İnşallah başlayabiliriz. Canlı yayınlayabilirsiniz. Hoş geldiniz, sefa getirdiniz sevgili arkadaşlar. Şimdi bu akşam sizlerle aslında bir süredir planladığım ama konuşamadığımız derslerde birazcık malum bu kış girişi yoğunluğundan biraz da hastalıktan kusuruma bakmayın ne olur hakkınızı helal edin.
Bugün şükür ve hamd meselesinin sırlarından biraz bahsedeceğiz. Şükretmek ve hamd etmenin neler olduğunu, nasıl olması gerektiğini konuşacağız bu akşam inşallah sizlerle. Ve tabii sizden sonra grubumuza girip de bu dersi alan şu anda bizimle birlikte olamayan arkadaşlarımıza sonra kayıttan inşallah bizlerle olacağız. Anlam ve aralarındaki farklardan başlayarak ilerleyelim isterseniz. Hamd sözcüğü...
Bir ihsana karşı kalbin şükür duygularıyla dolması ve o ihsan sahibini tazim etmesi anlamında kullanılır. Yani aslında hamd şükür kavramına göre çok daha büyük bir kavramı içerir. Çünkü insanlar sevdiklerine, büyüklerine dualarında bile şükredebilirler ama hamd... sadece Allah'a karşı kullanılan bir sözcüktür.
Sadece Allah için kullanılabilir. Hamd ile şükür ilişkisi bir umum ve bir husus olarak özetlenebilir aslında. Yani her şey şükür, aynı zamanda bir hamddır. Yani her şükür bir hamddır.
Ne zaman şükür etsek o şükrün kendisi aynı zamanda hamd etmek demektir. Ancak hamd etmek bir şükür etmek demek değildir. Hamd biz bütün mahlukata yapılan...
ikram ve izzetleri Allah'a takdim etmek ve teşekkür etmektir. Şükürse daha özel olarak, daha hususi olarak bize yapılan ikramlara karşılık gelen bir şeydir. Yani bize verilen bir şeye karşı şükrediyoruz ama her şey için hamd ediyoruz. Hamd ona göre çok büyük bir noktadadır.
Bunu bilmemiz gerekiyor özellikle. Şükür ondan daha özel bir kavramdır, daha özel bir teşekkür şeklidir. Bu nedenle şükür kelimesi hamdın yerini tutmaz. Hamd geniş bir kavrama sahiptir.
Bu önemli. Kur'an'ın, alimlerin de eşiğiyle Kur'an'ın hülasası derler Fatiha suresine. Yani Kur'an'ın tamamını içerecek bir itiraf potansiyeline sahip anlamında.
Kur'an'ın hülasası olan Fatiha Suresi, alemlerin Rabbine hamd ile başlar. Biliyorsunuz alemlerin Rabbine hamd ederek başlatır bizi. Demek ki alemlerin terbiye edilmeleri, insan için bir ihsan, bir ikramdır ve ona Rabbinin büyük bir lütfunu ifade eder.
Burada ihsan ne demektir? Burada ihsan neydi dostlar? Her şeyin içindeki var olan Allah'ı alır.
anlama gayretimizdir. Anlamanın kendisidir. Varoluşunun kendisi demektir.
Yani tek başına bir insan her gördüğü şeyde Allah'ı arayabilir ve bulabilir. Zaten bunun küçük bir kısmına da bizim seyri sülük yolculuğumuz dediğimiz tekamül hayatımızdaki takva sürecinde yani Allah'ın yolunda gitme sürecinde karşılaşırız. İhsan denilen meseleye.
Ama her zaman bu. Kendimizi bu ihsan kavramının içinde tutmayız. Biz insanlar biraz böbürlenen canlılar olduğumuz için bazen ne olur?
Kazandığımız, yaşadığımız, hissettiğimiz şeylerin bizim olduğunu düşünürüz. Oysa Yüce Allah malik-i mülk olarak bütün olanların, bütün verilenlerin ve verilmeyenlerin ve olmayanların da sahibidir. Yani sadece varlığın değil, var olmayışında sahibi Yüce Allah'tır.
