç işlemenin kişiye getirebildiği kazançları hedef alalım, cezaları şiddetlendirelim. Bunların hepsi kendince çeşitli seviyelerde haklı çözümler. Ama hangisini önceleyeceğimizde anlaşamadığımızda günlerce ve haftalarca süren bomboş tartışmalara takılıp kalıyoruz.

E Türkiye gibi balık hafızalı yerlerde 3 günde bir gündemi sarsacak yeni bir şeyler olduğu için hiçbir olaydan ders alamadan bir sonraki olayın kucağını... ...düşüyoruz. Depreme hazırlanacaktık, sokak köpeği problemini çözecektik, düzensiz göç sorununu çözecektik. Ne oldu onlara?

Uçtu gitti. Kısır bir döngü halinde günden bizi hangi probleme iterse ona geçiyoruz. Bu kaçıncı kadına şiddete son döngüsü bir düşünsenize.

Sayabileniniz var mı? Mesela Emine Bulut'u hatırlıyor musunuz? Fatma Şengül'ü, Şule Çet'i, Özgecan Aslan'ı, Ferdane Çöl'ü, Esin Güneş'i, Münevver Karabulut'u, Gül Dünya Töreni.

Her birkaç ayda veya senede bir berbat bir olay oluyor. Herkes güya ayağa kalkıyor. Sonra gündem hop bir sonraki çatışma, bir sonraki kriz, bir sonraki siyasi laf dalışı, bir sonraki seçim, bir sonraki maç oluyor.

Bu yöntemle bir yere varamayız. Bakın arkadaşlar şapkamızı önümüze koyup şunu kabullenmemiz lazım. Biz rasyonel bir toplum değiliz. Biz duygusal bir toplumuz. Ahmet Aslan hocamız bir adım daha öteye götürüp...

bizim bir toplum olma seviyesine bile ulaşamadığımızı söylüyor. Ama burada o kadarına girmeyeceğim. Sadece şunu söyleyebilirim. Biz sorunlarımıza rasyonel olarak yaklaşmayı öğrenemezsek, problemlerimizi aklımıza gelen ilk çözümlerle ortadan kaldırıvermeye çalışırsak, bilimi toplumumuzun merkezi düşünce sistemi haline getiremezsek, burnumuzu bu çukurdan asla çıkaramayız.

Çünkü düşünsenize, bilim bize şunu yaparsan şöyle şöyle şöyle sonuçlar alırsın, Yok bunu yaparsan böyle böyle böyle sonuçlar alırsın diyebilecek kadar isabetli bir mekanizma. Kusursuz mu? Hayır elbette değil.

Ama elimizde var olan açık ara farkla en büyük problem çözme yöntemi bu. Yahu bu sistem çalışıyor. Beni şu anda binlerce kilometre öteden cam berraklığında izleyebiliyorsanız, 30 yaşında ölmüyorsanız, kaputunun altında kontrollü bir patlama yaşanan bir metal yığınıyla evinize, işinize, okulunuza gidebiliyorsanız, bilim çalışıyor. Bunu kullanmayı öğrenmemiz lazım. Ha, şunu da net olarak söyleyeyim.

Videolarımda bunu sık sık vurguluyorum ama yine de. Bilim sadece doğa bilimlerinden ibaret değil. Şimdi bu videoda biyolojik bir prensibi sosyal bilimlerin sahasına uyguladım diye kızanlar elbette olacaktır.

Kızmasınlar. Ben burada evrim ağacı kitlesinin daha aşina olduğu biçimde... misalen bu açıdan anlatıyorum.

Tabii ki sosyal bilimler doğa bilimlerinin metotlarını takip etmek zorunda değil. Hatta edemediği durumlar daha baskın olacaktır. Ama sonuçta bilim, var olan veri setlerini izah edebilecek teoriler geliştirme, böylece olguların nedenlerini anlama ve bu teorileri sürekli sınayıp geliştirme işi.

Bu öz, bilimin tipinden tamamen bağımsız ve toplumsal problemleri her aşamada etkili ve verimli bir şekilde çözmek için her alandan uzmanlığa ihtiyacımız var. Bunların birbiriyle kavgası değil, birbiriyle çalışması bizi ileri götürecek. O nedenle bu farklı disiplinleri daha çok bir araya getirecek enstitüler kurmamız ve buralardan çıkacak raporları politika haline getirmemiz gerekiyor.

