Gençler dersimize hoş geldiniz. O çok beklenen AYT genel tekrar kampıyla karşınızdayım. Biliyorsunuz biz çok yakın zamanda zaten güncel tarihle AYT konularımızı tamamlamıştık. YouTube kanalımızda AYT biyoloji oynatma listesinde bütün konular arkadaşlar orada mevcut. Konularımızı tamamladık. Peki şimdi sıra nereye geldi arkadaşlar? hem ders notundan hem de soru bankasından AYT konularını tekrar edeceğiz. Hem de nasıl yapacağız bunu biliyor musunuz? Tam 145 tane arkadaşlar kazanım bazlı soru seçtim size. Bu sorular üzerinden AYT'nin bütün konularını öğreneceğiz. Çünkü diyorum ya konuları zaten biz yeni tamamladık. Bunları soru üzerinde görelim ki denemelerinize direkt olarak yansısın. Çünkü AYT öyle bir derstir ki zaten konuyu tamamladıktan sonra soru çözdüğünüzde netlerinizin direkt artışa geçtiğini göreceksiniz arkadaşlar. O yüzden şimdi size kazanım bazlı tam 145 tane soru üzerinden AYT'yi tekrar ettireceğim. Hazır mısınız? Bence hazırız. Çünkü zaten hazır olduğunuzu ve beklediğinizi bana o kadar çok yazdınız ki artık dayanamadım. AYT'yi arkadaşlar tekrar etmenin ve şöyle bir hatırlamanın emin olun tam zamanı. Çünkü AYT bilgi odaklı bir derstir. Yani biyoloji adını özellikle konuşayım. Konuları son güne kadar tekrar edebilirsiniz. Hiçbir sıkıntı yok arkadaşlar. Hazırsanız başlıyoruz gençler. 145 soru aslında ne demek biliyor musunuz? Biz kafadan yaklaşık tam 11 tane NISler gibi AYT denemesi çözeceğiz. Böylelikle bu videoyu tamamladığınızda eksik konularınızı da tabii ki tamamladıysanız denemelerinizin direkt olarak arkadaşlar netlerinde artışı görebileceksiniz. Çünkü hem konuyu tekrar edeceğiz. Bakın burada sorular var. Soruyu çözerken ben aynı zamanda size o sorunun konusuyla ilgili, kazanımları ile ilgili çözüm ve notlar kısmında da hatırlatıyor olacağım. O yüzden aslında şu an hem konu dinliyor hem de soru çözüyor olacaksınız. Bakın burada konu analiz kısmımız olacak. Her soru için arkadaşlar hangi konudan çözdüğümüzü, neyi tekrar ettiğimizi takip edebilirsiniz. Tabii ki ilk ünitem insan fizyolojisi ile başlayacağım ve insan fizyolojisinin ilk konusu arkadaşlar denetleyici ve düzenleyici sistemlerdir. Bunlar ne demek? Sinir ve endokrin demek. Sinir sistemi ile ilgili ilk sorum karşınızda. Hazırsanız başlayalım. Şurada kırmızıyla işaretleyeyim. Buraya gelince değiştirelim. Aşağıdaki şekilde bir nöronun yapısında bulunan bazı kısımlar numaralandırılarak gösterilmiştir. Bunlarla ilgili hangileri doğrudur diye soruyor gençler. Bir numaralı kısmı bakıyorum. Kısa ve çok sayıda olan uzantılara biz ne diyorduk arkadaşlar? Dentr diyorduk, değil mi? Zaten 1inci öncülde de demiş ki 1 numaralı kısım uyarıları alan dentritlerdir. Çok doğru arkadaşlar. Çünkü gelen impuls yani uyartıyı alan aslında ne olacak? Bu kısa ve çok sayıda olan uzantılar olacak. 2 numaralı kısımda sentrozom organeli bulunmaz. Bakın 2 numaralı kısım ne biliyor musunuz? Şimdi bir nöronda tane sistem vardır zaten. Üç yapı vardır daha doğrusu. Birincisi dentrit kısmı. İkincisi hücre gövdesi kısmı. Bu hücre gövdesi nedir biliyor musunuz gençler? Normal bir insan fizyolojisi gördüğümüz için tabii ki biz ökaryot hücreyi inceliyoruz şu an. Ökaryot hücre ne demek? Çekirdeği ve organelleri olan hücre demek. O yüzden burada normal bir ökaryot hücresinde gördüğümüz çekirdek ve organeri görüyoruz. Fakat bir istisna var. Yetişkin insanlarda ne diyoruz arkadaşlar? Sentrozom organeli bulunmuyor. O yüzden de hatta nöronların birçoğunun bölünmediğini söylüyoruz gençler. 3üncü kısımda da tabii ki uzun ve şu şekilde bir uzantı şeklinde devam eden akson kısmı bulunacak. Burada bir nöronda ortak olarak gözlemleyebileceğiniz üç tane yapı vardır. Bunun dışında mesela şuradaki miyelin kılıf ya da aradaki raner boğumlar şart değil. Çünkü her nöronda miyelin kılıf olmaz. Bazılarında olur. Bu şekilde var mesela. Ama dediğim gibi ortak olanları soracak olursak şu ünü sadece almamız gerekiyor. O zaman sentrozom organeli bulunmı kabul edeceğim ve bölünemediğimi söyleyeceğim. Çünkü sentrozom nasıl bir organi? bölünme esnasında i ipliklerini oluşturuyordu. Hayvan hücrelerinde 3 numaralı kısımda atlamalı iletim gerçekleşir. Çünkü mi kılıf varsa arkadaşlar buradaki ilerleyen uyartı geliyor. Mielin kılıfı atlayarak şu şekilde sıçramalı ya da atlamalı dediğimiz iletimi gösteriyor. Şu aradaki boşluklara da hatta ne deniyordu? Ramvier boğumlar. Bu ramiyer boğumlarda arkadaşlar artı eksi yük değişimi gerçekleşiyor. Bu yüzden de diyoruz ki bu atlamalı bir iletimdir. O zaman ilk sorumuzun cevabı ne oldu gençler? 1 2 3 Edirne diyerek hepsinin doğru olduğunu bulmuş olduk. İkinci soruma geliyorum. Şimdi sinir sisteminin hücrelerinde arkadaşlar biliyorsunuz biz eee buradaki nöron dışında bir de gliyaları görüyoruz. Gliyalar nedir? nöronları destekleyen, besleyen, koruyan hücrelerdir. Hatta biz konunun anlatımında onları ne demiştik? Nöronların annesidir. Onları korur, besler ve destekler demiştik. Ve bazı giliyaların da arkadaşlar görevlerini bilmek önemliydi. O yüzden bu soruda ben sizinle birlikte bu giliyaları tekrar etmek ve hatırlatmak istedim. Çünkü isimlerinin değişik olduğunu ve unuttuğunuzu biliyorum. O yüzden hemen bir hatırlayalım. Gliya hücrelerini ve görevlerini vermiş. diyor ki bu bilgilerinin tamamının doğru olması için numaralandırılmış kısımlardan hangilerinin yer değiştirmesi gerekiyor? Hangileri yer değiştirmelidir diye sormuş. Demek ki burada iki tanesinin ya da işte diğer iki tane doğru iki tanesinin olması gerekiyor şıklarda zaten. Bu iki tanesinin yer değiştirmesi gerekiyor. Bakalım hangisiymiş. İlkine bakıyorum. Oligodentrosit arkadaşlar. Oligodentrosit ve şivan gilyaları. Bu hücreler miin kılıf sentezler ama kimin için sentezler? Burada farklılaşıyor. Görevleri ortak. Oligodentrosit merkezi sinir sistemi yani MSS için şivan deseydi çevresel sinir sistemi için mielin kılıf sentezler derdik. İki'ye bakıyorum. Astrosite mikroorganizmalara karşı korur. Mikrogliya ya da kan beyin bariyeri oluşturur." demiş. Şimdi bakın zaten şuradaki mikro sizin için güzel bir ipucu olsun gençler. Aklınıza hemen buradan gelsin. Aslında mikrogliyalar mikroorganizmalara karşı korurken astrositler kan beyin bariyerini oluşturur. Bu ne demek biliyor musunuz? Şimdi kandaki olan her şeyin beyne geçmesi çok tehlikeli. Çünkü nihayetinde beynin zarar görmesi demek canlının ölüm tehlikesiyle direkt karşı karşıya gelmesi demek. O yüzden kanımızda hani beslendiğimiz besinlerden aldığımız zehirli yapılar olabiliyor, farklı yapılar olabiliyor. Bunların direkt beyinle temas etmemesi için, nöronlara ulaşmaması için kan beyin bariyeri dediğimiz bir şey var arkadaşlar. O çok daha böyle seçicidir. Çok daha küçük maddelerin geçmesini engellemeye de çalışır. O yüzden mikrogliya aslında tam tersi burada ikisi yer değiştirdiğinde çok daha doğru olacak. Mikro gliya mikroorganizmalara karşı korurken astrositler kanyin bariyerini oluşturur diyeceğiz. Ependim neydi? Ependim hücreleri beyin omurilik sıvısı yani hem beyinde hem de omurilikte bulunan boz sıvısının üretiminde görev alıyordu. Bunu doğru söylemiş. Ama şu 2 ile 3'ü yer değiştirirsek eğer ki o hangi şıkkında verilmiş? Ceyhan'da bakın 2 ve 3'ü yer değiştirirsek her şey çok daha doğru olacak. Unutmayın Gilialar'ın görevleri ve anlamı önemlidir. O yüzden bununla ilgili soru mutlaka çözmemiz gerekiyordu. Şimdi geldik arkadaşlar çok önemli bir kısma. Sinir sisteminde kazanım bazlı gittiğimizde bilmemiz gereken bir konu var. O da nedir? Aşağıdaki grafikte uyarı şiddetine bağlı olarak bir nöronda gerçekleşen aksiyon potansiyeli gösterilmiştir. Bakın bir nöronda diyor birden fazla sinir telinden bahsetmiyor. Yani sinir demetinden bahsetmiyor. Burada sinir teli demek tek bir tane nöronu ifade ediyor. Yukarıda söylediği gibi sinir demeti deseydi birden fazla sinir hücresi yani nöron olurdu. Hocam ne anlamı var? Niye bu kadar altını çiziyorsunuz? Bizim için önemi ne? Çünkü soruyu tamamen değiştiriyor arkadaşlar. Bir sinir telinin bir tane eşik değeri vardır. Ama sinir demeti dediğimizde nöronların eşik değerleri birbirinden farklı olabilir. İşte o zaman biz burada ya hep ya hiç prensibini gözlemleyebiliyoruz sinir teli dediğinde. Ama sinir demeti deseydi gençler sinir demeti dediğinde ne olacaktı? Bakın şurada gösteriyorum hemen. Birden fazla nöron olduğu için her birinin eşit değeri farklı olabilecek. O yüzden uyartı geldiğinde diyecektik ki belki de uyartı iki tanesini uyarıyor. Belki bir tanesini belki hepsini. O yüzden burada sinir demeti derse merdiven etkisi dediğimiz bir şeyi göreceğiz. Eşek değerleri farklı olduğu için. Ya hep ya hiç prensibi burada geçerli değil. Ya hep ya hiç prensibi arkadaşlar şöyle yazıyorum bakın. Ya hep ya hiç prensibi sinir teli. Yani bir tane nöron olduğunda geçerli. Peki ne anlatıyordu bize bu prensip? Diyor ki eşik değerine geldiğinde veya üstüne geçtiğinde ya eşik değerine gelmesi bizim için kilit anahtar nokta. Ne kadar geçtiğiyle ilgilenmeden bir nöronun var gücüyle aksiyon potansiyeli oluşturmasıdır. Diyor ki eşik değere kadar gel ve o eşik değere geç. Ben diyor ne kadar geçtiğimle ilgilenmeyeceğim ama eşik değerin altında uyarı verirsen ben buna diyor hiçbir tepki oluşturmam. İşte ya hep ya hiç prensibi bunu anlatıyor. Peki soru ne diyordu bana? Grafiğe göre hangileri söylenemez? Bakıyorum hemen. Nöron sadece eşik değilimin üzerindeki uyarılara cevap vermiştir. Bakın sadece biyolojide arkadaşlar istisnalara dikkat edin. Genellemelere dikkat edin. Sadece, daima, mutlaka, hepsi, bütünü, tamamı gibi ifadeler genellikle yanlış olur. Ama bu genellemeye de dikkat ediyorsunuz. Şimdi bakıyorum. Nöron sadece eşik değerinin üzerindekilere mi? Bakın eşik değer şu, üzerindekiler de bu. Ama ben ne görüyorum? Eşik değerde de uyartı oluşturmuş. sadece demesi yanlış olmuş burada. Ya da şöyle diyebilirdi. Eşik değer ve eşik değerinin üzerindeki uyarılara cevap vermiştir deseydi çok doğru olurdu. Ama ne diyor burada arkadaşlar? Yanlış olmuş. Bana da onu soruyor zaten. Hemen işaretledim. 2'de diyor ki uyuydeti arttıkça nöronda impuls hızı da artmıştır. Çok güzel. Bakın nöronda impuls hızını uyaran etkilemez. Neden biliyor musunuz? Şimdi siz bana şöyle dokundunuz ya da geldiniz çok sert bir şekilde vurdunuz. Mesela burada benim tepki şiddetim değişir. İpulstaki iletim hızımı etkilemez. Çünkü bir nöronda impuls iletim hızını etkileyen şey uyarana bağlı değildir. Nöronun kendi enerjisi, kendi ATP'si ile alakalı bir şeydir. Uyarandan enerji almayacağı için hızı uyaran etkilemez arkadaşlar. Hızı neyin etkilediği ile ilgili de bir kazanım sorunu var. Orada detaylı anlatacağım. Ama uyarı şiddeti arttıkça nöronda impuls hızı değişmez. impuls hızını uyaranın şiddeti, süresi, frekansı etkilemez diyoruz. O yüzden bu da yanlış. Uyarı şiddeti arttıkça nöronda tepki şiddeti ne diyor arkadaşlar ya? Değişmemiştir. Neden? Çünkü burada tek bir tane nörondan bahsediyorum. Bunun doğru olması için ne gerekirdi biliyor musunuz? birden fazla nöron olması yani sinir demeti olması gerekirdi. Sinir demetinde işte sizin eşik değeriniz arttıkça buradaki eşik değerlerini de aşabildiğiniz için doğal olarak tepki de artacaktı. Çünkü uyarılan nöron sayısı artacaktı. İşte biraz önce verdiğim örnek arkadaşınıza şöyle dokunmanızla yumruk atmanız arasında arkadaşınızın tepkisinin değişmesinin sebebi tam olarak bu. Ama biz buna ne diyoruz? Tek bir sinir telinde mümkün değil. birden fazla sinir demetinde mümkün olması gerekiyor. O yüzden uyarı şiddeti arttıkça nöronda tepki şiddeti değişmemiştir. Tek bir sinir teli için doğru. Ama tekrar söylüyorum sinir demet olsaydı bu yanlış olurdu. Bana yanlış olanı sorduğu için 1 ve 2 Denizli diyorum. Anlaştık mı gençler? Çok güzel soruydu. Umarım kavramışsınızdır. Benim üstüne böyle basa basa tekrar ettiğim yerlere dikkat edin. Çünkü ben bunları hani niye söylüyorum? Niye üstüne basa basa bazı yerlerde çok fazla duruyorum? ÖSYM'nin neyi sevdiğini, neyi sorduklarını, neye dikkat ettiklerini kazanım bazlı takip ettiğiniz için. Sorular zaten bu ayarda seçildi ama özellikle sorunun içerisinde ben size konuyu da tekrar ediyorum. Tamam mı? O yüzden sadece şıkları bulup geçmeyin. Hani videoyu izlerken de öyle ben çözdüm ya tamam hemen atlayayım cevap Denizli geçtim gibi değil. Dikkat ederseniz ben zaten soruyu okuyup size cevap A B C değil geçmiyorum. Ne yapıyorum? Konuyla ilgili önemli kısımları hatırlıyorum. Hatırlatıyorum. Çünkü bu bir genel tekrar kampı arkadaşlar. Kendi başınıza deneme çözmüyorsunuz. Geldim bir diğer kazanımlı soruma. Diyor ki yukarıda verilen faktörlerden hangilerinin artması? İşte bak dediğim soru impuls hızını artırır. Impuls hızını etkileyen faktörleri konuşalım. Bu önemli çünkü gençler. Impuls hızını etkileyen bilimsel olarak kanıtlanmış faktörlerimiz şunlardır. Bir kesinlikle miyelin kılıf. Miyelin kılıf arkadaşlar lipoprotein yapıda bir şeydir. Yani yağ ve protein yapıdadır. Her nöronda olmak zorunda değildir. Ama olursa atlamalı iletim gösterdiği için yani miyelin kılıf diyor ki mesela benim olduğum yeri atla ve sadece ramer bonlarda art eksi yük değişim geçişim yap. Bu da bizim için ne yapıyor arkadaşlar? zamandan kazanç sağlıyor. Yani hız sağlıyor. O yüzden diyoruz ki miyelin kalılıf varsa hız neredeyse çarpı 10 kat artıyordur. Çünkü bir izolasyon sağlıyor. Aynı zamanda ikinci maddem akson çapı. Şimdi fizikte bir şey vardır ya hani çap artınca direnç düşer. Çap arttıkça direnç düştüğü için hız artıyor. O yüzden bir nöronun aksiyon çapı ne kadar fazlaysa, ne kadar arttıysa diyoruz ki hızı o kadar artırır. Yani bu x'i artıran bir faktör. Üçüncüsü de sıcaklık belli bir değere kadar artırır. Belli bir değerden sonra bu lipoprotein yapıyı bozacağı için tabii ki her hücreye olduğu kadar yüksek sıcaklık bu nöronlara da zarar verecek. O yüzden belli bir seviyede arkadaşlar diyoruz ki sıcaklıkta etkiler. Tamam mı? Şimdi soruma geri dönüyorum. Şunu kırmızı seçeyim. Orada sarı belli olmuyor. Diyor ki faktörlerin hangilerinin artması impuls hızını artırır? Akson çapı artarsa hız artar. Sinaps sayısı neydi arkadaşlar? Sinaps bir nöronla diğer bir nöronun arasındaki komşu yani komşu bölgesi, boşluk bölgesi yani iki nöron arasındaki aslında geçiş bölgesi gibi düşünebilirsiniz sinapsını. Bu sinapsa iletim bize oyalayan bir şeydir. Sinapsının artması niye impulsu artırsın? Zaten ben bir nörondaki impulsu soruyorum. O yüzden sinaps'ı eledim. Uyaranın şiddeti, süresi, frekansı. Arkadaşlar tekrar söylüyorum uyaranla hızın bir ilişkisi yok. Çünkü hız için gerekli ATP'yi nöron kendi mitokondrisinden, kendi hücresinden elde eder. Gelen uyartı bana enerji vermeyeceği için hızımı etkileyemez. O yüzden tekrar söylüyorum. Uyartının frekansı yani sıklığı, süresi ya da şiddeti benim tepkimi ya da etkilenen nöron sayımı etkileyebilir merdiven etkisinden dolayı ama hızı etkileyemez diyorum. O yüzden sadece akson çapını alıyorum ve cevabımı Adana olarak buluyorum. Anlaştık mı gençler? Şimdi geldik şu hepimizin çok karıştırdığı ama benim anlatmayı çok sevdiğim bir yere. Arkadaşlar burada o kadar basit bir yöntem anlatacağım ki şimdi size hiç karıştırmadan çok rahat hatırlayacaksınız gençler. Aşağıda impuls iletimi sırasında aksonda meydana gelen değişim verilmiştir. Neyden bahsediyorum? Polarize, depolarize ve repolarize halden. Şimdi gençler bunu anlayabilmeniz için tamamen bana odaklanın ve beni takip edin. Tamam mı? Bir nöronda bakın şöyle bir nöron çiziyorum. Bir nöronda impuls geldi. Dentrden akson ucuna doğru iletiliyor. Çünkü bir nöronda iletim yönü böyledir. Dentritten alınır ve aksona doğru gider. Nöronlar arası deseydi aksondan dentrite derdim. Şimdi burada giderken arkadaşlar ister miyelin olsun ister o olmasın bizim normalde sinir hücrelerimiz arkadaşlar normalde dediğim uyartı almıyorken mesela benim şu an kolumda hiçbir uyartı yok. Benim sinir hücrelerim şöyle oluyor. Dinlenme halinde nöronlarımız gençler şöyle bakın yazıyorum. Dinlenme hali. Hani bunu park hali gibi düşünebilirsiniz. Arabaların park yapması. Tamam mı? Biz arabaların park yerini nasıl gösteriyoruz? P harfiyle. Aynen buradan aklınıza gelsin. Baş harfi P ile başlayan polarize hal diyoruz buna. Yani dinlenme hali. Peki ne oluyor dinlenme halindeyken? Dinlenme halinde gençler içerisi normalde eksi yani anyon yüklü. Çünkü içeride anyon yüklü moleküller çok fazla. Mesela aminoosit gibi. Ama dışarıda ise arkadaşlar artı yük fazla. Ve iki tane de iyonu konuşuyoruz biz sürekli. Bu iyonlar da kim arkadaşlar? Sodyum ve potasyum. İlk başta içeride krallar vardır. Tamam mı? aklınıza buradan gelsin. Yani diyoruz ki içeride potasyumlar fazladır. Dışarıda ise sodyumlar fazladır. İşte biz buna diyoruz ki nöronların dinlenme hali. Yani uyartı henüz gelmedi. İçerisi eksi yüklü ve içeride kim fazla? Potasyum fazla. Dışarıda ise sodyum fazla. Bunların ikisinin de yükünün artı olduğuna dikkat edin. Çünkü aslında bizim impuls iletimi dediğimiz tamamen bu artı eksi yük değişimiyle olacak. Yani bu iyonlar hücre içinden dışına ya da dışarıdan içeri hareket ettikçe bizim nöronlarımız uyartı geldiğini anlıyor. Tamam mı? Şimdi uyartının geldiğini hayal edelim. Ne oluyor biliyor musunuz? Bu dinlenme halindeki hücreniz bizim sodyum potasyum kapılarımız var. İlk önce sodyum kapısı açılıyor. Bunları gümrük görevlisi gibi düşünün. Normalde dinlenme halindeyken sodyum potasyum pompası aktiftir. Bu ne demek biliyor musunuz? Şu tamlamayı gördüğünüzde aklınıza hemen şu gelsin. Sodyum potasyum pompası diyorsa gümrük görevlileri görev başında. Yani diyorlar ki potasyum sen içeride kalacaksın çoğunluk olarak. Sodyum sen de dışarıda kalacaksın kardeşim. İçeri geçemezsin diyor. İşte bu yüzden biz gümrük görevlilerine ne yapıyoruz? Maaş ödüyoruz. Çünkü onlar çalışıyor şu an. Aktifler orada. Bu maaşı neyle ödüyoruz? Enerjiyle. O yüzden aslında dinlenme halindeyken hücreleriniz, nöronların dinlenme halinde olmasının bir bedelini ödüyor ve enerji harcıyor. Unutmayın sodyum potasyum pompası diyorsa enerji harcanıyor demektir. Çünkü gümrük görevlileri bunların geçişine izin vermiyor. Neden? Bunlar küçük molekül. Normalde difüzyon kurallarına göre %50 %50 eşitlenmeleri gerekiyor. Biz buna karşı çıktığımız için, difüzyona karşı çıktığımız için bir bedel ödüyoruz ve enerji harcıyoruz. Peki ne oluyor? İkincisinde uyartı geliyor. Uyartı geldiğinde bizim ilk gümrük görevlimiz molaya çıkıyor. Sodyum görevlisi arkadaşlar molaya çıktığı için sodyum difüzyon kurallarına göre hani en başta dışarıdaydı ya çok olduğu yerden az olduğu yere doğru harekete geçiyor. Çünkü difüzyon bu demektir. Çoktan aza geçiş. doğal olarak artı yüklü olduğu için kendiyle birlikte içeriye artı kazandırıyor. Dışarısı artı yükü kaybedince eksi oluyor. İşte burada arkadaşlar difüzyonla geçiş olduğu için bu esnada ATP'ye harcanmıyor ve uyartı artık alınmış oluyor. Biz buna uyartının alınması yani polarizenin bozulması D Latincede olumsuz ekidir. Başına D getiriyoruz. Depolarizasyon diyoruz. Hatta arabada viteslerde D vardır. D ileri gitmeyi gösterir arkadaşlar. onu ifade eder. Impuls'un burada iletildiğini, ileri doğru gittiğini söylemiş oluyoruz. Anlaştık mı gençler? Bir de bunun repolarize hali var. R de geri yapmak demektir. Hani viteste de var ya o r yapmak, geri yapmak. R polarizasyonda geri yapma. Yani diyor ki hadi bakalım işte potasyum da tekrar hücre dışına çıksın ama diyor biz en baştaki hale döneceğiz. Çünkü diyor eğer en baştaki hale dönmezsen gelen ikinci uyartıyı algılayamazsın. Her bir nöronunuz hayat boyunca sadece bir kere uyartı algılar bir daha kullanılmaz hale gelirdi. Bunun olmaması için repolarizasyon dediğimiz bir olay oluyor. Repolarizasyonda da yine baştaki artı eksi yük değişimi aynı ama bu sefer iyonların yeri birbirinin tam tersi oluyor. Anlaştık mı gençler? Şimdi gelelim bu soruları nasıl çözeceğiz? Bakın burada bizim için en önemli ipucu impulsun yönü. Yani impuls nereden nereye aktarılıyor? Şu an ben bir dentrit akson kısmı göstermediğim için soruda buna dikkat edin. Tamam mı? Eğer böyle bir soru varsa içerinin artı olduğu tek bir tane ihtimal var zaten. O en basit depolarizasyon. İçerinin artı olduğu yere diyorum ki burası kesinlikle depolarizasyon. Bundan eminim. Ama bakın eksi olan iki tane ihtimal var. Ya polarizasyon ya da repolarizasyon. Nasıl karar vereceğim? İşte impuls yönüne göre. Diyor ki impuls buradan başladı arkadaşım. Böyle gidiyor ve şu anda burada. Çünkü depoları da şu an uyartının burada olduğunu ifade eder. Buradaysa biraz önce buradan geçmiştir. Artık burası impulsu ilettiğine göre eski haline dönmeye çalışılıyor. Yani çoktan uyartısını almış ama ikinci bir uyartıya hazırlanıyor demek. Burası ise henüz uyartıyı almamış. Çünkü uyartı daha burada. Demek ki burası dinlenme hali yani polarize halde. İşte bakın şimdi ne oldu? Pembe olan polarize, yeşil olan depolarize, sarı olan da repolarize oldu. Nasıl çözdüğümü gördünüz mü gençler? Impuls yönü çok önemli. Artı olan zaten tek bir ihtimal var. Onu hemen depolarize yazabilirsiniz. Ama eksilerde kim repolarize, kim polarize? Bunu karar verebilmeniz için şu ipucu çok önemli. Her zaman böyle verilmez. Dikkat edin. Her zaman polarize, depolarize, repolarize diye gitmek zorunda değil. Bazen impulsun yönü tam tersi verilince repolarize ile polarize yer değiştirir. Buna o yüzden çok dikkat edeceksiniz. Eşleştirmelere bakıyorum. Dinlenme halinde olan dede için polarizeyi bulmam gerekiyor. Polarize hangisi arkadaşlar? Pembe ile buldum. Yani X'in pembe olması gerekiyor. Bakıyorum şurada pembeleri işaretledim. sodyum kapıları açılıyorsa bu kesinlikle depolarizedir. Uyartının alındığı yeşil olması gerekiyor. Y'nin yeşil olması gerekiyor arkadaşlar. Artık sodyum geçtikten sonra potasyum gümrük görevlisinin de dinlenmeye geçmesi gerekiyor. O geçtiği için potasyumların hareket ettiği yer de repolarizedir. Onu da repolarizeye yani sarıya yazıyorum. Z'nin de sarı olması gerekiyor. Cevabımı Adana olarak buldum. Tekrar söylüyorum. Impuls bu tarafa doğru gidiyor. Şu an burada. Demek ki biraz önce buradan geçmiş. Burası artık eski haline dönmeye çalışıyor. Burası ise henüz uyu artıyı almadığı için dinlenme halinde. Arabalardan aklımıza geliyor. P park hali. D viteste ileri gitmeyi gösterir. Yani impulsun iletildiğini gösterir. P park polarize dinlenme. R ise geri yapmak demektir. Eski haline dönmeyi ifade eder. Buradan kodlayabilirsiniz. Tamam mı? Şimdi gençler buradaki soruyla birlikte artık biz insanda sinir sisteminde biliyorsunuz merkezi ve çevresel olarak ayrılıyordu aslında impuls yapısı yani ilk kazanımı tamamladık. İkinci kısımda tabii ki buradan beynin kısımlarından çok önemli konu tekrar yapmamız gerektiği için bir soru çözmemiz gerekiyor. Şimdi tek bir soru üzerinden aslında merkezi sinir sistemindeki beyin kısmını da tekrar etmiş olacağız. Ama şunu bir hatırlatmak istiyorum ben size gençler. insanda sinir sistemini merkezi sinir sistemi ve çevresel olarak ayırıyorduk hatırlıyorsanız merkezi sinir sistemini de ne diye ayıracağız? Beyin ve omorilik olarak ayıracağız. Şimdi beyin kısmında ise nasıl ayrılıyordu? Ön beyin vardı, orta beyin vardı ve bir de arka beyin vardı. Hadi gelin bunların elemanlarını hatırlayalım. Ön beyin arkadaşlar uç beyin yani beyin korteksi ya da beyin kabuğu diye ayırırken bir de ara eleman kısmı vardı. Neydi arkadaşlar bu arabein elemanları? Tabii ki talamus ve hipotalamusan bahsediyoruz. Orta beynin herhangi bir alt başlığı yoktu ama arka beyinde ü tane eleman var. Kim bunlar? Hons vardı. Ardından omurilik soğanı vardı ve bir de beyincik vardı. Bu kısımları böyle başlık olarak bile tekrar etmeniz sizin için çok büyük bir kazanım sağlayacaktır. Şimdi soruya geliyorum. Diyor ki, "Aşağıdaki şekilde bir insana ait beynin bölümleri numaralarla gösterilmiştir." Hocam bu şekilde kısımları bilmek zorunda mıyız? Yani görselle ayırt etmek zorunda mıyız? Evet arkadaşlar. Çünkü çok belli başlı şeyleri zaten soruyor ve ÖSYM diyor ki bunları bilsin. Mesela bir numaralı kısım beynimizin en büyük kısımlarından birisi olan beyin kabuğu yani beyin korteksi. Direkt olarak uç beyin gibi düşünebilirsiniz arkadaşlar. 2 numaralı kısma bakıyorum. Bakın şurada sanki bir göz var gibi. Bu gözün üstü talamus hemen altı hipotalamustur. Hatta hipotalamusun yerini şöyle de çok kolay bulabilirsiniz. Altında sallanan şu bez hipofiz bezidir. Hipofiz bezi ile bağlantılı olan beyin bölgesi hipotalamustur. 3 numaralı kısma bakıyorum hemen. Şurada aslında omuriliğin devamında omurilik soğanı geliyor. Onu yazayım ilk önce omurilik soğanı. Onun üstündeki çıkıntı ise arkadaşlar po kısmıdır. Tamam mı? Şurada zaten ağacın dalları gibi gördüğümüz anda şekline ilk böyle hani çok rahat çözdüğümüz hayat ağacı da dediğimiz beyincik yer alacak. O zaman şimdi soruma geri dönüyorum. Buna göre diyor şekilde numaralarla gösterilen bölümler için aşağıda verilen ifadelerden hangisi söylenemez diye sormuş. Adana'da diyor ki öğrenme ve bilinçli davranışları kontrol eden bir numaralı kısımdır. Bakın beyin kabuğu, beyin korteksi gerçekten de işlemci hareketlerimiz, öğrenme, zeka, hafıza gibi durumları kontrol eden beyin bölgesidir. O yüzden Adana'yı doğru kabul ettim. eşysel yönelme ve olgunlaşmayı sağlayan 2 numaralı kısımdır. Çünkü hipotalamus arkadaşlar hipofiz bezini denetler ve beynimiz aslında doğal olarak vücudumuzun birçok hormonu denetler. Kaldı ki buradaki FSH ve LH'ile birlikte biz aslında eşeysel yönelme ve olgunlaşmayı sağladığını biliyoruz hormonlardan. O yüzden diyeceğiz ki evet hipotalamus hipofiz bezi ile birlikte bunu sağlamakta. Çünkü hipofiz bezini denetleyen ilk kısım beyin bölgemiz olan hipotalamustur. Kas tonusunu ayarlayan 3 numaralı kısımdır arkadaşlar. Kas tonusu eee dinlenme halindeyken bile kaslarımızın bir miktar kasılı olma durumudur. Bunu sağlayan orta beyindir. Unutmayın orta beynin zaten iki tane görevi var. Biri kas tonusu, biri de görme işitme refleksi. Yani ışıkta göz bebeğimizin büyüyüp küçülmesi ya da yüksek seste, yüksek şiddetli seste bizim ona irkilmemiz. Mesela kedi köpeklerde daha rahat gözlemleriz bunu. Hemen bir ses duyduklarını kulaklarını dikleştirirler. İşte bu arkadaşlar orta beyin tarafından denetleniyor. Ama ben bakıyorum 3 numaralı kısım orta beyin mi? Hayır. 