Yani bunun en güzel örneği yoldur. Bir yol var, biri A tarafına gidiyor, biri B tarafına. Sen beni seçerken Allah'ın oldurduğu tarafa gittin. Seçmediğin Allah'ın oldurmadığı oluyor ama her ikisi de yaratılmıştır. Her ikisi de Allah'ın lütfuna dahildir.
Kur'an-ı Kerim'in Rabbül Alemine hamd ile başlayıp Rabbün Nasa'ya sığınmakla son bulması çok manidar bir şey. Rabbül Alem'in nedir? Bütün...
alemlerin terbiye edicisidir. Buradaki terbiyeyi biz insanı bir farklı olarak düşünmeyelim. Yani işte buradaki terbiye ne kurabiyeye nedir o yumurta sarısı sürüp terbiye etmedir ne de annenin evladını terbiye etmesidir. Buradaki terbiye sistemin disipline sahip hale gelmemizdir. Bunun için gayret edilmesidir.
Burada Allah bizi terbiye eder mi? Allah Bizim terbiye olmamız için bize aracılarını verir. Yoksa şöyle yapsa eder ki ettiği de olur Allah korusun bir dert verir.
İnsan bin pişman olur yaptığını yapacağını, yaşadığını, yaşayacağını. Allah düşmanımıza bile vermesin dediğimiz türdendir bunlar. Ancak bununla birlikte Yüce Allah bize tabii ki terbiyeyi vermek için aracılar sunar. Tıpkı Kur'an-ı Kerim gibi kendi söylemi...
Kendi satırlarıyla bize kendisi aracı olur. Ama Kur'an nedir? Kur'an yol gösteren, yön veren bir kılavuzdur. Hazreti Peygamber nedir?
Onu bize tebliğ eden, Allah'ı bize anlatan, İslam'ı bize gösteren, bu yolculuk bir gemide yaşanıyorsa onun kaptanıdır. Dolayısıyla sadece bize tebligatı yapıp bu gemiyi doğru götürmekle sorumludur. O yeminin içinde, bizim ne ahval içinde olduğumuz Hazreti Peygamber'in Allah umurundadır ama sorumluluğunda değildir. Yani ben kötü oldum diye Hz.
Peygamber'e bir şey olmaz. O tepligat memurluğunu yapar, Allah'ın bize iletmek istediğini iletir ve hepsi bu kadar. Zaten bunu da Yüce Allah birçok ayetinde çok net bir şekilde bize anlatır Hz.
Peygamber'in meselesini. Rabbün Nas da, az önce Rabbül Alemin demiştik yani bütün alemlerin terbiye edicisi. Böyle başlardı. Rabbül Alemin diye başlar Kur'an-ı Kerim.
Rabbünnas ile biter biliyorsunuz Nas suresi. Rabbünnas da insanlık bütün organlarıyla, bütün duygularıyla terbiye eden Allah'tır. Yani burada Rabbünnas dediğimiz şey de bizi bizden önce şekle sokmuş olan Allah'ın yetkilerinden bahseder.
Biri bu şekli verdikten Allah'a dönünceye kadar olan dönemi içerir. Bir diğeri bu şekli bize vermeden önce bize yaptığı hazırlığı içerir. Yani aslında neye benziyor bunu biliyor musunuz? Makrokozmos dediğimiz meseleyle hücrelere kadar inen mikrokozmos hikayesine benziyor. Bu kavramların da sahibi hatırlanacağı gibi Hawkins ya da Einstein değildir.
Bu kavramların sahibi İbn-ül Arabidir. bin yıl kadar önce makrokozmos ve mikrokozmosun benzerliğini bize hiçbir hücreyi görmeden anlatandır. Yani bu çağda mucit olmak da kolaydır.
