Şunu iddia ediyorum, bugün buradan çıkayım, Arda Türkmen olarak değil ama Arda olarak pazara çıkayım limon satmak için, herkesten iyi satarım ben onu. Hakkaniyetli yoldan çalışmak adına gerekirse denizadalar kum çıkarırım, gerekirse uzaya gider taş toplarım. Benim hayat mottom budur. Hiçbir işten erinmem, hiçbir işten de bocundam. Üniversite yıllarında çalışıp biriktirdiğim paranın tamamını kaybettim.
Biddi anlamda parasız kaldım. Bence şans cesur olan insanlara daha bir aşıktır. Evde oturup camdan dışarı bakıp... güzel bir hayatım olsun diye hayal edeceğine evden dışarı çıkıp o güzel hayat için savaşman ve mücadele etmen lazım.
Kayıtta mıyız? Evet. 1975 İstanbul doğumluyum.
Keyifli bir ailedeydim. Sokakta büyüyen bir çocuk olduğum için mutlu bir çocukluk geçirdim. Yani hayatım sadece böyle lay laylom olmadığını çok erken yaşta gördüm.
14-15 yaşında bütün arkadaşlarım yazları sabahtan akşama kadar işte denize gir, top oyna, onu yap bunu yap yaparken ben tutturdum otelde çalışacağım, birazcık mesleği öğreneceğim diye. Tam Taksim'in göbeğinde yani o büfelerin karşısında işe başladım. Sonra o otelin değişik departmanlarında çalıştım.
E tabi mutfakta da yolum kesişecekti. Orada çalıştım ve öyle de devam ettirdim. Para kazanmak iyi bir motivasyon ama para hayattaki her şey değil. Çünkü orada çalışırken benim 264 lira yol param vardı.
Ve ben 256 lira stajyer maaşı alıyordum. Ama orada çok ciddi bir tecrübe ve bu sektörle ilgili bir şey öğrendim. En azından benim için ilk adım oldu. O yıllarda PowerFM'de çalışmaya başladım.
Orada da mesela çok şey öğrendim. Ben o dönemlerde bir sürü iş yaptım ya. Her yaz bir yerde çalışıyordum yani. Alıkilim sattım, transfer yaptım, otelde çalıştım, tıbbi ilaç, tıbbi ampul fabrikasında tercümanlık yaptım mesela. O biriktirdiğim paralar bana iş hayatında da aslında ne kadar parayı doğru yönetmem gerektiğini öğreten ilk adımlardı.
Sonra üniversite yılları başladı. Üniversite yılları benim girişimcilik için çok... Hevesli olduğum yıllarda bir şeyler yapmak istiyordum Farklı bir şeyler Ailemle en azından parası olarak bağlantımı kesmem lazım Ve bu hayatımı kazanmam lazım Üniversitede önce tur yaparak para kazanmaya başladım Sonra organizasyonlar yapmaya başladık Ve çok başarılı işler yaptık Yani sanatçılı, müzikli organizasyonlar Partiler, festivaller düzenlemeye başladım Sonra yılbaşı organizasyonları yaptık Aynı zamanda bar işletmeye başladık Sonra bir gün bir kebapçıda yemek yerken Ya bu bizim üniversitenin öğrencileri servis ihtiyacı duyuyor ama doğru dürüst bir servis hizmeti yok.
Üniversitenin servis taşımacılığını yapmaya başladım. Bir gün şoför gelmedi, atladım minibüse. Bayağı etiler servisini yaptım. Bir alacak verecek meselesinden dolayı çalıştığımız otellerden bir tanesiyle. Otelin sahibi bize dedi ki bu aramızdaki alacak verecek açık hesabı ben bir şekilde kapatacağım.
Size dedi barın işletmesini vereceğim. 23 yaşındayız, nasıl bar işleteceğiz dedim yani. Yaparsınız dedi.
Çok yüksek bir para karşılığında barın işletmesini devraldık. Ertesi sabah imzayı alacağız diye ayrıldık. Sabah 6'da telefonum çaldı, annem arıyordu.
Maalesef babanı kaybettik dedi, çok erken bir yaşta. Atladım İstanbul'a, bittim. İstanbul'da yapmam gereken bütün işleri, aileyi bir arada tutmak için elimden geldiği kadar yaptım. Ve bir ay zarfında bütün işleri toplayıp tekrar Uludağ'a döndüm.
Arkadaşlarımla beraber kolları sıvadık, daldık ve iki ay gece gündüz çalışarak... Bu dükkanı işler bir hale getirdik, paramızı da çıkarttık. Yiyecek içecek sektörüne merak ve ilgi duymamı sağlayan ana kriterlerden bir tanesiydi babam.