3 numaralı kısım kim? Pons. Pons neyi yapar aslında? Beyinciğin yarım küreleri arasındaki geçişi destekler ama daha çok solunumda omurilik soğanına destek verir. O yüzden ne yazık ki burada yanlış göstermiş zaten. Orta beyin şurası ama şekilde orta beyin gösterilmiyor arkadaşlar. Orada gösterdiği pon. O yüzden Ceyhan yanlış. Denizli'ye bakalım. Göz ve iç kulaktaki yarım daire kanallarından gelen uyarılarla birlikte vücut dengesini sağlayan 4 numaralı kısımdır. Zaten vücut dengesi dediğimiz anda beyincik akla geliyor. Beyincik şöyle bir şeydir gençler. düz bir çizgide yürüyebilmeniz ya da iki elinizin parmaklarını şu şekilde doğru bir şekilde kapatabilmeniz bile aslında beyinciğimiz sayesinde oluyor. Çünkü mesela insanlar homo sapiens türündeki yavrular doğduklarında beyincik gelişimini tamamlamadan doğuyor. O yüzden bebekler mesela yürüyemez doğduklarında işte bir sene ik sene anca vücut eee kontrollerini yapabiliyorlar. Kas kontrolleriyle mesela kendi vücudunu bile taşıyamaz bir bebek. Hemen devrilir destek koymazsanız. Bunun sebebi biz beyinciğimiz gelişmeden tamam ya daha doğrusu gelişmesini tamamlamadan doğuyoruz. O yüzden peki buradaki kulak ve gözle alakalı o da çok önemli gençler. Şimdi gözünüz tabii ki kapalıyken düz bir çizgide yürümeniz çok daha zordur. Kaldı ki kulak sadece işitme değil vücudunuzun dengesinde de çok önemli görev oynuyordu. İşte rol alıyordu hatırlayın. Şeyde bu dengelerde yarım daire kanallarındaki aynı zamanda biz diyoruz ki sadece işitme değil denge de çok önemli. Hatta burada yarım daire kanallarından çıkan impulsların beyincikte değerlendirildiği de çok güzel bir soru tarzıydı. Tam da bu şıkta aslında bunu anlatmak istedik. Diyoruz ki göz ve kulakla birlikte vücudun dengesinde beyincik çok önemli görev alıyor. Edirne'ye bakalım. Sindirim, dolaşım, boşaltım gibi hayati sistemleri denetleyen 5 numaralı kısımdır. Çünkü 5 numaralı kısmın omurilik soğanı olduğunu görüyoruz. Devamında hemen omuriliğimiz geliyor zaten. Onun yerini çok rahat ayırt edersiniz. Arkadaşlar biz omurolik soğanına görevi o kadar önemli ki çünkü düşünün bir insanın solunum sistemini kestiğiniz anda zaten kişi ölür. O yüzden de solunum sistemi gibi çok önemli hayati olayları denetlediği için biz ona diyoruz ki eee hayat düğümü yani orası zarar gördüğünde kişinin doğal olarak ne yazık ki canlılığı da direkt tehlikeye girmiş oluyor ve bunu sağlayan da omurilik soğanıdır. O yüzden Edirne'de doğru. Demek ki ne yanlışmış bu sorumuzda? Cevabımızı Ceyhan olarak bulmuş oluyoruz arkadaşlar. Çünkü tekrar söylüyorum orada önemli olan şey bizim için eee ponsu söylememesi gerekiyordu. Orta beyin demesi gerekiyordu kas tonusu için. Böylelikle ne yapmış olduk? Aslında tek bir görselde hem şekillerin yerini görmüş olduk hem de genel olarak beynin kısımlarını tekrar etmiş olduk. Şimdi sıradaki sorumuz tabii ki bu şekille ilgili soru çözmezsem olmazdı arkadaşlar. Omurilik de çok önemli. Çünkü merkezi sinir sisteminin bir diğer önemli kısmı omoreliğin arkadaşlar bir kesitini görüyoruz. kestine diyor ki omurilik ve görevi ile ilgili hangisi yanlıştır? Omurga kanalı içerisinde yer alır gençler omur iliğiniz şu sırtınızda bakın beyninizin uzantısı yani devamı kafatasınızdan itibaren kuyruk sokumunuza kadar inen omurga içerisinde yer alıyor. Beyin ve vücut arasında impuls iletimini sağlar. Yani aslında çevresel sinir sistemi ile birlikte merkezi sinir sisteminin bağlantısının da kurulduğu yerdir ki kendisi zaten merkezi sinir sistemi. Dış kısmında alt madde, iç kısmında boz madde bulunur. Bu ne demek? Nöronların arkadaşlar biz e aksol kısmına, miyelinlik kısmına akm madde diyoruz. Çünkü miyelin yağ yapıda olduğu için mesela etin yağ kısmı da beyaz görünür. Normalde de dikkat edin yediğimiz yemeklerde. O yüzden diyoruz ki miyelinli kısım yani yağ yapılı kısım akson kısmı yani ak madde kısmıdır. Ama boz madde kısmı daha gri olan, daha böyle açık renkli olan yerdir. Daha doğrusu daha koyu renkli diyeyim. Bu boz madde de arkadaşlar denteti ifade eder ki şekle baktığınızda içerideki gri maddeyi görüyor musunuz? Kelebek kanadını andırıyor. Bu zaten kelebek kanadı şekli diye geçer. Öyle hatırlarsınız. Burada boz maddenin içeride, ak maddenin ise dışarıda olduğunu görüyoruz. Hatta bunun bir de ben size hemen hatırlatmasını yapacağım. Çok karıştırılıyor çünkü burası. Bakın omurilik soğanı. Omurilik soğanı ve omurilik isimleri çok benziyor. Yani aynı zaten. Bir tek soğanı kısmı ekstra eklenmiş. Bunlarda arkadaşlar içte bozmadde o kelebek kanadı. Eee dışta ise şöyle yazayım. Dışta ise ak madde bulunuyor. Mesela şunlarda ise beyin ve beyincikte ise beyin beyincikte ise tam tersi. Bunların da isimleri birbirine çok benziyor. İsimlere benzeyenler aynı. Tamam mı? İçte ak madde var. Dışta ise arkadaşlar boz madde var. Hatta biz beynin bu boz kısmına da beyin korteksi, beyin kabuğu diyoruz zaten. Burayı hatırlamakta fayda var. Çok karıştırdığınızı bildiğim için hemen bir hatırlatayım dedim. O yüzden bu da doğru. Denizli'ye bakıyorum. Kas sonusunun ayarlanmasını sağlar. Güzel. Kas sonusu neydi? Aslında reflekslenince akla her ne kadar omurilik gelse de biz diyoruz ki arkadaşlar kas tonusu da ki hani refleks olarak geçmek zorunda değil ama kas tonusu özellikle orta beynin denetlediği bir şeydir. Orta beynin diğer denetlediği refleksleri hatırlamıştık biraz önce. Neydi? Görme işitme refleksi. Ama burada omurilikle alakası yok. Bunu hemen aldık. Arka kökü duyu, ön kökü motor nöronla bağlantılıdır. Bakın burada biz buraya baktığımızda ventral ön kök, ventral karın demek zaten. Dorsal arka kök, dorsal de sırt demektir. Sırt kısmından arka kökten arkadaşlar duyu nöron giriş yapıyor. Giriş yapıyor diyorum çünkü uyartıyı duyu nöron alıyor. Burada bakın ara nöron. Ara nöron zaten merkezi sinir sistemi elemanıdır. İçerideki ara nöron değerlendiriyor, cevap veriyor ve motor nörondan cevap çıkarak efektöre gidiyor. O yüzden duyu nöron arka kökten giriş yapar. Motor nöron ise ön kökten çıkış yapar. Bu da doğru söylemiş. Bu yüzden bu sorumuzun cevabını Denizli olarak buluyoruz. Bu şekil çok önemli. Tekrar söylüyorum arkadaşlar. Duyu nöronu uyartıyı getirirken arka kökten giriş yapar. Zaten bu aradaki ara nöron direkt omuriliğin kendi nöronudur. Gelen uyartıyı değerlendirir ve cevap verir. Motor nöronu da cevab alır, efektöre götürür. Nereden çıkar? Ventral yani ön kökten çıkar. Bunlar ÖSYM'nin dikkat ettiği şeylerdir. O yüzden çözmemiz gerekiyor. Şimdi geldik bir grafik sorusuna. Bunlardan korkacağınızı bildiğim için dedim ki hemen bir tane örnek çözelim grafikle ilgili. Gençler bir nöronda impuls iletimi sırasında. Impuls iletimi ne demek arkadaşlar? Aslında ATP harcanarak gerçekleştirilen bir metabolik faaliyet. O yüzden biz ATP'nin harcandığını bildiğimiz için nasıl söyleyeceğiz bunu? Şunu sarıyla yazayım hemen. Biz biliyoruz ki beynimiz ne yapacak? Besini yani hatta direkt olarak glikozu oksijenli solunuma girdirecek. Karbondioksit çıkaracak, su çıkaracak ve en önemlisi ATP üretip bunu harcayacak. Bunu ürettiği gibi harcadığı için arkadaşlar ATP miktarı zamanla azalır diyeceğiz. O yüzden diyoruz ki evet impuls iletimi ATP'nin harcandığı yani hem elektriksel hem de kimyasal ki bu hücresel solunumdur. Hücresel solunum kimyasal bir olaydır. Kimyasal bir olay olduğu için de enerji harcanıyor arkadaşlar. Diyoruz ki ATP miktarı ne olacak burada? Azalacak. Çünkü ATP'yi üretip aynı zamanda da hızlı bir şekilde tüketecek. Diyor ki impoz iletimi sırasında impuls hızı azalır. Hayır impuls hızı nasıl başladıysa öyle gider. Bunu sabit çizmesi gerekiyordu. Yanlış. Glikoz miktarı azalır. Çünkü tepkimenin girenler kısmında kullanılacak besin arkadaşlar. Bu besin azalacak. O yüzden diyoruz ki glikoz miktarı ne oluyor? Harcanıyor ve tükenmeye başlıyor. Bu yüzden bu grafiklerden hangisi çizilebiliyor? 1 ve 3 cevabımız Denizli olarak geliyor. Hatta biz bu yüzden bir nöronun iletimini arkadaşlar sodyum potasyum yani art yük değişim olduğu için elektriksel ama şu hücresel solunum gerçekleştiği için de kimyasal bir olay yani kısaca elektrokimyasal bir olaydır ve enerji harcanır diyoruz. Anlaştık mı gençler? Bu şekilde cümle olarak da gelebilir, görsel olarak da gelebilir ya da böyle grafik olarak da karşınıza gelebilir. Korkacağınız hiçbir şey yok. Şuradaki söylenen cümle ya da tepkimeyi aynen grafikte biz yorumluyoruz arkadaşlar. Tamam mı? Şimdi geldim. Diyor ki bu soruda arkadaşlar bu kazanımda da beyin sapı dediğimiz çok önemli bir kısım var beyinde. Onu bir hatırlatmak istedim. Beyin ölümü solunum dahil beyin sapının işlevlerinin ve bilincinin geri dönüşümsüz olarak kaybedilmesidir. Açıklamasına göre beyin ölümü tanısı konulan bir bireyin verilen sinir sistemine ait merkezlerden hangisinde kesinlikle hasar görülmektedir? Aslında size beyin sapı kim hatırlıyor musun diye sormuş. Biz bunu opo olarak kodlamıştık. Neydi arkadaşlar? Orta beyin. Orta beyin. Pons ve omurilik. Şöyle kısaca yazayım. omurilik soğanı beyindeki arkadaşlar omurilik soğanı hemen üstündeki poz ve hemen üstündeki orta beyin bunlar zaten böyle gerçekten de sanki bir sapı tutuyormuşsunuz da beynin o işte sağ ve sol yarımküresi bu sapın etrafına yerleşmiş gibidir ismi buradan geliyor. O yüzden beyin sapı dediğinde opo kodlamasını hemen hatırlayın arkadaşlar. Orta beyin pon ve omurilik soğanı. Hadi seçelim bunu şıklarımızdan. Hemen bakıyorum. Orta beyni aldım. Omurilik soğanını aldım ve pons aldım. Demek ki cevabım K, Y ve L''yi içermesi gerekiyor. Hemen bakıyorum. K, Y ve L hangisinde gençler? Edirne'de. Bakın karşımıza geliyor. Hemen bunların görevlerini hatırlamış olduk. Tekrar söylüyorum. Kas tonusu, görme, işitme refleksi. Pols omurilik soğanında destek sağlar. beyinciğin iki yarımkür arasında geçişi de hızlandırır. Omurilik soğanı ise solunumun dahil hayati refleksleri denetleyen önemli bir merkezi sinir sistemi yani beyin bölümüdür diyoruz gençler. Şimdi sıradaki sorumda da nöronların görevlerini bir hatırlatmak istedim size. İnsanda duyu organlarıyla algılanan bir uyartının efektör organa iletiminde efektör tepki demektir. Kas ya da salgı benzerleriniz olaylarının gerçekleşme süresi hangisinde doğru verilmiştir gençler? Duyu nöronda imposun oluşması uyartıyı getiren duyu nörondur. O yüzden zaten bu olacak. Duyudan önce bir şey olacak olursa o da almaç hücreleriniz olan reseptör olması gerekiyor. Ara nöronun uyarılması. Ara nöron uyarıldığında ne oluyor artık? Cevap oluşuyor arkadaşlar. Değerlendirme ve cevabı veren ara nörondur. Motor nörondan nörotransmitar madde salgılanması, motor nöronda impuls oluşması. Motor nöronda önce impuls oluşacak. Daha sonra buradan arkadaşlar hormon salgılanacak. ki nöronların salgıladığı hormonlara nörotransmitter deniyor. Nörotransmitterler efektörü uyaracak. O yüzden diyorum ki önce duyu gelecek ardından ara nöron uyarılacak. 2'yi buna yazdım. Ardından motor nöron uyarılacak. Motor nöron uyarıldıktan sonra salgıladığı nöro hormonla birlikte efektörü uyaracak. O yüzden bunun da sıralamasının 4 olması gerekiyor. Yani ne olacak? 1 2 4 ve 3 şeklinde gidecek. Bakıyorum hemen. 1 2 4 ve 3 Ceyhan'da. O yüzden bu sorumuzun cevabını Ceyhan olarak buluyoruz. Tekrar söylüyorum. Duyu nöron reseptörden uyartıyı algılıyor. Ara nörona getiriyor. Yani MSS'ye getiriyor merkezi sinir sistemini. Ara nöron da arkadaşlar gelen uyartıyı değerlendirip cevap veriyor. Daha sonra bu cevabı motor nöron aktarıyor ve motor nörona sizin tepki organınız neyse bu bir kas olabilir ya da salgı bezleriniz olabilir. Bu cevabı oraya götürüyor. O yüzden getirici değerlendiren ve götürücü nöron diye ayırıyoruz biz bunları. Görevleri hatırlamanızda fayda var. Nörotransmitterler de arkadaşlar sinaps dediğimiz boşlukta yayılarak bir sonraki hücreyi uyarıyor. Bu bir efektör de olabilir. Devamında gelen bir nöron da olabilir. Anlaştık mı gençler? Böylelikle ne yapmış olduk? Buraya kadar ilk konumuzun, ilk ünitemizin ilk konusu olan sinir sistemini şöyle bir genel tekrar yaptık. Nelerden eksiğiniz var? Neleri unutmuşsunuz? Zaten soruyu çözerken ben fark etmişsinizdir. O yüzden konuyu çalışırken de böyle nokta atışı çalışacaksınız. Evet. Ben şurayı unutmuşum. Gideyim hemen orayı tekrar edeyim diyeceksiniz. Göreceksiniz gençler. Bu video bittiğinde zaten çok sağlıklı bir şekilde siz o konularda nokta taşı çalışmayı öğrenmiş olacaksınız. Zaten bu kadar az bir zaman kalmışken de sizin işinizi en iyi görecek yöntem bu olacak. Buraya kadar ne yaptık? Sinir sistemini tamamladık. Şimdi ikinci konuma geliyorum. Neden bahsediyorum? Endokrin sistemle devam ediyoruz. Endokrin sistemle devam ediyoruz gençler. Bakalım ilk sorumuz nereden gelmiş? Tabii ki hormonların özellikleri ile ilgili. Aşağıdaki tabloda hormonların bazı özellikleri verilmiştir. İfadelerden hangisi yanlıştır diye soruyor. Bakalım. Hedef organa kan ile taşınır. Arkadaşlar hormonlar kan yoluyla taşınır. Vücut boşluğunda hormon bulunmaz. Bu çok çok önemli. O yüzden bunu hemen doğru kabul ediyorum. Etkileri hızlı ve kısa sürelidir demiş. Aksine etkileri nedir? eee böyle daha geç ortaya çıkar ama daha uzun sürer. Etkileri hızlı bir şekilde ortaya çıkıp da kısa süren sinir sistemidir. Mesela şöyle düşünün. Yolda gidiyorsunuz bir yılan gördünüz. Tamam mı? İrkilmeniz sinir sisteminize verdiğiniz bir tepkidir. Kısa ve anidir. Yani çok çabuktur. Etkisi de bir anda kaybolur zaten. Ama o yılandan kurtulsanız bile kalbiniz birkaç dakika küt kütü atmaya devam eder. Niye? Çünkü korktunuz ve adrenalin salgıladınız. İşte bu yüzden onun etkisinin ortaya çıkması biraz zaman alıyor ama kanda yok edilmesi de yine aynı şekilde zaman aldığı için etkisi daha uzun sürüyor arkadaşlar. O yüzden etkisi yavaş ve uzun süre demesi gerekiyordu. Burada tam tersini söylemiş. Bakın endokrin bezlerde üretilir. Evet zaten endo ne demek? Latincede iç demek. İç salgı bezlerinde üretiliyor ama sinir hücrelerimiz de üretebiliyor tabii ki. endokrin bezlerden üretiyor. Zaten konunun ismi de buradan geliyor. Endokrin sistem diyor. Bakın ne demek istiyor? Yani salgısını içe veren yani salgısını kana veren bezler demek istiyor. Aminoasit, protein ya da steroid yapılı olabilir hormonlarımız arkadaşlar. Ki burada aminoasitlerden, proteinlerden, steroidlerden örnek verilebilir ama çok detayına girmemize gerek yok. Karbohidrat yapılı değil özetle. Yağ ya da protein yapılı görebiliyoruz. Salgılanmaları sinir sistemi denetiminde gerçekleşebilir. Çünkü biz burada arkadaşlar ne yapıyoruz? Aslında hormonların salgılanmasında hatırlayın hipof hipofiz bezinde ki birazdan onunla ilgili de bir sürü soru çözeceğim. Birçok aslında hormon denetimini, kontrolünü beyindeki hipotalamus bölgesi yapıyor. O yüzden sinir sistemi kontrolünde de denetiminde de salgılanabilir diyoruz. Bize yanlış olanı sorduğu için etkileri hızlı ve kısa süreli değil uzun ve yavaştır. Cevabımız Bursa diyoruz arkadaşlar. İlk sorumuzda bakalım endokrinle ilgili başka hangi sorumuz varmış? İşte biraz önce size hatırlatacağım. Bununla ilgili soru var dediğim kısma geldik. Aşağıda hipotalamus ve hipofiz bezinin şekli verilmiştir. Önemli olduğu için ayrıyeten büyük bir şekilde buraya göstermek istedim. Şurada çok küçük kalsın istemedim. Çünkü hipotalamus ve hipofiz inanılmaz önemli arkadaşlar. Endokrin dediğimizde tek başına tam tane hormondan sorumlu bir kısmı görüyoruz. Nedir bunlar? Beyindeki hipotalamus bölgesi hemen yine beyinde yer alan hipofiz bezini denetler ve hipofiz bezinin bir ön lob bir de arka lobu vardır arkadaşlar. Ön lob hormonlarını yine hipofizin kendisi üretir ve salgılar. Sınav sorusu dikkat et. Arka lobun hormonlarını ise aslında üreten hipotalamustur. Salgılayan hipofiz bezidir diyoruz. Kim bunlar? Büyüme hormonu STH adrenortikotropik hormon. Allah'tan açılımını size sormuyorlar. Bu kısım var arkadaşlar. Böbrek üstü bezlerinin kabuk kısmını uyarmaya çalışıyor kendileri. TSH var. Tiroit uyarıcı. MSH var. Derimize rengini veren melenin pigmentinin üretimini denetliyor. FSH LH hem kadın hem erkekte neyde? Eşeysel bezlerde önemli. Prolaktin var arkadaşlar. Arkada ise ADH yani vazopirinle birlikte oksitosin yer alıyor. Bunların görevlerini zaten soruları çözerken tekrar etmiş olacağız. diyor ki buna göre hipotalamus ve hipofiz bağlantısı kesilen bir insanda aşağıdaki olaylardan hangisinin gerçekleşmesi beklenir? Yukarıda ne demiş? Hipofiz bezinin arka lobu hipotalamus ile bağlantılıdır. Hipotalamusta sentezlenen hormonlar hipofizin arka lobuna taşınır ve gerekli durumlarda buradan kana salgılanır. Yani diyor ki şu ADH ve oksitosini üreten aslında hipotalamustur. Salgılayan hipofiz bezidir. Buna dikkat et diyor. Bakalım şıklarıma ne diyor şimdi. Böbreklerden su geri emiliminin artması. Bir kere bağlantı koptuysa ADH ve oksitosinle ilgili bir sıkıntı yaşamamızı bekleyeceğiz. ADH arkadaşlar hemen şuradan kodlayalım. Ben size bunu konu anlatımında söylemiştim. Bir kere daha söyleyeceğim. ADH diğer ismiyle vazopresindir. Tamam mı? Antidiuretik hormon diye geçer. Vazodan aklınıza gelsin. Vücutta su tutar. Yani vücudun vazosu gibidir. Vazonun içinde su olur. Vazon su tutar. Bu vücudun vazosudur. Yani vücutta su tutar. O yüzden biz burada bağlantı koptuysa böbreklerden su geri miliminin artmasını bekleyemeyiz. ADH ile ilgili problem yaşadık. Kanın ozmotik basıncının azalması. Şimdi bu ne demek? Kanın suy içme isteği azalır diyor. Ama biz burada neyi sağladık? ADH'ile birlikte salgılanamadığı için vücutta su tutulamadı. Vücutta su tutulamadığı için atıldı. Atılınca aksine kanın ozmotik basıncının artmasını bekliyoruz. Azalmasını değil arkadaşlar. O yüzden eledim. Seyreltik idrar oluşturulması. Neden? Çünkü vücutta tutamadıkça idrarla onu atacağız. O yüzden idrar daha sulu yani daha seyreltik olacak. Derişik daha yoğun, seyreltik az yoğun demektir. Doğumdan sonra süt bezlerinden süt salgılanmasının artması. Biliyorsunuz oksitosin arkadaşlar doğuma yakın zamanda daha da miktarı, vücuttaki salgılanma miktarı artar ve anneyi hem doğuma hazırlar, rahim kaslarının kasılıp yaşamasını sağlar hem de üretilen sütün artık kanallara geçmesini sağlar. O yüzden de biz oksitosinle bağlantı koptuğunda bunun artmasını değil aksine bir aksaklık yaşanmasını bekleriz. idrarında glikoz idrarında glikoza rastlanması diyor. Şimdi bu insanın idrarında glikoza neden rastlansın? Çünkü glikozla ilgili bir durum yok burada. Kan şekeri normalde sağlıklı bir insanda zaten idrarla atılmaz. Kaldı ki ADH ve oksitosinin bununla hiçbir ilgisi yok. O yüzden Edirne'nin de oluşmasını beklemem. Ben neyin olmasını bekliyorum burada? ADH'ın eksikliği ile birlikte arkadaşlar daha seyreltik idrar oluşturulması. Çünkü ADH vücutta su tutar ve ÖSYM'nin en sevdiği hormonlardan bir tanesidir. Benden söylemesi. Bu soruyu zaten o yüzden çözmek istedim. Şimdi sıradaki soruma bakıyorum. Endokrin sistemle ilgili bir kazanım bazlı sorumuz daha var. Neyi anlatıyor burada? Sağlıklı bir insanda vücutta su yetersizliği ortaya çıktığında olayların gerçekleşme sırası hangisinde doğru verilmiştir? Özellikle olayların yeri karışık verilip sorulması ADH'ın soru tiplerinden bir tanesidir. Hemen bir bakalım. Şimdi su yetersizliği varsa ne olması bekleniyor? Bunun öncelikle bir fark edilmesi yani kanın ozmotik basıncının artması. Arkadaşlar ozmotik basınç çok önemli bir kavram. Vücutta su tutma isteği kısaca susamaktır. Ben mesela çok şekerli, çok tuzlu yediğimde, çok yemek yediğimde ne oluyor? Aslında vücudumun ozmotik basıncı artıyor. Yani diyor ki vücuda su al. Benim bunu dengelemem gerekiyor. O yüzden bir şeyde glikoz, tuz yani madde yoğunluğu artıyorsa doğal olarak su istiyorsunuzdur. Ya da terlediğinizde, çok su kaybettiğinizde ne yaparsınız? Susarsınız, değil mi? Böyle bir sokakta koşturduğumuzda, oynayıp geldiğimizde ne yapıyorduk çocukken? Hemen bir su içme ihtiyacı. Koşar koşmaz annemizden su istiyorduk. Bunun sebebi ne? Vücuttan suyu kaybettik. onu yerine koymamız gerekiyor. İşte bu yüzden diyoruz ki kanın ozmotik basıncı öncelikle artacak. Yani kan size diyecek ki arkadaşım vücudunda su azaldı. Suyu bir şekilde istiyoruz. Bu yüzden önce 4'le başlamamız gerekiyor. Hemen orada bir 4'le başlamayanları eledim ben. Devam ediyorum. Kanın ozmotik basıncı arttığında ne olması gerekiyor peki? Hipofiz bezinden ADH salgılanmalı. Çünkü antidiuretik hormon yani vazopiresin salgılanması gerekiyor ki böbrekler uyarılsın. O yüzden hemen ardından 3 numaralı kısmın denk gelmesi gerekiyor. Bakıyorum hemen 4 3 diye devam eden bu ki cevabımı buldum ama hemen şurada çözeceğim. Böbreklerden emilen su miktarının artması, idrar yoğunluğunun artması. Şimdi ADH böbrekleri uyarıyor. Böbreğe diyor ki suyun emmesini artır. Yani suyun geri emilimini artır. Çünkü böbrek şunu yapar. Kanı süzer. fazlalıklardan kurtulur. Ama siz ADH'la böbreğe şu uyarıyı gönderirseniz, "Hayır arkadaşım, vücudun suya ihtiyacı var. Suyu idrarla atma, bize geri kazan." derseniz böbrek size bunu yapacaktır. O yüzden hemen ardından 3 numaralı kısımda bu gelecek ve suyun birçoğunu vücutta tuttuğunuz için idrarı çok az suyla attığınız için idrarın yoğunluğu artmış olacak. O da zaten sonuncu olayımız olacak arkadaşlar. O yüzden sıralamamız 4 3 2 1 şeklinde gidecek. Anlaştık mı? Her şeyden önce ozmotik basıncı yakalıyoruz arkadaşlar. Şimdi gelelim şuradaki pozitif feedback olayını özellikle göstermek istiyorum gençler. Aşağıda FSH hormonunun feedback mekanizması gösterilmiştir. Feedback ne demek? Aslında akış demek arkadaşlar. Hipotalamus hipofiz bezini denetliyor. Hipofiz bezinden salgılanan bazı hormonlar da vücuttaki bazı kısımları uyarıyor. PSH dediği için şimdi ona özge anlatıyorum. Hipotalamusta relating factor, relating factor uyarıcı faktör demek ve baş harflerinin kısaltmasını kullanıyoruz. Gonodotropinler olarak geçer bizim bu FSH ve LH hormonlarımız. O yüzden onların kısaltması bakın gonodotropinleri salgılattırıcı uyarıcı faktör demek istiyor. Hipofiz bezini uyarıyor. Hipofiz bezi ne yapıyor? FSH salgılamış. FSH nedir? Kadınlarda ya da erkeklerde aslında eşey bezlerini uyaran bir hormondur. Soruda ne diyor? FSH hormonu ile ilgili ne yanlıştır? ovaryumdaki foliküllerin gelişmesini sağlar. Yani kadınlarda, dişilerde arkadaşlar ovaryumu uyarıyor ki bizim oradaki foliküllerimiz gelişmesini tamamlayabilsin. Yani mayozun devamını getirebilsin. Yumurta ve sperm üretimini uyarır. Çünkü burada ne var? Mantıken öncelikle FSH gelir. Kadınlarda, dişilerde yumurta, erkeklerde ise sperm. Yani üreme hücresi kısaca gamet. Biz bu ikisine gamet de diyoruz arkadaşlar. Tabii ki gamet üretimini destekler. Çünkü bunun ardından gelen LH'tta daha çok hormonlarla ilgilenecek ama mantıken önce hücrelerinizi üretmelisiniz. Süt bezlerinin gelişmesini sağlar. Şimdi süt bezleri dediğinde akla ilk şey gelir. İki şey gelir hatta. Biri prolaktin, biri de oksitosin. Prolaktin gebelik sırasında arkadaşlar süt üretimi ve tabii ki hatta reklamlarda görüyoruz ya prolaktin içerikli işte mama reklamları ya da bebeklerle ilgili reklamlarda duymuşsunuzdur. Orada ne yapıyor? hem annelik iç güdüsünü oluşturuyor gençler hem de süt üretimini sağlıyor. Oksitosin ise doğuma yakın zamanda üretilen sütün kanallara geçmesini sağlıyor. O yüzden süt bezleri benim çok hoşuma gitmedi. Şurada bir kalsın. Devam ediyorum. Kadın ve erkeklerde ortak olarak salgılanır ama sonuçları tabii ki farklı. Niye? Çünkü kadınlarda ovaryumları, erkeklerde ise tesisleri uyarıyor. Tabii ki süreç tamamen farklı ilerliyor. Ovaryumdan östrojen salgılanmasını sağlar. Çünkü ovaryumlar uyarıldığında östrojeni de birlikte salgılıyor arkadaşlar. Ardından gelecek olan LH ne yapıyor peki? O daha çok hem e yumurtlama dediğimiz ovülasyon sürecini hem de arkadaşlar kadınlardaki bir diğer önemli hormon olan progesteronun salgılanmasından çok daha büyük sorumlu oluyor. Erkeklerde zaten bir tane hormon var. O da testosteron dediğimiz erkeklik hormonu ve o da yine LH'la denetleniyor. Doğal olarak burada bizim için yanlış olan hangisi oldu? Süt bezlerine bu karışmıyor arkadaşlar. Süt bezlerinin gelişmesi ya da sütün üretimi dediğimizde daha çok prolaktin hemen akla gelmesi gerekiyor. Bu yüzden cevabımızı Ceyhan olarak bulduk. Anlaştık mı gençler? Bakın bir soru üzerinden size konuyu özetliyorum. Güzel dinleyin tamam mı? Sadece şıkları bulup geçmiyoruz. Aşağıda kalsitonin hormonunun etki mekanizması gösterilmiştir. Buna göre kalsitonin hormonunun salgısı artan bir insanda aşağıdakilerden hangisinin görülmesi beklenmez diye sormuş. Hemen bakıyorum. Kalsitonin neydi? Biz bunu K ile kodluyorduk. K'daki fazla kalsiyumu ne yapıyordu arkadaşlar? Dengelemesinde görev alıyordu. Şimdi kalsitonin dendiğinde ben şunu hatırlatmak istiyorum size. Bakın kanda kalsiyumun dengelenmesi için birbirine antagonit yani zıt çalışan iki tane hormon var. Bunlardan bir tanesini tiroid bezimizden salgılıyoruz. Diğerini de hemen arkasında yer alan paratiroid bezimizden salgılıyoruz. Anlaştık mı gençler? Paratiroid bezi. Peki hangi hormonlar bunlar? Hemen yazıyorum. Şöyle bakın. Tiroid bezimizden gelen kalsitonindir. Tamam mı? Zaten bunun iki tane hormonu var. Biri tiroksin hormonu, diğeri ise kalsitonin hormonu. Buradan kalsitonin geliyor. Ne yapıyor kalsitonin? Kandaki fazla kalsiyumu alıyor, kemiklere depoluyor. Ya da böbrek ve bağırsağa diyor ki arkadaşım kanda zaten fazla kalsiyum var. bunun geri emilimini azaltmanı istiyoruz diyor. Paratiroiden salgılanan paratormon ise zaten bunun bir tane hormonu var. O da paratormon. Bak isimleri çok benziyor. Paratormon karsitonine antagonist yani birbirine zıt çalışıyor. Bu da kanda kalsiyum düştüğünde tekrardan kemikten alıp kana veriyor. Ya da böbrek ve eee işte bağırsaklara diyor ki kalsiyumun emilimini artırın. Çünkü kanda miktarı azalmaya başladı. İşte biz bu şekilde görevleri birbirine zıt olanlara antagonist çalışan hormonlar diyoruz. Ve bana da burada bakın kalsitonini göstermiş. Diyor ki kandan alıp kemiğe verecek. Bağırsak ve böbreklerden de geri emilimini azaltacak. Nereden salgılanacak? Tiroid bezimizden. Kemik sertliğinin artması. Şimdi bana burada ne diyordu? Kalsiyonin hormonu artan bir insanda kalsiyonin arttıysa kemiklere çok fazla kalsiyum depolanacağından sertlik olacak. Çünkü mineral birikimi oluyor. İdrarla atılan kalsiyum miktarı artacak. Niye? Çünkü kalsiyon kandan atmaya çalışacak arkadaşlar. Doğru. Böbreklerden emilen kalsiyum miktarının artması diyor. Hayır. Biz ne diyeceğiz? Böbreklerden emilen kalsiyum miktarının artmasını biz azalmasını bekleriz. Çünkü kalsiyoni şunu yapmaya çalışıyor. Kanda zaten çok fazla kurtulmaya çalışıyor. Kurtulmaya çalıştığı için emilim olmaması lazım. Bağırsaklardan emilen kalsiyumun azalmasını beklerim. İşte beklediğim tam olarak bu zaten. Kanın ozmotik basıncının azalması demiş. Niye? Çünkü burada bir mineral kaybı yaşamış olacağız. Kandan çok fazla attığımız için. Bu yüzden bu sorumuzun cevabını da Ceyhan olarak bulmuş olduk. Ama neydi bu sorunun, bu kazanımın olayı? Aslında birbirine antagonist çalışanları da hatırlayalım ve kalsiyumun denetlenmesinde hangi hormonlar görev alıyor? Bunu size hatırlatmak istedim. Şimdi sıradaki sorumla devam ediyorum. PSh ve LH'lardan çok korktuğunuzu biliyorum. Özellikle insanda üreme sistemi konusunda da tekrar edeceğiz. Yukarıdaki hormonlardan hangileri hem dişi hem de erkek bireylerden salgılanır diyor. FSH ve LH'ın ortak yapı olduğunu biliyoruz. Hipofiz