MR'da bak elektro bilmem nesinde bak her şeyi gör üzerinde vıdı vıdı konuş. Ama bunların hiçbirini görmeden bir adam makrokozmosu ve onun bir prototipi olan ve her şeyden evvel yaratılmış ve hazırlanışımızın ana temeli olan ta hücre içine kadar bakıp mikrokozmosu anlatan adamdır. İşte burada Rabbünnas dediğimiz mesele öncesidir. Rabbül Alemin dediğimiz mesele sonrasıdır.
Sözcüklere takılmayın işte Rabbül Alemin, Rabbünnas diye sözcüklere. Sadece şunu bilelim. Bizim bütünlüklü iki parçamız var.
Bunlardan biri bu dünya ve ahiret parçasıdır. Bu iki numaradır. Kendi içinde iki ayrılıyor.
Yani tekamül hayatımızdır. Birinci tekamül hayatımız ölene kadar ve ikincisi... Bir de bundan öncesi var.
O da hazırlığımızdır. Yani ne zamandan itibaren? Allah'ın ol dediği andan itibaren bizim oluşumuz ve bu oluşumuzdan doğuşumuza kadar, tekamül başına gelişimize kadar ki ruhlar alemi diyebileceğimiz bölümdür.
İşte orası Rabbünnas, sonrası Rabbül Alemin olarak geçiyor tasavvufları İslam'da. Bu iki bölümü bilmemiz gerekiyor. Bugüne kadar belki... Başka derslerimde de size bu başlık altında anlatmadığım için biz tekamül yolculuğunu ikiye bölmüştük hatırlarsanız her zaman.
Doğduğumuzdan ölene kadar bir bölümü vardı ve ahiretteki hayatımız da ikinci bölümüydü. Tekamül iki bölümdeydi ama şimdi rahatlıkla bunu biliyorsunuz ki bir de Rabbünnas bölümü var. Yani doğmadan önceki halimiz, kalü beladaki Müslüman oluşumuz, yaratılışımız ve buraya gelmek için hak kazanışımız hep birlikte. Bir diğer ifadeyle tabii insanın Rabbi ancak alemleri terbiye eden bir zat olabilir. Neden?
Çünkü yarattığının üzerinde yetkisi vardır. Hani Yüce Allah'ın yaratmadığını, doğmadığını ve doğurmadığını anlatmak için böyle basit dünyevi örnekler veririz. Hatırlarsınız çok eski örneklerdir ama verelim bir kalemi düşünün demiştim her zaman. Neydi bu mesele?
Şimdi... Bu kalemi yaratan, diyelim ki benim. Nasıl bir şey? Ben kalem yapıcısıyım. Bu kalemi ben yaptım.
O zaman bu kalemle benim aramda bir sözleşme var. Nedir bu sözleşme, bu akit? İki maddeden oluşur.
Ben bu kalemin özelliklerine sahip değilim. Bundan üstünüm. İki, ben bu kalemin kurallarına sahip değilim. Mesela ben plastikten değilim.
Ben tükenen bir kalem değilim. Bittiği zaman işte bir ömrü olan vesaire vesaire bir kalem gibi bir şey değilim. Tıpkı evren gibi.
Evren de böyle. Evrende de nasıl bir unsur söz konusudur arkadaşlar. Yüce Allah da... Evrenin yaratıcısı olarak bu sözleşmenin iki maddesine sahiptir. Yani bir, evrenin kurallarına dahil değildir.
İki, evreni yarattığı için evrenden önce vardır. Ben de bundan önce vardım. Bunu ben yaptıysam bundan önce var olmam gerekiyor.
Allah da öyle. Evreni Allah yarattıysa Allah evrenden önce olması gerekendir. Evrenden önce olması gerekendir.
Ve evrenin kurallarına bağlı olmayandır, mesela mekana, mesela zamana bunlara bağlı olmayandır. Sürdürülebilirlik gibi, ahenk gibi, hareket gibi, yani nöron anlayışı gibi meselelere yüce Allah dahil değildir. İşte bu nedenle Rab dediğimiz kavram alemleri terbiye eden zat olabilir.