Çünkü Divan Oteli'nin yiyecek içecek müdürüydü. Böyle bir zamansız kayıp tabii beni bir anda boşluğa düşürdü. Ama hayatta hep şunu düşünürüm ben, nasıl karla zarar ortaksa ölümle yaşam ortak.
Ve yaşadığın kadar bir gün öldüğünde de hayatın bir şekilde devam edeceğini sen ya da sevdiklerin için biliyor olman lazım. Bu süreci atlatmamda bu düşünce çok faydalı oldu. Bu da... En çaresiz hissettiğin zamanlarda bile eğer hayatta sebat etmeyi öğreniyorsan bir çıkış yılı olduğunu, biraz daha nefesini tutarak o ince buzu kırıp o ihtiyacın olan nefese ulaşabildiğini düşündüm ben hep.
Çok zor zamanlar geçirdim. Para biriktirmeyi başarmıştım. Dedim ki artık istediğim şeyleri yapmanın zamanı geldi ve yeniden yiyecek içecek sektörüne dalacağım. 25-26 yaşlarında Antalya'da bir restoran açma fikriyle hayata girdik. Çok güzel bir dükkandı.
400 metrekare bahçesi olan. Denizli sıfır, iki kat. Şahane bir yer. 2001 senesinde daha İstanbul'da bir tane Starbucks bile yokken Antalya'da bir kahve dükkanı açmaya karar verdik. Kahve dükkanını açtık.
Batmamız 6 ay sürdü. Fikri ne kadar yaratıcı olursa olsun öncelikle bu fikri satmaya çalışacağın, pazarlayacağın insan. ...bunu almaya hazır olması lazım. O dönem kimse güne kahve içmeden başlayamam gibi düşünmüyordu açıkçası.
Ben Antalya'da bir laf öğrendim bu işte batarken. Bana dediler ki, Arda, al eve yakın olandır. Eğer avlanmak için çok uzaklara gidersen o avı geri getirirken ya yolda elinden alırlar ya sen mundar edersin. Avcı diye gittik av olduk geri geldik.
Üniversite yıllarında çalışıp biriktirdiğim paranın tamamını kaybettim ciddi anlamda. Parasız kaldım. Ne yapacağımı bilmez hıziyetteydim.
3 aylık bir depresyon sürecim oldu açıkçası. Bazı insanlar bakar, bazı insanlar verir. Hepimiz aynı yere bakarız, hepimiz farklı şeyler görürüz.
Rahmetli babamdan kalan şeyleri incelerken şunu gördüm. Oteller yaklaşık 20 yıldır aynı menüleri satıp duruyorlar. İtite köfte, çiçek, sosis, ızgara şu bu, cips, çerez, kredite bu. Dedim ki ya burada çünkü...
ciddi bir boşluk var. Ben sürüden ayrılmadan farklılaşabilirim. Askere gittim.
Düşünecek çok vaktim oldu. Hayatı sorgulayıp her şeyi isyan etmek yerine acaba ben buradan nasıl çıkabilirim diye düşündüm. Döndüğümün altıncı günü şirketi kurmaya karar verdim.
O şirketin adı Roka'ydı. Tehrantepe'de bir binanın ikinci katında belediye ruhsatını da alarak Roka'yı kurduk. Bir davet şirketiydi Roka. İlk işim bin kişilik bir davet. Ve işi hakkıyla yaptım.
Banka hesabıma giren parayla başladım. gidip kredi aldım ve bir tane minibüse girdim. 2003 yılında kredimi başlattım.
2021 yılına kadar o kredi dönerek devam etti. Ve bugüne kadar geldiğim ve yaptığım bütün restoran ve diğer bütün işlerde o başladığım kredi bugünlere kadar üstüne katlına katlına geldi. Antalya'da battığımda önünde iki tane seçenek vardı. Ya oturup ağlayacaktım, üzülecektim. Ya da bir şekilde silkinip yola devam edecektim.
Ben orada kazandığım deneyimi batırdığım paraya yerlerim. Çünkü orada batırdığım paranın mislini sor ki... Attığım adımlarda daha da çok kendime bir şeyler katarak fazlasını hayatıma soktum.
Roka'yı 2003 yılında kurdum. 2005 yılında ortağım bana dedi ki ben yurt dışına gidiyorum. Bütün şirket benim üstüme kaldı.
Kafamda bir ekip vardı ve o ekibi kurmam gerekiyordu. Parası olarak bunu... hazır değildim ama aklımdaki bütün isimlerle birebir görüşmeler yaptım. Hayalimi anlattım.