bezinden gelecekler arkadaşlar önloptan. Östrojen ve testeron. Şimdi bu soruda muhtemelen 1 ve 2'ye pardon 1 ve 3'e hemen aldık ama şöyle diyoruz değil mi? Östrojen kadınların hocam erkeklerde yok. Testosteron da erkeklerde ama kadınlarda yok. Hayır gençler, bunların hepsi hem dişi hem de erkekte ortaktır. Çünkü her sağlıklı bireyde, her sağlıklı erkek ve dişi bireyde belli bir miktarda östrojen ve belli bir miktarda testosteron oluyor. Çünkü bu bizim eşeysel hormonlarımız olan östrojen ve testosteronu sadece eşeysel organlarımızdan değil bir miktar böbrek üstü bezinden de salgılıyoruz. O yüzden sağlıklı bir dişte belli bir miktarda testosteron, sağlıklı bir erkekte de belli miktarda östrojen bulunması gayet normal bir durumdur. Vücudumuzun normali budur. Ama önemli olan onun seviyesi tabii ki. Doğal olarak biz bunların hepsini ortak olarak almamız gerekiyor. Sakın şöyle düşünmeyin. Erkekte asla östrojen olmaz. Kadınla asla testosteron olmaz diye bir şey yok. Tekrar söylüyorum. böbrek üstü bezimizden arkadaşlar bir miktar eşeysel hormonlarımızda salgılanıyor. O yüzden bu soruyu özellikle çözmek istedim. Şimdi gelelim grafiklerden olmazsa olmazımız. Yukarıdaki grafiklerde görülen değişimlere neden olan hormon aşağıdakilerden hangisi olabilir? demiş. Bakalım ne yapmış bu. A kandaki kandaki sodyum miktarını artırmış. Demek ki kana ne yapmış arkadaşlar? Sodyum emmiş. Kandaki su miktarını artırmış. Ama potasyum ne olmuş? idrardaki potasyum artmış. Yani idrarla potasyum atmış belli ki. Benim aklıma hemen ne geldi orada? Sodyum potasyumu görünce aynen öyle. Diyoruz ki sodyum ve klorürün emilimini artıran doğal olarak tuz oldu. Bakın bu tuzun şekerin olduğu yerde ne olur? Su olur. Yani kanın ozmotik basıncı artar. Doğal olarak kanın ozmotik basıncının artması ile birlikte suda tutulur. Yani kandaki sodyumu, klorürü ya da suyu artıran kimdi arkadaşlar? Tabii ki aldosterondu, değil mi? Hemen hatırladık. Neydi o bu? Böbrek üstü bezinin kabuk kısmından salgılanıyordu. Hatta kabuğun k'sından kodluyorduk. Neydi bunlar? Kortizol ve aldosteron. Aldosteron arkadaşlar sodyum klorürünün emilimini artırır suyla birlikte ama potasyumu atar. O yüzden idrardaki potasyum artışının sebebi buradan geliyor. İşte bu yüzden cevabımız ne oldu gençler? Hemen Adana'daki aldosteronu bulduk ve işaretledik. Kortizol ne yapıyordu? Kortizol özellikle arkadaşlar bağışıklığı baskılar. Kan şekeri üzerinde etkilidir. Karbohidratlara çevirir yağları ve proteinleri. Ama özellikle bizim için bağışıklığın baskılanması eee hem bir yerde pozitif hem bir yerde negatif bir etkidir. Adrenalini zaten biliyoruz. Korku, heyecan. Paratormonu biraz önce tekrar ettik. Tiroksin neyi sağlıyordu gençler? Metabolizmayı hızlandırıyordu. Diğer şıkları da şöyle bir hatırladık. Siz de çözerken unuttuğunuzu fark ediyorsanız hemen ne yapıyorsunuz? Notunuzu alıp tekrar ediyorsunuz. Tamam mı? Ama sorular üzerinden bakın zaten birlikte tekrar ediyoruz. Evet. İşte geldi. Kortizolden çözmezsek olmaz. Kortizol arkadaşlar çok enteresan bir hormon. Çünkü mesela biz uyandığımızda kortizol seviyemiz çok yüksek bir şekilde uyanıyoruz. Hatta bir ik saat vücut onu dengelemeye çalışıyor. O yüzden yetişkin bireylerde ergenlik ya da gelişme çağındaki çocuklardan bahsetmiyorum. Yetişkin bireylerde mesela doktorlar genelde der uyanır uyanmaz kahvaltı yapmayın. Çünkü korkusu zaten tavan zaten kan şekeri artıyor. Vücut evrimsel süreçte şunu düşünüyor. Aa biz dünyaya yeniden merhaba dedik. Birazdan avlanmaya çıkacağız. O yüzden o heyecan, korku ve savaş kaç modumuzu açması için arkadaşlar vücut kortiz salgılıyor. Şimdi diyor ki burada kortizol hormonu vücutta böbrek üstü bezinin kabuk kısmında üretilen ve vücudun strese karşı verdiği tepkiyi düzenleyen seroik yapılı bir hormondur. Buna göre aşırı stresli bir insanda kanda kortizol artışına bağlı olarak verilen durumlardan hangisinin gerçekleşmesi beklenmez diye sormuş. Hani biz hep şey deriz ya, stres hastalıkların asıl temel sebebidir. Stres bütün hastalıklara sebep olabilir. İşte sebebi buradan geliyor aslında kortizolü artırdığı için. Proteinlerin glikoza dönüşümü arkadaşlar normalde kan şekerini artıran bir sürü hormon sayabilirim ben size. Glikozonu sayarım, adrenalini sayarım ama bu çok enteresan. Bu neden enteresan? Bu glikojeni, glikojeni glikoza çevirmiyor. Bu gidiyor protein ve yağları glikoza çevirmeye çalışıyor. O yönüyle çok enteresandır ve ben tam da bunu beklerim. Niye? Çünkü kortizol arttığında glikol dönüşümü sağlayacak vücut şey diye düşünüyor. Çünkü savaş ya da kaç modunuz aktif olduğu için size enerji üretsin diye besin üretmeye çalışıyor. Bağışıklığı baskılar. Vücutta niye böyle bir şey var? Ya da mesela kortizol içerikli ilaç verir doktorlar bize. Bazen bunu niye yapıyorlar? Örneğin organ nakillerinde hastaya ya da alerjik reaksiyonlarda alerji ne demek? Vücudunuzun bir şeye gereksiz aşırı tepki vermesi demek. Kortizol alarak aslında biz bağışıklığı baskılayıp vücudu normal seviyeye çekiyoruz. Ya da organ nakillerinde mesela bağışıklık baskılanıyor ki vücut nakledilen organı kabul etsin diye. İşte bu gibi durumlarda arkadaşlar aklınıza gelsin bağışıklığı baskılayan bir hormondur. Yaraların geç iyileşmesi çünkü bağışıklık baskılandı. Kan şekerinin düşmesi demiş. Aksine ben artmasını bekleyeceğim. Çünkü korku stres anında bana şeker lazım, besin lazım ki ben ondan enerji üreteyim. Kanda üre miktarı artar. Çünkü ben aminoasitleri glikoza çevirdikçe içerisindeki amino grubundan, amonyaktan dolayı üre atmış olacağım arkadaşlar. O yüzden de diyoruz ki kan şekerinin düşmesini bekleyemeyiz. Kan şekeri aksine artmış olması gerekiyor. Anlaştık mı gençler? Çok güzel bir soruydu. Bakın kortizol de bizim için yine çok önemli hormonlardan bir tanesidir. Gençler şimdi bu soruda yine çok önemli bir kazanıma dikkat edeceğiz. Ne bu biliyor musunuz? Şu negatif feedback olayı. Şimdi burada bana diyor ki, "Hormonların salgı mekanizması feedback ile düzenlenir." Bu olay salgılanan son ürünün ilk salgı organını etkilemesidir. Son ürün ilk salgı organını etkileyerek kendisinin salgısını artırıyorsa pozitif azaltıyorsa eğer biz buna negatif feedback diyoruz diyor ve ÖSYM burayı gerçekten çok seviyor. Hatta AYT'de biz artık daha çok neyi görüyoruz? Bu tarz yorum sorularını da görüyoruz. O yüzden bununla ilgili bir soru çözmek istedim. Buna göre aşağıda verilen hormonlardan hangisi feedback mekanizması ile hipofiz bezinden salgılanan bir hormon tarafından kontrol edilmez? Çünkü hipofiz bezi tam tane hormonu arkadaşlar feedback sistemiyle aslında üretmiş. Daha doğrusu salgılamış oluyor. Bakıyorum şimdi aldosteron. Arkadaşlar burada aldosteron neydi? Kabuğun kalsından hatırladığımız kortizol ve aldosteron böbreküstü bezimizin kabuk kısmıydı. Bunları kim denetliyordu arkadaşlar? Kabuk bölgesini. Bakın öz bölgesine karışmıyor. Kabuk yani korteksi denetleyen adrenokortikotropik hormondur ki bu da zaten hipofiz bezinden salgılanır. O yüzden Adana'yı hemen aldım. Bursa'ya bakıyorum. Glikogon. İnsülin ve glikogon neydi? Birbirine antagonist çalışan ama pankreastan salgılanan ve kan şekerini düzenleyenlerdi. İnsülinin ininden aklınıza gelsin. Kan şekerini indirir. Glikogon tam tersi yükseltir. Ama nereye kadar? normal seviyeye kadar. Bunlar aynı bezden salgılandıkları halde birbirine antagonist yani zıt çalışan hormonlardır. O yüzden pankreasla alakalıdır. Hipofiz falan onlara karışmaz arkadaşlar. Aslında cevabımızı bulduk. Östrojen. Hemen hatırlatıyorum. Östrojen dediğimiz kısım ise FSH ile birlikte denetlenecek. Tabii ki eşeysel bezlerde folikül ve ovaryumu etkileyecek. FSH direkt olarak zaten hipofizin ön lobunda üretilip salgılanan bir hormon. Onu da eledim. Progesterona geliyorum. Progesteron hamileliğin devamını sağlayan bir hormondur. LH'ile birlikte arkadaşlar aslında üretilmesi ve salgılanması denetlenebiliyor. Yine aynı şekilde LH da neydi gençler? Yumurtlamayı sağlıyor. Ardından da oradan korpus lüonomla progesteron salgılanıyor. Ve yine tabii ki hipofiz beziyile alakalı olduğu için burada negatif ya da pozitif feedbackte görev alıyor diyoruz. Yani hipofizden denetleniyor. Tiroksini hatırlayalım. Tiroksin neydi? Tiroid bezinin iki tane hormonu vardı zaten. Biri tiroksin, diğeri ise kalsitonin. Şimdi tiroksin hipofizden gelen tiroid uyarıcı hormon. Yani TSH'la bu şekilde pozitif ya da negatif olarak feedbackle denetlenir. Ama kalsitonine karışmaz mesela. Neden? Çünkü kalsitonin paratormonla zaten zırt çalıştığı için bir şekilde dengeleniyorlar. Ama burada diyoruz ki TSH tiroksine karışır ama kalsiyonine karışmaz. Demek ki cevabımız ne oldu gençler? Glüagomun hipofiz bezinde pozitif ya da negatif bir feedback mekanizması yok. Çok güzel bir soruydu. Tek bir soruda birçok hormonu hem tekrar etmiş olduk hem de şu feedback olayının kafanıza bence artık oturduğunu düşünüyorum. Çünkü negatif ve pozitifte biraz kafa karıştırıcı olabiliyor bazı şeyler. Ama tekrar söylüyorum gençler bir hormon bir aslında bez bir hormon aracılığıyla başka bir bezi uyarıyorsa salgısını artırdığında pozitif durdurduğunda ise negatif diyoruz. Bu da onlardan yine çözdüğümüz güzel bir soru olmuş oldu. Şimdi gelelim bir diğer soruya. Endokrinden diyor ki, "Alperen karşıdan karşıya geçerken önüne aniden araba çıkmış ve sonrasında kalp atışlarının hızlandığını hissetmiştir. Alperen araba ile karşılaştığı anda Alperen'in vücudunda aşağıda verilen durumlardan hangisinin gerçekleşmesi beklenmez? Midesinden hidroklorik asit salgısı salınımı azalır dem" demiş. Neden? Çünkü korku anındayken arkadaşlar ne yapacak? Bizim sindirim haricindeki organlarımız, sistemlerimiz artışa geçer. Ama vücut şöyle düşünür. Şu an yemek yemenin sırası değil. O yüzden sindirim yavaşlayacak. Yani midedeki sindirimin artmasını ben bekleyemem. Bunun azalmasını beklerim. Bağırsaklardaki peristaltik hareket artar demiş. Şimdi bağırsağın sizce şu an sindirim umrunda mı? Yani düşünsenize korkmuşsunuz. Eee orada savaş ya da kaç modunuz aktif. Vücut kalkıp da bağırsak hareketleriyle ilgilenir mi? Hayır. Çünkü çok daha önemli bir konu var ortada. Bu kalsın. Tükürük salgısı azalır. Çünkü bizim burada sempatik parasempatik sinir sisteminde hatırlayın. Ne diyorduk? Korku anında tükürük salgısının azalması. Dilim dam kurudu deriz ya mesela korkudan. Oradan aklınıza gelsin. Kan şekeri artar. Çünkü savaş yata da kaç modunuz aktifleşti. Kan basıncı artar. Aynı şekilde dolaşım artacak ki ya savaşacaksınız ya da kaçacaksınız. O yüzden vücudunuzdaki mesela derideki kılcallardaki kan çekilir beyninize, kalbinize ve tabii ki koşabilmeniz için özellikle iskelet kaslarınıza gönderilir. Demek ki neyi beklemezmişim burada? Sindirimin artmasını beklemezmişim. Çünkü korku anında hormonların çalışması sizin sempatik sinirlerinizi aktifleştirir gençler. Tamam mı? Bu şekilde bir tane yorum sorusu da çözmek istedim. Çünkü ÖSYM'nin sevdiği tarzlardan bir tanesi. Şimdi nereye geldik? Gördüğünüz gibi duy organlarına geldik. Şimdi ilk sorumuzla duy organlarına başlayalım gençler. Aşağıda göze aş şemada optik eksen üzerindeki a ve b noktaları gösterilmiştir. Buna göre ifadelerden hangileri doğrudur diye sormuş. Aslında bu soru bize şu an neyi soruyor? Göz uyumunu soruyor. Yani göz kısmında bilmemiz gereken en önemli kısımlardan bir tanesi. Ne demek istiyor? Yakın bir cisme ve uzak bir cisme bakarken gözümüzün bunu nasıl netlediğini soruyor arkadaşlar. Hemen bakalım. A noktasına bakan bir kişide merceğin kırıcılığı artar. Gençler şunu unutmayın. Bakın burayı hiç ezberlemek zorunda değilsiniz. Tamamen mantık yürüterek çözeceğiz. Yakın bir cisme bakıyorsam göz doğal olarak mercekte diyor ki ışığı kır. Çünkü cisim sana çok yakında. Parlamayı önlemen gerekiyor. Diyor. Hani biz telefonlarda fotoğraf çekerken yapıyoruz ya bunu. Uzaktaki bir cismi çekerken ona odaklıyoruz. ya da yakındaysa arkayı fulllaştırıp önü odaklıyor. Aynı mantığı aslında bizim gözümüz otomatik olarak yapıyor. Doğal olarak ben yakındaki bir cisme bakarken ışığı çok kırmak isterim ki yani ışığı kırayım ki orada parlama olmasın. Görüntüyü net algılayım. Ama uzaktaki bir cisme bakarken mantıken şöyle diyor. Cisim zaten sana uzakta. Işığı olabildiğince topla. Yani ışığı kırma diyor. Çok az miktarda kır. O yüzden A noktasına bakan bir kişide merceğin kırıcılığı artar. Doğru kabul ediyorum. B noktasına bakan bir kişide kirpiksi kaslar gevşemektedir. Şimdi bunu nasıl çözeceğiz ezberlemeden? Hemen bunun mantığını anlatıyorum size. Gençler şu bir mercek olsun. Tamam mı? Mercek şişkinse bunun kırıcılığı fazladır. Eğer merceğiniz inceyse, tamam mı? Daha ince bir mercek düşünün. Burun kırıcılığı ise daha azdır. Ne kadar kalın olursa doğal olarak o kadar çok kıracak. Peki merceği nasıl inceltirsiniz? Uçlarından tutup çekerek. O yüzden merceği şöyle uçlarından tutup çeken kaslar vardır. Biz buna mercek kasları diyoruz. Tamam mı? Ve mercek kaslarını da tabakaya bağlayan kirpiksi kaslar var. Bu kirpiksli kaslar, mercekli kaslar birbirine zıt çalışır. Yani biri kasılıyorken diğeri gevşiyordur. İşte buradan arkadaşlar ben hemen şöyle yorumlayabilirim. Eğer bir cisim bana uzaktaysa ben o uzaktaki cismi görebilmek için kırıcılığın az olmasını isterim. Yani olabildiğince ışığı toplamak isterim. Işığı toplamak istediğim için de merceğin kırıcılığının az olmasını istiyorum. Yani uzağa bakarken merceğim incelsin istiyorum. Merceğin incelmesi demek kırıcılığın az olması demek. Mercek incelmesi için merceği tutan kasların kasılması gerekiyor ki onu tutup uçlarından çeksin ve merceği inceltsin. Doğal olarak mercek kasları kasılıyor ama kirpiks kaslar gevşiyordur. Çünkü birbirine zıt hareket ediyor dedik. Şimdi soruma geri dönüyorum. B noktasına yani uzağa bakan bir kişi de o zaman ne olacak? Mercek kasları kasılırken kirpiksli kaslar gevşeyecek. O yüzden 2 de doğru oldu. Anlaştık mı gençler? Hiç ezberlemeden mantıkla çözebilirsiniz. A noktasına bakıldığında mercek incelirken B noktasına bakıldığında mercek kalınlaşır. Çünkü A noktasına baktığımda ben yakına baktığım için merceğin incelmesini mi isterim? Hayır. Mercek daha çok kalın olsun ki ışığı kırsın. B'ye bakarken uzak olduğu için uzakta ben ince bir mercek isterim. Çünkü ince mercekte kırıcılık az olacak. uzaktayken kırıcılığın az olmasını istiyorum. Ama burada ne demiş? B noktasına bakıldığında mercek kalınlaşır diyor. Tam tersini söylemesi gerekiyordu. O yüzden bunu eledim. Cevabımız ne oldu gençler? Doğru olanı sorduğu için 1 ve 2 Ceyhan olarak bulmuş olduk. Böylelikle göz uyumunu öğrenmiş olduk. Ne demekmiş göz uyumu? Bir cismin göze yakın ya da uzak olmasına göre yani mesafesine göre merceğin kırıcılığını ayarlaması demektir. Bunları hiç ezberlemeden bu mantıkla çözebiliyoruz gençler. Şimdi bir tane daha sorum var. Tabii ki duyu organlarında en çok böyle üstünde durmamız gereken kısım göz ve kulak kısmı olacak. O yüzden onlardan daha ağırlıklı soru hazırladım. Aşağıda gözlüğün yapısı gösterilmiştir. Kısımlarını bilmeniz çok önemli arkadaşlar. ÖSYM bunlara numara vererek size sorabilir. Gelin birlikte bir tekrar edelim. Şurada bizim reseptörlerimizin yoğun bulunduğu ve görüntünün küçük ters olarak düştüğü kısım sarı benektir. Sağlıklı bir insanda görüntü sarı beneğin tam üstüne düşürülür. Eğer önüne ya da arkasına düşerse de miyop ya da hipermetrop dediğimiz rahatsızlık oluyor. Kör nokta reseptörlerin bulunmadığı hani arabalarda kör nokta vardır ya görüntünün algılanmadığı ve sinirlerin çıkış yaptığı kısımdır. Kornea gözün en dış tabakasındaki sert tabakanın kavislenerek oluşturduğu ve ışığın ilk kırıldığı yerdir. Iris gözümüzün renkli kısmıdır. Kahverengi, mavi, yeşil gözle oluyoruz ya. Onun işte pigmentlerinin sağlandığı yer iristir arkadaşlar. Göz bebeği göze giren ışık miktarını ayarlar. İrsteki kaslarla birlikte büyüyüp küçülebilir. Mercek zaten kırıcılığı ayarlıyor. Işığın ikinci kez kırıldığı yerdir. Camsız sıvı da buradaki içeriği dolduran jole kıvamındaki sıvaddır. Şimdi bana diyor ki, "Gözdeki yapılarla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?" İris göz bebeğinin hareketini sağlar. Çünkü iristeki kaslarla birlikte göz bebeği büyüyüp küçülerek ve karanlıkta daha çok büyüyor ki ışığı toplayabilsin diye. Işık geldiğinde de ne oluyor? küçülüyor. Hatta bu refleksi de denetleyen neresidir? Beyindeki orta beyin kısmıdır. Şimdi göz bebeği göze gelen ışık miktarını ayarlar demiş. Çünkü göz bebeği burada ne dedik? Büyük küçülerek tam da bunu yapıyor. Göz merceği göz uyumunda görev alır. Biraz önceki çözdüğümüz soruda olduğu gibi kırıcılığı ayarlıyor. Cisimden gelen ışınların ilk kırıldığı yer kornyadır arkadaşlar. Tabii ki cisimden gelen ışınlar kör noktaya düşürülerek görüntü oluşur demiş. Yanlış. Çünkü kör nokta görüntünün algılanmadığı yerdir. Dikkat edin. Sağlıklı bir insanda görüntü sarı beneğe gelmesi gerekiyor algılanması için. O yüzden bu sorumuzun cevabı da Edirne oldu. Şimdi gözde görülen rahatsızlıkları arkadaşlar bilmemiz gerekiyor. Özellikle hastalıklar duyu organlarında sevilen konulardan bir tanesidir. Mesela miyop ya da hipermetrop gibi çok bilindik rahatsızlıklarda gözün o anatomik fizyolojik yapısındaki anormallikleri bilmemiz gerekiyor. Bakalım hemen. Şimdi buradaki soruda bize diyor ki gözde görüntünün oluştuğu yer gösterilmiştir. Görüntün oluştuğu yere bakıyorum. Sarı beleğin çok önünde. Dikkat ettiniz mi? Bakın sarı beneğin önüne düşmüş. Bu neden oluyor biliyor musunuz? Şimdi mesela bu kızımıza bir isim verelim. Tamam mı? Hadi Kübra diyelim. Kübra. Anlaştık mı? Senin kadar uzun değil ama senin kadar uzun bir şeyi buraya çizmemin mümkünatı yoktu. Kübra'nın bir boyu var. Maşallah. Kaç boyum? 75. 75. Benim hakkımı da yemiş. Hatta sizin hakkınızı bile yemiş olabilir. Yani öyle bir boy. Maşallah. Bir de Erzurumluymuş. Biraz önce de onu öğrendim. Değil mi? Ben böyle daha Ege'de sulak yerlerde falan büyümüşsündür diye düşünmüştüm ama et de yemiyorsun. Genlerden mi? Genler çok uzun. Anne mi uzun baba mı? Baba da uzun anne uzun. Bizde herkes çok uzun. Abileri de çok uzun gerçekten. Ya benim kardeşlerim de çok uzun mesela ama en kısaları benim. Yani bir tek ben kısa kalmışım. Niye öyle? Aile büyükleri falan. Onlar da çok uzun. Babam falan da çok uzundu ya. Bir tek bana böyle torpil geçmemiş genlerim. Öyle olmuş. Neyse devam ediyorum. Bana da sürekli soruyorlar. Hocam boyunuz kaç falan diye. Ben kısa olduğu için rahatlıkla söylüyorum böyle 1.63 falan diye. Senin 75 mi gerçekten? Peki ben 1.63 gösteriyor muyum? 163 uzun gözüyor sanki ya. 7 falan derdim. Sanki öyle dur. Evet. Arkadaşlarım da öyle. Hatta diyorlar ki insanlar boy boylarını uzun söyler. Sen niye kısa söylüyorsun falan diyorlar ama bence ayakkabıyla alakalı ya da duruşla da alakalı olabilir. Aynen. Ama öyle çok kısa bir Ah teşekkür ederim. Mutlu oldum. Çok teşekkür ederim. Evet. Şimdi Kübra burada arkadaşlar Kübra'nın görüntüsünün algılanması için şuradaki sarı beni gelmesi gerekiyor. Tamam mı? Ama ne olmuş burada? Bakın kat etmesi gereken mesafeye mesela şuraya x diyelim. Bir şey olmuş. Bu gözün anatomisinde enteresan bir şey olmuş. Ve Kübra bu X kadar yolu gelememiş. Ya daha doğrusu gelmiş ama buraya varamamış. Bu neden olur? Demek ki bu yol mesafesi uzamış. Yani aslında diyor ki göz eksen doğrultusunda genişlemiş. Biz bu göz küresinin genişlemesine ne diyorduk arkadaşlar? Aynen öyle. Miyop diyorduk. Değil mi? Bakın miyoplarda zaten iki tane çok hani meşhur hastalık var. Ya miyop ya da hipermetrop. Şimdi miyop ve hipermetropta bunu şöyle kodlayabilirsiniz. Hatırlayın konu anlatımında hayali mutluluk diye kodlamıştık biz bunları. Neydi? Hemen hatırlatayım. Çünkü bunları da bazen unuttuğumuzu ve karıştırdığınızı biliyorum. Bakın şimdi şuradan hemen hatırlayalım. Hayali mutluluk nedir? Hipermetrop yakını görememe rahatsızlığıdır ve ince kenarlı mercekle düzeltilir. Bak baş harflerinden. Buradaki mutluluk ise miyop uzağa göreme rahatsızlığıdır ve kalın kenarlı mercekte düzeltilir. Miyotta şu oluyor. Eksene göre göz küresi o kadar büyüyor ki siz bu x kadar mesafeyi kat etseniz de normalde ulaşmanız gereken yere ulaşamıyorsunuz. Ve Kübra doğal olarak burada ortada kalıyor arkadaşlar. Anlaştık mı? Şimdi Kübra'nın görüntüsünü biz yine de ne yapacağız? Burada diyeceğiz ki miyop rahatsızlığı var. Peki burada ne olmuş? Bu göz kusuru ile ilgili hangileri doğrudur diye soruyor. Şunu kırmızıya alayım da sarı görünmüyordur orada. Göz merceği normale göre şişkin olabilir. Neden? Çünkü buradaki mesafeden ben bunu anladım. Görüntünün öne düşmesinden. Demek ki hipermetrop da ne olacak? Arkaya düşecek. Göz yuvarlağının çapı önden arkaya doğru uzamış olabilir. İşte şişkinlikle zaten aslında aynı ifadeye geliyor. Bir şeyi size farklı şekillerde nasıl söyleyebilirler? Bunu anlıyorsunuz. Yakını iyi görür fakat uzağı net göremez. Biz bunun miyop olduğuna karar verdiğimiz için diyoruz ki miyop nedir? Miyop uzağı görememe rahatsızlığıdır ve kalın kenarlığıyla düzeltilir. O yüzden diyoruz ki evet uzağı net göremez ve üçü de doğru olduğu için cevabımızı Edirne olarak bulmuş oluyoruz. Anlaştık mı gençler? Bu göz rahatsızlıklarını bilmemiz gerekiyor. Özellikle miyot ve hipermetrop bilinmesi gerekiyor. Ve geldik kulak kısmına. Kulaktan tabii ki soru çözeceğiz. Çünkü bu kulakta biz şimdi duyu organlarında görevlerini söylerken kulakta zannediyoruz ki sadece işitmeyi öğreneceğiz. Hayır, kulakta çok önemli bir görev daha var. Nedir o? Vücut dengesi. Aynen öyle. Bakın şimdi diyor ki kulaktaki yapılar ve görevler görevleri ile ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur? Ama ben soruya geçmeden önce şu şekil o kadar önemli ki bu şekli size bir anlatıp konuyu şöyle bir özetlemek istiyorum. Tabii ki yapmazsam rahat edemem için mümkün değil yapmam lazım. Şimdi burada arkadaşlar kulağı biz üçe ayırıyorduk. Dış kulak, orta kulak, iç kulak. Ne demek istiyorum? Dış kulak dediğimiz kısım kulak kepçesi. Yani aslında baktığımızda gördüğümüz yer. Kulak kepçesi ve kulak yolu. Tamam mı? Bu kulak yolunun devamında artık ne başlıyor arkadaşlar? Kulak zarı ile birlikte. Bakın kulak zarı şurada. Bu kulak zarı ile birlikte artık biz orta kulağa giriş yapıyoruz. Vücudumuzun en küçük kemikleri olan çekiçör üzengi de burada bakın. Ve iç kulakta ise aslında işitme ve dengeyi sağlayan reseptörlerin de yer aldığı merkezler var. Kim bunlar? Yarım daire kanalları ile birlikte salyangoz. Salyangoz nedir arkadaşlar? İşitmeyi sağlayacak. Yarım daire kanalları ise denge ile ilgili olacak. Burada bir de orta kulaktan yutağa açılan Östeki borusu var. basıncı dengeliyor. Hani biz mesela yüksek seste ya da uçakta yolculuk yaparken sakız çiğneriz de o dengeyi sağlarız. Ya aslında tam olarak yaptığımız şey bu. Kulakta oluşan basıncı yutuğa açarak dengeliyorsunuz. Niye? Kulak zarınız patlamasın diye. Bakın kulak zarınız hemen şurada kulak yoluyla bağlantılı. O yüzden o kulak çubuklarını beynimize kadar sokmak yok. Tamam mı? Normalde kulak çubukları burası temizlenmez. Kulak çubuğunun temizlemesi gereken yer kulak kepçenizdir. Kulak yolunu arkadaşlar onu sokmamanız gerekiyor. Çünkü orada oluşan yapıların hemen devamında kulak zarı var. Kulak zarınıza zarar verirseniz Allah korusun duyma kaybı yaşayabilirsiniz. Anlaştık mı? Şimdi soruya geri dönüyorum. Diyor ki, "Havada yayılan ses dalgalarını toplayan östeki borusudur." Y burada arkadaşlar havada yayılan ses dalgalarını östeki borusunu nasıl toplasın? Özteki borusu orta kulakta ta. Onu toplayan kim? Kulak kepçesi. Bu yüzden zaten G harfi gibi kıvrımlı. Bunu eledim. Çekiç örsü zengi kemikleri dış kulak ile iç kulak arasındaki dengenin korunmasını sağlar demiş. Çekiçörü zengi dengeyle alakalı değil. Sesin kuvvetlendirilmesinde görev alıyorlar. Eledim. Kulak zarı farklı frekanstaki ses dalgalarını algılar demiş. Kulak zarı sadece frekans buradaki ses dalgalarını yükseltiyor. Tamam mı? Oradaki titreşimi artırıyor. O yüzden bunu da eledim. Yarım daire kanalları vücut dengesini sağlar demiş. Bakın burada gerçekten de yarım bir daire görüyoruz. Şöyle üç tane. Bunlar arkadaşlar içerisindeki endolen sıvıyla birlikte ve otolit taşlarıyla birlikte vücudumuzun dengesini algılar. Hatta buradan çıkan sinirler beyinciye gider. Ama mesela salyangozdan çıkan direkt beyin kabuğuna yani uç beyine gitmiş oluyor. Çünkü bu işitmeyi sağlayacak. Bu ise yarım daire kanalları ise dengeyi sağlayacak. O yüzden yarım daire kanalları vücut dengesini sağlar. Gayet doğru bir ifade. Korganında ses dalgalarının şiddeti artırılır. Korti organı dediği salyangoz arkadaşlar şu ortada bulunan yapıdır ve korte organı zaten işitmenin algılandığı yani reseptörlerin bulunduğu kısımdır. O yüzden diyoruz ki mekan reseptörlerin bulunduğu kısımdır ve korte organındaki zaten burada salyangozdaki daha doğrusu kohlier kanalda yer alan korti organını gördüğünüz an işitme diyeceksiniz. Ama burada ne diyor? ses dalgalarının şiddeti artırılır. Hayır, ses dalgaları oraya gelene kadar zaten şiddeti artırılıyor. Orada tam olarak arkadaşlar reseptörlerin uyarılması sağlanmış oluyor. Yani işitme gerçekleşiyor. O yüzden Edirne'yi de eledik ve cevabımızı Denizli olarak bulduk gençler. Kulakla ilgili bir soru daha çözüyoruz hemen. Kulakta gerçekleşen denge olayı için aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? Dengeyi sağlayan yapılar iç kulakta bulunur. Zaten işitme için de aynı şekilde salyangozla yarım daire kanalları da iç kulakta yer alıyor. Tulumcuk, kesecik ve yarım daire kanalları dengeden sorumludur. Ama mesela salyangoz deseydi, korç organı deseydi biz ona ne diyecektik arkadaşlar? İşitme diyecektik. Reseptörlerle alınan uyarılar beyin kabuğunda değerlendirilir. Çok güzel bir soru. Bakın biz burada denge dediysek arkadaşlar beyin kabuğu değil beyincik dememiz gerekiyordu. Çünkü vücudun dengesini sağlayan beyincikti. Ve hatırlayın biz hemen bir önceki konumuzda çözerken ne dedik? Endokrinden önce sinir sistemini çözerken de ben orada hatırlatmıştım. Dedim ki beyincik vücudunuzun dengesini sağlarken kulaktan gelen impulsları da değerlendirir. İşte arkadaşlar burada dikkat ediyoruz. Denge diyorsa beyinciyi görmemiz gerekiyor. Tamam mı? Tulumcuk, kesecik yer çekimine karşı yapılan hareketlerde etkilidir. Yarım daire kanalları ise dönme hareketinde etkilidir. Hatta çocukken böyle kendi etrafımızda dönüp dönüp durduğumuzda niye öyle bir şey yapıyors eğlenceliydi bu arada. Yani neden onu yapıyorduk bilmiyorum ama dönüp durduğumuzda o içerideki yarım daire kanallarındaki sıvı hareket ediyor. Tamam mı? Şöyle göstereyim. hareket ediyor, ediyor, ediyor, ediyor bu şekilde. Sonra siz duruyorsunuz ama o su hareketini kaybedip hani o enerjisini kaybedip durana kadar bizim hala başımız dönmeye devam ediyordu. İşte dönme hareketi dediğimiz yarım daire kanalları bunu sağlıyor. Ama yer çekimine göre