Ancak o olabilir. İşte insan bu tabloyu tefekkür ettiğinde, tefekkür neydi? İçine... Allah'ın değerlerini, İslam'ın değerlerini de koyarak bu bakış açısıyla düşünme meselesiydi.
Yani bu bahsettiğimiz tatlı o insan düşündüğünde ruh ve kalbi sonsuz bir minnet ve şükürle dolması gerekir. Çünkü Allah'a sonsuz hamd etmemiz gerekir. Tüm bu yapıların yaratıcısı olarak ve her şeyden önce var olarak hepimizin yaratıcısı olduğu için işte burada o hamd, Her şeye ve şükür kendim için Allah'a yakarışım, if kendimi ifade edişim, teşekkür ediş şeklim diye karşıma çıkabiliyor. İnsan başına gelen musibetten dolayı tıpkı ödüllendirilmiş gibi de şükür etmesi gerekiyor. Ayrıca her şükür bir hamd demektir demiştik.
Yani Allah'la irtibatımız değil arkadaşlar hamd ve şükür ilişkisinde. Onun bize yaptığı iyilikler, güzellikler, bizim kendimizi iyi hissetmemiz, kendimizi çok sevmemiz şudur budur değildir. Onunla aramızdaki ilişkilerin tamamı aslında bizim ona karşı olan sorumluluklarımızın sonucudur. İşte bu da bireysel olarak şükrü ve küresel hatta evrensel olarak hamdı dilimizden düşürmememiz gerekliliğinin sonucudur. Bize aslında temel olarak da biraz şükür ve hamd bunu anlatıyor.
Çünkü şükür etmek bir yandan da sabretmenin bir alameti olduğu gibi Allah'tan gelen her şeye razı olmanın da göstergesidir. Allah'tan gelen her şeye razı olmak. Bunun için çok güçlü deliller var.
Bu delillerden iki tanesi Kur'an-ı Kerim'de geçen delillerdir. Nedir bunlar? Kur'an-ı Kerim'de Biliriz ki cennetin kapıcısına bir isim verilmiştir ve bu cennetin kapıcısının ismi Rıdvan'dır. Rıdvan ne demektir? Rıdvan razı olan demektir.
Yani teslimiyet içinde olan Allah'ın verdiğini bakın iyi kötü dert tasamukluk ayırt etmeksizin Allah'ın verdiğini öpüp alnına koyan, başının üstünde gezdiren, şükreden ve hamd edenlerin adıdır Rıdvan. Yüce Allah bize bunu rastgele koymadı. Cennetin kapıcısının adıdır dedi.
Mesaj çok açık aslında. Ne diyor bize bu mesajında? Diyor ki hayatını rıtvana yakışır şekilde yani razı olanlar arasında yaşarsan, razı olan bir insan olarak yaşarsan geçeceğin kapının kapıcısı budur diyor.
Rıtvanın bulunduğu kapıdan geçeceksin. Yani cennetten, yani iyilikten, yani güzellikten, yani mutluluktan. Öte yandan bunu yapmazsan diyor nereden geçeceksin? Cehennemin kapıcısının önünden.
Cehennemin kapıcısının ismi de Kur'an bize malik olarak veriyor. Malik nedir? Mülkün sahibi. Yani dünyada sahip olduğumuz şeylere yönelirsek ve kendimizi bir şey zannedersek geçeceğimiz kapı belli.
Malik'in önünden geçeceğiz. Ama dünyada verilen her şeye rıza gösterir. Bundan dolayı... ve şükür içerisinde razı olursak geçeceğimiz kapı belli. O da rıtmanın önünden geçeceğiz.
Bu Kur'an'daki büyük delillerdendir. Bir diğer delil de dünyadaki delildir, dualarımızdır. Peygamberimizin öğrettiğidir.
Biz her duadan sonra amin deriz. Amin, emin demektir. Duamızın olup olmadığını bilmeksizin Allah'a güvenimizi tazelemek demektir. İnsan her amin dediğinde, amin yazdığında, amin duyduğunda, kalbinden geçirdiğinde, aklından geçirdiğinde Allah'a olan güvenini tazeler.