Bilim ve felsefe attığımız her adıma yön vermeli. Ve son olarak görebileceğiniz gibi burada bahsettiğim türden farklı neden seviyelerini anlamayı öğrenmek zorundayız. Bu sadece birbirimizle yok yere kavga etmeyi kesmemiz açısından önemli değil. Aynı zamanda problemlerimizin çözümü nedenleri doğru teşhis etmeye dayanıyor.

Kök nedenleri doğru teşhis edip çalıştığı bilimsel olarak ispatlanabilir yollarla engelleyemezsek Türk milleti olarak aşina olduğumuz üzere kendimizi anca facialar sonrasında diz döverken buluruz. Bak 99 depreminden 2023 depremine kadar ne öğrenmişiz? Hiç. Koca bir sıfır.

Yahu 24 yıl sonra gelen ikinci deprem daha çok can aldı, daha az bile değil. Şaka gibi. İşte bu nedenle biz evrim ağacında öyle çok fazla gündeme odaklanmıyoruz. Gündem semptomdur. Gündemi kovalamak, sebepleri anlamakla karıştırılmamalı.

Sebepler çok daha derin, çok daha temelde. Onları idrak etmek ve rasyonel çözümlerle ortadan kaldırmak gerekiyor. O nedenle burada size kendi beyanlarımız yoluyla ne düşünmeniz gerektiğini asla söylemiyoruz.

Yorumlarda bize bu yönde müthiş baskılar yapılıyor olsa da gündem yorumunu bizden beklemeyin. Onu yapan bir dolu yorumcu zaten var. Onları takip edin.

Bize etrafımızda olan biten şeylerin nasıl çalıştığını... anlamak için gelin. Sebepleri anlamak için.

Biz zaten toplumsal problemlerinizin nedenlerini bu kanalda bir bir anlatıyoruz. Mesela açın bakın ta 2021'de yayınladığımız sosyal kimlik teorisi videosunda neler anlatmışız. Açın bakın yine 2021'de yayınladığımız Squid Game sosyal darwinizm videosunda neler anlatmışız.

Sokrates demokrasiden neden nefret etti videosunda. Beklenen büyük İstanbul depremi videosunda neler anlatmışız. Açın bir bakın. Videolar yet... Gitmiyor mu?

Gidin Evrim Ağacı Org'a sitemizi okuyun. Orada bir derya bilgi var. Biz burada size bir şeyleri o şey daha gün... Gündem olmadan nasıl daha sağlıklı, rasyonel ve objektif düşünebileceğinizi anlatmaya çalışıyoruz. Sonra siz zaten spesifik gündem maddeleriyle ilgili olarak kendi doğrularınıza ulaşacaksınız.

Ve o doğrular sırf bilimsel düşüncenin sistematik ve kendini yanlışlamaya açık olan dürüst doğası sayesinde gerçeklere çok daha yakın olacak. Bizim işimiz bilimi öğretmek, gündem yorum yapmak değil. Gündem kafayı bulandırır, duygusal taraflarımızı oynar.

Bize... akıl lazım, sakin kafa lazım, hesaplı ve akıllıca atılan etkileri uzun yıllar devam edecek adımlar lazım. İşte böyle.

Aklımızı başımıza almazsak belki tarih sahnesinden silinmeyeceğiz ama tarihteki yerimizi ve önemimizi çok hızlı bir şekilde yitirebiliriz. Hem boşverin tarihi falan. Biz Türkler de bütün insanlar gibi adil, kaliteli, mutlu, huzurlu, özgür hayatlar yaşamayı hak ediyoruz.

Sonuna kadar, sırf bu nedenle bile kendimize ve gidişata bir çeki düzen vermemiz şart. Sürekli bölünüyoruz, sürekli kavga ediyoruz, sürekli mutsuzuz, sürekli öfkeliyiz. Böyle çok uzağa gidemeyiz.

Umarım bu video üzerine düşünebileceğiniz yeni bir şeyler vermiştir. Veya en azından zaten düşündüğünüz şeyleri zihninizde biraz daha iyi berraklaştırıp kategorize edebilmenizi sağlamıştır. Eğer bu videoyu beğendiyseniz, kültürün nasıl evrimleştiği ile ilgili bu videomuzda...

mutlaka izleyin derim. Bir sonraki videoda görüşmek üzere. Hoşçakalın.