baktığımızda ise arkadaşlar onu genellikle kesecik, tulumcuk yani aslında otolit taşları sağlamış oluyor diyoruz. Bu yüzden yanlış olanı sorduğu için cevabımız C arkadaşlar. Anlaştık mı? Güzel. Bence anlaştık. Artık bu denge ve işitmeyi öğrenmiş olduk. İnsanda kokunun alınması sürecinde aşağıda verilen olaylardan hangisi gerçekleşmez? Kimyasal maddelerin mukusta çözünmesi. Arkadaşlar kimyasalla ilgili dediğimizde yani kemoreseptör dediğimizde burun ve dil akla geliyor. Dikkat ederseniz bu iki yapıda da mukus var. Neden? Çünkü o kimyasalın bu mukusta çözünmesi gerekiyor. O yüzden kimyasal mukus gördüğüm anda okey diyorum. sarı bölgede bulunan kemoreseptörlerin uyarılması. Şimdi burada sarı bölge dediğimiz burnumuzun hemen üst kısmında şurada sarı bölge dediğimiz bir yer var. Ve burada yer alan reseptörlerle birlikte biz aslında bunu neyi sağlamış oluyoruz? Kokunun algılanabilmesini sağlamış oluyoruz. Neden kemoreseptör? Çünkü kimyasal yapı ismi buradan geliyor. Doğal olarak da bunu da kabul ettim. Kemoreseptörlerin koku soğancığındaki sinir hücrelerini uyarması demiş. Şimdi buraya baktığımızda koku soğancığı kısmında sinir hücreleriyle direkt bağlantılı. Hatta burundaki reseptörler zaten sinir hücresinden farklılaştığı için biz diyoruz ki burundan çıkan reseptörler yani koku reseptörleri talamusa uğramadan direksi olarak uç beyne giden tek reseptördür. O yüzden duy organlarında en önemli bilmemiz gereken bilgilerden bir tanesi beş duyu organından birisi talomusa uğramaz. O da kokudur diyoruz arkadaşlar. Sinir hücreleri ile gelen impulsun uç beyinde değerlendirilmesi, koku soğancığından çıkan impulsların talomusa uğraması. İşte diyoruz ki talomusa uğramaması gerekiyor. O yüzden yanlış olanı sorduğu için cevabımız kesinlikle Edirne olacak. Ama şunları tekrar ediyorum. Değerlendirme dediği için uç beyin diyeceğiz arkadaşlar ve koku soğancığındaki sinir hücrelerinin uyarılmasını da bilmemiz gerekiyor. Tekrar söylüyorum koku talamusa uğramayacak. Anlaştık mı? Güzel. Şimdi deri ile ilgili bir tane soru çözelim. Çünkü derinin de burada bazı kısımlarının bilinmesi gerekiyor. Hatta şu görsel genelde karşınıza gelebilir. Geldiğinde hiç korkmadan nasıl çözeceksiniz? Şimdi size bunu anlatacağım. Diyor ki, "Delinin yapısı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi doğrudur? Epidermis ve dermiste kan damarları bol miktarda bulunur diye. Epi üst demek zaten. Diyor ki bak üst deri ve alt deride kan damarları var. Ama biz kan damarlarının kan kılcalarının nerede olduğunu görüyoruz arkadaşlar. Alt deride, üst deride bu yapıyı görmeyeceğiz. O yüzden bunu kabul etmedim. Epidermis'in tüm hücreleri cansız. Dermis'in tüm hücreleri canlıdır. Hayır. Epidermiste korun ve malpigi tabaka vardır. Korun ölüdür. Ama malpiki tabaka arkadaşlar deriye renk veren melenositleri üreten tabakadır. O yüzden orası canlıdır diyoruz. Tamam mı? Bunu da eledik. Tamamı dediği için terbezıl kökü reseptörler hem epidermisin hem de dermiste bulunur diyor. Hayır onlar tamamen alt deride bulunur, üst deride bunları görmüyoruz. Dermis korum ve malpigi tabakadan oluşur demiş. Bu dermis değil. Epidermisin içerdiği kısımdı. Yanlış söylemiş. Epidermisteki melanosit hücreler deri renginin oluşmasını sağlar. İşte bunlar doğru arkadaşlar. Çünkü melanosit hücreleri buradaki malpi tabakada ve üst deriye ait. Doğal olarak da diyoruz ki burada derinin renginin oluşmasını sağlayan yapı odur. Çünkü mesela güneş ışınları çok fazla geldiğinde işte oradaki kanserojen etkiyi engellemek için yani DNA'nın mutasyona uğramasını engellemek için melenositler ne yapıyor? melanin sentezleyerek pigment yoğunluğunu artırıp oradaki aslında hücreleri koruyor. O yüzden güneş alan coğrafi olarak güneşi çok fazla alan bölgelerde insanlardaki ter renginin daha koyu olduğunu kuzeylere doğru gittikçe yani güneşin az olduğu yerlerde ise ten renginin açıldığını görüyoruz. Tamamen bu yapıdan dolayı. O yüzden bu sorumuzun cevabını da ne yaptık gençler? Edirne olarak bulduk. Demek ki neymiş? Deriyi epidermis ve dermis diye ayırdık. Epidermis hem ölü hem canlı hücreleri içerebilir. Dermis tamamen canlı ama ne dedik? Kıl kökü işte yağ tabaka özellikle ter bezi ve kan kılcalları alt tabakada yer alır. Bunları bilmemiz gerekiyor. Deri ile ilgili bir soru daha çözeceğim. Çünkü burada temel ve bağ dokularla ilgili şu hücreler arkadaşlar bilinmesi gerekiyor. Ve bunları da konu çalışırken atladığınızı biliyorum. Karıştırdığınızı biliyorum. O yüzden buradan da bir soru çözüp hemen şöyle bir hatırlatmak istedim. önemli hücreleri tanımamız gerekiyor gençler. Deride bulunan temel bağ doku hücreleri ve görevleri ile ilgili aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi yanlıştır? Fibroblastlar temel bağ dokunun ara maddesi ve liflerini oluşturur. O yüzden bunlar aslında hücrelerimize destek ve sağlamlık kazandırmış olur dokularımıza. Mast hücreleri heparin ve histamin üretir. Histamin doku buradaki daha doğrusu dokudan demeyim de damardaki geçirgenliği artırır ve dokuda herhangi bir hasar oluştuğunda akyuvarlarının oraya geçmesini sağlar. Hepin de kanın içeris kanın damar içerisine pıhtılaşmasını engeller. Çünkü biz pıhtılaşmayı bir zarar olduğunda yani doku bütünlüğü bozulduğunda isteriz. Normalde damar içerisinde akan bir kanın pıtılaşmasını istemeyiz. Hepin ve histamini de biz burada görüyoruz. Makrofarj ne demek? En önemli hücrelerden bir tanesi mikroorganizmaları fagosoza yok eder. Çok önemli bir savunma hücresidir. Plazma hücreleri termoreseptörleri bulundurur demiş. Melanositler melalin pigmentini üreterek deriye renk verirler demiş. Plazma hücrelerine burada termoreseptörleri bulundur demiş gençler. Ama biz ne diyoruz? Termoreseptörler zaten nerede? Reseptör kısmı deride alt kısımda olacak. Yani alt deri dediğimiz kısımda olacak. Ama plazma hücrelerinin görevi daha çok şudur. Antikor üreterek vücudun savunmasında görev alıyor. O yüzden görevinin bu olmadığını bilmemizde fayda var. Özellikle makrofajı lütfen bilin arkadaşlar. Bilinmesi gereken önemli hücrelerden bir tanesi. Temel bağ dokuda da burada şöyle bir şey var. Mesela bağ dokuyu çok böyle kafamıza oturtamıyoruz. ne işe yarıyor diye bir ev inşa ederken tuğlaların arasında hani harç karılır ya o tuğlalar daha sağlam dursun diye aynı o şekilde dokularımızda yer alan hücreler arasında destekliği sağlamış oluyor. Deri kısmında da bunu bilmemizde çok büyük fayda var. Ve böylelikle duyu organlarında da hatırlamamız gereken en önemli kısımları birlikte tekrar ettik. Peki şimdi nereye geldik? Destek ve hareket sistemine gençler. Destek ve hareket sistemiyle devam ediyoruz kaldığımız yerden. Bir şey dikkatinizi çekti mi? Logomuz nasıl olmuş? Çok güzel olmuş değil mi? Hemen iki dakika arada taktırdık. Asla ara falan vermedik yani. Kübra beni buraya kitledi. Arada bir ekmeğimi, suyumu veriyor. Dedi ki, "Hocam bu video bitmeden çıkmak yok." dedi. Sakın aklınıza bir şey gelmesin. Yani mola falan vermedik. Siz de aynı şekilde devam ediyorsunuz. Tamam mı? Şimdi ilk sorumuzla hemen şu konuyu bir halledelim. Çünkü burada hem bir iskelet sistemi hem de kas sistemi göreceğiz. Çok güzel sorularımız var arkadaşlar. Aşağıda destek ve hareket sistemine ait bazı kavramlar, hop kalemi seçmemişim. Bazı kavramların tanımları verilmiştir diyor. Bunlardan hangisinin aşağıda yer almadığını bulacağız. Tamam mı? Bakalım. Şimdi kemiğin enine büyümesini sağlar. Bakın bir enineyi soracaklar size. Bir de boyca uzamayı soracaklar. İkisi birbirinden farklı. Dikkat edin. Eğer enine diyorsa arkadaşlar, biz kemik zarı olan periostu seçmemiz gerekiyor. Boyca uzama derse de epifiz planını seçmemiz gerekiyor. Yani boyumuzun uzamasını sağlayan aslında belli bir yaşa kadar 20'li yaşların başına kadar epifiz plağı kıkırdak şeklindedir ve kemiğin boyunca uzamasını sağlar. Kübra da bayağı geç kemikleşmiş. Gördüğünüz gibi bunu konuştuk biraz önce. Bizde ise erkenden zaten hemen kemik formuna geçmiş bu epifiz. O yüzden bunun epsiz, bunun da periyos olduğunu hemen bulduk şıklarda. Şöyle bir eleyelim onları. Devam ediyorum. Kıkırdat dokunun ara maddesidir. Bakın bu kavramlar önemli. Kondrin ara ara madde ise sonu inle bitiyor. Hücre ise sitle bitiyor arkadaşlar. O yüzden eğer kıkırdak dokunun hücresi deseydi kondrosit derdim. Ara maddesi dediği için kondrini hemen buldum. Kemik doku hücresi de osteosittir. Bakın sitle bitti. Doğal olarak eğer bunun kemik dokuyu sorarsa osteosit, eğer kıkırdak yapıyı sorarsa da kondrosit diyeceğiz. Ama burada ara maddeyi, burada ise hücreyi sormuş. Peki hocam kemikte ara maddeyi sorsaydı o zaman da osein derdik. Bunu da verdik. Kimi bulamadık? Lakünü bulamadık. Lakün arkadaşlar aslında osteositlerin yer aldığı, osteositler böyle yıldız formuna benzer biraz. Onların yer aldığı boşluklardır. Yani aslında osteositlerin yerleştiği bölgelerdir gibi düşünebilirsiniz. Kemik dokuda lakünleri ama yukarıda bunun tanımı verilmemiş. O yüzden ilk sorumuzun cevabını Denizli olarak bulduk. Bazı kavramları bilmenizde fayda var. Destek hareketinin özellikle hücreleri ile ilgili ya da böyle çok spesifik özelliklerini bilmemiz gerekiyor. Ve tabii ki bir şekilli soru olmazsa olmaz kemik yapısı ile ilgili. Uzun bir kemiğin boyuna kestiği yukarıdaki şekilde gösterilmiştir. Buna göre kemiğin yapısı ile ilgili ne söylenemez diye sormuş. Baş kısımlar ve gövde kısımlar var ve önemli kısımları da bu şekilde bana numaralandırmış. Diyor ki bir numaralı kısım kemiğin enine kalınlaşmasını ve onarımını sağlar. Hemen bakıyorum arkadaşlar. Dışarıdaki zarı bakın neyi içermiş? Kemik zarını. Yani neyi gösteriyor? Periyosu gösteriyor. Periyos arkadaşlar kemiğin hem enine kalınlaşmasını sağlayacak hem de onarımında görev alacak. Hatta kırık ya da çatlaklarda ne yapıyor? kemik yapısını bir arada tutarak kaynaşmayı daha da kolaylaştırıyor. 2 numaralı kısımda sarı kemik keliği bulunur demiş. Bakıyorum hemen şurada neyi gördüm arkadaşlar? Gerçekten de bakın sarı kemik kiliğini gördüm. Hemen bir zaten bununla ilgili mutlaka söyleyeceğim ama şurada yeri gelmişken söyleyeyim. Bir kemiğin uzun kemik olduğunun kanıtı sarı kemik iliğini görmektir. Sarı kemik iliğini sadece uzun kemikte görüyoruz. Bakın burada yer almış. Hemen doğru kabul ettim. Ceyhan da diyor ki 3 numaralı kısım kemiğin boy uzamasını sağlar ve kıkırdak dokudan oluşur. Epifizi söylüyor olması gerekiyor. Bakın baş kısımda hemen şurada işte bu bizim kemiğimizin boyca uzamasını sağlıyor. Ortalama 20'li yaşlara kadar kıkırdak yapıda daha sonra kemikleşiyor ve boyca uzamamız durmuş oluyor. Tamam mı? Denizli'de diyor ki 4 numaralı kısımda kan damarları ve sinirler yer alır demiş. 4 numaralı yapıya bakıyorum. Burada bir ne var arkadaşlar? Kıkırdak yapı. Daha doğrusu eklemlerin baş kısmı var. Burada biz neyi göreceğiz? Neredeydi? Ha şurada. Kan damarları ve sinirler görmememiz gerekiyor. Orada bir yanlışlık olmuş. Bu bir kalsın. Edirne'de de diyor ki 5 numaralı kısımda süngerimsi kemik doku yer alır. Zaten süngerimsi kemik doku yapıyı biz uzun kemiklerin şu şekilde arkadaşlar büyük bir kısmında ne yapıyoruz? Görmüş oluyoruz. Baş kısımda iki tarafta da baş kısımda bunu görmüş oluyoruz. Ama Denizli'de biz kan damarı ve sinirleri görmememiz gerekiyor. Şimdi sıradaki soruyla devam edelim. Yukarıda kıkırdak doku ile ilgili verilen bilgilerden hangileri doğrudur diye sormuş. Biliyorsunuz bizim iskelet yapımızda arkadaşlar ne diyeceğiz? Bir kemik, bir de kıkırdak doku var. Kıkırdak dokunun özelliklerinde kıyaslama soruları sevilir. O yüzden burayı tekrar etmenizi istiyorum. Hücreler arası maddede yer alan liflerin yapısına ve düzenine göre çeşitlere ayrılır. Hiyelin kıkırdak, fibröz kıkırdak ya da elastik kıkırdak gibi arkadaşlar. O yüzden bunu hemen doğru kabul ettim. Hücrelerine kondrosit, ara maddesine ise kondrin denir. Bunları da hemen hatırladık. Kan damarı içermez. Bu çok önemli bir özellik. Kemikte arkadaşlar en önemli farklarından bir tanesi budur. Kondrositlerin etrafı lakün ile çevrilidir demiş. Ama biz burada neyi görüyorduk gençler? Lakün yapılarını e kemikte görüyoruz. Burada kondrositlerin etrafının kapsüllerle çevrili olabileceğini söyleyebiliriz ködak doku ile ilgili. O yüzden bize doğru olanı sorduğu için cevap 1, 2 ve 3 olarak bulmuş oluyoruz. Ceyhan olarak buluyoruz gençler. Şimdi sıradaki soruyla devam edelim. Bunu hatırladıysak aşağıdakilerden hangisi kısa kemiklere örnek olarak verilebilir? Gençler çok spesifik kemikleri bilmemiz gerekiyor. Mesela kol, bacak işte parmaklarımız uzun kemiktir. Parmaklar özellikle çok karıştırılır. Dikkat edin el, ayak parmak kemiklerimiz uzun kemiktir. Çünkü biz bir kemiğin uzun kemik olmasına özellikle ne ile karar veriyoruz? Sarı kemik iliğinin bulunmasıyla karar veriyoruz. Kısa kemikler bilek kemiklerimizdir. Bu çok karıştırılır. O yüzden onunla ilgili hemen bir soru çözmek istedim. Bakın diyor ki kısa kemikl örnek olarak verebilirsin. Kaburga kemikleri, bilek kemikleri, kafatası, kalça ve uyluk. Uyluk dediğimiz yapı zaten bacaktaki kısım biliyorsunuz. Doğal olarak uzun kemik. Ama kalça kemiği, kafatası gibi kemikler nasıl? Yassı kemikler olarak örnek veriliyor kaburgada. Ama bilek kemiklerini direkt olarak arkadaşlar kısa kemik örneği olarak lütfen bilin ve sınavlarda bileği mi diyor, parmağı mı diyor buna dikkat edin. Sakın tuzak sorulara düşmeyin. İnsan iskelet baş gövde ve üyelerden oluşur. Üye dediği kol bacaktır. Tamam mı? Bu yapıları oluşturan kemiklerle ilgili hangileri doğrudur? Mineral depolar. Çünkü kemiklerin zaten genel özelliklerinden bir tanesidir arkadaşlar. Hatta hemen aklıma gelmişken şurada bir şey hatırlatmak istiyorum. Kemiklerin ara maddesi olan osein var ya. Oseinde iki tane yapı var. İki farklı yapı. Bir arkadaşlar inorganik yapılar bulunuyor. Tamam mı? Organik olmayanlar yani. Bir de organik yapılar bulunuyor. Organik yapılarda da özellikle elastik yapılı eee kısmı protein yapılar oluştururken inorganik kısmı mineraller oluşturur. Çünkü kemikte mineral depolanır. Şimdi mineral yani inorganik kısım kemiğe sertlik kazandırır arkadaşlar. Ama protein kısım kemiğe esneklik kazandırır ve dayanıklı olması için bir kemiğin belli bir derecede de esniyor olması gerekiyor. Aşırı sert olan kemik çok daha kırılgan olur. Mesela biz aslında çocukken doğal olarak yapım yani anabolik reaksiyonlarımız bünyemizde, vücudumuza, metabolizmamızda daha fazla olduğu için şu protein, organik kısım çok daha yüksektir. Yaşlandıkça ne oluyor biliyor musunuz? Bizim anabolik reaksiyonlarımız azalmaya, katabolik reaksiyonlarımız artmaya başlıyor. Zaten yaşlanma demek tam olarak budur. Yani vücut yapımdan çok yıkıma başlıyor. Doğal olarak burada protein yani organik kısım üretilmiyor. Elastik lif düştükçe mineral ne oluyor? birikmiş oluyor. O yüzden yaşların kemikleri daha sert, daha kırılgan ama çocuklar mesela dikkat edin çok daha esnek ve çok daha dayanıklıdır. Kemiğini kırdığında bile bir yaşlı bir birey çok zor iyileşir. İşte bunun sebebi arkadaşlar buradan geliyor. Hemen şurada mineral depolamayı görünce hatırlatmak istedim. Tamam mı? Devam ediyorum. Şimdi hormon üretirler demiş. Biz kemikte arkadaşlar herhangi bir hormon yapısı görmüyoruz. Bunu eledik. Kan hücreleri üretebilirler. İşte bu çok önemli görevlerinden bir tanesi iskelete dair, kemiklere dair bilmenizi istediğim ilk özellik kan hücrelerimizi kemiklerimiz üretiyor. Alyuvar, akyuvar, trombosit. Hani aslında bizim kültürümüzde de vardır ya işte kemik iliği yemek mesela kemik yemek kan yapar derler. O yüzden arkadaşlar aklınıza hemen oradan gelsin. Bizim kan hücrelerimizi üretenler tam da kemik yapımız yani iskele sistemimizdir. Bu özelliği kesinlikle bilmeniz gerekiyor. Bana doğru olanı sorduğu için 2 hariç 1 ve 3 doğrudur diyorum ve cevabımı Denizli olarak Evet Denizli olarak buluyorum arkadaşlar. Anlaştık mı gençler? Devam ediyorum. Şimdi bakın sorularda tekrar yaparak da konuyu hatırlıyoruz. Şimdi bu konunun bir diğer ikinci kısmına geldik. Burası da çok önemli. Neyden bahsediyorum? kaslardan. Çünkü biz burada bir iskelet yapıyı görüyoruz. Kemik kakırlar. Daha sonra da bir de kasları görüyoruz. Çünkü destek ve hareket dediğimiz sistem iki kısımdan oluşuyor. Bakıyorum şimdi bir grafik vermiş bana. Zamana bağlı kasılma miktarını gösteren bir grafik vermiş. Diyor ki bu grafikte bir kasın kasılma miktarını verdim. Hangisi diyor yanlıştır bana bunu bul. X Y aralığında kasa enerji harcanmaz demiş. X Y aralığına dikkat eder misiniz? Uyarı X'te gelmiş zaten. Kasılma miktarına bakıyorum. sıfırda değil belli bir miktarda kasılı. Çünkü biz ne diyoruz? Kaslar dinlenme halindeyken bile belli bir derecede kasılıdır. Buna da kas tonusu denir. O yüzden biz buraya baktığımızda aslında kaslar belli bir miktarda yine kasılıyor olduğu için enerji harcanmaz demek çok da doğru mu? Bu bir kalsın. Bunu çok sevmedim. Şimdi Bursa'ya bakalım. GZ aralığında kas hücresindeki kalsiyum iyonları sarkoplazmaya dağılmıştır. Çok güzel. Burayı karıştırdığınızı bildiğim için hemen şurada size bunu basit bir şekilde aklınızda nasıl tutacağınızı anlatıyorum. Gençler bizim bir kas hücremiz olsun. Tamam mı? Şöyle çizdim. Bu kas hücresinde içeride sarkoplazmik retikulum dediğimiz bir yapı var. Nedir bu sarkoplazmik retikulum? Aslında bildiğiniz endoplazmik retikulum ama bu kas hücreleri çok özelleşmiş hücreler olduğu için özel isimler veriyoruz. Sarkoplazmik retikulum olmuş. Onun ismi. Bildiğiniz endoplazmik retikulum aslında. Ve içeride kalsiyum depoluyor. Zaten ER'nin görevlerinden bir tanesiydi biliyorsunuz. Bu kalsiyumlar arkadaşlar kasılmasında inanılmaz önem önemlidir. İkincil e mesajı olarak geçer bu kalsiyumlar. Eğer sarkoplazmik retikulumdan sarkoplazmaya ne demek sarkoplazma? Aslında kas hücresinin plazması yani sitoplazma demek istiyor. Eğer ki sizin buradaki kalsiyumlarınız sarkoplazmik retikulumdan sarkoplazmaya geçiyorsa kaslarınız kasılıyor demektir. Tamam mı? Şurada beyazla yazayım sanki daha güzel görünecek. Eğer sitoplazmadan tekrardan sarkoplazmik retikuluma geri gönderiliyorsa da kaslarınız gevşiyor demektir arkadaşlar. O yüzden kasılması sarkoplazmik retikulumdan sarkoplazmaya doğru kalsiyum geçişi. Tam tersi kas gevşerken de sitoplazmadaki kalsiyumlar tekrar ER'ye geri gönderilir. Hatta bu esnada da ATP harcandığı için diyoruz ki hem gevşemede hem de kasılmasında enerji gerekir. Aktif taşıma gerçekleşir diyoruz gençler. Bakın buradan hemen ne yapacağız? Hatırlayacağız. Tamam mı? Burayı bir daha karıştırmak yok. O yüzden geri dönüyorum. YZ aralığında kas hücresindeki YZ'ye bakıyorum zaten kasıldığını gördüm. Kasıyorsa neydi? Kalsiyumlar sarkoplazmik retikulumdan sarkoplazmaya geçecek. Doğru söylemiş. T ve Z aralığında kas dinlenme evresindedir diyor. Bakın. Evet gerçekten de kasılmış, gevşemiş ve dinlenme evresine geçmiş. ZT aralığında sarkomerin boyu uzamıştır. ZT'de ben bir gevşeme görüyorum. Sarkomer bir kasılma birimidir. 2 Z çizgisi arası. Doğal olarak gevşemede boyu uzar. Kas kasılırken sarkomer daralır. Çünkü Z çizgileri birbirine yaklaşır. Onunla ilgili de soru çözeceğim merak etmeyin. Kas hücresi eşik değer veya eşik değerin üzerinde bir uyarıyla uyarılmıştır. Doğru. Neden? Sinir hücrelerinde gördüğümüz ya hep ya hiç prensibi aynı şekilde arkadaşlar kas hücrelerinde geçerlidir. Bir eşik değer vardır. Eşik değere gelmeniz gerekiyor. Uyartı oluşturabilmeniz için. Ama Adana'yı sevmediğimi söylemiştim biliyorsunuz. Adana çünkü bizim yanlış cevabımız arkadaşlar. Onu işaretleyeceğiz. Çünkü diyoruz ki burada da kas belli bir miktarda kasılıyor ve zaten enerji her türlü harcanmış oluyor. Gelelim bununla ilgili tabii ki grafik sorularından çözmezsek olmazdı. Çizgili kasların kasılması sırasında gerçekleşen olaylarla ilgili verilen aşağıdaki grafiklerden hangisi doğru değildir? demiş arkadaşlar. Çizgileri kasılırken tabii ki enerji harcanacak. Ne olacak? ATP parçalandığı için ADP meydana gelecek. Isı miktarı artacak çünkü enerji yayılıyor ortama. Kreatin fosfat miktarı demiş. Kreatin fosfat arkadaşlar kendisi enerji veren bir molekül değildir. Biz onun fosfatını çalıp enerji elde ediyoruz. Çalıp diyorum çünkü daha sonra gevşerken de tekrardan ona geri ödüyoruz. O yüzden kratin fosfat miktarı azalır. Çünkü buradaki fosfatı alıyoruz. Bunu da doğru kabul ettim. Karbondioksit miktarı azalır demiş. Bakın burada aslında ne oluyor? Ya da şunu çözeyim önce. Glikoz miktarı azalır. Çünkü siz burada enerji harcayacaksanız tabii ki besin yapısını kullanacaksınız. Sonuçta ATP'yi bundan elde edeceğiz. Ama karbondioksitin azalmasını değil artmasını beklerdim. Nihayetinde bir hücresel solunum gerçekleşiyor. Enerji üretilme süreci var orada. Karbondioksit ne olacak arkadaşlar? Doğal olarak çıkanlar, üretilenler kısmında olduğu için artmış olacak. Yani kastettiğim şey şu aslında. Biz orada ne yapmış oluyoruz? Glikozu alıyoruz. Oksijenle parçalıyoruz. karbondioksit + su + ATP üretiyoruz ve bu ATP'yi de harcıyoruz arkadaşlar. Tabii ki ısı olarak da bir miktar yayılım gösteriyor. Şunu unutmayın. Bir eee kas hücresi öncelikle hazırda var olan ATP'sini kullanır. Hemen ardından hazırda dediğim de ATP depolanan bir şey değil tabii ki. O an üretilenden bahsediyorum. Hemen ardından eğer bu yoksa kreatin fosfata gider ve der ki bana fosfatını ödünç olarak ver. Ben senin fosfatını alayım. Adenozin difosfata bir inorgenik fosfat ekleyerek hemen kısa yoldan, en kestirme yoldan ATP'mi üreteyim diyor. Aslında kreatin fosfat kendisine enerji vermiyor. Biz onun fosfatını alıp ATP üretiyoruz. Ve burada arkadaşlar ne diyeceğiz? Diyoruz ki bunu geçici süreliğine yapıyor. Kas kasılırken yapıyor. Kas gevşeme moduna geçtiğinde hemen tekrardan buradaki fosfat alınıp krietine tekrar birleştiriliyor. O yüzden krietin fosfat miktarı kasılırken azalır. Kas e gevşerken ise tekrardan artış gösterir. Tamam mı? Krietini burada yalnız bırakmış oluyoruz. Eğer bu da yoksa mecburen gidiyor arkadaşlar. Eğer kısa süreliyse ani, hemen işini görmesi gereken bir şey varsa mesela çizgili kas yapılarında özellikle laktik asit fermantasyonu görebiliyoruz. Uzun süreli bir egzersiz anında ise bildiğiniz oksijenli solunumunu yapıyor. Glikozu bittiyse şuradaki glikoz karbohidrat bittiyse yağlara, o da bittiyse son çağ proteinlere geçiş yapıyor. Yani kas hücresi biz tabii ki eee insan fizyolojisi anlatıyoruz sonuç olarak. Biz memeliler ne yapıyoruz? enerjiye büyük miktarda ihtiyaç duyuyoruz. Kim? Kol bacaklarımız yani istemli hareket ettirdiğimiz iskelet kas yapılarımız. O yüzden de diyoruz ki enerji seçenekleri bol miktarda olması gerekiyor ama bunun sıralaması ve mantığını bilmekte de büyük fayda var. O yüzden soruyu çözerken bunu tabii ki tekrar edecektim. Şimdi geldik madem kas çeşitlerini konuştuk bunları da bir hatırlayalım gençler. Bizde düz kas, çizgili kas ve kalp kası olmak üzere üç çeşit kas var. Bu kas çeşitlerinin tamamı için hangisi ortaktır diye sormuş. Otonom sinir sistemi kontrolünde istemsiz çalışma. Arkadaşlar otonom adı üstünde otomatiktir. Kontrol edemediğimizdir. Ama bir de mesela somatik vardır. Somatik bizim istemli kontrol ettiğimiz demektir. Peki hepsi istemsiz mi? Hayır. Mesela kalp kasını kontrol edemezsin. Bir de iç organlarındaki düz kası kontrol edemezsin. Karaciğerine hadi şimdi çalış böbreği de hadi sen bir 5 dakika dinlen diyemiyorsunuz. Bizim burada kontrol ettiğimiz kim? Tabii ki çizgili kaslarımız. Tamam mı? Yani kol bacağımızdaki böyle istemli olarak hareket ettirdiğimiz kaslarımız oluyor. O yüzden bunu ortak alamam zaten. Somatik de aynı şekilde sistemli çalışmayı da ortak alamıyorum otomatikman ama aktin miyozin denilen protein yapıdaki miyofibrilleri içermeyi kesinlikle ortak almalıyım. Gençler bakın bizim kaslarımızda miyofibril dediğimiz proteinler vardır. Bu miyofibriller aktin ve miyozin olarak ikiye ayrılır. Aktinler ince, miyozinler daha kalındır. Birazdan şekliyle göstereceğim ama kesinlikle üç yapıda da gördüğümüz ortak bir özelliktir diyoruz. İskelet sistemine bağlı olarak bulunma. İskelet dediğimiz aslında çizgili düz kas yapısı. Kalpten dolayı eledim. Oksijenin yetmediği durumlarda laktik asit fermantasyonu yaparak enerji ihtiyacını karşılamayı ise biz çizgili kaslarda görüyoruz. Kalp kasında olduğu söyleniyor ama nihayetinde düz kas yapısını görmeyeceğim için her şekilde ortak almamam gerekiyor. Laktik asit yapısını her zaman yapmıyoruz. Laktik asit ne? Oksijen kullanmadan çok kısa süreli hemen anlık ihtiyaç olarak ATP'yi elde etmenin bir yoludur arkadaşlar. Laktik asitte bir besin kaynağınız vardır. O da glikozdur. Mesela oksijenli solunumda glikoz biterse yağ, yağ biterse protein gibi seçenekleriniz var. Ama fermantasyonda tek enerji kaynağınız nedir? eee, karbohidratlardan glikozdur. Bu da çok güzel bir AYT sorusu. İlerleyen zamanlarda bunu tekrar konuşacağız. Şimdi bir sonraki soruma geçiyorum. Geçemiyorum. Takılı kaldım. Geçemiyorum. Evet, geçtim. Bu sefer de çok geçtim. Neredeyim? Şuradayım. Heh, güzel. Atladın mı? Doğru yerdeyim, değil mi Kübra? 