Allah'la arasındaki ilişkideki teslimiyetini günceller. Bu da aslında çok açık. bir gösterge olarak şükretmenin ve hamdın Allah'tan razı olmanın bir göstergesi olduğunu bilmemizdir.
Bu bakımdan gelen hastalıklara şükretmek de kulun Rabbine teslimiyetinin ve onun rızasından başka bir şeyi gözetmediğinin delilidir. İyiye de kötüye de. Yıllar yıllar önce çocuktum. Belki 15-16 yaşındaydım. Bir yatsı namazına gitmiştim.
Bir İsmail dayımız vardı. Allah rahmet eylesin onun içinde yatsın. Yani 30 sene belki 40 sene önce 35 sene önce falan kaybettik herhalde bunu. Oturduğum mahallenin camisi var.
Yiğitler Camii, Şehitler Camii diye bir cami. Yenişehir Camisi. Oraya gelirdi o da yatsı namazlarında bisikletiyle. Ben de oraya gelirdim.
80'lik bir ihtiyardı. Bir akşam nasılsın İsmail dayı dedim. Ve bana dedi ki Allah'ıma şükürler olsun kanser olmuşum oğlum dedi.
O kadar şaşırdım ki. Böylesi bir olumlu cümleyi bir kanser için çünkü bir de 35 sene önceyi düşünün. Kanser eşittir ölüm olarak hatırlanan bir dönem. Yani şimdi gene o kadar düşünülmez.
Bir varyasyon var, ilacı var, akıllı ilacı var, bilmem nesi var. Ama 35 sene önce kanser olan ölürdü. Biz böyle bilirdik en azından. Ve çok şükür Allah'a ki kanser olmuşum dedi.
Çok şaşırdım. Üzerinden günler geçti. İsmail amcayla bir cuma namazında diz dize oturduk.
Biraz sohbet etme şansımız oldu ama dedim ki nasıl bu kadar sakin duruyorsun? O da bana dedi ki gönderenin kim olduğunu biliyorum. Hakikaten bu bakış açısı inanılmaz bir meseledir.
Kaybettik pek tabii ki ağır bir, çok hızlı ilerleyen bir hastalıktı ve 3-4 ay içerisinde İsmail dayımızı kaybettik. Allah kanı gani, rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Ancak... Bir cümlesinden bakın ne kadar bir insanın teslimiyetinde Allah'a öldürücü bir hastalığa bile teşekkür edebileceğini gördük. Neden?
Çünkü bana bunu o gönderdi diyor. Onun bir bildiği vardır diyor. Vaktim bununla dolacak diyor.
Demek ki benim yolculuğumun sonunu böyle uygun gördü diyor. Kaderime diyor güzel Allah böyle güzel bir motif işledi diyor. Yani beni kendisi alacak.
Ve bunun kararını kendisi verecek. Yani buna ben karar verebilir miyim? Şahane bir bakış açısı değerli arkadaşlar. Şahane bir bakış açısı.
Yani bu biraz şey değil. Yani polyanacılık değil. Yani polyanayı hepimiz biliriz.
Yani polyana gerizekalı biriydi. Nasıl biriydi? Mutluluk ve iyiliğe her şeyi dönüştürmeye çalışan hasta kafalı bir çocuktu. Nereden biliyoruz?
Biz çocukken çok eğlendik. Aman polyana ne tatlı ne tatlı ama polyana... polyana sözcüğü psikolojide bir hastalık tanımıdır artık. Bu 30 yıldır böyledir. Dolayısıyla iyimser olmak başka bir şeydir.
Polyanacılık başka bir şeydir. Hastalıklı bir iyimserlikten bahsetmiyorum. Teslimiyetçi bir iyimserlikten bahsediyorum. Buradaki iyimserlik Allah'tır. Buradaki iyimserlik yaradanın ne gönderdiğini bilmek, algılamak, amelgame etmek ve anlatabilmek.
