Transcript for:
Kıyamet ve Ölüm Üzerine Düşünceler

Aslında biz kendi kıyametimizi yaşıyoruz ölümümüzle beraber. Buna ilişkin bir hadis-i şerifi var. Efendimizmiz sallallahu aleyhi ve sellemin malumunuz. Efendimizmiz sallallahu aleyhi ve sellem dipnotta kaynağı verilen hadis-i şerifte kim ölürse onun kıyameti kopmuş demektir diyor. Yani bizim kendi kıyametimiz var ve bu bizim ölümümüz. Kim ölürse onun kıyameti kopmuş demektir. İşte bu hadis-i şerif rivayeti Biz uzak görsek de yani kıyameti uzak görsek de değerli dostlarım onu kendi ölümümüzle tanımladığımızda kıyamete ne kadar yakın olduğunu görüyoruz. Hatta Hoca Efendimiz'nin çok güzel bir sözü var. Omeyan da şöyle diyor. Kıyametin yakın olduğunu hemen herkes biliyor ama onun her gün bir parçasının koptuğunu bilmem idrak eden kaç kişi vardır diye soruyor Hoca Efendimiz. Kıyametin bir parçası... Her gün kopuyor aslında o büyük kıyametin de bir parçası kopuyor. Kendi hususi kıyametimizin de bir parçası kopuyor. Dolayısıyla bizim işte kıyamet senaryoları kıyamet koparsa biz ne yapacağız üzerine düşünüyoruz. Oysa sanki kıyamete kadar yaşayacakmışız gibi bir tavrımız var. Kendi kıyametimiz hususi kıyametimiz var ve o ölümümüz de kopuyor. Üstad şimdi bunun bir gaflet, bir his yanılgısı olduğunun altını çizdikten sonra şöyle diyor aklını başına al. Şimdi aklını başına al çok önemli bir uyarı öyle değil mi? Demek ki biz bir tevehümü ebediyet yani ebediyet yanılgısı içerisine bir his yanılgısı içerisine düştüğümüzde aklımız başımızda değil anlamına geliyor bu. Buna gaflet diyoruz. Gafleti bir uyku. Uyanıklıksa o gafletten uyanmak ve kendi durduğumuz yeri görebilmek meselesi. Buna da tasavvufta yakaza deniliyor. Yani bir uyanıklık hali ve nerede duruyorumu görebilmek. O nerede duruyorum ölçümünü de bekaya nispeten, ahiret hayatına nispeten yapıyoruz. Şimdi öyleyse ne olması gerekiyor? Aklını başına al. Sen ve hususi dünyan... Daimi zeval ve fena darbesine maruzsunuz. İşte Hoca Efendimiz'nin altını çizdiği şey bu. Her an bir parçası kopuyor kıyametimizin. Hususi kıyametimizin de umumi kıyametinde her an bir parçası kopuyor. Çünkü ben, benim özel hayatım, hususi dünyam daimi bir zeval ve fena darbesine maruzsunuz. Sürekli bir fanilik, zeval darbesi yiyoruz. Senin bu galatı hissin ve mugalatan şu misale benzer değil. Üstad bu his yanılmasının neye benzediğini bize anlatıyor. Çok etkileyici bir örnek veriyor. Çok etkileyici bir benzetme kullanıyor üstadımız burada. Bir adam düşünün elinde de bir ayna var. O aynayı kendi evine, bahçeye ya da bir şehre karşı tuttuğunu düşünün. O aynayı ne oluyor? O küçücük aynanın içerisine bir şehir aksediyor, bir bahçe. Bahçe aksediyor ya da bir ev aksediyor ve sen olsun yani elindeki aynayı bir bahçeye, bir şehre, bir haneye tutan adamsın. Şimdi ne olur? Bir ayna var ve onun içerisinde bir şehir görüntüsü var. O aynayı küçücük bir darbe alsa, o adi aynanın üzerinde küçük bir tagayur yani bir değişim, bir dönüşüm olsa, o aynayı boyasanız, o aynayı kırsanız, O ayna üzerinde bir takım değişimler olsa yani aynanın