37'deyiz. Tamam. Süper. Çizgili büyük has hücresinde gerçekleşen dönüşüm reaksiyonlarından hangileri kasılma ve gevşeme sırasında ortak olarak gerçekleşir diye sormuş. Hemen bir bakalım. ATP'nin ben harcandığını görüyorum arkadaşlar. Kas kasılırken de gevşerken de ATP harcandı. Neden? Çünkü kasılırken zaten aktif bir olay. Gevşerken de ne dedik? Sarkoplazmadan sarkoplazmik retikuluma kalsiyum giderken aktif taşımayla gittiği için her şekilde ATF harcanır diyoruz. Bak, kreatin fosfat kreatine dönmüş. Ne yapmışız? Fosfatını çalmışız. Bu demek ki nerede oluyor arkadaşlar? Kas kasılırken yani kasılma sırasında oluyor. Gevşemede ben tam tersi kriatine bir fosfat ekleyip kriatin fosfatı tekrardan yerine koyuyorum. O yüzden bunu ortak alamam. Glikojen glikoza dönmüş. Bu ne demek arkadaşlar? Demek ki depo karbohidratlarımızdan hemen parçalayıp ihtiyacımız olan monomeri elde etmeye çalışmışız. Bunu niye yaparız? Kas kasılırken enerji yani besin kaynağı gerektiği için bunu o yüzden kasılma olduğundan dolayı gevşeme de tam tersidir mesela. Niye hani gevşemede bunu yapsın? Eledim. O yüzden glikoz ATP'ye dönüşmüş. Yani diyor ki sen diyor hücresel solunum yapar mısın? Glikozu alıp eee ya da fermantasyon da olabilir. İlla hani hücresel solunum diyemem. Oksijen yok çünkü burada. Ama besinden enerji üretir misin diye soruyor. Besinden enerji üretmeyi de arkadaşlar yine aynı şekilde kasınma ve gevşemede görüyor olabilirim. O yüzden ortak olarak gerçekleşeni sorduğu için şuradan dolayı bakın zaten şu 1 ile 4 aynı kapıya çıkmış oluyor. Doğal olarak hangisi ortak gerçekleşir dediği için cevabımızı 1 ve 4 Bursa olarak bulmuş oluyoruz gençler. Şimdi gençler konumuzla ilgili bir soru daha çözeceğiz. Tabii ki burada sıralama sorusu çözmezsem olmazdı. Gençler bu şekilde sıralama soruları geldiğinde önce hepsini bir okuyun. Olur mu? Hani okur okumaz sıralamaya başlamayın. Önce şöyle bir bütün maddelere bakın ondan sonra sıralayın. Peki neyi sıralattırıyor bize bu? Çizgili bir kasın kasılması sırasında olayların meydana gelme sırası nasıldır diyor. Hemen bakalım. ATP enziminin aktifleşmesi, motor uç plaktan asetilkoli salgılanması, aktin mioyozin ipliklerin birbiri üzerinde kayması, sarkolemmanın uyarılması. Bu hücre zarı demektir arkadaşlar. Sarkolemma sarkoplazma kritik kulümden kalsiyum iyonlarının sarkoplazmaya çıkması demiş. Şimdi bunları nasıl yapacağız arkadaşlar? Bizim çizgili kaslarımız sonuç olarak istemli olarak kontrol ettiğimizde mesela ben istemli olarak şu an kalemi hareket ettiriyorum. Siz işte klavyeye basıyorsunuz, tuşa basıyorsunuz ya da not alıyorsunuz, değil mi? Burada uyarı nereden geliyor? beyinden. Yani aslında siz istemli olarak hareket ederken sinir hücreleriniz kas hücrelerinize emir veriyor. Doğal olarak burada kas hücrelerimizin, istemli kas hücrelerimizin özellikle hareket etmesi için biz ne diyeceğiz? Diğer kaslarda da tabii ki böyle ama çizgili kas dediği için öyle diyorum. Burada ne yapmış oluyor? Nöronla kas hücresi bir bağlantı kuruyor. O yüzden hemen hatırlıyoruz. Nöronlarımızda üç tane nöron vardı görevlerine göre. Neydi bunlar? Eee, duyu nöron, ara nöron, motor nöron. Motor nöron neydi? cevabı yani isteği ya da emri neyse kaslara istediğiniz şeyi yaptıracak olan motor nöron. Çünkü motor nöron efektörle bağlantı kurar demiştik. Ve efektör dediğimizde zaten ya bir kas hücresi ya da bir salgı bezidir. İşte benim burada bir nöronumun akson ucuyla aslında motorun akson ucuyla şunu beyaz yapayım. Motorumun akson ucuyla motor nöronumun kas hücremin yani sarkolemmanın arkadaşlar komşu olduğu yere biz motor uç plak diyoruz. Tamam mı? Hani burada şeyden aklınıza gelsin hemen. Motor nöronla bağlantı kurduğu yer demek istiyor. Doğal olarak uyartı buradan gelecek. Peki hücreler dokular nasıl haberleşir? Bunların WhatsApp hattı neydi? Hormonlardı. Çok güzel. O zaman hemen ben burada neyi bulacağım? Şuradan tekrardan kırmızıyı seçeyim. Hemen geliyorum. Arkadaşlar diyorum ki motor uç plaklardan asetilkolin salgılanmalı ki önce benim nöronumla kas hücrem arasında bir haberleşme başlasın. Nörotransmiktardir asetilkolin. O yüzden 2'yi başa alacağım. Almayanları şöyle bir hemen eliyorum. Bayağı yol kat ettim. Bakın zaten iki şıka düşürmüş oldum. 2 ile başlayacağım. Peki asetilkolin gelmesiyle birlikte ne olacak? Benim buradaki hücre zarımda yer alan reseptörler uyarılacak. Yani aslında impuls geçişi düşüneceksiniz. sodyum kapılarının açılmasıyla birlikte uyartı başlayacak. O yüzden diyorum ki sarkolemmanın uyarılmasıyla devam etmem gerekiyor. Ve burada arkadaşlar 4le devam etmeli aslında cevabım çıktı. Tabii ki anlatacağım devam yani anlatmaya devam edeceğim tabii ki. 4le birlikte ne dedik? Hücre zarı uyarıldı. Daha sonra ne olacak? Hücre zarının uyarılmasıyla birlikte bizim eyreğimizdeki yani sarkoplazmik retikulumdaki habercimiz olan ikincil habercimiz olan kalsiyum sitoplazmaya geçecek. Ne yapacak biliyor musunuz bu kalsiyum? Kalsiyum sitoplazmaya geçince bu ikincil habercidir. Yani mesajcı gibi düşünün arkadaşlar. Burada mesajı geliyor ve neye sebep oluyor biliyor musunuz? ATP az dediğimiz bir enzim var. Bu enzim normalde çalışmıyor. Kalsiyum geldiğinde ATP az enzimi aktifleşiyor. Yani pasif halden aktif hale geçiyor ve ATP üretiyor. Niye yapıyor bunu biliyor musunuz? Çünkü aktin ve miyozinlerin birbiri üzerinde kayması için enerji gerekli. Miyozinlerin aktinleri tutup çekebilmesi için bu gerekli enerjiyi ATP yazın üretmesi gerekiyor. İşte zaten aktimzinlerin birbiri üzerinde kayması kasılması demek. Şimdi birazdan onunla ilgili soru çözdüğümde görsel olarak ben size onu canlandıracağım. Aktin ve miyozinlerin kayması için ATP gerekli. O yüzden önce ATP'yi ürettik ve ardından aktiyozinler birbiri üzerinde kayarak kasılmış oldu. İşte bu arkadaşlar aslında kimyasal olarak süreci anlatıyor bize bu soru. Böylelikle bunun kimyasal mantığını anladık. Peki hocam ya şekilli soru gelirse yani şu meşhur hooks day hipotezi kayan iplik hipotezi geldiğinde biz bunu nasıl çözeceğiz? Şimdi gençler soruyu anlatmadan önce burayı size canlandırmam gerekiyor. Tamam mı? Şunları şuraya bırakacağım ve size burayı canlandıracağım. Şimdi bakın bizim kaslarımızın kasılması demek aktin miyozinlerin birbiri üzerinde kayması demek. Şu baş parmaklarımı Z çizgisi olarak hayal ediyorsunuz. Hooksley diye bir amcamız var. Kendisi Alman. O yüzden de burada Almanca kelimelerden buluyor ve isim veriyor. Bunlara mantık yürütmeyin. Niye Z, niye H, niye A, niye X, niye Y değil de bunlar diye düşünmeyin. Almanca kelimelerin baş harflerinden geliyor. Hooksey amca bize diyor ki arkadaşlar sizin kaslarınız kasılırken diyor sarkomer dediğiniz birimler var. Hatta diyoruz uzaktan baktığınızda bu sarkomerler Z çizgileri çizgi çizgi görünür. O yüzden çizgili kas ismi de tam buradan gelir. Bantlaşma dediğimiz de budur. Uzaktan baktığınızda böyle bant bant yapılar görürsünüz. Bunlara diyor mikroskopla yaklaştığınızda iki tane Z çizgisi vardır. Bu Z çizgisinin arasında diyor akt ve miyozinler yer alır. Aktin ince olandır. Miyozinler ise kalın olandır diyor. Yani şu an şu parmaklarımı tek parmaklarımı aktin olarak şunu da miyozin olarak hayal etmeni istiyorum. Altta bir tane daha aktin var. Tamam mı? Şimdi bak, kas gevşiyorken bu şekilde Z çizgileri birbirine uzak. Zaten iki Z çizgisi arasına bir sarkomer deniyor. Doğal olarak kasılırken aslında olan şey şu. Hormon geldi, asetil nörotransmitter geldi, hücre zarı uyarıldı ve uyartı başladı. Kalsiyum sitoplazmaya dağılıp ATP yazı aktifleştirdiğinde yani gerekli enerji üretildiğinde bu ATP'yi kullanarak miyozinler aktinleri tutup birbiri üzerinden çekiyor. Yani şu şekilde kaymaya sebep oluyor. İşte bu kayma olayı gördüğünüz gibi Z çizgileri birbirine yaklaştı. Sarkomer kısaldı. Biz buna kasık kasılması diyoruz. Ve burada bazı özel bölge isimleri var. Diyor ki burada miyozinlerin bakın şu şekilde kalın olan proteinler, miyozinler ortada. Bunların diyor akdinle kesiştiği bölgeler var. Aktinle kesişmediği tam ortada bir boşluk var. Görüyor musun? Sadece miyuzini devran, sadece miuzine denk gelen ama aktinin kesişmediği ortadaki bölgeye H bandı diyor. O yüzden diyor ki, "Kas kasılırken akin miyozinler içe geçtiği için bu H bandı kaybolur diyor. Ama" diyor kasılırken senin aktiyozinlerinin boyuna bir şey olmaz. Bak benim parmaklarım kopmadı. Parmaklarımın boyuna bir şey olmadı. Sadece ne oldu? Aktin miyozinler birbiri üzerinde kaydı. O yüzden diyoruz ki akin miyozinin toplam boyu değişmez ama H bandı daralarak kaybolur. Miyozinin toplam boyuna A bandı diyor. O yüzden A bandı değişmiyor. Bir de arkadaşlar ı bandı var. Buradaki ı bandı da aslında sadece aktinleri olan özel bölgeyi ifade ediyor. O da yine kasılırken yine sınırlar ihlal edildiği için daralmış oluyor. Anlaştık mı gençler? Bak mükemmel bir şekilde canlandırdım. Aynı şekilde kendin de yap. Çok rahat anlarsın. Bunun mantığını kavradığında da bir daha tek böyle harfleri ezberlemek zorunda kalmayacaksın. Şimdi bir de şekil üzerinde gösteriyorum. Bak Z çizgisi. 2 Z çizgisi. Arası bir sarkomer, bir kasılma birimidir. Ve burada arkadaşlar Z çizgisinde ha şurada da bir Z çizgisi var. O yüzden iki tane sarkomer var. Bakın tek bir tanesine odaklanalım. Şurada Z çizgisinde kalın olanlar mizil, ince olanlar şunlar ise morla gösterdiği ise aktin proteinleri. Tamam mı? Şimdi diyor ki bak miyozinin toplam boyuna biz A bandı diyoruz diyor ve toplam boy değişmiyor. Dikkat edin çünkü parmaklarımın boyu değişmiyor dedim. Onlar aktin miyozin toplam boyu aynı. Ama bunların şu şekilde akdi miyozinlerin kesiştiği bölgeler var. Diyor ki sen bu kesişim bölgesini atıp sadece aktini içeren bölgeyi ifade etmek istersen ona diyor H bandı diyeceksin. Bir de ı bandı var. O da sadece aktini içeren şu bölge. Anlaştık mı gençler? Şimdi soruya geri dönüyorum. Hangisi söylenemez diye sormuş. Z çizgileri kasılmasına. Z çizgileri birbirine doğru yaklaşırken A bandının boyu değişmez. Çok doğru. Sarkomer daralacak. Toplam boy değişmeyecek. Kasım boyu artar, eni daralır ve hacmi azalır demiş arkadaşlar. Bu bir kalsın. Bunu en son anlatacağım. Sarkoplazmik retikulumun içerisinde yer alan kalsiyum iyonları sarkoplazmaya geçer. Neden? Çünkü kasılırken ER'den sitoplazmaya geçiyor dedik. Gevşerken tam tersi olacak. I bandı daralır. H bandı kaybolur. Çünkü birbirlerine doğru hareket ettiler. Kas hücresi içerisinde ATP tüketimi artar. Çünkü kasılıyor gençler. Kasın toplam hacmi değişmez diyoruz. O yüzden Bursa yanlış olacak. Değişmeyenler arasında karşımıza gelecek. Anlaştık mı gençler? Hookleyin kayanlik hipotezleri çok önemliydi. Bu şekilde canlandırdığınızda çok çok güzel anlarsınız. Bence gayet güzel anladık. Ne diyorsunuz? Bence anladık. Evet. Ne yaptık buraya kadar? Destek ve hareket sistemini tamamladık. Şimdi sıra nereye geldi? Sindirim sistemine geldi. Şimdi gençler sindirim konusundan korktuğunuzu biliyorum. O yüzden buradan böyle fazlaca soru çözüp aslında konuda önemli olan her yeri tekrar edeceğiz. Tam 15 tane soruda arkadaşlar size bu konuyu özetleyeceğim. Enzim isimlerini nasıl ezberleyeceksiniz? Hormonları nasıl hatırlayacağız? Yardımcı organlardan bize neyi soracaklar? Hepsini birlikte öğreneceğiz. Anlaştık mı? İlk soruyla başlıyoruz. Diyor ki, "Besinlerin su ve enzimler yardımıyla monomerlerine kadar parçalanmasına kimyasal sindirim denir. Bakın enzim varsa kimyasaldır yoksa fizikseldir. Kimyasal sindirim hücre içi ve hücre dışı sindirimi olmak üzere iki şekilde gerçekleşir. Aşağıda hücre dışında gerçekleşebilen bir kimyasal sindirim şeması verilmiştir di" diye sormuş. Çünkü enzimler hücre dışında da çalışabilir tabii ki. Ne yapmış burada? Polimer bakın bir enzim yardımıyla monomerine dönüştürülmüş. Buna göre insanlarda sindirim kanalında gerçekleşen hücre dışı sindirimin canlıya sağladığı yarar aşağıdakilerden hangisidir? Mükemmel bir soru. Neden biliyor musunuz? Çünkü arkadaşlar bizim sindirim kanallarımız örneğin ağzımız, midemiz, ince bağırsak yapılarımız hücrelerimizin dışı, vücudumuzun içidir. Bunu çok karıştırdığınızı bildiğim için özellikle bu soruyu çözmek istedim. Şunu unutmayın. Sindirim kanalı hücre dışıdır. Yani bizim ağzımızda, midemizde ve ince bağırışsağımızda gerçekleşen sindirimler aslında hücre dışı sindirimi gibi düşünebilirsiniz. Doğal olarak da burada mesela hormon görmeniz mümkün değil. Orada görmemiz gereken yapılar enzimlerdir diyoruz. Peki ne avantajı var bunun? Gelin birlikte bakalım. Kısa sürede gerçekleşmesi demiş zaten. Enzimler genel olarak arkadaşlar süreyi kısaltacak. Hücre içi ya da hücre dışında enzim kullandığımız sürece mesele bu değil. birçok organda gerçekleşmesi, hücre içine giremeyen polimer besinlerden yararlanılması, ATP kullanılmadan gerçekleşmesi, daha az miktarda enzim kullanımıyla gerçekleşmesi. Bir kere şıkları okuduğumuz anda hemen bize göz kırptı değil mi o? Ben değil yani hemen o doğru şıkkı fark ettiniz. Bakın hücre içine giremeyen polimer besinlerin sindirilmezi. Çünkü polimer büyük demektir. Hücre içerisinde polimer her yapı giriş yapamaz arkadaşlar. Doğal olarak bu polimeri biz ne yapıyoruz? monomerine çevirip hücre içine alışında daha da kolaylık sağlamış oluyoruz. İşte hücre dışı sindirim sayesinde biz hücreye giremeyecek kadar büyüklükteki polimerlerden de faydalanmış oluyoruz. Avantajı budur diyoruz. Mükemmel bir yorum sorusuydu. Aşağıdaki şemada midenin yapısı gösterilmiştir. Mide iki kişiyle komşudur arkadaşlar. Hem yukarıdaki yemek borusu hem de aşağıda devamında gelecek ince bağırsağın ilk kısmı 12 parmak bağırsağıyla komşudur diyoruz. O yüzden mide ağzı ve mide kapısı olmak üzere iki tane kapı görüyoruz. Tamam mı gençler? Kardia ve pilor kapısı. Kardia pilor. E alfabetik sıraya göre aklınızda tutabilirsiniz. Şemada numaralandırılmış yapılarla ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? Bir yemek borusuyla bağlantılıdır. Mide ağzı yemek borusunun devamı arkadaşlar. İki kasılıp gevşeyerek mekanik sindirimi sağlar. Düz kaslar çünkü bir iç organ yapısı. Hatta midede o kadar çok kas vardır ki eline, boyuna ve çapraz olarak. Çünkü bu ne yapacak? O kadar e güçlü bir şekilde kasılması gerekiyor ki hem proteinlerin sindirimini başlatacak hem de bütün besinler açısından arkadaşlar fiziksel olarak ne yapması gerekiyor? Besinin eee yemeği kimus haline getirmesi gerekiyor. O yüzden de diyoruz ki çok güçlü bir kasılma sistemi vardır. Üçte bulunan hücreler mideöz suyu salgılar. Mukoza yapısında arkadaşlar biz ne görüyoruz içeride? Tabii ki mide öz suyunu salgılayan hücreleri göreceğiz. Çünkü burada kimyasal sindirimi başlatmamız gerekecek. 4. Kalın bağırsak ile bağlantılıdır demiş. Bakın ne diyor? Kalın bağırsak. Halbuki biz ne dedik? Mide kapısından sonra gelen yapı ince bağırsak olması gerekiyor. Yani 12 parmak bağırsağı. Burada bir ifade hatası var. Bakın kalın demiş arkadaşlar. O yüzden dikkatli çözeceksiniz. Birin bozulması sonucu reflü hastalığı oluşur. Çünkü reflü dediğimiz yapı buradaki aslında asidik kimusun yemek borusuna doğru gelmesi dediğimiz bir rahatsızlık. O yüzden Edirne'de doğru olmuş oluyor. Ama ne diyeceğiz? Mide kapısı kalın bağırsakla değil, ince bağırsakla bağlantılıdır. İlk giriş kısmındaki 12 parmak bağırsağıyla komşu olduğunu bilmemiz gerekiyor. Çok güzel sorulardan bir tanesi. 11. sınıflarda klasik yazılı sorusudur arkadaşlar. O yüzden hatırlayacaksınız hemen. Mide madem bu kadar kuvvetli bir asit yapısına sahip biliyorsunuz midede aşırı asidik bir yapı görüyoruz. Bunları şöyle özetleyecek olursak ağız arkadaşlar daha çok nötr, nötr yakın yani baza yakın ama nötrdür. Mide ciddi derecede kuvvetli bir asidik ortamdır. İnce bağırsak ise bazik ortamdır. Bu niye önemli biliyor musunuz? Bizim enerji elde ettiğimiz besin çeşitleri, karbohidrat, yağ ve proteinler burada sindirilirken onları sindiren enzimler kendilerine uygun pH aralığında çalışırlar. O yüzden her besin, her organda ortak olarak sindirilemiyor. Mesela niye ağızda karbohidratların sindirimi başlarken protein ve yağlar başlamamış oluyor? Ya da midede niye proteinler başlıyor da yağlar ta ince bağırsakta başlıyor? Bunun işte temel sebebi buradan kaynaklanıyor. Çünkü onları sindiren enzimler kendilerine uygun pH aralığında çalışır. Bu enzimlerin kuralıdır ve yapılardaki pH'lar birbirinden farklıdır. Muazzam güzel bir yorum sorusudur. Haberiniz olsun. Hemen soruma geri dönüyorum. Midenin kendi kendini sindirmemesi için yaptığı adaptasyonlarla ilgili hangisi söylenemez? Şunu düşünün. PH'ı neredeyse 2 bu5'ğa yakın olan bir organdan bahsediyorum. Yediğiniz bütün hayvansal ve bitkisel gıdaları sindirebiliyor. Ama sonuç olarak bizler de hayvansal yapıdayız, değil mi? Nasıl oluyor da mide kendini yemiyor? Yani mide kendini nasıl sindirmiyor? Bunun için kendisini koruduğu bazı adaptasyonlar var. Çok önemli bir konu sıkça rejenerasyon olması. Yani ne yapıyor burada? Hücreler yenilenerek dokuyu yeniliyor arkadaşlar. Bu onu koruyan özelliklerden bir tanesi içerideki doku. Pepsinojen enzimini pasif salgılaması muazzam bir bilgi. Hemen şurada bazı hatırlatmalar yapacağım gençler. Enzimlerin sonu pepsinojende olduğu gibi jenle bitiyorsa genellikle ben aktif değilim. Henüz çalışmıyorum demek istiyor. Yani her enzim aktif sentezlenmek zorunda değil. Pepsin enzimi bizim tanıyacağımız en önemli enzimlerden bir tanesi. Çünkü proteinlerin kimyasal sindirimini başlatan, tamamlayan demiyorum bakın başlatan enzimdir. Pepsinojen aktif pepsine dönüştürülür. Tamam mı? Aktif pepsine dönüştükten sonra biz burada polipeptit yapıları görüyoruz. Hocam niye aminoasit yazmadınız? Çünkü aminoasit çok zor bir şekilde ortaya çıkabilir. Proteinleri sindirmek o kadar kolay değil. Tek bir enzimle aminoasite kadar gidemiyoruz. Bir sürü enzim yardım edecek ki buradaki polipeptit yapıları parçalayarak aminoasite kadar inebileceğiz. Ama burada iki tane önemli şey var. Pepsinojen inaktif form. Aktif formu pepsindir ve arkadaşlar midede gördüğümüz sindirimi gerçekleştiren enzimdir. O yüzden hemen geri döndüm. Pepsinojen pasif salgılanıyor. Bu da koruyor. Çünkü aktif salgılansa sonuç olarak proteine saldırıyor. Kendi üretildiği hücreye bile saldırabilir. Çünkü hücrelerin yapısında bol miktarda en çok miktarda ne bulunuyordu? Proteinler. O yüzden kendi kendini yememesi için biz onu özellikle inaktif formda salgılanıyor. Eğer besin gelirse besinle karşılaştığında diyoruz ki aktif forma geçiyor. Peki hocam kim onu aktifleştiriyor? Bu çok güzel bir soru. Pepsinojeni aktif pepsine dönüştüren hidroklorik asittir arkadaşlar. O da mideden salgılanır. İç yüzeyinin mukusla kaplı olması da yine aynı şekilde arkadaşlar ne yapıyor? Oradaki iç tabakayı korumuş oluyor. Hidroklorik asit ve pepsinojenin farklı hücrelerden salgılanması çok güzel. Çünkü hidroklorik asit pepsinojenle karşılaştığı anda onu aktif hale getiriyor. O yüzden hücreler farklı farklı yerlerden salgılıyor ki karşılaşmaları mide boşluğunda yani yemek geldiği zaman besinde olsun ki besini parçalasınlar diye düşünüyor. Ne kadar muazzam bir sistem var farkında mısınız? Besinleri mide öz suyu ile karıştırarak kimus oluşturması demiş. Şimdi buraya baktığımızda bu bir adaptasyon mu sizce? Yani besinleri mide öz suyuyla karıştırıp kimus oluşturması? Bu onun bir görevi yani yaptığı bir olay, bir adaptasyon, kendini koruma yöntemi değil. Ama asidik kimus dediğimiz aslında midede besinlerin bulamaç haline gelmesidir ve çok ciddi derecede de asidik yapıdır. Ama bu korumaya yönelik bir adaptasyon değildir. Bu yüzden cevabımızı Edirne olarak bulduk. Şimdi devam ediyorum. Aşağıda sindirim organı olan ince bağırsak ve bazı özellikleri verilmiştir. Bakın ince bağırsak yapısı etrafında da zaten kalın bağırsak ve rektum bağlantısını görüyorum. Buna göre numaralarla verilenlerden hangisi kalın bağırsakta da gerçekleşir? Ortak yapıyı sormuş. Villus arkadaşlar ince bağırsakta gördüğümüz bir yapıdır. Ortak kabul etmiyoruz villus ve mikrovillusu. Çünkü villusla mikrovillus'u şöyle düşünün. Hani bizim böyle evleri temizlerken kullandığımız viladalar vardır ya onların uç püskülleri vardır. O püsküller ne kadar çoksa o kadar kolay, o kadar rahat ve hızlı bir şekilde suyu emer hemen pislikleri O yüzden diyoruz ki ince bağırsaktaki bu villus yapıları da aynen buna benzer. Annem şu an gurur duyuyor benimle. Temizlikle ilgili örnekler veriyorum ya. Şimdi buradaki villuslar ne kadar çoksa o kadar kolay emilim yapıyor. O yüzden ince boysakta da besinlerin kimyasal sindirimi tamamlanıp emilimi yapıldığı için ne kadar çok villus varsa o kadar çok besin emilimi sağlıyor. Ama biz besin emilimin zaten kalın bağırsakta devam etmediğini, öyle bir şey olmadığını bildiğimiz için bunu ortak kabul etmiyoruz. Hormon üretme arkadaşlar. Hormonları da birazdan tekrar edeceğim. Bunlar ince bağırsakta mesela vardır. İnce bağırsağın iki tane çok önemli hormonu vardır. Kalın bağırsakta böyle bir yapı görmüyoruz. Sindirim enzimi üretme zaten sindirim ince bağırsakta tamamlanan kalın bağırsağa kadar bırakılmayan bir şeydir. Eledim. Bu çok sorulur. Bakın kalın bağırsakta sindirim yoktur. Tamam mı? Karaciğer ve pankreastan salgı alma demiş. Şimdi sindirim yoksa zaten yardımcı organlardan niye salgı alsın kalın bağırsak? Bu ince bağırsağın olayıdır. Emilim gerçekleştirme ortak olabilir. Çünkü detay vermemiş. Mesela kalın bağırsakta arkadaşlar K ve B vitaminleri emilebilir. Su minerallerin bir kısmı emilebilir. Ama diyoruz ki besinlerin emilimi ince bağırsakta tamamlanıyor. Detay vermeyip emilim dediği için ortak olanı 5 yani Edirne olarak buluyoruz. Yine mükemmel bir soruydu. Konuyla ilgili önemli kısımları tekrar ettik. Sindirim denince yağlarla ilgili çözmezsek olmaz. Çünkü bunun özellikle enzimini sormayı, mekanizmasını sormayı çok severler. Aşağıdaki şemada insan sindirim kanalında gerçekleşen yağların sindirimi gösterilmiştir. Şimdi gençler biz yağlardan enerji elde edeceksek hatırladığınız gibi trigliserit çeşitlerinden yani 3 yağ asidi artı bir gliserol içerenden elde ediyoruz. Burada dikkat etmemiz gereken şey şu. İlk adımda önce fiziksel sindiri ardından kimyasal sindirim gerçekleşiyor. Nereden anladım zaten? Bak yağ damlacığına dönmüş. Daha sonra yapı taşları ortaya çıkmış. Bunlara monomer demiyoruz. Geçen senenin çıkmış sorusu hatırlayın. Birbirinden farklı olduğu için monomer denmiyor. Yapı taşı deniyor. Peki o zaman yapı taşı ne kadar parçalanma görüyorsam ikincide gerçekleşen olay ne olacak arkadaşlar? Enzim kullanılmış belli ki ve yağları sindiren kimyasal sindirimini sağlayan enzimin adı lipazdır. Bunu nereden hatırlayın biliyor musunuz? Yağların diğer ismi neydi? Neydi? Lipit değil mi? Çok güzel. Bakın enzimler genellikle neyi sindiriyorsa onun adını alır. Doğal olarak bunu sindiren enzimin adı da lipaz olarak geçer. Sindirim enzimlerinin eee çoğunlukla sonu az ekiyle biter. Tamam mı gençler? Kelime yorumlamayı öğrendiğinizde aşırı rahat edersiniz. Her zaman söylüyorum. Peki hocam burada kimyasal sindirimi anladık. Peki yaşı fizikseli sağlayan kim? Fiziksel sindirimi sağlayan da safra sıvısıdır gençler. Yağlar için aşırı önemli. Soruma geri dönüyorum. Hangisi söylenemez? X sıvısı karaciğerde üretilip safra kesesinde depolanır. Muazzam bir bilgi. Safra sıvısını safra kesemiz değil. Karaciğer üretir ama depolanması safra kesesinde gerçekleşir. İnanılmaz önemli. Bakın tuzak sorularının hepsinde karşınıza gelir. Hemen notunuzu alıyorsunuz. G sıvısı pankreasta üretilip bir sun kanalıyla ince bağırsağa gönderilir. Yine muazzam bir ifade. Bakın şimdi size bir şey söyleyeceğim. Biyolojide özellikle AYT'de genel tekrarı sorular üzerinden yapmamın sebebini şimdi anlıyor musunuz? Burada arkadaşlar soru çözebilmek zaten size konuyu tekrar ettirecek. Bakın ince bağırsağa gelene kadar yağların sindirimi başlamıyor. Yağların kimyasal sindirimi ince bağırsakta başlar ve ince bağırsakta biter ve artık son çıkış. Yani ince bağırsaktan sonra başka bir seçenek yok. O yüzden de bütün var gücüyle ince bağırsak yardımcı organlardan yardım istiyor. Kim bunlar? Karaciğer ve pankreas. Organlar birbiriyle nasıl haberleşir? Bapattığı neydi onların? Hormon. O yüzden ince bağırsak sekretin ve kolesistokinin dediğimiz hormonlarla yardımcı organlardan yardım istiyor. Çünkü diyor ki arkadaşlar bana kimus dediğimiz bir şey geldi mideden ama o kadar asidik ki benim enzimlerimin bunun üzerinde çalışması mümkün değil. rica ediyorum diyor. Gelin birlikte bana yardım edin. Ortamın önce pH'ını nötralize edelim. Yani baza çekelim ve daha sonra da diyor bana biraz enzim takviyesi yapın ki ben bütün sinirimi tamamlayabileyim diyor. Şimdi anladınız mı? Karaciğer pankreas ve ince bağırsaklı bağlantısı niye bu kadar önemli? Ve gerçekten de pankreastan önce bikarbonatı istiyor ortam bazikleşsin diye. Daha sonra da pankreasın enzimlerini istiyor. Biraz zaman onları da tekrar edeceğim merak etmeyin. Ve o gelen enzimler arasında da yağları sindiren lipaz var arkadaşlar. Ve pankreastan ince bağırsağa açılan kanalın adı da virsung kanalıdır. Tamam mı gençler? O yüzden bu şıkkımı da doğru kabul ediyorum. Devam ediyorum. CDE diyor ki, "X sıvısı mekanik, Y sıvısı kimyasal sindirimi gerçekleştirir. Mekanik olan safra. Safrada enzim yoktur. Safra kimyasal sindirim sağlamaz. Yine ÖSYM'nin çok sevdiği bilgilerden bir tanesidir. X sıvısı besinin yüzey alanını artırır. Y sıvısı besindeki peptit bağlarını koparır. Aa çok güzel. Hemen bir TYT bilgisi geldi. Bakın şuraya tekrar edeceğim hemen arkadaşlar. Karbohidratların monomeri glikozdur. Bak TYT'de eee bileşikleri, temel bileşikleri bilmeyen bir öğrenci AYT'de sindirim çözemez. Sindirimi çalışmanıza rağmen hala ısrarla takılıyorsanız, "Hocam ben taktikleri de dinledim, videoyu da dinledim. Sizin soruları da çözüyorum ama sindirim bir türlü olmuyor diyorsanız size bir önerim var. Gidin TYT'deki temel bileşikleri benden bir dinleyin. Tekrar güzel bir çalışın." Niye biliyor musunuz? Bak şimdi TYT'deki temel bileşikler konusuyla ilgili bir şey söyleyeceğim. Karbohidratların e monomeri glikozdur. Kullandıkları bağın ismi ise glikozit bağıdır. Yağların yani lipitlerin yapı taşı arkadaşlar gliserol, gliserol ve yağ asidi olarak geçer. Bağlarının ismi ise ester bağıdır. Proteinlerin ise yapı taşı aminoasittir. Kullandıkları bağın ismi ise peptit bağıdır. O yüzden biz burada enzimleri öğrenirken mesela aminoptidaz, karboksipeptidaz diyeceğiz. Bunları hiç ezberlemenize gerek yok. İçinde peptiti gördüğünüz anda diyeceksiniz ki hocam bu belli ki proteinleri sindiren bir enzim. Şimdi anladınız mı niye bu kadar önemli olduğunu konular arası bağlantının. O yüzden bak hemen burada ne dedi? Peptit bağı. Peptit kimin? Proteinlerin. Ben neyi soruyorum? Yağları. Demek ki burada neyi koparıyor demesi gerekiyordu? Esteri demesi gerekiyordu arkadaşlar. İşte o yüzden muazzam bir şekilde hemen orayı yakaladık ve diyoruz ki Denizli yanlış. X sıvısı ve Y sıvısı ince bağırsakta faaliyet gösterir. Çünkü yağların sindirimi, kimyasal ve fiziksel sindirimi ince bağırsakta başlar ve ince bağırsakta tamamlanır. Nasıl? Gayet güzel gidiyor, değil mi? Şimdi sıradaki soruma bakıyorum. Hocam, biz bu, eee, proteinlerin özellikle çok fazla eee, enzim ismi var. Bunların çalışmasını, nerede başladığını nasıl öğreneceğiz? Gelin hemen bakalım. Yukarıda bir protein molekülünün sindiriminde görev alan bazı enzimler verilmiştir. Proteinleri sindirmek o kadar kolay değildir. Söylemiştim size. Bakın burada midede başlar, ince bağırsakta devam eder proteinlerin sindirimi. Bu enzimlerin görev alma sırası hangisinde doğru verilmiştir? Midede başlayacağı için bak proteinlerin sindirimi midede başlar. İnce bağırsakta sonlanır. Midede zaten bir tane enzim var. O da aktif hali pepsindir. Pepsin proteinleri alır, poliptide çevirir. O yüzden pepsinle başlayan 2 ile başlayanları alacağım arkadaşlar. Hemen iki şıka düştüm bakın. Ardından tripeptidaz mı aminopeptidaz mı? Bakın şimdi tri ne diyor size burada? Üçlü bir şey. Yani diyor ki 3 tane aminoasiti parçalayacağım. Aminopeptidaz ise arkadaşlar karboksipeptidazla birlikte ilk başlayan ince bağırsakta ilk görev alan enzimler arasındadır. Daha sonra tripeptidaz ve dipeptidazla birlikte aminoasitler 3, 2 ve teke düşürülür. Şimdi kelime yorumlamak ne kadar önemli anlıyor musunuz? Biyoloji gerçekten yabancı dil öğrenmek gibidir. Kelimeleri yorumladığınızda çok rahat edersiniz. Neymiş demek ki? Peptiti gördüm belli ki protein sindirimi ile alakalı bir şey. Triyi gördüm 3 amino asit. Demek ki 3'ten sonra 2 geliyor ve tek amino asit. O zaman en büyük olan biraz daha aminopeptidazla devam edecek. En son tripeptidaz görev alacak. Burada arkadaşlar pepsin. Dur