Bu bakımdan gelen hastalık dahil olumsuzluklara da... Şükretmek çok önemli. Alimler der ki şükretmekle hastalık artmaz, hastalıktan gelen ızdırap azalır.
Şükretmekle diyor hastalık artmaz, hastalıktan gelen ızdırap azalır. Bunun bir mantığı vardır. İnanın düşündüğümüzde bunun bir mantığı vardır.
Şimdi biraz ham ve şükürle ilgili şöyle. Kur'an ve genel İslam anlamında birkaç meseleden bahsederek ilerleyelim. Önce isterseniz hamdı ele alalım.
Hamd Kur'an-ı Kerim'de 43 defa geçer. 5 surede de birinci ayetin birinci kelimesidir. O yüzden bunu tekrar edelim.
Hamd büyük bir çatıdır. Rahman ve Rahim isimleri gibi. Rahim nedir?
Müslümanı kapsayan bir alandır. Rahman nedir? Bütün yaratılanı kapsar. Hamd da şükre göre böyle bir şey. Beş surede birinci ayetin birinci kelimesi olabilir.
Tabi tamamında hamd sadece Allah'adır. Ve ayetlerde başında da sonunda da dünyada da ahirette de hamd ona aittir ifadeleri geçer. Yani zamanı olmayan, mekanı olmayan o alanın tamamından dolayı hamd ediyoruz. Ve göklerde ve yerde olan her şeyin sahibi olan Allah'a hamd olsun. Hamd yine sadece Allah'a aittir ifadesi çok geçer.
Hamd sadece ve sadece Allah'a aittir diye bir ifade var ayrıca. Sadece Allah'a hamd ediniz diye bir ifade var. Bunlar çok önemli çünkü hamdın büyüklüğünü görüyoruz.
Sadece ona ait olduğu için. Bu yüzden hamd Rahman ismi gibi evrensel bir güç taşır. Ve tüm kainata ait bir meseledir. Kişisel bir övgü, şahsi bir dua etmiyoruz burada.
bütün kainatı kapsayan bir teşekkürün içindeyiz. Yani elhamdülillahi Rabbim alemin dediğimiz yaptığımız yerdeki gibi yani ne var ne yoksa kuşku duymaksızın ona ait olduğunu ve o büyüklükte bir teşekkür içerisinde olduğumuzun altını çizmek de aslında hamd diğer bir tarafından. Şükre baktığımızda ise onu küçümsemek için konuşmuyoruz tabii ki.
Elbette şükür muhtemelen. Muhteşem bir kavramdır. Ancak ve ancak hamdın evrensel niteliği boyutunda değildir.
Şükür bir teşekkürdür. Yine Allah'adır. Ancak daha şahsidir. Şükür yaratılış gayeleri arasında bir şeydir. Yani bizim yaratılma nedenlerimizden biri şükür etmemizdir.
Ayet burada diyor ki mesela bize siz diyor şükür eder ve Allah'a güvenirseniz Allah size neden azap etsin ki? Yine ayet diyor ki, şükür nasibi artırır, nankörlüğü daraltır. Yani bireysel anlamda bana gelene teşekkür etmek için şükür sözcüğünü kullanıyorum. Ancak biliyoruz ki şükür anne babaya da yapılır. Anneye de babaya da şükredebiliriz.
Yani ayette diyor ki Lokman suresinde anneye de babana da şükredin diye insana emrettik. Böyle bir ayetimiz var yani anneye de babaya da şükredin diyor. Bu önemli bir şey.
Yani biz şükrü insana da kullanabildik gördüğünüz gibi en azından ebeveynlerimize. Şimdi şükür ve hamd kavramları... ayrı ayrı değerlendirilebilirse yani birbirinden ayrı değerlendirsek de dilimizde yakın anlamda kullanılması ve manevi huzur bağlamında hedeflediğimiz amaçta ortak paydada bulunması sebebiyle bu iki kavram sanki tek başlık altında ele alınabiliyor gibi hissediyoruz.