sırrı dökülse, efendim o ayna kırılsa ne olur? O içerisinde görünen görüntüde ne kadar büyük bir tahribat olur öyle değil mi? Edna bir hareket o küçük bir tegayürle o ayna ne olur? O hane, o şehir, bahçe her cümerç olur, perişan olur, darmadağın olur. İşte senin küçük kıyametin, senin ölümünle kopacak olan kıyametin bu. Hariçteki evde, hariçteki diyelim ki aynada oldu o tahribat. Ama evde bir tahribat yok, ama bahçede bir tahribat yok, ama şehirde bir tahribat yok. Sana bir faydası var mı? İşte senin aynan kırılmış, işte senin aynanın sırrı dökülmüş, işte senin aynanın rengi bozulmuş. Hadiç'teki hakiki hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fayda etmez. Çünkü senin elindeki ayna, hane, sana ait şehir, bahçe yalnız aynanın sana verdiği o akisle, o mizanla mümkün. Ne oluyor? İşte senin şehrin bu, bu ayna senin şehrin, bu senin halen bu, senin bahçen bu, bu kırıldığı bu darmadağın olduğu zaman işte o şehir yerindeymiş, sabitmiş, o bahçeye bir şey olmamış, senin aynan bozulmuş. Sana hiçbir faydası yok çünkü senin şehrin bu, ayna, senin bahçen bu, senin dünyan bu, senin evin bu, senin hayatın ömrünü aynadan ibaret. Üstad diyordu ya hani şu alemin içerisinde senin hususi bir alemin var. Bu dünyanın içerisinde senin hususi bir dünyan var. Ve o alemin dış alemin rengini senin hususi alemin belirliyor. Ne oluyor? Sen hüzünlü olduğun zamansan, kederli olduğun zamansan, yıkılmış olduğun zaman dünyanın ayakta duruyor oluşu senin için bir şey ifade etmiyor. Senin dünyanın rengi neyse o alemin rengi de o oluyor. Öyleyse... Senin hayatın ve ömrün o aynadan ibaret. Ama küçücük bir darbeyle kırılıveriyor, yıkılıveriyor işte. Senin dünyanın direği, aynası, merkezi senin ömrün, senin hayatın. Sen bir aynadan ibaretsin. İşte alemin içerisinde küçük bir alemsin. Şu dünyanın içerisinde senin küçük bir dünyan var. Ve senin dünyanın direği, aynası, merkezi senin ömrün, senin hayatın. Her dakikada o hane, o şehir, o bahçe ölüyor. Her dakika ölüyor. Kıyameti kopuyor. Her dakika o kıyametin bir parçası kopuyor. Ve muhtemel değil mi senin ölümün? Her dakika muhtemel. Eğer öyleyse bu muhtemel oluş üzerinden her dakika senin başına bir kıyametin yıkılması mümkün. Senin kıyametin kopacak öyle bir durumda. yaşıyorsun. Her an, her dakika kıyamet başına kopacak. Çünkü sen öleceksin ihtimaliyle yaşıyorsun. Madem öyle, senin bu hayatına ve dünyana çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükleme diyor Bediüzzaman Hazretleri. Bağladığı yere dikkat edin bakın. Madem böyle, o küçücük bir ayna, senin hayatın bundan ibaret, öyleyse ona kaldıramayacağı bir yükü yükleme. Ona çekemeyeceği bir yükü yükleme. Yani o aynada küçücük bir değişim bütün şehri bozuyorsa, onu akseden bütün bir şehri, bütün bir manayı tahrip ediyorsa, böyleyse aynanın parlak olmasına dikkat et. Böyleyse onun tahir olmamasına dikkat et, onun bozulmamasına dikkat et. Senin hayatın o çünkü ve hariçteki hayatın rengini, suretini, desenini de o belirliyor. Senin aynan kırıldıktan sonra hariçteki alem ayakta durmuş ne önemi var?