şu beyazdayım. Beyaz orada mümkün değil görünmez. Pepsin gençler midenindir. Bunlar ise ince bağırsakta görev alan enzimlerimizdir. O yüzden diyeceğiz ki önce 2 ile başlayacak. Şunları elemiştik. Daha sonra aminopeptidaz ve son olarak tripeptidaz ve dipeptidazla birlikte sindirimi biz tamamlamış olacağız proteinlerde. Anlaştık mı gençler? Bence anlaştık. Tamam mı? Şimdi kelimeleri nasıl yorumlayacağımızı çok güzel öğrendik. Peki bunların çalışmasını anladık. Bu hani midede çalışıyor. Bunlar da ince bağırsakta. Ama kim üretiyor? Şimdi bir enzimin bir yerde çalışması farklı. Kimin ürettiği farklıdır. Mesela biraz önceki lipaz pankreas üretiyor ama ince bağırsakta çalışıyor. O yüzden bir şeyi üretmek farklı. Nerede çalıştığı çok farklı bir şey. Pepsi midede üretilir ve yine midede çalışır. Tripeptidaz ve aminopeptidaz ince bağırsakta çalışıyorlar. Ama kimler tarafından üretiliyor? Birazdan bunu pankreasın enzimlerini ben size şifreli olarak vereceğim. Orada tekrar edeceğim. Tamam mı? Şimdi geldik işte bakın burada enzimleri nasıl öğreneceğiz? Kim üretiyor? Nerede salgılanıyor? Bunu tekrar edelim. Yukarıda verilen tepkimelerden hangisini gerçekleştiren enzim ince bağırsak hücreleri tarafından üretilir? Arkadaşlar ağızda bir tane enzim bileceksiniz, midede bir tane. Geriye kalan kalabalık konu ince bağırsak ve pankreasındır. Pankreasla ilgili ben size bir şifre vereceğim. O şifreye bağlı kaldığınızda zaten geriye kalan her şey otomatikman ince bağırsağ enzim olacak. Bakın başlayalım hemen. Burada ne görüyorum? Amilaz. Amilaz ne yapmış? Glikojen yani karbohidratı sindirmeye başlamış maltozuna kadar. Dexstrin ortalama 2030 glikozdan oluşan yine polapıda bir e karbohidrattır. Maltoz ise iki tane glikozdan oluşur. Şimdi amilazı biz iki yerde görüyoruz. Bir ağızda. Bir de arkadaşlar aslında pankreasın ürettiği enzimlerden bir tanesidir. Ama ben burada amilazı doğal olarak ne diye düşünebilirim gençler? Ağızdaki yapı diye görebilirim. Ya da diyebilirim ki hadi olsun pankreasın amilazı ama hiçbir şekilde ince bağırsağı kalmadı gençler. Eledim. Trigliserit su lipazla parçan. Lipazı gördüm. Lipaz neydi? Pankreasın. Pankreasın enzimlerinin şifresini veriyorum şimdi ben size gençler. Pankreasın şifresi doktor kaldır. Tamam mı? Doktor kal. Nedir bunlar biliyor musunuz gençler? Bakın söylüyorum. DNA'yı sindiren DNA, kimotripsinojen, tripsinojen, RNA'yı sindiren RNA, karboksipeptidaz, amilaz ve lipazdır. Biz bunu konu anlatım videolarında detaylı konuştuk. Şu şifreyi bildiğinde diyorsun ki hocam bu enzimleri pankreas üretir. Tamam mı? Geriye zaten tek bir ihtimal kalıyor. Ağızda bir tane enzim tanıyacağım. O da amilaz, nişasta ve glikojeni sindiren. Midede bir tane enzim tanıyacağım. Proteinlerin sindirimini başlatan aktif formu pepsin. Geriye kalan şunların dışında geriye kalan herkesi kimin kabul edeceğiz? İnce bağırsağı. Orayı hiç ezberlemekle uğraşma. Orası daha kalabalık. O yüzden ne yapacaksın? Şu doktor kalabileceksin. Tekrar ediyorum. DNAZ, kimotripsinojen, tripsinojen, RNA, karboksipeptidaz, amilaz ve lipaz. O zaman şimdi soruma geri dönüyorum. Kırmızıyı şuradan seçeyim. Ne dedim? Lipaz. Doktor kalda var mı? Var. Demek ki bu kimin? Pankreasın. Eledim. Laktoz. Laktaz. Bak buradaki L herhangi bir yerde varmış. Lipazlı yok. Ağız ve midede görüyor muyum? Hayır. O zaman seçenek kim kaldı? İnce bağırsak. Demek ki laktazığı üreten kimmiş? İnce bağırsak neyi sindiriyorsa onun adını alır. Laktozu sindiren laktazdır. Bakın birlikto glikoz bir de galaktoz gelmiş. İşte temel bileşikler bilmediğinizde burada bunların formülünü bilmediğiniz için bu konu size çok zor geliyor. Temel bileşikleri tam olan bir öğrenci zaten şuradaki formüllerin hepsini öğrendiği için sindirim aşırı kolay geliyor. Cevabımı buldum aslında 3 ama tabii ki diğerlerini de çözeceğim. Proteinleri sindiren pepsinin zaten hemen midede olduğunu hatırladım. Polipeptitleri sindiren tripsine bakıyorum. Bak tripsin aktif formudur. Normalde onlar da kimotripsinojen ve tripsinojen olarak salgılanıyor ve domina taşı gibi enterokinaz, ince bağı ürettiği enterokinaz geliyor. Eee, tripsinojeni aktifleştiriyor. O da gidip kimotripsinojeni aktifleştiriyor. Bunlar arkadaşlar bakın nerede? Kimotripsinojen ve tripsinojen kardeşler proteinlerin sindiriminde görev alıyorlar. Bunlar pankreasın enzimleri. O yüzden onu deledim. Gördünüz mü? Tek bir soruda arkadaşlar konunun en önemli kısımlarını tekrar etmiş olduk. Ve geldik tabii ki hormonları çözmeden bırakmayacaktım. Bu hormonlardan korktuğunuzu biliyorum ama ne kadar basit olduğunu göreceksiniz. Sindirimle alt tarafı üç tane hormondan sorumlusunuz. Gastrin mideden salgılanıp enteresan bir şekilde yine mideyi uyarır. Niye enteresan? Çünkü hormonlar normalde biri organdan salgılanıp başka bir dokuya da organı hani uyarmak ister. hedefi genellikle başka bir yerdir. Ama midede şöyle enteresan bir şey var. Mide kendi kendine sindirmesin diye sindirim enzimlerinin ne zaman üreteceğini söyleyen bir hormon salgılıyor. Bu hormonu da salgılamanın aslında üç yolu var. Mesela bir yemeği gördünüz ya da işte kokusunu duydunuz. Tamam bu şekilde sinirsel olarak uyarılabiliyorsunuz. Ya da işte mekanik olarak mesela yutkunmaya başladığımızda, yemek yemeye başladığımızda bu hormon salgısı artıyor. Yani aslında mideye diyor ki bak yemek geldi şu an enzimini salgılaman lazım. Yani mide öz suyunu hazırla sindirim başlayacak diyor. Biz bunları arkadaşlar mekanik olarak, sinirsel olarak ya da eee kimyasal olarak uyarımını sağlayabiliyoruz. İşte gastrin mideden salgılanıp yine mideyi uyaran enteresan bir hormondur. Geriye kaldı sekretin ve kolesistokinin. Gençler sekretin ve kolesistokinin ince bağırsağın salgıladığı iki tane hormondur. Bunların amacı şu. Şimdi hormonların amacına ne dedik? Eee, haberleşme yani WhatsApp hattı. Bunları salgılayan ince bağırsak niye salgılıyor biliyor musunuz? Bakın hemen söylüyorum size. Şurada çok güzel özetleyeceğim. Bütün dikkatinizle burayı dinliyorsunuz. İnce bağırsaktan iki tane hormon salgılanacak. Önce sekretin kısa olan ismi kısa olan ardından da kolestokinin gelecek. Tamam mı? Bunların hedef yerleri neresi? Söylüyorum. İnce bağırsak iki kişiden yardım istiyor. Bunlara zaten yardımcı organlar deniyor. Kim bunlar biliyor musunuz? Sekretin pankreası. pankreası ve karaciğeri uyarıyor. Bunlardan yardım istiyor. Ardından kolesistokinin tekrardan pankreası bir daha yardım çığlığı için gidip uyarıyor ve ardından da gidip artık safra kesesini uyarıyor. Şunu bilmek size artı en az 10 puan kazandırır arkadaşlar. Neden? Bakın şimdi tekrardan özetleyeceğim size burayı. Sarıyı seçeyim arkadaşlar. Sekretin pankreasa diyor ki mantık yürütmenizi istiyorum. Ezberlemenizi değil. Asidik kimus mideden çıkıp ince bağırsağa geldi. İnce bağırsak kimusu görünce diyor ki bu kim? Bu kadar asidik bir şeyin üstünde benim enzimlerimin çalışması mümkün değil. O yüzden bana bir karbonat getirmeniz gerekiyor. Enzimlerimin çalışması için önce ortamı nötralize etmemiz gerekiyor diyor. Bunun için kime gidiyor biliyor musunuz? Pankreasa gidiyor. Sekretin diyor ki bize bikarbonat gönder. Neden? Çünkü bikarbonat bazik ve ortamı nötralize edecek. O yüzden pankreasa gittiğinde pankreas önce bir kararbonat getiriyor. Nereye? İnce bağırsağa. Pankreastan gelen kanalın adı arkadaşlar virsun kanalıdır. Tamam mı? Virsun kanalı diye geçer. İnce bağırsakta döküldüğü boşluğun adı da water kabarcığı diye geçiyor. Tamam. Bilim insanı soy isminden verilmiş bu. Water kabarcığı. İnce bağırsakta yani 12 parmak bağırsak boşluğuna bu bikarbonat geliyor. Ardından sekretin gidip karaciğeri uyarıyor. Neden? Karaciğeri diyor ki biz yağlar gibi sindirilmesi zor bir yapının dağ sindirimine hiç başlamadık. Bize lütfen safra sıvısını üret. Çünkü diyor önce onu fiziksel olarak sindirmemiz gerekiyor. Ne demiştik? Safrayı üreten karaciğer ama depolayan kim olacak? Safra kesesi işte arkadaşlar karaciğere de diyor ki sen safra kesesini üret. Pardon safra kesesini diyorum safra sıvısını üret. Tamam yazdım şuraya. Şunda da bir karbonat istiyor. Ardından kolesistokinin gidiyor. İnce bağırsağ ikinci yardım çığlığı. Bu yardım çığlığında pankreasa diyor ki ortamın pH'ını ayarladık. Çok güzel. Hadi bize diyor Wirsungdan şimdi de diyor enzimlerini gönder. O doktor kal şifresindeki enzimleri istiyor. Ardından safra kesesine gidip diyor ki biz biraz önce karaciğeri uyardık. Safra sıvısını üretip sana gönderdi. Hadi arkadaşım şimdi diyor o safra sıvısını bize gönder. Ve bu safra sıvısının karaciğer ve safra kesesi ile bağlantılı olarak geldiği kanalın adı da koledok kanalıdır. Baş harfinden aklınıza gelsin. Karaciğerin K'si Koled'un K'si. Tamam mı? Koledok'tan geldi safra sıvısı water kabarcığına döküldü ve işte şimdi sindirime hazırız. Gördünüz mü? Yardımcı organlar sindirim organlarından daha çok iş görüyor arkadaşlar. Ve burada bakın ben size bütün konuyu özetlemiş oldum. Şimdi soruya geri dönüyorum. Soruyu okumadım bile. Yukarıda verilen bazı sindirim hormonları ve görevlerinden hangisi yanlıştır? Şunu doğru kabul ettik. Mideyi uyararak mide öz suyu üretimini sağlar. Sekretim ne yapıyormuş? Karaciğeri uyararak safra üretimini sağlar. Çok doğru. Çünkü ilk yardım çığlığı ve karaciğerden safrayı isteyecek. Peki pankreası niye uyarıyordu? Ortamı nötralize etmek için bir kararbonat istiyordu. Gayet doğru. Kolesistokinine geliyorum. Safra kesesini uyararak safranın salgılanmasını sağlar. Çünkü depolayan oydu hatta koledok kanalından geliyor. Pankreası uyararak kan şekerinin ayarlanmasını sağlar. Ne kadar güzel bir soru değil mi? Bak pankreas insülin glukagondan hemen endokrinden diyorsunuz ki hocam kan şekerini de ayarlıyor ama biz şu an neyi çözüyoruz arkadaşlar? Hormonlar kanda bulunur. Biz şu an sindirim kanalındayız ve sindirimi konuşuyoruz. Pankreas bu yüzden karma bezi olarak gelir. Hem endokrinde hormonlarını gördük. İnsülin ve glikogon olmak üzere. Şu anda da sindirimde görüyoruz enzimlerini. Hormon konuşuyorsam endokrin, enzim konuşuyorsam egzokrin yani salgısını dışarı veriyor. Sindirim kanalına veriyor demek. Bu yüzden karmabezdir. Ama biz burada asla bu hormonun gidip de bunun için uyardığını söyleyemeyiz. Çünkü kolesistokinin sindirim özelliği için uyarıyor. Bu yüzden 5 numaralı ifade yanlıştır diyoruz. Vallah mükemmel soruydu. Bak sınava girdiğinizde bana teşekkür edeceksiniz. Sınavdan sonra da bekliyorum o mesajlarınızı. Tamam mı? O soruları gördüğünüzde benim niye bu kadar heyecanlandığımı anlayacaksınız. Şimdi sıradaki sorumla devam ediyorum. Aşağıda insanda sindirim sistemine yardımcı organ olan pankreasın şekli verilmiştir. Şekilde diyor X ile gösterilen kanalın tıkanması sonucu hangileri görülür diye sormuş. Biz artık biliyoruz. Ne diyeceğiz arkadaşlar? Burada bakın pankreas var. Hemen devamında aslında bunun önünde üç boyutlu olarak düşündüğünüzde mide vardır. Hemen arkasında pankreas yer alıyor. Ve tabii ki X kanalı ne kanalı olacak? Pankreastan gelen bir sun kanalı olacak. Birun kanalıyla birlikte buradaki 12 parmak bağıraki water kabarcığın açılacak. Şurada safra kesesini görüyorum. Hatta safra kesesinin hemen üstünde şöyle çizerek göstereyim. Şurada şöyle bir karaciğer hayal edin. Burada safra kesesi vardır. Koledok kanalı ile birlikte water kabarcı açılıyor. Bu water kabarcına ikinci açılan kanal da işte pankreastan gelen bir sung kanalı olacak. Tamam mı? Soruda bize diyor ki virsung eğer tıkanırsa ne olur? Virsum tıkanırsa arkadaşlar pankreastan gelen hem bikarbonatın iletilmesinde sıkıntı olur hem de en önemlisi doktor kal şifresindeki enzimler gelemez. Peki o zaman neler olur bakalım. Proteinlerin hidrolizi devam eder demiş. Şimdi burada proteinlerin hidrolizi devam edebilir mi? Hayır. Çünkü proteinlerin hidrolizinin devam edebilmesi için kimotripsinojen, tripsinojen ve karboksipeptidaz gibi enzimlere ihtiyacım var. Bunlar da zaten buradaki virsun kanalıyla gelecek. O zaman virsung tıkandığında proteinlerin hidrolizi devam edemez. Bu yanlış oldu. Biz doğru olanları bulacağız. Emilan monomer besin miktarı azalır. Çünkü bu X'ten gelecek enzimler arkadaşlar hem karbohidrat var bakın amilaz hem proteinleri sindiren var. Biraz önce saydım. Kimotripsinojen, tripsinojen ve karboksipeptidaz. Hem de lipitleri sindiren lipaz var. Bunların gelememesi demek doğal olarak besinlerin tam olarak sindirilmemesi ve emilimde kayıp olması demek. O yüzden emilen besin miktarı azalır. Yağların hidrolizi gerçekleşmez. Çünkü arkadaşlar burada lipaz olmadığı için kimyasal sindirim tamamlanamayacak, başlayamayacak. O yüzden bunu da doğru kabul ediyorum. Hangisi görülemez dediği için 2 ve 3 diyeceğim arkadaşlar. Böylelikle bu sorumuzun cevabını 2 ve 3 olarak bulmuş olduk. ve karaciğer vücudumuzun dönüşüm fabrikası arkadaşlar. Üçte ikisini yenileyebilen ve vücudumuzdaki en büyük organ yapılarından bir tanesi. Muhteşem muazzör görevleri var. 15 16 tane görevini öğreniyoruz. Gelin şöyle bir tekrar edelim. Sindirime yardımcı organlardan karaciğer ve bazı görevleri verilmiştir. Hemen safra kesesini gördüm. Koledok kanalıyla devam ediyor. Bakalım hangi ifade yanlıştır. Amonyağı üreye çevirir. Şimdi gençler biz proteinleri sindirdiğimizde amino asitler çıkar. Aminoasitler hücresel solunuma girdiğinde de içerisindeki amino grubundan dolayı azotlu boşaltım atığı çıkıyor. Bunun adı da amonyak. Ama amonyak çok zehirli. Vücutta bu kadar zehirli bir şey taşıyamayacağınız için de karaciğer sağ olsun onu bizim için üreye çeviriyor. Yani biraz enerji harcayarak daha az suyla atabileceğimiz daha az zehirli bir forma çeviriyor. O da bizim için yani memeliler için üredir. Bu yüzden aslında karaciğere gelen karaciğer atar damarında bol miktarda amonyak görürsünüz. Karaciğerden çıkan damardıysa bunu dolaşımda da çözeceğiz arkadaşlar. Üre görüyorsunuz. Gayet doğru bir özellik. Üreyi süzeni sorsaydı böbrek derdik. Bunu karıştırmayın. Tamam mı? Kan proteinlerini sentezler. Albümün, globülün gibi kan hücreleri karaciğer tarafından sentezlenir. Organik maddelerin sindirimini sağlayan enzim üretme demiş. Arkadaşlar biz kendisinden çok güzel destekler görüyoruz ama enzim bir kalsın. Şurada karaciğer enzimi diye bir şey hiç öğrenmedik çünkü. Yaşlı al yuvarları fagoszla parçalar. Hatta buna kup hücreleri denir. Yenisini üretir. Alkol ve ilaçların zehir etkisini azaltır. Bu yüzden alkol ve ilaçlar, antibiyotik gibi yapılar özellikle öncelikle karaciğerinizi ve böbreğinizi çok yorar arkadaşlar. Bu yüzden doktorunuz önermediği sürece kullanmayın diyoruz ama biz karaciğerde herhangi bir enzim yapısı görmüyoruz. Bu yüzden de dedik ki karaciğerde hormon görebiliriz. Bu arada eritropoitein dediğimiz bir hormon var. Bunun arkadaşlar bir miktarını karaciğer, büyük bir miktarını aslında böbrekler salgılıyor ve oksijen yetersizliğini alyuvar üretimini artırıyor. Hormon görmeniz mümkün ama enzim karaciğerde görmüyorsunuz. İşte o muazzar soru. Hem dolaşımda hem de sindirimde karşımıza gelen damarlar ve bu damarların içerdiği yapılar. Gençler bakın normalde karaciğer dışında hiçbir organ birbirine kan gönderemez. Nasıl yani? Vücutta kalbe gelmeden hiçbir organ kafasına göre başka bir organa kan gönderemiyor. Kalbe gelecek, kalp akciğerde oksijence zenginleştirecek ve tekrar kalbe gelip kalp dağıtacak. Bunun istisnasının olduğu tek bir yer var. Sindirim kanallarından karaciğere gelen kapı damarı. Bu arkadaşlar sindirim kanallarında emilen besinin glikoz, aminoasit gibi ve aynı şekilde BC gibi suların BC gibi suda eriyen vitaminlerin geldiği bir kanaldır. Karaciğere niye uğruyor biliyor musunuz? Çünkü biz beslenirken kalori ihtiyacımızı hesaplayarak beslenmiyoruz. Fazla da alabiliyoruz. Doğal olarak karaciğere geliyor ki glikozun fazlası kötü günler için yani aç kaldığımız zamanlarda kullanabilelim diye depo ediliyor. Ne formunda? glikojen. O yüzden glikoz buraya geliyor. Fazlası, besinlerin fazlası glikojen olarak depolanıyor ve ihtiyaç kadarı karaciğer toplardan vücuda gönderiliyor. Onu da kalp bütün organlara dağıtıyor. İşte bu yüzden biz organlarda özellikle karaciğerdeki kapı topları çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bildiğiniz damar. Tamam mı? Burada zaten her organda olduğu gibi atar ve damar var. Şimdi diyor ki bu numaralı kısımlarla ilgili olarak hangisi doğrudur? Açlık ve tokluk anında diye bu damarlarda glikoz miktarının kıyaslanması bir soru tipidir. ÖSYM'nin sevdiği zor soru tarzlarından bir tanesidir. Net kazandırabilir size. Dikkatle dinleyin. Diyor ki tokluk durumunda yani bir kişi yemek yeni yemek yedi. Doğal olarak sindirimini yeni tamamladı. Bir sürü burada glikoz emildi, besin emildi. Burada arkadaşlar doğal olarak yeni yemek yediği için örneğin 5x kadar glikoz geliyor. Kötü günler için 3x kadarı depo ediliyor ve 2x kadarı buradan gönderiliyor. Yani tokluk durumunda glikoz miktarı ne diyeceğiz arkadaşlar? Aslında 3te daha fazla olur ama burada ne demiş? 2 de fazla. 2de fazla olması için açlık durumunda olması gerekiyordu. Bu yanlış. 2'de diyor ki bakın açlık durumunda glikoz miktarı 1 2 3 şeklindedir. Şimdi açken ne olacak? Herhangi bir besin emilimi olmayacak arkadaşlar. O yüzden kötü günler için depo ettiğimiz 3x'ten kullanacağız. Yani burası ne olacak? Hiç besin gelmedi. 0x gibi düşünün doğal olarak atar damarda da o kadar besin yok. Ne olacak arkadaşlar? Aslında burada depodakini harcadığımız için karaciğer damarı en yüksek olacak. X kadar buradan gelmiş olsun burası 0x. O yüzden sıralama ne olacak aslında? 2 > 1 en az 3 diyeceğiz. Burada ise o şekilde sıralamamış. Hemen eledim. Tamam mı? Demek ki neymiş? Açken sindirim olmadığı için, besin olmadığı için glikoz miktarı en yüksek kötü günler için depo edilen damar olacak arkadaşlar. 1 numaralı damarla gelen amonyak karaciğerde üreye çevrilir. Çok güzel. Neden? Çünkü biz burada ne dedik? Zehirli amonyak gelecek. Karaciğer bu zehirli amonyağı büreye çevirecek. O yüzden aslında karaciğer atar damarında amonyak çoktur ama karaciğer damarında karaciğerden çıktığı için üre çoktur diyoruz. Burada ne demiş? Amonyak karaciğerde üreye çevrilir diyor. 1 numaralı damarla geldiği için gayet doğru bir ifadeyi söylemiş. Bize de doğruyu sorduğu için yalnız 3 Bursa olarak bulduk gençler. Bu soru tipi hem dolaşımda hem de sindirimde karşımıza gelecek. O yüzden birkaç tane daha çözeceğiz. diyor ki şimdi aşağıda sağlıklı bir insanda sindirime yardımcı organlar gösterilmiştir. Karaciğer ve pankreastan bahsediyor safret kesesiyle. Buna göre 2 ve 3 numaralı kısımlarla ilgili hangisi yanlıştır? Bakalım neyi göstermiş 2 ve 3? Pankreasta bakın kanalını panreas kanalını yani virsun kanalını 2 ile göstermiş gençler. 1 numaralı yapı neyi gösteriyor? safra kesesi ve karaciğerden gelen koled yapısını gösteriyor. Bakın şu 3 de zaten ne olacak? Water kabarcı yani ince bağırsakta bu kanalların açıldığı eee kabarcık olmuş oluyor. Şurada da ekstradan neyi göstermiş size? Karaciğerle safra kesesinin konumunu gösteriyor ki şuradaki koledok kanalını çok rahat görebilin diye. Soruya geri dönüyorum. 1 numaralı kanaldaki sıvı safra kesesi tarafından üretilir. Çok güzel. Koledoktan gelen safrayı üreten ne dedik? Karaciğerdir. Safra kesesi değildir. Safra kesesi depolar dedik. Ama bu ne demiş? Safre kesesi üretir demiş. Yanlış. Cevabımı hemen buldum. Ama tabii ki diğer şıkları da çözüyoruz. 2 numaralı kanaldaki sıvı sıvı bağırsak pH'ını düzenler. Neden? Çünkü buradan gelen virsungdan gelen bir kararbonat ortamı bazikleştirecek. Enzimler çalışsın diye. Bir numaralı kanaldaki sıvı yağların hidrolizini kolaylaştırır. Neydi gençler bu? safra sıvısıydı. O yüzden buradaki safra zaten hidrolizi kolaylaştırır diyoruz. 2 numaralı kanaldaki sıvıda karbohidrat, yağ ve proteinleri sindiren enzimler bulunur. Yani doktor kaldan bahsediyor. Doktor kalın içinde hem karbohidrat eee örneğin amilaz hem proteinler tripsinojen, kimotripsinojen, karboksipeptidaz hem de yağlar yani lipazı diyoruz ki enzim barındırdığı için üçünü de sindiren enzimler mümkün. 1 numaralı kanal Koledog, 2 numaralı kanal ise Virsun kanalıdır. En başında yerleştirmiştim. Pankreas virsun karaciğer safra kesesi ise koledok kanalıyla pankreasa pardon ince bağırsa yardım etmiş oluyor. Cevabımızı Adana olarak bulduk gençler. Şimdi geliyorum bir enzim sorusuna daha. Sindirime yardımcı organlardan biri olan pankreas ve ürettiği bazı enzimler verilmiştir. Hangisi yanlıştır? Doktor kalın içinde yer almayan kim? Lipaz var. Amilaz var. Kimotripsinojen ve tripsinojen var. Bunlar aktifleşip proteinlere saldırıyor. Unutmayın protein, protein, protein. Karbohidrat, yağ ama maltaz neydi? Doktor kalın içinde yok. Ağızda da yok, midede yok. O zaman kime kaldı? İnce bağırsağ. Çok güzel. O yüzden 5 numaralı maltaz diyoruz ki ince bağırsağın ürettiği enzimdir ve maltozu sindirir. İki glikoza kadar parçalar. Arkadaşlar şimdi bakın sindirimin sonunda emilim dediğimiz bir konu var. Bu emilimde şu görselden korktuğunuzu bildiğim için bir soru çözmek istedim. Arkadaşlar bu görsel bize şunu anlatıyor. Dolaşımla da bağlantılı. O yüzden çok seviyoruz bu soru tarzını. Vücuttaki emilim şöyle oluyor. İnce bağırsakta sindirim tamamlanıp emiliyor. Ya şimdi şöyle enteresan bir şey oluyor gençler. Dikkatinizi toplayıp güzelce dinleyin. Çok önemli bir şey anlatacağım. Protein, karbohidrat ve yağlar. Gençler bunlardan arası suyla iyi olmayan kim? Neydi? Hidrofilik, hidrofobik kısımlar. Bravo. Elinize yağ bulaştığında suyu tutarsanız çıkmaz. Deterjan mutlaka olması gerekir. Çünkü yağlar suyu sevmez. Tepkimeye girmek istemez. O yüzden yağların kalbe kadar taşınması ayrı bir yolla gerçekleşiyor. Geriye kalan protein, karbohidrat ve suda çözünen BC vitaminleri arkadaşlar normal karaciğer üzerinden kapı toplardan geçerek kalbe gelirken yağ ve yağda çözünen adek vitaminleri lens sıvısıyla, lens sistemiyle kalbe taşınıyor. İşte bu yüzden biz şu şekli gördüğümüz anda aklımıza hemen bu gelecek. Besin kim? Bak ince bağırsaktaki villus ve mikrovilluslar tarafından emildi. Eğer sen arası suyla iyi olan karbohidrat, proteinsen, karaciğer kapı topları üzerinden kalbe gelirken yağ ile ilgili bir şeysen trigliseritler burada şilomikron yapısı adını verdiğimiz sistemle kalbe taşınıyor. Nedir şilomikron? Aslında trigliserlerin etrafının proteinle kaplanmasına şilomikron diyoruz. Ve burada dikkat ederseniz lens sisteminde lent damarları onların oluşturduğu düğümler var. En meşhur düğümlerden biri de pekee sarnıcıdır. Ortalama göbek deliğinizin oralarda lent damarlarından gelip pekee sarnıcından geçerek göğsünüze oradan da sol köprücük altı damarınızından arkadaşlar ne yapıyor aslında? Üst ana damarla karışıp buradan gelenlerle karışıp kalbin sağ kulakçığına iniyor. Çünkü kirli getiriyor nihayetinde. İşte bunu bilmek muazzam bir bilgidir. Dediğim gibi bunu dolaşımda da çözeceğiz. Bakıyorum ince bağırsaktan kana geçen glikoz molekülü kalbe gidene kadar hangisinden geçmesi beklenir? İnce bağırsaktan geldik. Kapı toplarla karaciğere gelecek arkadaşlar. Karaciğerden kesinlikle bekliyorum. Karaciğerden sonra ne yapıyor? Bak karaciğer üstü damarı alt ana damarla birlikte kalbe gelecek. O yüzden akciğere geçmesine gerek var mı? Çünkü bana burada ne diyor? Bakın kalbe gidene kadar diyor. Kalbe gidene kadar akciyğerden geçmez. kalbe geldikten sonra akciğere oksijence zenginleşmek için gidebilir. Zaten pankreasa da niye gitsin? Dediğim gibi sadece ince bağırsaktan karaciğere bir organdan bir organa geçiş vardır. Eğer biz bunu pankreasa göndermek istiyorsak bu glikozu kalbe gelecek. Akciğere gidip oksijenle zenginleşip bir daha kalbe gelip kalp onu gönderecek. O yüzden bunu da eledim. Demek ki hangisinden geçmesini beklermişim? Sadece kapı toplardan geleceği için yalnız iki Bursa karaciğere uğrayacak diyoruz arkadaşlar. Anlaştık mı? Muazzam bir soruydu. Tekrar söylüyorum. Dolaşımda da zaten bunu çözeceğiz. Sindirimle ilgili tek bir eksiğinizin bile kaldığını düşünmüyorum şu an. Umarım siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur. Çünkü şu an çok güzel bir konuya geldik. Dolaşım sistemindeyiz. Evet gençler, şimdi sistemlerdeki en uzun konulardan bir tanesindeyiz. dolaşım sistemi. Burada tam 17 soruyla hem kan dolaşımını hem de lens sistemi ve bağışıklık kısmını tekrar etmiş olacağız. Şimdi dolaşım dediğimizde kan dolaşımında ilk akla gelen tabii ki kalp olacak. Ardından damarlar ve kan sistemi ile ilgili de sorularla tekrar edeceğiz. Tahtada ne görüyoruz gençler? Bir insan kalbi görüyoruz. Diyor ki insan kalbinin yapısını gösterdim gençler. İnsan kalbi dört odacıktan oluşur. Bununla ilgili hemen hatırlatmalarımı yapmak istiyorum. Bakın yön, yön bulmak bizim için en önemlisi. Çünkü yönü belirleyemezseniz cevabın tam tersini işaretlersiniz. Bu taraf arkadaşlar normalde bak şu an benim kalemi tuttuğum elim sağ elim ama ben kendime göre değil karşımdaki kişiye göre yönü belirliyorum. Yani kitaba, kitapçığa göre yön belirleyeceksiniz. O yüzden burası her zaman sol, burası da her zaman sağ tarafı ifade eder. Sol daima temiz kanı. Ne demek temiz kan? Oksijence zengin kan. Sağ taraf ise daima kirli kanı. Yani karbondioksitçe zengin kanı taşır. Kalbe girişler yukarıdan, kalpteki kanın çıkışları ise aşağıdan olur. Yukarıdaki odacıklar kulakçık, aşağısı karıncık diye okunur. Kulağınız karnınızın üstündedir. Buradan aklınıza geliyor. Kulakçık ve karıncıklar birbirine daima ters çalışır. Yani biri kasılırken diğeri gevşiyordur. İkisinin aynı anda gevşediği dinlenme evresi mümkün ama ikisi aynı anda kasılmıyor. Yukarıdakiler ne yapıyor arkadaşlar? kasıldığında buradaki triküspit, buradaki sol taraftaki biküspit kapakçıklardan kan, kulakçıktan karıncağa dolmuş oluyor. Doğal olarak okurken önce yönü belirteceksiniz. Daha sonra mı atar mı bunu söyleyeceksiniz. Zaten kalbe kanı topluyorsa yukarısı damarlarla bağlantılıdır. Aşağıdakiler de attığı için kalpteki kanı atan damar yani atar damar olarak okuyoruz. Demek ki nasıl okuyacağız? Eğer temiz kan atılıyorsa temiz olduğu için sol, atıldığı için karıncık yani sol karıncık burası diyeceğiz. Tamam mı? Mesela şuraya numara vereyim. 1 2 3 4 numaralı odacık. Yani ne oldu burası? Sol atardamar. Y atar damarın çıktığı sol karıncık oldu. Mesela kirliyi topluyorsunuz. Kirli olduğu için sağ topladığınız için yukarısı. Yani burası ne olmuş oldu? Sağ kulakçık. 1 numaralı odanın ismi. Ezberlemeden aynı şurada anlattığım mantıkla çözebilirsiniz. Şimdi bakın soruyu çözerken birlikte bir tekrar edelim. Hadi şu odaların adını tekrar okuyalım mı? Buraya ne dedik o zaman? Burası daima sağ, burası ise sol olarak okunacak. Yukarısı kulakçık olduğu için burası sağ kulakçık oldu. Burası ise sol kulakçık olarak okundu. Aşağılarda karıncık. Karıncıkta burası sağ karıncık olarak okundu. Burası da yine sol karıncık olarak okunmuş oldu. 4 numaralı oda hangisi yanlıştır diye soruyor. 