Doğrudur. Yani biz hem hamd hem şükrü aynı anlamda kullanabilir Birbirine karıştırabilir, birbirinin yerini de zaman zaman kullanmış olabiliriz. Bunun hiçbir zararı, hiçbir günahı, hiçbir sakıncası yoktur.
Ama bilmek pek tabii ki daha iyidir. Hamd Allah'ın verdiği ve verecek gibi geçmiş ile gelecek arasında dolaşan bir sevinç durumu aslında. Şükür ise...
Allah'ın verdiği şeklinde gerçekleşmiş bir nimete ulaşma, mutluluğundan, zevkinden hasıl olan o mutluluğumuzu ilan etme şeklimiz. Yani bir tarafta olan, olmakta olan ve olacak olanın tamamını kapsıyor hamd. Her zamanı kapsıyor, her çağ, her dönemi, ahireti dahi kapsıyor. Ama şükür nedir?
yaşanmış ve gerçekleşmiş olanla sınırlıdır. Yani şükür olmamış olanı kapsamaz. Onu kapsayan şey hamd sözcüğüdür. Bu da önemli bir şey. Elmalılı, Elmalılı hamdi yazarı biliyorsunuz.
En iyi Türkçe meallerinden birinin yazarıdır ve Allah razı olsun Atatürk'ün talimatıyla yapılmıştır bu faaliyet. Elmalılı şükrün dille... Bedenle olmasının yanında kalple yapılan bir iş olduğunu söyler.
Yani sadece konuşarak değil, kalbimizle de şükredebiliriz diyor Elmalı'na. Diyor ki, o diyor, şükür ve hamd'ı yakın anlamlı olarak zikretmekle birlikte, yani bunu yapanlar, hamd'ın şüküre göre daha kapsamlı olduğunu da bilmelidirler. Yani ikisini de kullanabiliriz ama biz hamd'ın yerini artık bilmemiz gerekiyor.
Buna göre yine bir küçük tekrar olacaksa, hamd mesela bir iyilikten sonra olur. Yani... Ortada bir minnettarlık vardır ve bütün övgü manalarının içinde Allah'ı övme ihtiyacı içine gireriz.
Fakat bu iyiliğin hamd eden kişiye ulaşmış olması zorunlu değildir. Diğerlerinde ise bu şart bulunur. Yani şükür de dedik ya olmuş olması gerekiyor. Hamdda böyle bir şey yoktur.
Yani hamd bütün zamanları içeren bir biçimdedir. Tabi ikisinde de hak ve hakikat sevgisiyle... Yani gönlün sevinçle dolması ve bundan dolayı bir ahlaklanma olması ile beraber ham meselesinde sevinç ve arzu manası şükürde ise içten bağlılık manası bir araya getirir bu iki kavramı. Birinde sevincimiz var birinde o kuşkusuz bir gelecek kabulümüz var diğerinde ise olup bitmiş olanın. Bir bağlılığımız var.
Gördük, yaşadık çünkü onu. Tabii bunlar ayak olarak hamd ve şükür de asıl amacın nimeti veren Allah olduğunu vurgulamak gerekir. Yani yaşantımızın dikkat edersek bütün evrelerinde, ilk nefesimizden son nefesimize kadar aslında Allah'ın bize verdiği nimetlerden geçiyoruz.
Bu bir minnettarlık içeriyor. Gerçekleşmiş olanlara şükrediyoruz. Ve geçmişin bütün birikimleriyle, öğrendiklerimizle, şimdi de yaşadıklarımızla bunun devam edecek olmasına hamd ediyoruz.
Bunun sebebi ise insanın geçmişe değil, geleceğe meyilli olması nedeniyle. Onun da daha büyük bir şey olduğunu görüyoruz. Yani geçmişin değil de geleceğin daha büyük olduğunu da bize gösteriyor aslında bu. Bir yandan aslında Yüce Allah bize... Yolumuzu da anlatıyor yani neye daha bağımlı olmamız gerektiğini.