Hayalimi onlara inandırmaya çalıştım. Hepsi inandılar ve benle beraber bir yola çıktılar. Çok zor bir yoldu bu çünkü yaklaşık 3 sene her cuma günü olan çeki nasıl ödeyeceğim diye pazartesinden düşünerek geçiyordu.
Günlere gelmemdeki en önemli katkılardan bir tanesi o catering yıllarında işi kurmaya çalışmam, büyütmem, gece gündüz çalışmam. Çalışmaktan hastanelik olmam ama ertesi gün kalkıp yine işe gitmem bunların hepsi hayati olarak gelişmekte çok ciddi şeyler ve insan çok şeyler öğretiyor. Çok küçük kapasiteli bir firmaydık ama pes etmemeyi ben orada öğrendim.
Sapanca'da bir davet yapıyoruz. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin 500 kişilik yemeğini yapıyoruz ve benim kapasitem bu kadar. Müzik sektöründen bir arkadaşım aradı.
Dedi ki Arda bir konser yapacağız. Bu konserin yemeklerini senin yapmamı istiyorum. Dedim ki yapamam çünkü kapasitem dolu. Bunu yap, bundan sonraki bütün işleri alacaksın dedim. Peki dedim.
Sapanca'daki işten herhalde bir 200 kilometre süratle hiç durmadan gazlayarak altımda minibüsle geldim. Diğer işi kurdum, yaptım ve hakikaten beni unutmadılar. Müzik sektörüne girişim öyle oldu.
Türkiye'de yapılan bütün stadyum konserleri dahil yabancı sanatçıların hepsinin yemeğini yapmaya başladım. U2'ya da yemek yaptım. Depeşmodo'da yemek yaptım. Metallica'ya da yaptım. Bon Jovi'ye de yaptım.
Aklına kim gelirse yaptım işte. Doğduğum... Bütün yabancı sanatçılar bizim elimizden yemek yiyordu. U2 Atatürk Olimpiyası tadında konser verirken Topyekun bütün ekibimle girmişken sabahleyin bir telefon geldi.
Bono akşam ailesi için 100 kişilik kuzu çevirme istiyor dedi. Dedim ki Bono nereden... kuzu çevirmeyi bilecek ya. Dediler ki şaka değil istiyor. Ya dalga mı geçiyorsunuz?
Kafayı mı yediniz? Nereden buldunuz? Gittim ama dediğim gibi ya benim işim bu.
Ben her zaman çözüm üretirim. Hemen Seyran Tepe'ye gittim. Demirciye.
Elimle çizdim. Bana dedim hemen bu demiri kesiyor. Bunları burada kaynaklıyorsun, veriyorsun.
Böyle üç ayak demir yaptık. Aldım onları, attım önümüzün arkasına. Gittim olimpiyat stadına.
Biriketlerle geri çevirdim. Kömürü yaktık. Kasabada kuzuları söyledim. Taktık, çevirmeye başladık. Dört saat çevirdik.
Akşamleyin saat sekizde yaklaşık yanlış hatırlamıyorsam dört tane kuzu çevirmeden böyle yüz kişilik bir devasa hamasa kurduk. Ben catering işi yaparken bir gün bir arkadaşım dedi ki, ya çok güzel bir yer var dedi tepe başında. tam senin görmen gereken bir yer.
Atladık gittik. Tamam dedim. Dönelim dedim ben burayı istiyorum. Dedi ki yok abi eşin de kitap dükkanı yapacak.
Dedim ki ne kitap dükkanı dönelim. Gittik. Anlattım derdimi.
Yok arkadaşım vermeyeceğim ben orayı. Orayı kendim için tutuyorum. Ama inatçıyımdır ve en büyük özelliklerimden bir tanesi...
Yani komodorojilerini bilir misin? Avını ısırır sonra 24 saat peşinden gider. Teşekkür ederim dedim ayrıldım. Pazartesi sabah 10 gibi aradım. Abi nasılsın iyi misin filan?
Abi bana bu dükkanı ver dedim. Vermem Ardacım. abi ver dedim, vermem Arda'cım dedi. Peki dedim.
Sekiz ay her pazartesi sabah aradım bana bu dükkanı ver diye. Bir gün telefonum şöyle açtı, Arda'cım gözün aydın dedi. Aa dedim abi veriyor musun bana?
Yok sattım dedi dükkanı. Yeni alan arkadaş kiraya verecek dedi. Aa dedim harika. Ve Leblon böyle doğdu.