1 ve 3 numaralı odacıklar bakıyorum 1 ve 3'e şuradan bahsediyor. Triküspit 2 ve 4 arasında ise diyor bir küspit kapakçık bulunur. Şimdi biz burada zaten hemen yazmıştık. Bakın 3 tane ise tri demek. 3 kapakçık sağ tarafta, iki kapakçık ise B ya da D sol tarafta bulunuyor. Doğal olarak sol tarafta iki kapı olduğu için solda basınç daha yüksektir. Şöyle düşünün, sınıftan çıkıyorsunuz. İki kapı mı olsa daha rahat çıkarsınız, üç kapı mı? Tabii ki üç kapı basıncı azaltır. O yüzden iki kapılı olan tarafta yani sol tarafta kalbin sol tarafında daha yüksek basınç vardır diyoruz arkadaşlar. O yüzden Adana gayet doğru. Ben yanlışı arıyorum. 1 ve 3 kasıldığında 2 ve 4 gençler demiş. Bakıyorum hemen. 1 ve 3 kasıldığında 2 ve 4 gençler diyemezsiniz. 1 ve 2 aynı anda kasılır. 1 ve 2 kasılıyorken yani kulakçık kasılıyorken karıncıklar gevşiyordur diyoruz. Birbirine antagonist yani zıt çalışıyor. Bu arada kasılmaya sistol, gevşemeye de diastol diyebilir. O yüzden ne demiş burada? Ters söylemiş. Bunu sevmedim. Bursa bir kalsın. Ceyhan'a bakıyorum. Büyük kan dolaşımı eee 4 ile başlar 1 ile biter. Bunları hiç ezberlememize gerek yok. Çünkü bunun bir mantığı var arkadaşlar. Büyük küçük kan dolaşımı ne demek? Küçük kan dolaşımı şu aslında katettiğim mesafeye göre buna isim veriyoruz. Kalple akciğerleriniz arasında kısa mesafe var ya sonuçta akciğerleriniz sırtınıza daha yakın ve hemen kalbinizin konumuna çok yakın bir yerde. Doğal olarak kalple akciğer arasındaki dolaşım bizim için küçük kan dolaşımıdır. Amaçla küçük kan dolaşımında kalpteki kirli kanın akciğere gelip oksijence zenginleştirilip tekrar kalbe getirilmesidir. O yüzden aslında kirlinin götürülüp temiz kanın toplandığı bir ihtimaldir küçük kan dolaşımı. Ama büyük kan dolaşımı kalple bütün vücut arasında gerçekleşen, doğal olarak da kalbin temiz kanı bütün vücuda pompalaması ve kirlenen bütün kanı da toplamasıyla biten bir süreçtir. O yüzden soruya geri döndüğümde büyük kan dolaşımı diyorsa temiz kanın çıkmasıyla başlamalı, kirli kanın toplanmasıyla bitmeli. Biz ne dedik? Temiz ve kirliyi her zaman yönle belirteceğiz. Temiz kanın çıkışını istiyorsam sol. Çıkış dediğim ise dediğimde ise sol neresi oluyor? Karıncık yani 4 numaralı oda. Bakın zaten buradan aort gider arkadaşlar. Temiz kanın vücuda pompalandığı odacık sol karıncık yani 4 numaralı oda olmuş oluyor. Anlaştık mı gençler? Peki kirlenen kan toplandığında ne olacak? Kirli olduğu için sağa toplananlar yukarıdan giriş olduğu için 1 numarayla gösterdiğim yer yani sağ kulakçık olacak. O yüzden büyük dolaşım evet 4le başlar. Yani sol karıncıkla başlar. Sağ kulakçıkta biter. Anlaştık mı gençler? Devam ediyorum. Küçük kan dolaşımına bakalım. Küçük kan dolaşımı kirlinin götürüldüğü. Çünkü kalp istisna olarak tek bir tane organa kirli kan gönderir. O da akciyğerdir. Çünkü akciğerler bizim vücudumuzun çamaşırhanesi gibidir. Oraya kirli kıyafetlerle gider. Temizle döneriz. Yani kirli kan gider ama temiz kan alınır. Bunun dışında hiçbir organa kirli kanı göndermiyor kalp. Şimdi bakıyorum küçük kan dolaşımı 3 ile başlayıp 2 ile bitiyor mu? Ona bir bakalım. Burada bakıyorum hemen. 3 ile mi başlar? 3 neresi? Sağ. Kirli çıkış. Evet, gerçekten de kirli kan. Kalpten çıkıp nereye gidecek? Akciğere gidecek. Temizlenince nereden toplanacak? Temiz olduğu için sol ve toplanacağı, kalbe giriş yapacağı için burada yukarıdaki kulakçık yani 2 numaralı odayla bitecek. Bakıyorum gayet doğru söylemiş. Edirne'de diyor ki 3 ve 4'ten çıkan damarların çıktığı yerde yarımay kapakçıkları bulunur. Yani aort ve akciğere giden akciğer atar damarında arkadaşlar şu şekilde yarımay kapakçıkları bulunuyor. Bu kapakçıkların amacı şu. Yer çekimine göre kanı yukarı fırlattığınız için yüksek bir basınçla giden kanın geriye akmaması için yarım ay kapakçıkları bulunuyor. Bu kapakçıklar tek yöne açılır. Kalpte gördüğünüz bütün kapakçıkları ve damarlardakini aynı düşünün. Hepsinin olayı kanın tek yönlü akışını sağlayıp yer çekimine karşı dolaşımı desteklemektir. O yüzden mükemmel bir soruyla kalbin odacıklarını ve yapısını tekrar etmiş olduk. Cevabımız Bursa olarak geldi gençler ilk soruda. İkinci soruya bakalım. Kalbin kasılıp yaşaması sırasında gerçekleşen olaylardan gerçekleşme sırasının doğru olması için hangi ikisi yer değiştirmelidir diye sormuş. Sinoatrial düğümün uyarılması, AV düğümünün uyarılması yani atriyoventrikülerin kulakçıkların sistolü, histemetlerinin uyarılması, purkijenin uyarılması, karıncıkların sistolü. Şimdi bu şekilde sıralama sorularında önce hepsini bir okuyorsunuz ve ben size mekanizmayı hatırlatıyorum. Gençler kalp çok enteresan bir organdır. Neden? Çünkü uyartısını kendisi başlatıyor ve bunu nasıl yapıyor? Gelin birlikte bakalım. Sinoatrial düğümle birlikte uyartı başlıyor. Buradan atriyoventriküler düğüme iletiliyor. Daha sonra niye farklı peki diğer organlara göre? Kendi uyartısını kendi başlatıyor. Bunu da sinoatrial dediğimiz düğümcükle başlatıyor ve bu sağ kulakçığın yukarı tarafına denk geliyor. Aşağı doğru yaklaştıkça, karıncağa doğru yaklaştıkça atriyov ventriküle geliyor. Atriyov ventrikülerden sonra his demetleri karıncıkların etrafını saran şu şekilde ağ arkadaşlar. Ve bu ağların sanki ağacın dalları gibi şu şekilde uzantılarına da purkinje lifleri deniyor. Bu lifler aslında karıncıkların eee bütün noktalarının uyarılması ve kuvvetli bir şekilde, kuvvetli bir basınçla uyarılmasını sağlıyor. Çünkü karıncıkların kanı pompalaması gerekecek. Hani şey dedik ya karıncıklardan eee kan kalpten çıkış yapıp bütün vücuda gidecek. Doğal olarak da kalbin konumunu düşündüğünüzde yer çekimine göre hem ters hem de aşağı doğru yani tepenizden parmak ucunuza kadar kanı iletmeniz gerekiyor. Kuvvetli bir basınca ihtiyacınız var. İşte onun sağlanması için purkinjel lifleriyle bütün her yer uyarılması gerekiyor. O zaman şimdi soruma geri dönüyorum. Bakıyorum hemen. Sinatriyel düğümün uyarılmasını birinci yere alıyorum. Sinatrialin uyarılması demek arkadaşlar yukarıdaki kulakçıkların kasılması demektir. O yüzden kulakçıkların sistolü sistol kasılma demek. Onu da 2'ye aldım. Demek ki sıralama 1 3 diye devam etmeli. Bana burada gerçi iki tanesinin yer değiştirmesini soruyordu. Ben sıralamaya o şekilde bir hepsini yazayım. Ondan sonra neyin değiştireceğini bulalım. Kulakçıklar sistol olduktan sonra ne olacak peki? Ardından AV düğümü gelecek. Uyarılacak. Onu 3'e aldım. AB'nin uyarılmasıyla birlikte zaten ne olmuş oluyor? Ardından hemen hissemetleri uyarılıyor arkadaşlar. Sırasıyla gidiyor zaten bundan sonra. Daha sonra purkinjelifleri uyarılıyor ve son olarak karıncıkların sistolü yani kasılmasıyla bu olay tamamlanıyor. Karıncık sistol durumundayken kulakçık diastol yani gevşeme modundadır. Demek ki kim yer değiştirmeli? Şurada 2 ile 3 yer değiştirirse her şey gayet doğrulanmış oluyor. Bu yüzden 2 3 cevabım Bursa olarak gelmiş oluyor gençler bu soruda. Anlaştık mı? Bunun sıralaması da önemli olduğu için bu tarz soru karşınıza gelme ihtimali olduğundan dolayı bir tane örnek çözmek istedim. Kükürt atomu işaretli proteinle beslenen bir insanda sindirimden sonra işaretli kükürt taşıyan amino aside verilen yapılarda rastlanma sıralaması aşağıdakilerin hangisine doğru verilmiştir? AYT'de sizi en çok zorlayan soru tiplerinden bir tanesi. Çünkü bu mantığınıza bir türlü oturmuyor biliyorum. Ama şimdi biz öncesinde sindirimde bunu konuştuğumuz için şu an çok rahat anlayacaksınız. Güzelce dinlerseniz. Gençler ben kükürt atom işaretli bir proteinle beslendim. Ne demek bu? Proteinin sindirimini tamamladım. Nerede? İnce bağırsakta. Bizim kuralımız neydi? İnce bağırsakta karbohidrat ve proteinler karaciğer kapı üzerinden gelirken yağ ile ilişkili olanlar yağ asidi gliserol yani trigliseritler ya da ki onlar şilomikron olarak taşınıyor ya da adek yani yağda çözünen vitaminler lenf üzerinden geliyor. Şimdi ben burada proteini konuşuyorsam aslında bana neyi söylüyor? Diyor ki ben kapı demen karaciğer üzerinden kalbe geleceğim. He şimdi soru oldu mu? Burada kükürt işaretli olayına falan takılmayın. Kükürt yapısı aminoasitlerin yapısında bulunabilen bir element yapısıdır. Onu işaretlemek demek aslında bizim o molekülün vücutta nereye dolaştığını görmemizi sağlayan bir aslında deneyidir arkadaşlar. Tamam mı? Moleküller işaretlenir izotop atomlarıyla yani atom numaraları değiştirilir ve bu şekilde vücutta nerelere dolaşıyor bunlar izlenir. Şimdi devam ediyorum. O zaman ben protein yapıysam kapı toplardan karaciğere doğru geleceğim. Demek ki sıralama nasıl olacak arkadaşlar? Sindirimle, ince bağırsakta emildim ve oradan kapı toplarla nereye geldim? Karaciğere. Karaciğerden çıktım. Karaciğer üstü damarıyla birlikte alt ana damarla yani kalbin altında kalan organların toplandığı damarlarla birlikte ne yapmış oldum? Kalbe giriş yapacağım. O zaman sıralama nasıl olacak? Önce kapı toplarla yani 4'le başlaması gerekiyor. Bunu vermeyenleri eledim. 4'ten sonra karaciğer üsü toplarıyla karaciğerden çıkacak 4 1 diye gitmesi gerekiyor. Bunu da eledim. Cevabım hemen geldi. 4 1 sonra 3 gelecek. Neden? Altana damara. Oradan ne olacak? Kirliler toplandığı için aslında şöyle oluyor. Bakın alt anotoplar damarla birlikte kirli kan geldiği için nihayetinde şu odaya giriş yapacak. Yani sağ kulakçığa giriş yapacak. Buradan arkadaşlar ne olacak? Aşağı sağ karıncağa gelecek. Oradan oksijenci zenginleşmesi için akciğer atar damarıyla akciğere gidecek. Daha sonra temizlenen kan, akciğerden gelen kan buradaki sol kulakçığa giriş yapıp aşağı geçecek. Yani sol karınca buradan da aurtla vücuda tekrar dolaşacak bu amino asit. Anlaştık mı? O yüzden illa ben burada sağ kulakçık görmek zorunda değilim. Sağ kulakçıktan sonra sağ karıncağa oradan tekrar sol kulakçık ve sol karıncıkta rastlanabilir diyorum. sıralamada bana sadece sol karıncıyı verdiği için zaten en sona onu yerleştirmiş oldum. Mükemmel bir soruydu. Eminim ben çözerken de şurada bana hak verdiniz. Evet hocam bu soruları çözmekte zorlanıyoruz dediğinizi duyuyorum. Çünkü bunları arkadaşlar biz birlikte yaşadık ve konu anlatımında da aslında bunları tartışmıştık ama işte soruda görmek çok başka bir şey. Artık bundan sonra bu tarz sorulardan korkmuyorsunuz. Tamam mı? Sadece besinin bileşenine karar verin. Karbohidrat mı, protein mi, yağ mı? Yağsa lenf yoluyla taşınacak. Karbohidrat, proteinse normal karaciğer üzerinden taşınıyor olacak. Şimdi geldik damarlarla ilgili sorular çözelim. Biliyorsunuz bizde üç tip damar var arkadaşlar. Atar, ve kılcal. Atar kalpteki kanı atan damar. kalbe kanı toplayan damardır. Kılcal ise bizim hücrelerimiz de işte buradaki besinlerin ya da atıkların alışverişinin yapıldığı ve bütün aslında bir ağ gibi canlı hücrelerimizi ve dokularımızın etrafını saran sistemdir. Şimdi devam ediyorum. Diyor ki, "İnsan vücudunda görev alan damarlar boyunca kandaki bazı değerlerin değişimini gösterdim. üç farklı grafikte A, B, Cfiği olarak buna göre kan basıncı, kanın ozmotik basıncı ve kanın akış hızında meydana gelen değişimi gösteren eğriler hangi seçenekte doğru verilmiştir? Yani şu üç seçeneğin grafiği hangisinde doğru? Bunu bulman gerekiyor diyor. Çok dikkatli dinle çünkü buradan Sterling hipotezine bağlayacağım. Birazdan alışverişi göreceğiz ama damarlarla ilgili kıyaslama sorusu gelebileceği için önemli bir sorudayız şu an gençler. atar, kılcal ve toplarda kılcalın bir ucu kan kılcalınızdan bahsediyorum. Bir ucu atara bir ucu toplara bakar. Çünkü bir yerden besin alıp bir yere ne yapacak? Atıkları toplayacak. O yüzden kılcal damarda arkadaşlar damar boyunca sabit olan kimdir biliyor musunuz? ozmotik basınçtır. Çünkü damarlar içerisinde e sağlıklı bir durumda, normal bir durumda kan hücreleri dışarı çıkmadığı için, kan proteinleri dışarı çıkmadığı için ozmotik basınç sabit kalır. Ozmotik basınç madde yoğunluğu ile alakalıdır. Oradaki protein ve hücreler damar dışına çıkmadığı için sizin ozmotik basıncınızda yani madde yoğunluğunuz da değişmiyor. İşte bundan dolayı diyoruz ki normal şartlarda OB yani ozmotik basınç sabittir. O yüzden A'yı ozmotik basınca hemen işaretledim. Olmayan şıklarımı şöyle hemen eledim. Zaten iki şıka düştüm. Bakın kan basıncına gelelim arkadaşlar. Kan basıncı en yüksek atardadır. Daha sonra kılcal, daha sonra Neden böyle? Çünkü atar damar kalpteki kanı atacağı için doğal olarak yer çekimine karşı çok zor bir iş yapacak. çok kuvvetli bir basınçla atması gerekiyor. Zaten atarın en büyük özelliği budur. Çok yüksek bir kan basıncına sahiptir. Peki niye kılcalda toplara göre daha yüksek kan basıncı? Çünkü arkadaşlar kılcalın bir ucu atara bakar. O yüzden bu şekilde atar kılcal diye giden varsa ona kan basıncı yazabilirsiniz. Doğal olarak o da B şıkkı oldu arkadaşlar. Kanın akış hızına C kaldı. Neden? Çünkü kanın akış hızı en yavaş kılcaldadır. Kılcal damarda alışveriş gerçekleşeceği için kılcal damar ne yapacak? Besini ve oksijeni canlı hücrelere verip hücrelerdeki metabolik faaliyetler sonucu oluşan atıkları alacak ve damarla toplayıp getirecek. O yüzden biz buraya baktığımızda diyoruz ki kanın akış hız grafiğinde kılcal damar en yavaş olandır. Doğal olarak ona da C kaldı ve cevabımızı arkadaşlar Ceyhan olarak bulmuş olduk. Böylelikle tek bir soruda damarlara dair birçok şeyi çözdük. Şunu da söyleyeyim mesela atar ve damarda yapı olarak işte bağ tabaka, elastik tabaka eee gibi yapılar ortaktır. Kas tabaka tabii ki düz kas bulunuyor bunlar. iç organ yapıları olduğu için bunlar ortaktır. Ama atarda toplara göre arkadaşlar bu basınca dayanabilmesi için elastik tabaka çok daha kalındır. Ama mesela kılcal damar çok enteresan bir şekilde sadece epitel dokudan oluşuyor. Yani kas bulundurmuyor. O yüzden size kaf içermeyen damar yapısı kimdir derse hemen kılcal diyebilirsiniz. Şimdi burada güzel bir soru var arkadaşlar. diyor ki yukarıda yer alan soruya öğrencinin doğru cevabı vermesi için neyi işaretlemesi gerekir? Bakalım öğretmen ne sormuş. İnsanda doku sıvısının normalden fazla olmasına ödem denir. Ödemin nedenleri ile ilgili hangisi yanlıştır diye sormuş arkadaşlar. Ödem doku sıvısının fazlası olmak. Ne demek bu? Fazla olması demek. Şimdi doku sıvısı doku hücrelerimizin etrafını saran bir sıvı yapısıdır. Tamam mı? Ve kılcal damar şurada kılcal bir ucu atar. bir ucu toplara bakar. Eğer bu toku sıvısı fazla olursa buna ödem denir. Peki niye fazla olur? Sizin buradaki itme basıncınız yani atar damardaki itme basıncınız çok yüksekse doğal olarak doku sıvısına fazla madde itersiniz. Ya da ozmotik basıncınız düşükse kılcaldaki ozmotik basınç sabit kalmak yerine düştüyse ne yapar arkadaşlar? Kendisine yeteri kadar madde çekemez. Yani damar kendisine madde toplayamaz. Doğal olarak doku sıvısında birikime yani ödeme sebep olur. Bakalım şıklarda hangisinde vermiş bunu. Hemen bakalım. Şimdi gençler biz burada ödeme sebep olmayan bir şeyi bulacağız. Tamam mı? Yanlış olanı soruyor. Kan basıncının artması. Kan basıncının artması ne demek aslında burada? Atardaki kanın itme kuvvetin basıncın artması demek. Doğal olarak itme kuvveti. Bakın ozmotik basınç çekmedir. Çünkü ozmotik basınç aslında susama demek. Yani bir çekme kuvvetidir. Kan basıncı ise bir itme kuvvetidir. Okurken direkt aklınıza bu gelsin. Tamam mı? Sterling'i de böyle anlatacağım ben size. Ve çok daha rahat anladığınızı fark edeceksiniz. Tekrar söylüyorum. Ozmotik basıncı okurken hemen diyeceksiniz ki hocam bu çekme kuvvetidir. Kan basıncı ise itme kuvvetidir. O yüzden kan basıncının artması itmeyi artırır. Doku sıvısına fazla madde geçeceği için ödeme sebep olur. Bunu eledim. Kan proteinlerinin azalması. Kan proteini azalırsa ki normalde sabittir. Bu yüzden zaten OB sabit gider. OB'nin düşmesi demek arkadaşlar doğal olarak maddenin çekilememesine ve doku sıvısında yine birikime yani yine ödeme sebep olur. Eledim. Lenf kanallarının tıkanması mükemmel bir soru arkadaşlar. Lenfi tekrardan zaten anlatacağım ben size birazdan soru çözerken. Lenf sisteminin en önemli görevlerinden bir tanesi biz ona akkan dolaşım sistemi diyoruz. Burada doku sıvısındaki fazla birikmeyi, orada biriken fazlalıkları toplayıp tekrardan dolaşıma kazandırıyor. O yüzden bir insanın lenfinin tıkanması demek ödeme sebep olabiliyor demek. Kanın ozmotik basıncının artması. Şimdi bir şey söyleyeceğim. Şuradaki kan damarının OB'si artarsa çekme kuvveti artmış demek değil mi? O zaman daha çok çekecek. E doku sıvısını çekiyorsa zaten ödemi azaltır. Ödeme sebep olmaz. O yüzden cevabımız Denizli olacak arkadaşlar. Doku sıvısının ozmatik basıncının artması ne demek? Bak yine OB ama bu sefer doku diyor. Bu sefer doku kendine çekmek istiyor. Doku kendisine fazla madde çekerse tam da burada açıkladığı gibi yine ödeme sebep olmuş olur arkadaşlar. Bunu da eledim. Öğretmen bana yanlış olanı soruyordu. O yüzden cevabımızı Denizli olarak bulduk gençler. Tamam mı? Ödem önemli yapılardan bir tanesiydi. Hemen tanıdınız mı sindirimde ne dedim? Ben size bunu dolaşımda da anlatacağım dedim ve yine o şekil geldi gençler. Karaciğer ve karaciğerle bağlantılı olan damarlar neydi? Sindirim sistemi ile bağlantılı olan kapı damar. Normal her iç organda olduğu gibi bir atar bir de damar görüyoruz gençler. Atar damar şurada hemen o istisnayı aklıma gelmişken hatırlatayım gençler. Atar damar kalpteki kanı alıp organa atan damar demektir. Oksijence zengin kanı taşır. damar demek ise ise organlardaki kanı alıp kalbe toplayan damardır. Ve bunlarda bir tane istisna var. damar mesela şöyle yazayım. Karbondioksitçe zengin ki buna genelde kirli kan da denilebilir. Kirliden kastımız o. Yani burada arkadaşlar tek bir istisna var. Kim o? Akciğer. Akciğerleriniz istisna olarak akciğer atarı karbondioksitçe zengin, akciğer topları ise oksijence zengindir. Çünkü akciğer oksijeni zenginleştirdiğimiz, alveoller sayesinde atmosferdeki oksijeni topladığımız organımızdır. Burada bir de anneyle bebek arasındaki bağlantı olan plesentada bulunan yani göbek bağı kordonu yapısındaki damarlar da terstir. Ama tabii ki onu hani kadın erkek ortak alamayacağımız için ortak olanı akciğer olarak biliyorsunuz ama göbek bağındaki durumlar da tam tersi. Çünkü orada da bebeğe göre isimlendiriliyor ve bebek kendindeki kirli kanı anneye gönderip annedeki temiz kanı kendisine alıyor. Bu yüzden arkadaşlar atar ve toplardaki şu temiz kirli olayını biliyorsunuz ama akciğerde bu durumun tersine döndüğünü unutmuyorsunuz. Tamam mı? Şimdi geliyorum. Bunlarla ilgili hangisi yanlış diye sormuş soru bana. Normal karaciğer olduğu için tabii ki karaciğer atar damarında oksijenin zengin olduğunu, damarda karbondioksitin zengin olduğunu, kapı topların da nihayetinde bir damar olduğu için karbondioksit zengin olduğunu bilmeliyim. Açlık durumunda 3üncü damardaki glikoz miktarı daha fazladır. Bakalım ben açken ne yapacağım arkadaşlar? Yemek yemediğim için depodakini varsa harcayacağım. Açken sindirim olmadığı için ince bağırsaktan gelen kapı damarında 3üncü damarda glikoz miktarı daha fazladır demeniz mümkün değil. Bana da zaten yanlışı soruyor. Bursa'ya bakıyorum. İkinci damara göre 1inci damarda oksijen derişimi daha fazladır. Çünkü birinci damar atar damar ve doğru. İkinci damar üre bakımından zengin kan taşır. Karaciğer ne yapıyordu burada? Atarla gelen zehirli amonyağı üreye çeviriyordu. O yüzden oradan çıkan da üre fazla. İkinci damar karbondioksit zengin kanı karaciğerden götürürken 3üncü damar sindirim sonucu emilen bazı besinleri karaciğere getirir. Yani aslında kapı toplardır ama karaciğere eee kan getiren iki tane damar var. Biri karaciğer atar damarı diğeri de kapı damardır arkadaşlar. O yüzden bu da doğru. Birinci damarın kan basıncı 2 ve 3'e göre daha yüksektir tabii ki. Çünkü atar damar ve atar damarda kan basıncı her zaman daha yüksektir diyoruz. Cevabımızı Adana olarak buluyoruz arkadaşlar. Mükemmel bir soru tarzı. Aynı anda hem sindirim de dolaşım için gerçekten iyi ki çözmüşüz diyeceğiniz bir soruydu. Şimdi geldik Starlink hipotezine arkadaşlar. Aşağıdaki grafikte kılcal damardaki kan basıncı ve ozmotik basıncın damar boyunca değişimi gösterilmiştir diyor. Burada bu grafiğe göre ifadelerinden hangileri doğrudur diye sormuş. Şimdi size Starling'i o kadar basit bir şekilde anlatacağım ki çok güzel anlayacaksınız. Beni izlemenizi istiyorum sadece. Şurada beyazla başlayayım gençler. Bizim canlı doku hücrelerimiz var. Tamam mı? Bu hücreler canlı ve sizden besin oksijen, glikoz oksijen bekliyor. Hücresel solunum sonucunda metabolik atık, karbondioksit gibi atıklar çıkarıyor. Doğal olarak bunların etrafını saran doku sıvısını sizin beslemeniz ve atıkları da toplamanız lazım. Bunu kimle yapacaksınız? Tabii ki kılcal damar aracılığıyla yazıyorum. Kılcal damar. Bir ucu atar damara bakacak. Bir ucu da damara bakacak. Şimdi iki tane basınçtan bahsedeceğim. Lütfen güzel takip edin. Arkadaşlar bu damarlar boyunca sabit devam eden bir ozmotik basınç vardır. Kan proteinleriniz, kan hücreleriniz dışarı çıkmadığı için madde yoğunluğu sabit. Doğal olarak da OB sabittir. Sağ sola izleme. Buraya bak. Çok önemli bir şey dinliyorsun şu an. Ozmotik basınç sabit gidiyor. İkinci ikinci basıncım ise kan basıncı. Kan basıncı her zaman nerede yüksek dedik? Atarda. Toplara gittikçe düşer. O yüzden atardan toplara geldikçe şöyle düşen bir basıncı yani kan basıncını çiziyoruz. Şimdi bunların kesiştiği bölgeyi şurayı arkadaşlar şöyle kalple işaretledim. Belli oldu mu kalbim ya? Hiç belli olmadı sanki. Şöyle içini de boyadım bak. Tamam mı? Şurayı işaretledik. Neden biliyor musunuz? Orası bizim referans noktamız olacak. Bakın şimdi kalbin şurasını kapattım. Tamam mı? Sadece bu tarafa bakıyorsunuz. Hangi basınç daha yüksek? Kan basıncı mı? Ozmotik basınç mı? Tabii ki kan basıncı. Biz ne demiştik? Kan basıncını itme kuvveti olarak kodlayacağız. Ozmotik basıncı ise çekme kuvveti olarak kodlayacağız. O zaman ne oldu arkadaşlar? Atardamar ucunda kan basıncı yüksektir. Ozmotik basınç oldu. Kazanan kuvvet kim? İtme. Demek ki atar ucundaki maddeler doku sıvısına itilecek. Atar damarda ne itiliyor olabilir arkadaşlar burayı beslemesi için? Tabii ki glikoz ve oksijen. Şimdi kalbin diğer tarafına bakıyorum. Burayı kapattım. Bu sefer kim yüksek? Hangi basınç? Bakın şuraya. Ozmotik basınç yüksek. Değil mi? O zaman bu arada yakından görünüyor mu? Kübra ben böyle yapınca çok küçük yazılar ama görünüyor değil mi? Yakınlaştırmamıza gerek var mı? Bence görünüyor. Tamam. Süper. Şimdi gençler burada ozmotik basınç kan basıncından daha yüksek. Yazıyorum hemen. Diyorum ki burada OB KB'den yüksek. Demek ki kazanan kuvvet ne oldu? Çekme kuvveti. O zaman ne yapacağız arkadaşlar? Dok sıvısından damara doğru maddeleri çekeceğiz. Neyi çekiyor olabilirim? Karbondioksit ve atıkları. İşte doku sıvısıyla kılcal damar arasında gerçekleşen madde alışverişini açıklayan bu hipoteze biz Starling hipotezi diyoruz. Yani aslında şurada gördüğünüz yapı. Arkadaşlar şimdi soruma geri dönüyorum. Bu grafikle ilgili hangisi doğrudur? Bak şurada çok güzel anladın. Korkacağın hiçbir şey yok. Sadece kan basıncı gördüğün yere itme, ozmotik basıncı gördüğün yere de çekme dediğin anda bütün soruları çözebilirsin. Geriye kalan her şey yorum oluyor. Kılcal damarın atar damar ucundaki glikoz ve oksijen kandan doku sıvısına geçer. Zaten amaç bu. Ne yapıyorum? Çünkü ben burada bakın diyorum ki kan basıncı OB'den yüksek olduğu için şurası değil atar olacak. Onu yanlış yazmışım. Atar damarında KBO OB'den yüksek olduğu için itme ile birlikte doku sıvısına besin yani glikoz ve oksijen geçecek. Kılcal damarın damar ucunda atık maddeler doku sıvısından kana geçer demiş. Şimdi bakıyorum damar ucuna atık maddeler doku sıvısından buraya. Niye? Çünkü damar ucunda kazanan kim oldu? Ozmotik basınç. Doğal olarak ozmotik basınç büyük olduğu için arkadaşlar diyoruz ki buradan çekme kuvvetiyle damar ucuna toplanacak. Kan basıncı artarsa damar dışına çıkan glikoz ve oksijen artar. Çünkü kan basıncı itme kuvveti demek doğal olarak itme kuvveti kazandıkça biz daha fazla besin ittiririz. Hatta ödeme sebep olur diye de bir önceki soruda çözmüştük. Bize doğru olanları sorduğu için hepsi doğru diyoruz ve cevabımızı Edirne olarak buluyoruz arkadaşlar. Anlaştık mı gençler? Müthiş bir yeri daha tekrar ettik. Buradan korktuğunuzu biliyordum ama şu an artık korkacak hiçbir şey yok. Ve gelin şimdi kan doku ile ilgili bir soru çözelim. Bu arada nereye gelmişiz? 61'e gelmişiz arkadaşlar. 145 tane sorudan neredeyse yarıya doğru yaklaştık. Tamam mı? 61 nerenin plakasıydı ya? Düzce miydi? 61 Rize Trabzon gibi bir şey mi? Düzce ne alaka? 