Bağımlılıktan kastım tabii bağlılıktır. Bir hastalık gibi bağımlılık değil. Burada örneğin hamdü sena olunan yani hamd edilen, övülen, övgüye layık bulunan hamid sözcüğü var. Hamid sözcüğü, hamid esması hamdü sena olunan demektir.
Hamd edilen demektir. Övülen, övgüye layık olan demektir. Çünkü Hamid ve Şekür esmaları var biliyorsunuz. Biri hamdı getirendir, biri şekürü getirendir. Şimdi Cenab-ı Hak buyuruyor ve diyor ki,''Odur ki onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip yayar.
O velidir, Hamid'dir.''diyor. İşte bu Kur'an'dan aldığımız hamd. sözcüğünün esmasının Allah'la bir olduğu, onun isminin olduğunu gördüğümüz kısmıdır.
Hamit, hamd edilmeyi hak eden, hamda layık olan demektir esmalarda. Diğer yandan şeküre baktığımızda ise az iyiliğe çok mükafat veren, rızası için yapılan iyilikleri fazlasıyla ve pek ziyadesiyle karşılık veren. Burada da Cenab-ı Hak buyurur ve der ki eğer Allah'a güzel bir borç verecek olursanız onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah şekürdür diyor, halimdir diyor. Burada da yine Kur'an-ı Kerim'den çıkan ki belli sayıdadır bunlar Allah'ın esmalarından biri olan şekür yani şükür ortaya çıkıyor.
Burada şükür, teşekkür etmek. İnsanlık kurallarına uyarak nankörlük etmekten vazgeçmek anlamında geliyor. Esma olarak söylememin nedenini ve önemini belirteyim size değerli dostlar. Şu önemlidir bu konuda esma meselesinde.
Allah'ın esmaları Hz. Peygamber'in hadislerinden, kutsi hadislerinden ve Kur'an-ı Kerim'in kendi metninden yani Allah'ın sözlerinden çıkar. Bir mikro... miktarı Kur'an-ı Kerim'den çıkar, diğer miktarı hadisi şeriflerden çıkar. Dolayısıyla Kur'an'da...
Esmaların çıkması kıymetlidir bizim için. Hadisler de aynı kıymetlidir. Ancak Kur'an'da çıkmasını önemseriz.
Ve burada bu ikisi de yani şükür ve hamd da yani hamit ve şükür sözcükleriyle iki Esma-ül Hüsna Kur'an-ı Kerim'den çıkar. Esma-ül Hüsna'ları önemsememizin bizim için mühim olmasının sebebi nedir? Çünkü esmalar Yüce Allah'ın sıfatlarını ortaya koyandır. Sorumluluk alanını ortaya koyandır.
Gücünü ve yetkilerini bize anlatandır. Bunun çerçevesini çizendir. Ancak bunun yanında evrensel ölçüde esmalar bütün evreni kuşatan bilgi birikimidir.
Hakikatin ard arda ulanmasıdır. Hiçbir bilgi esmaların dışında kalamaz. Her bilgi esma kapsamı içerisindedir. Bu yüzden hamd ve şükür anlatırken de bu iki büyük kavrama çünkü 99 tane isimden bahsediyoruz. Milyonlarca kavram var ama bakın hangi 99'u önemsemiş Yüce Allah bunu görüyoruz.
Bunlardan biri hamd, biri şükürmüş. Kendi ismiyle bize bunu vermiş. Bu da çok önemlidir.
Aslında bu iki sözcüğün Allah nezdinde ne kadar güçlü, ne kadar önemli bir alan kapsadığını da görüyoruz. Evet değerli dostlar, pazartesi akşamı haftaya başladığımız için birlikteydik. Katıldığınız için çok teşekkür ederim. Allah'a emanet olun.
Güzel bir hafta olsun inşallah hepimiz için. Haftaya pazartesi akşamı yine böyle sağlıkla hep birlikte buluşalım. Şimdi görüşmek üzere. Hoşçakalın.
İyi geceler. İyi geceler.