Leblon benim 2008 yılında hayata geçirdiğim, İstanbul'da açmak istediğim restoran fikrine en yakın görsel olarak bulduğum. Bana hep insanlar şeyi sordular, şans şansa inanır mısın falan işte şans nasıl diyorsun. Bence şans yani cesur olan insanlara daha bir aşıktır ve onlarla beraber gelir. Daha doğrusu evde oturup camdan dışarı bakıp güzel bir hayatım olsun diye hayal edeceğine evden dışarı çıkıp bu güzel hayat için savaşman ve mücadele etmen lazım.
Roka yıllarında Mustafa Uğuz'la tanıştım. Most Production. Mustafa Bey bana birkaç tane güzel iş verdi.
Ondan sonra da hep böyle yapılması zor işler verdi. Ben de hiçbir gün Mustafa Bey'e hayır ben bu işi yapamam demedim. Yaptım bütün o işleri ve...
En sonunda da bir gün Mustafa Bey'in yapımcılığını yaptığı bir filmi benim restoranımda çekmeye karar verdiler. O filmin adı Isız Adam. Isız Adam Leblon'da çekildikten sonra güzel iş yapıyorduk ama birden dükkan patladı.
Bana herkes dedi ki, ya ne şanslısın, öyle olmuyor işte yani. Sen onca yıl bütün o işleri yapacaksın, o yollardan geçeceksin, oraları yapacaksın, gece sabah dörtlere kadar o setlerde Mustafa Bey'in istediği her şeyi yapacaksın. Sonra bir gün Mustafa Bey'in yapacağı film senin dükkanında olacak, yollarınız kesişecek yeniden ve o film de büyük patlayacak. E bu şans değil, bu bayağı emek sarfedilere gidilmiş bir yoldur. O dükkandan kazandığım parayla borçlarımın büyük bir çoğunluğunu ödedim, Roka'daki işlerimi büyüttüm.
İkisi beraber çok iyi gitmeye başlamıştı. Bir gün şöyle bir şey yaşadım. Telefonum çaldı. Asker arkadaşım aradı. Dedi ki, bir speaker'ı alacağım senin yanında bir arkadaşın var.
Bu işi yapman lazım. Peki dedim, açtım telefonu. Merhaba dedi Arda, benim adım Özlem. Şu tarihte bir iş var, 50 kişilik bir iş. Bu işi şu kadar paradan yapar mısın?
Bu işi o kadar paradan yapmak demek, külliyen zarar etmek demek. Ama dedi benim bu kadar param var, bu işi yap seni unutmam dedi. Neyse ben o işi zorlayarak, morlanarak...
Hiç para kazanmadan yaptım. Hakikaten Özlem beni unutmadı. Özlem, bilmiyordum tabii, eski bir televizyon yapımcısıymış.
Gelip bana dedi ki, çok yeteneklisin, sana da televizyon programı yapacağım. Ben de dedim ki, Özlem, başımda bin tane dert var. Ben dedim, televizyonla falan uğraşamam yani.
Ama o kadar ısrar etti ki, defi bela şeklinde ben dedim ki, bir demo çekelim. Demoyu çektik. Verdi böyle al dedi bu demoyu izle.
Ben dedim ki tamam izlerim dedim. Çantama koydum demoyu. O çantayla beraber de toplantıya gittik.
Bir toplantı yaptık bir davetle ilgili müşteriyle. Toplantı bittikten sonra müşteri bana dedi ki bir toplantı bitsin 5 dakika konuşmak istiyorum tabii. Dedi ki biz bu sene marka olarak televizyona yatırım yapacağız. Televizyonda bildiğin iyi bir yemek programı var mı dedi. Dedim ki böyle bir programdan bahsediyorlar, bir izlemek ister misiniz?
Bir saat sonra beni aradı, dedi ki şaka mı yapıyorsun? Çok yeteneklisin. CNN Türk'e gittik, Aslı Öğmen.
Biz dedi kendi iç yapımlarımızı yaparız, o yüzden hiç gerek yok dedi. Ama dedi gönlün kırılmasın, bir izleyeyim dedi. 3 saat sonra... Aslan direkt aradı beni. Dedi ki sen bu işi daha önce yaptın mı?
Yok dedim. Biz seninle kesin bir şey yapacağız. Hemen atla gel dedi.
Peki dedim. Atladık gittik. Bir toplantı yaptık.
3 hafta sonra yayındaydı program. Arda'nın mutfağı da işte tam böyle başladı. Yani hakikaten elime ne iş alırsam en iyi şekilde yapmaya çalışırım. Bak bugün şunu iddia ediyorum. Bugün buradan çıkayım.
Arda Türkmen olarak değil ama Arda olarak pazara çıkayım. Limon satmak için herkesten iyi satarım ben onu.