61. Bizim hiçbir şeyden haberimizin olmayışı. Merak ettim ama Düzce ne alaka ya? 61 Trabzon muydu ki? Neyse hatırlayamadım. Trabzon muymuş? Daha Trabzonlular bana kızmasın şimdi. Aşağıdakilerden hangisi alyuvarların yani eritrositlerin özelliklerinden biri değildir diye sormuş. Gençler eritrositin aklınıza eee ismi nereden gelsin biliyor musunuz? Eriyen hücreden gelsin. Ne demek eriyen hücre? Bizim meşhur şu olgun alyuvarımız. Alvar hücresi normalde ilk sentezlendiğinde bildiğiniz ökaryot hücre yani çekirdeği ve organelleri var. Ama olgunlaşma sürecinde kendisi vefakar ve fedakar bir hücre olarak içerisindeki organel ve çekirdeklerini dışarı atıyor. Amacı da daha fazla oksijeni yani hemoglobini depolayabilmek. İşte biz o saatten sonra kendisine olgun alyor diyoruz ve normal bir ökaryot hücre gibi davranmıyor. Çünkü çekirdeği ve organelleri olmuyor. Ama bunun görevleri ile ilgili neyi bilmeliyiz? Bakın al kelimesinden zaten hemen aklınıza gelmeli. Al yazmalımdan. Ne diyoruz? Kırmızı kan hücresi. Tamam mı? Çekirdek ve organellerini olgunlaştıklarında kaybederler isimleri zaten buradan geliyor. İçerisinde hemoglobin bulunur. Bu bir proteindir. Kanar kırmızı rengini veren protein. Çünkü içerisinde demir bulunduruyor. Fişne suyu değil arkadaşlar. Kana kırmızı rengini veren. Tamam mı? Hemoglobindir diyoruz. Anlaştık mı? Solunum gazlarının taşımasını sağlar. Çünkü hemoglobin solunum sisteminde de göreceğiz bunu. Oksijen ve karbondioksit tepkimeye girerek hücrelerinize bunları taşıyor ya da hücreden taşıyor. Laktik asit fermantasyonu yapar. Çünkü bu garibim artık olgunlaştığında mitokondriden tutun da çekirdeğe kadar hiçbir şey olmadığı için oksijenli solunumunu yapamıyor. Doğal olarak belli bir süre eee o canlılığını koruyabilmek adına yani ATP ihtiyacını giderebilmek adına laktik asit fermantasyonu yapıyor. Damar dışına çıkarak aktif hareket etmiyor arkadaşlar. Bu damarın içerisinde normal kalıyor. Eğer bir doku zedelenmesi ya da bir enfeksiyon durumu olursa orada savunmayı yapmak için damar dışına çıkan akuvarlarınız yani beyaz kan hücrelerinizdir. Alyuvar aktif hareket etmez. Bu akyuvarın özelliğidir diyoruz ve cevabımızı Edirne olarak buluyoruz gençler. eritrositlerle ilgili bilmeniz gereken birçok şeyi tekrar ettik. Ama burada bir de pıhtılaşma dediğimiz mekanizma var ki zaten ü tane kan hücremiz var. Al, yuvarak, yuvar ve trombositler. Trombositlerin görevi önemli. Bu yüzden bununla ilgili bir soru çözeceğim. Aşağıda kanın pıtılaşma şeması verilmiştir. Kanın pıtılaşma mekanizması ile ilgili ne doğrudur? Şimdi ben normalde damar içerisindeyken kanın pıtılaşmasını istemem. Tamam mı? Çünkü damar içerisine akan bir kanın akışkan bir şekilde devam etmesi gerekiyor. Damar içinde pıtılaşma ölüme sebep olur. Ama bir yaralanma, bir zedelenme yani doku bütünlüğü bozulduğunda kan damar dışına çıktığında ben orada pıhtılaşma isterim ki orada bir aslında tıkaç görevi görsün ve daha fazla kan kaybetmemi önlesin diye. İşte şimdi soruya geri döndüğümde bakın ben bu fibrin dediğim ipliklerin oluşabilmesi yani orada tikaç oluşturulabilmesi için sanki domino taşları gibi birbirlerini aktifleştirerek inaktif formda bulunan fibrinojenin aktif fibrine dönmesini görüyorum. Şimdi kanımızda normalde fibrinojen formunda bulunuyor. Çünkü aktif fibrin olsa dediğim gibi damar içerisinde bu sefer kıtılaşmaya sebep olur ve bu istediğimiz bir şey değil. Bu yüzden diyoruz ki kan plazmasını inaktif formda bekler fibrinojen. Eğer doku bütünlüğü bozulursa o zaman fibrine döner. Şimdi soruya geri dönüyorum. Pıtılaşmada kalsiyum, minerali ve K vitamini görev alır. Hemen bakıyorum. Bunu hatırlamanız çok önemli gençler. Trombositler ya da doku faktörlerinden kanama durumunda ne oluyor? faktörü geliyor. Trombokinaz enzimi. Bu trombokinaz enzimi geliyor. İnaktif formda olan protrombini bir şeyin başına pro geliyorsa öncülü demek aktif trombine çeviriyor. Çünkü o trombinde gidecek fibrinojeni fibrin yapacak. Ama bu esnada onlara destek veren kalsiyum ve K vitamini var. Hepsinin baş harfi K. Kanama buradan aklınıza gelsin. Kanın pıtılaşmasında kalsiyum ve K vitamini görev alır. Fibrinojen fibrine dönüşerek pıhtı oluşumunu sağlar. Zaten hemen şuraya bakarak bunu bulduk. Trombositler fibrinojen üreterek platalaşmayı sağlar demiş. Bakalım trombositler nerede arkadaşlar? Burada. Onlar ne üretiyor? Trombokin enzimini yapıyor. Yani burada fibrinojen üreten o değil arkadaşlar. O yüzden diyoruz ki kan proteinin üretimini daha çok karaciğerde görüyoruz zaten. Burada pıhtılaşmayı sağlar da üretir dediği için yanlış. Çünkü ben şu şekle bakarak bile zaten hani buradaki fibrinojenin üretiminin buna bağlı olmadığını çok rahat görmüş oluyorum. Trombositler en tepede. O yüzden 3'ü eledim. Doğru olanı sorduğu için cevabım 1 ve 2 Ceyhan olarak bulmuş ve gelmiş oldu. Anlaştık mı gençler? Pıtılaşma ile ilgili bilmeniz gerekenler bu kadardı. Bakalım sıradaki soruda nereye geldik? Lenf ve bağışıklığa geldik. Lenf ve bağışıklık ne alaka? Niye lenf deyince bağışıklık hemen devamında geliyor? Gençler bizim vücudumuzda aslında iki dolaşım var. Biri bildiğimiz kan dolaşımı. kırmızı kan dolaşımı olarak bildiğimiz işte kalbi, damarları ve kanı işlediğimiz yer. İkincisi ise birçoğumuzun günlük hayatta bilmediği aslında haberin olmadığı bir dolaşım sistemi akkan dolaşımı yani lenf sistemidir. O kadar önemli ki çünkü lenfin üç tane çok önemli görevi var. Bir bağışıklığı sağlar. Burada mesela vücudunuza gelen mikroorganizmalara hatta kanser yapısına karşı bile lens sisteminiz büyük bir bağışıklık mekanizması gösteriyor. Hatta en büyük lenf düğümlerimizden meşhur olanlardan birkaç tane sayayım. Bademcikleriniz, kulak altı lenklerimiz var, koltuk altı lenklerimiz var, pekee sarnıcı var mesela. Hasta olduğunuzda bademcikleriniz hemen şişer. Niye? Çünkü orada mikroorganizmaya karşı hemen savunma hücrelerini üretecekler. İkinci önemli görevi sindirim sonucu emilen eee yağların yağ asidi gliserol yani şilomikron ve adek vitaminlerinin arkadaşlar kalbe taşınmasında neydi? Önemli bir rol oynuyordu. Üçüncüsü ise ödeme engeller. Çünkü doku sıvısında biriken fazlalıkları toplayıp kalbe getirir. O yüzden bir insanın lens sistemi yani ak kan dolaşımı ona da niye akkan diyoruz biliyor musunuz? Çünkü kan dolaşımında alyuvar vardır. Orada kırmızı renk oradan gelir. Ama burada alyuvar yoktur. O yüzden de diyoruz ki lens sistemi beyaz renkte yani akkan rengindedir diyoruz arkadaşlar. İsmi de buradan geliyor. Üç önemli görevi anladık mı? Bence anladık. Gelin hadi soruya bakalım. Diyor ki yukarıda verilenlerden hangileri aktif bağışıklık kazanılması beklenir? Şimdi aktif bağışıklıkla lenf ne alaka gençler? Biz aslında bağışıklığı şu şekilde kazanıyoruz. bir kısmı doğuştan gelebiliyor. Yani bildiğiniz genlerimizde kazandığımız, birçoğu da tabii ki sonradan kazanılmış bağışıklık. Kazanılmış bağışıklıkta da aktif ve pasif olay var. Aktif olay direkt olarak antikoru kendiniz üretiyorsunuz. Antikor antijenle burayı eee tekrar etmeniz çok önemli ve size bir tüo göstereceğim. Bakın antijen. Antijen ve antikor aslında protein yapı. Antijen sizin alyuvar hücre zarınızda bulunan, hücre zarınızda bulunan ve antikor üretimine sebep olabilecek bir yapıdır. Hatta antijenler bizim kan grubumuzu bile belirler. Bir de kan plazmamızda yani kan sıvısında bulunan antikorlar vardır. Antikorun sonunu şuradaki oru ordu olarak kodlayın. Antikor sizin ordunuzdur. Yani vücudunuza giren mikroplarla, yabancı proteinlerle savaşan antikordur. O yüzden hasta olduğunuzda antikorlarınız artar ve bunu eğer kendiniz üretiyorsanız bu bağışıklığa aktif bağışıklık, dışarıdan bir şekilde bu antikoru hazır alıyorsanız da buna pasif bağışıklık deniyor. Şimdi ben bu antikoru kendim nasıl üretebilirim? İki yolu var. Birincisi ya hasta olacağım ya da aşı olacağım. Aşı gençler nedir biliyor musunuz? Zayıflatılmış mikrobu vücudumuza almamız demektir. Biz zayıflatılmış bir şekilde o patojeni, hastalık yapıcı etmeni vücudumuza alıyoruz ve aslında bizim hafıza, bellek hücrelerimize diyoruz ki arkadaşım bak bu bizim için zararlı bir protein. Bunu gördüğün yerde savaşacaksın. Çünkü bizim gerçekten de bu şekilde mikropları hafızasına kaydeden ve adı üstünde bellek hücre dediğimiz hücrelerimiz var. Bu hücrelere biz önden o aslında düşmanı gösterip diyoruz ki bak bu bizim düşmanımız. Bunu hafızana kaydet ve gerçekten bir gün karşılaşırsan bununla hemen savaşmaya başla diyoruz. İşte aşı arkadaşlar doğal olarak antikoru kendi üretmemize sebep olan aktif bağışıklık yollarından bir tanesidir ki zaten asıl olay hastalığı direkt olarak geçirmektir. Burada da antikoru kendiniz üretiyorsunuz. Antibiyotik kullandığınızda ise antibiyotikle ilgili zaten hiçbir burada antikor üretimi ile alakalı bir şey yok. Antibiyotik karşıdaki patojenin enzim sistemini çökertarerek özellikle bakteriyel enfeksiyonlarda kullandığımız geçici bir tedavi yöntemidir arkadaşlar. Burada aktif bağışıklık falan kazanmanız mümkün değil. Antibiyotik kullanarak iyileştiğiniz bir hastalığı 50 kere daha olabilirsiniz. Orada bağışıklık kazanmanız çok da mümkün olmuyor. Hatta antibiyotiği çok kullandığınızda direnç kazanmış oluyorsunuz. Bu yüzden aktif bağışıklık dediği için cevabım 1 ve 2 Ceyhan olarak gelmiş oluyor gençler. aktif pasif de bizim için önemliydi. Demişken aşa ve serumu karşılaştırmazsak olmaz tabii ki. Serum nedir arkadaşlar? Aslında serum kan plazmasından fibrinojenin çıkarılmasıyla elde edilen bir yapıdır. Hatta bunun formülünü de hemen yazayım şuraya. Kanı santrifüjlediğinizde santrifüjlemek ne demek? belli bir merkez kaç kuvvetinde bir sıvıyı döndürerek eee oradaki molekülleri ağırlığına göre ayırt etmek demektir. Ve burada kanı biz santrifüj dediğimizde kan proteinleri pardon kan hücrelerimiz yani al yuvarak yuvar eee trombositler bir tarafta kalır. Bir de arkadaşlar kan hücresinden ayrılarak elinizde kanın sıvı kısmı kalır. Bu kanın sıvı kısmına biz plazma diyoruz. İşte burada arkadaşlar fibrinojen dediğimiz pırtılaşmayı sağlayan bir kan proteini var. Biz hastanelere gittiğimizde serum alıyoruz ya. O ne biliyor musunuz? Buradaki kan plazmasından özellikle at ve sığırlardan elde edilir. Onlar onların kan sıvısını alıyorlar. Fibrinojeni çıkarıp elde ettikleri şeye serum diyorlar. İşte biz bu serumu vücudumuza aldığımızda aslında kan sıvısında bulunan antikorları, vitaminleri, besin yapılarını almış oluyoruz. Doğal olarak da vücudumuza aslında kısa süreli bir takviye alıyoruz. Tabii ki başkasının antikorunu aldığımız için de bu bir aktif değil pasif bağışıklıktır diyoruz. Peki aşı ile serum arasındaki fark ne? Gelin birlikte bakalım. Aşı antijen içerir. Yani patojenden içerir. Serum ise antikor içerir arkadaşlar. Bu yüzden burada antikoru kendiniz üretir. Burada ise ne yaparsınız? Hazır alırsınız. Doğru. Bu aktiftir. O yüzden antikoru kendiniz ürettiğiniz için bu pasif olarak geçer. Çünkü ben başkasının antikorunu aldım. hasta bire uygulanır demiş. Hayır. Aşı arkadaşlar sağlıklı bir kişiye uygulanır. Hasta bir kişiye aşı yapmanız kişiyi daha da kötüleştirir. Çünkü zaten kişinin vücuduna patojen girmiş. Üstüne sen aşıyla niye vermeye çalışıyorsun? Asıl aşı sağlıklı bir kişiye uygulanırken serum hasta kişiye uygulanır. Bu yüzden her kafanız hatlarına gidip hastaneden serum istediğinizde doktorların çıldırma sebebi haklı olarak bu. Diyor ki gerçekten hastaysan serum alman lazım. durduk gibi bir yere serum almamanız gerekiyor. Bakın burada tam tersini söylemiş. Önlem amaçlıdır. Çünkü henüz hasta olmadan aşı aşı olursunuz. Bu ise tedavi amaçlıdır. Yani hastaysanız arkadaşlar gerçekten serum almanız gerekir. Aşının etkisi uzundur. Çünkü kalıcı bir süre arkadaşlar bellek hücreleriniz onu öğrenir ve antikoru kendi üretir. Burada ise etkisi kısa sürelidir. Yani serumu aldıktan sonra tekrar aynı hastalığa yakalanma olasılığımız çok yüksektir. Bu yüzden de etki kısadır diyoruz. bize yanlış olanı sorduğu için tabii ki cevabımız 3 Ceyhan olarak geldi. Aşı ve sarımu da karşılaştırmamız bence çok iyi oldu. Klazmasında bulunan yapılardan hangilerinin laf sıvısında bulunması beklenmez? Mükemmel bir soru. Çünkü kanla lafı de kıyaslatabilir bize arkadaşlar. Al yuvar yoktur. Buradaki al kelimesi zaten tam da bunu sağlayacak. Unutmayın lenf ak kan sistemi diye geçer. Al yuvarı yoktur. Bunu hemen aldım. Akyuar ortaktır çünkü bağışıklığı sağlar ikisi de. Fibrinojeni ise gençler zaten ne dedik? Pıhtılaşma faktöründen bildiğimiz gibi. Biz bunu kan dolaşımında görüyoruz. Antikor ise yine savunmada ikisi de görev alacağı için zaten akyuvar, antikor. Lenfte de kan dolaşımında da görebiliriz ama alyuvar ve fibrinojeni gençler biz normal kan dolaşımında görüyoruz. Bir de lensf sisteminde şöyle enteresan bir durum vardı. Normalde kan dolaşımında kılcalların bir ucu atara, bir ucu toplara bakar ama lenfte eee atar damar olmadığı için lenf sisteminde. Çünkü lenfin görevi organlardan ve dokulardan bir şeyleri toplayıp kalbe getirmektir. Hani kalpten bir şey atmadığı için normal kan dolaşımında olduğu gibi onun atar damarı yoktur. O yüzden lem kılcallarının bir ucu kapalı diğer ucu ise toplara bakar. Bu da muhteşem bir ekstra. Benden size bilgi olsun. Tamam mı? Bu yoktu. içimden geldi. Şimdi sıradaki soruyla devam ediyorum. Yine lenf dolaşımı hangileri doğrudur? Bağışıklıkta görevlidir. BT lenfositlerinin üretilmesi ile birlikte akyuvar üretimi diyoruz. Yağların yapı taşlarının taşınmasına yardımcı olur. Yağ asidi ve gliserol etrafını proteinle sarar ve şilomikron olarak vücutta taşır arkadaşlar. Bu da doğru. Ödem oluşumunu engeller. Biraz önce saymıştım. Hemen hatırladınız. Cevabımızı direkt Edirne olarak bulduk. Muhteşem muazzör bir soru. Yani bu soruyu o kadar bekliyorum ki arkadaşlar. Niye beklediğimi söyleyeyim mi? Çünkü Covid dönemini ne yazık ki yaşamış bir nesil olarak size artık böyle aşının, bağışıklığın, olayının sorulduğu bir grafik sorusu bekliyorum ya da dümdüz bir soru bekliyorum. Hiç önemli değil gençler. Bu neyi anlatıyor bize şu an biliyor musunuz? aşının mantığını anlatıyor. Ya da bazı hastalıklara, bazı kişilerin neden daha dirençli olduğunu ama bazılarının dirençli olmayabileceğini çok güzel anlatıyor. Covid döneminde neydi? Kimimiz böyle hasta olarak bağışıklık kazandık. Kimilerimiz aşı olduk. Kübra sen Covid oldun mu? Gerçekten mi? Peki sonra aşı falan oldun mu? Bir daha aşıyı oldun ama hastalığı aşı olmadan önce yaşadın. Doğru mu? Evet. Aşı olmadan önce. Aşı olmadan önce. Güzel. Bak mesela burada bazı insanlar da o dönemde hiç dikkat ettiniz mi? Hiçbir hasta olmadılar. Bazıları hasta olsa da çok rahat atlattı ama bazıları yatak döşe günlerce, haftalarca yatanlar oldu. Ya da aşı olsa bile tekrar COBIT olanlar oldu mesela. İşte şimdi burada arkadaşlar ben size bunun mantığını anlatacağım. Niye böyle oluyor? Gençler bizim vücudumuzda bağışıklık sisteminin çalışmasının şöyle bir prensibi var. Diyor ki bak bir X antijeni var. Vücudum buna karşı diyor antikor üretiyor. Ben sana bunu diyor günlere, haftalara bağlı olarak gösteriyorum diyor. Şuraya dikkat et. Hafta demiş gün değil. Tamam mı? Şimdi diyor ki sen diyor X sjeniyle ilk kez karşılaştın. Şurası çok küçük görünüyorsa yaklaşalım olur mu? Ama iyi görünüyorsa ne? Benim için sorun yok. Küçük görünüyorsa yaklaştırırız. İyi görünüyor mu? Yaklaşamam. Çok iyi yaz. Aşırı çözümcül bir yer. Yaklaşamam. Siz yaklaşın arkadaşlar. Ekranı büyütün yani. Kübra şu an yaklaşamaz. Oraya biraz da siz bir şeyler yapın. Ha kesip mi yapabiliriz? Tamam kesmeyelim. Ben aynı hızla devam etmek istiyorum. Onlar ekranı büyütürler. Hiç merak etme. Tamam mı? Sen hiç bozmadan devam et Kübra. Şimdi burada arkadaşlar ilk santijeniyle ilk karşılaştığında bakın vücudunuz diyor ki bu kim? Bir cisim yaklaşıyor diyor. Bu yaklaşan cismi öğrenene kadar siz bir iki hafta sürünüyorsunuz. Yani bir iki hafta hasta oluyorsunuz. Sonra yavaş yavaş onu tanıyıp artık ona antikor üretmeye başlıyor arkadaşlar. Bak kandaki antikor düzeyi artmaya başlıyor. Nerede? İkinci haftada başlayıp 3'e doğru pik yapıyor. İşte tam burada artık bizim hafıza bellek hücrelerimize kaydediyor ve diyor ki sen artık bu düşmanı tanıyorsun. Bu düşmanı gördüğün anda hiç vakit kaybetmeden antikoru bas. İşte biz o hastalığa yani X antijenine ikinci kez yani tekrar karşılaştığımızda bakın karşılaşır karşılaşmaz antikoru basıyoruz. Yani artık hasta olarak sürünlüyoruz. Biz buna bağışıklık kazanma diyoruz. Ve aşıda yaşadığımız olay da bu arkadaşlar. Mesela Covid'de mRNA aşıları üretildi. Çünkü o virüsün nükleotit yapısı RNA'ydı. MRNA'lar geliştirildi. Yani aslında biz o virüsün kopyasını ve çakmasını vücudumuza alıyorduk ve bunu hafıza hücrelerimize tanıtıyorduk. Bak düşmanımız bu. Bunu gördüğün anda savaş diyorduk. Peki niye aşı olmamıza rağmen tekrar aynı hastalığa yakalanabiliyoruz? Çünkü virüsler eli kolu bağlı. Ya kardeşim sen de zahmet edip aşır etmişsin. Ben de yerimde bir durayım şöyle durdum gibi demeyip mutasyon geçirdikleri için defalarca aynı hastalığın farklı türlerine ne yazık ki karşılaşabiliyoruz arkadaşlar. Şimdi soruma geri dönüyorum. Hangisi söylenemez? Bellek hücreleri sayesinde X antijeni ile ikinci karşılaşmada daha hızlı antikor üretimi sağlanmıştır. Buna tam da bağışıklık denir. Ya hasta olacaksınız ya da aşı olacaksınız. İki yolla da bunu sağlıyorsunuz. X antijenine karşı B lenfositleri etkisiyle humoral bağışıklık kazanılmıştır. Humoral bağışıklık sıvı bağışıklıktır arkadaşlar. ve B lenfositleri yani bellek hücrelerimiz. Bunun da kemikte ya da timüs bezinde olgunlaşmasına göre isimler böyle geliyor. Lenfositler B ve T üretiyor. Timüs bezinde olgunlaşana T diyoruz. Mikrofonu vurdum. Eee, kan hücre kemik iliğinde olgunlaşanlara da B lenfosit diyoruz. Şimdi burada lenfositlerde bir T bir de B lenfositlerimiz var ya. T lenfositler arkadaşlar tümüs bezimde olgunlaşanlar. Burada direkt makrofaj yöntemiyle yani aslında oradaki patojenle temas ederek onu yok ediyor. Biz buna hücresel bağışıklık diyoruz. Bir de B lenfositlerimiz var. Bunlar da kemik iliğinde olgunlaşanlar. B lfositler humoral bağışıklık yani sıvısal bağışıklık yapıyor. Onlar arkadaşlar ne yapacak? Antikor üreterek yapacak. O yüzden buraya baktığımda B lefositlerini sıvısal bağışıklık olarak kabul ediyorum. Bu kişi aktif bağışıklık kazanmıştır. Çünkü hastalığı direkt kendisi yaşamış ve antikori direkt kendisi üretmiş. X antijeni ile ilk karşılaşmada özgül bağışıklık, ikinci karşılaşmada özgül olmayan bağışıklık olmuş diyor. Hayır gençler, lenfositler direkt olarak özgül bağışıklıktır. Ne demek özgül bağışıklık? Hani biraz önce dedim ya aynı hastalığı farklı kişiler farklı şekilde atlatabiliyor. Kimisi çok rahat ayakta atlatabilirken kimisi yatak döşek yatabiliyor. Bunun sebebi özgür. Çünkü özgül bağışıklık adı üstünde kişiye özgü olandır. Burada sizin genetiğiniz etkili, sigara, alkol tüketip tüketmediğiniz, nasıl beslendiğiniz, spor yapıp yapmadığınız ya da uyku düzeniniz bile özgül bağışıklığınızı etkiler. O yüzden hastalık aynı olsa bile kişilerin reaksiyonu birbirinden çok farklı olabilir. Burada arkadaşlar B ve T lfositini gördüğümüz anda özgül bağışıklık dememiz gerekiyordu. Denizli yanlış. Bu kişinin X antijenine neden olduğu hastalığa karşı bir süre aşı olmasına gerek yoktur. Çünkü artık ne yaptı arkadaşlar? O tipi için bu patojen neyse artık o patojenin o süreki formuna göre henüz mutasyon geçirmediği sürece artık ona karşı direnç kazanmış oldu. Eğer farklı bir formu olursa orada aşı olması gerekebilir diyoruz. Şimdi şu taşınma yolları ile ilgili de sizin özellikle lenfte kafanızın karıştığını biliyorum. Onunla ilgili de hemen bir tane soru çözeceğim. O yüzden ince bağırsakta A vitaminin emilmesi ve kalbe taşınmasını gösteren şema verilmiştir. A vitamini neydi gençler? Hemen yağda eriyenlerden hatırladığınız gibi tabii ki adek vitaminleri, AD EK vitaminleri arkadaşlar yağda çözünen vitaminlerdir. Bunlar yağ asidi ve gliserolle birlikte nerede taşınacaklar? Lenf sistemiyle taşınacaklar. O yüzden soruya geri dönüyorum. Bağırsaktan gelen lenfle emildiler. Lenfteki villuslarla alındılar. Buradan X'e uğrayıp göğüs kanalına geldiler. Göğüse gelene kadar arkadaşlar hemen şu göbek deliğinizin oralarda yakınlarda pekee sarnıcı dediğimiz bir lenf düğümü var. Lenf düğümleri lenf damarlarının oluşturduğu yumaklardır. En meşhurlarından bir tanesi de peke sarnıcıdır. Mesela bademcik de arkadaşlar yine bir lenf düğümümüzdür. O yüzden ben oraya hemen pekee sarnı aldım. Şunları eledim. Şu da gitti. Evet. Şunlar kaldı. Bir dakika. Peke sarnıcını niye sildim ben orada? Peke ha altını çizmişim. Silmemişim pardon. Peke sarnıcını buraya yazdım. Devam ediyorum. Göğse geldim. Oradan bak üst ana damara geçmem için neresi gerekiyor? Şöyle bir sol köprücük altı. Sanki çok güzel olur diyorum. Solunu nereden çıkardınız? Çünkü lens sistemi soldan geliyor. Tamam mı? O yüzden de diyoruz ki arkadaşlar burada hemen sol köprücük altı damarını seçeceğiz. Şu sağı eledim. Şunu da eledim. Şu zaten gitmişti. Ne bu? Ne demiş? Üst ana damar. Bunu da eledim. Cevap direkt çıktı zaten. Sol köprücük altı damarından geldi. Y ile birlikte arkadaşlar üst ana damarla birlikte gelenler tabii ki nereye dökülecek? Kirli geldiği için arkadaşlar sağ diyeceğiz. Kalbe giriş yapacağı için de kulakçık diyeceğiz. O yüzden burada Z dediği de sağ kulakçık olacak. Normal kan dolaşımıyla karşılaşıp orada üst ana damarda karşılaşıp kalbin sağ kulakçığına dökülecek. Çünkü nihayetinde kirli kan geliyor. Viral hastalıklarda kandaki miktarı artan interferonlar yine beklediğim sorulardan bir tanesi gençler. Bakın bir kere viral hastalık ne demek? Virüslerin sebep olduğu hastalık demek. Bunu bir cebe attık. Interferonlar çok önemli proteinlerdir. Bizim savunma sistemimizde yer alan her birimizde ortak olarak gelen e savunma sistemlerimizden bir tanesi interferon. Şudur. Vücuda giren patojene saldırır. Kanser hücrelerinin yayılmasını, kanserleşmesini engeller. Hatta onu şöyle yapar. Interferonlar normalde mesela e sağlıklı bir hücre etrafında işte kanserli bir doku olduğunu heraldir. O kanserli hücreler interferon salgılar ve yanındaki sağlıklı hücrelere der ki arkadaşım ben şu an kafayı yedim yani kanserleştim. O yüzden benimle alışverişini kes. Bari sana bu bulaşmasın doku bütünlüğünü koruyalım der. Interferon çok önemli savunma proteinlerinden bir tanesi. O yüzden bununla ilgili soru çözmek istiyorum. Virüslerin hücreden hücreye yayılmasını engeller. Çünkü burada arkadaşlar aslında bir beyaz bayrak sağlayarak diyor ki bana dikkat edin bende bir sıkıntı var. Tamam mı? Ya da neydi o bu aralar çok konuşulan? Redfilek miydi? Değil mi? İlişkilerde kullanılan red flag bizim maksimum biyolojide böyle karşınıza geliyor arkadaşlar. Red flag yapıyor. Yani diyor ki bende bir tuhaflık var dikkat et. Tamam mı? Bu arada bence ilişki için de gayet kullanılabilir bir şey. Kanserleşme falan gayet uygun bir benzetme. Bence virüs ile enfekte olmuş hücre tarafından salgılanır. Bak şimdi burada ne önemli. Sağlıklı hücre mi yoksa virüsün bulaştığı hücre mi sentezler?" diyor. Virüsün bulaştığı hücre. Çünkü haber veriyor. Diyor ki bende bir sıkıntı var. Benimle ilgili madde alışverişlerini kes diyor. O yüzden virüs de enfekte olmuş hücre tarafından salgılanır. Komşu hücreleri uyararak virüsün çoğalmasını engeller. Virüs de olur, kanser de olur. Doğal olarak Edirne ile birlikte interferonun hepsini tekrar etmiş olduk. Demek ki interferon deyince aklımıza ne gelecek? Red fleekler gelecek. Anlaştık mı gençler? Şimdi geldim bir sorumla daha, bir sorumla daha lenf ve bağışıklıkta son arkadaşlar tekrar etmek istediğim kısımları şöyle bir toparlayacağım. Lenf damarları ile ilgili ne söylenemez? Lenf dolaşımına ait atar damar yoktur. Bunlarda atar damar yok. Çünkü bunun olayı dokudan kalbe bir şeyi getirmek. Laf kılcallarının bir ucu kapalı bir ucu açıktır. Neden? Atarı olmadığı için o uuç kapalı olacak. Topları açılacak sadece. Lenf kılcallarında kapakçık bulunmazken lenf damarında kapakçık bulunur demiş. Şimdi damarlardaki kapakçığın olayı neydi normal kan dolaşımında? Şöyle düşünün gençler. Kalbin konumuna göre bu damarlar sorularını çözerken sizden bir ricam var. Hemen o soruda hangi organ soruluyorsa kalbin konumuna göre nerede olduğunu bulun. Şimdi kalp burada olduğu için aşağıda kalan organlarınızı bir düşünün. yer çekimi diye bir şey var ve bir sıvıyı, kan bir sıvı doğal olarak ne yapıyor? Yer çekimine karşı ters yönde taşıması gerekiyor. Yani benim ayak parmak ucundan, bacaklarımdan toplanan kanın yer çekimine karşı kalbime gelmesi gerekiyor. Bu zor bir işlem olduğu için vücut arkadaşlar bunu kolaylaştırmak adına bazı adaptasyonlar geliştirmiş. Bunlardan bir tanesini kalbin konumuna göre aşağıda kalan damarlarda tek yöne açılan kapakçıklar var. Bu kapakçıklar kan yukarı ittirildiğinde bir daha geri akmasını önlüyor. Hatta bazı insanlarda bacaklarda bu damarlarda problem olunca kapakçıklarda varis dediğimiz durum oluyor. Yani aşağıdaki kanı kalbe getiremiyor ve orada birikiyor. Varis dediğimiz olay tam olarak budur. O yüzden şimdi devam ediyorum. Burada damerdeki kapakçık deyince hemen onu hatırlatmak istedim. L kılcalları kan kılcallarına göre daha geçirgendir. Çünkü çok daha ince bir yapıdır arkadaşlar. Edirne'de diyor ki doku sıvısının fazlası lenf toplarıyla doğrudan sağ kulakçığa getirilir. Bakın şuraya kadar doğru. Normalde doku sıvısında fazla olan yapılar lenfin toplarıyla evet kalbe getiriliyor. Hatta sağ kulakçığa getiriliyor. Ama doğrudan mı? Hayır. Neden? Bakın biz biraz önceki soruda şurada ne yaptık? Aradaki basamakları çözdük değil mi? Nereye uğrayacak? Bağırsaktan alınacak. Peke sarnıcığı. Buradan göğüs kanalına sol köprücük altı. Üst anatoplar da var. Ondan sonra en son sağ kulakçığa gelecek. Burada ise doğrudan demiş. O yüzden arkadaşlar Edirne yanlış. Ne dedik? L kılcalları daha geçgendir dedik. Neye göre? Normal kan kılcallarına göre. Ve lenf kılcallarında kapakçık görmüyorken, lenf damarında kapakçığı görüyoruz gençler. damar yapısında olduğu için. Ve ne yapmış olduk buraya kadar biliyor musunuz? Dolaşımı da tamamladık arkadaşlar. Şimdi nereye geldik? Çok kısa ve tatlı bir konuya geldik. Solunum sistemine geldik şimdi gençler. Solunum sistemi çok kısa tatlı bir konu. Burada sadece tepkimelerle aranızın biraz bozuk olduğunu biliyorum ama onunla da ilgili biliyorsunuz bizim çok güzel bir benzetmemiz var. Bir tüyomuz var. Bunları hatırlayarak bu konudan da nasıl full yapabiliriz? Gelin hemen başlayalım. Şimdi solunum sistemi diyorsak tabii ki akciğer ve alveer akla gelecek gençler. Biz memelilere özgü eee özelliklerden bir tanesidir. Böyle üzüm salkımı şeklinde akciğerlerimizde bronşçukların ucunda böyle alvoller bulunuyor. Bunlar yüzey emilimini eee aslında yüzeyi artırarak daha fazla solunum gazı alışverişinde bizim işimize yaramış oluyor. Diyor ki alveollerin şeklini verdim ben sana. Bu alveollerle ilgili hangisi doğrudur? Tek katlı yazs epitalden oluşur. Solunum gazlarının giriş çıkışında çok daha rahat olsun diye. Difüzyon ve aktif taşımayla gaz alışverişi gerçekleştir demiş. Şimdi hemen bir hatırlatma. Solunum gazlarınız oksijen ve karbondioksittir ve bunlar daimi arkadaşlar küçük gaz formunda olduğu için difüzyonla taşınır. Bunlar için ATP harcanmaz. Çok önemli bir notla nottur arkadaşlar. O yüzden hemen burada hatırlatmak istedim. Aktif taşıma dediği için eledim. Kılcal damarlarla çevrilir. Çünkü kılcal damarlarda zaten ne yapacak burada? Akciğerde buraya gelen kanda karbondioksit fazla olacağı için karbondioksit verip nefeste kurtulmaya çalışacağız ama atmosferden gelen oksijeni de alıp vücuda y önce kalbe daha sonra da vücuda taşımaya çalışacağız. O yüzden etrafı bol miktarda kılcal damarlarla çevrilidir. Soru bize doğru olanı sorduğu için arkadaşlar 1 ve 3'ü alıyoruz. Nerede o? Denizli'de. O yüzden ilk sorumuzun cevabını Denizli olarak bulduk gençler. Devam ediyorum. 72. sorudayız arkadaşlar. Harika gidiyorsunuz. Devam. Sistemler çok az kaldı. Aşağıda bir insanda gerçekleşen soluk alma olayı gösterilmiştir. Buna göre olayların hangisinin gerçekleşmesi beklenmez? Ezberlemek yerine çok rahat mantıkla çözebileceğiniz bir soru daha. Hemen canlandıracağım bunu da. Hooksey hipotezinde olduğu gibi. Şimdi gençler nefes alıp verirken şu göğüs ve kaburga olayları diyafram kası olayını nasıl çözeceğiz? Bunu anlatıyorum. Şimdi şurada kaburgalarınızın ucuna şöyle bir elinizle dokunun. Tamam mı? Onun arasında şurada hemen midenizin altında C ters C yani kubbe şeklinde diyafram kası dediğimiz çizgili kastan oluşan bir yapı var. Bu diyafram kası aslında bizim daha fazla oksijenden faydalanabilmemizi yani aslında doğru nefes almamızı sağlayan bir yapı. Şimdi kaburgaları benim şu dirsek uçlarımı kaburga uçlarınız olarak hayal edin. Şöyle yerleştirin. Siz de yapın bu arada canlandırın. Elinizi de şöyle tersçe yani kubbe şeklinde diyafram olarak hareket ettirin. Tamam mı? ve eee hayal edin. Şimdi ben nefes alıyorum. Nefes aldığımda ne oluyor? Bak kaburguçlarım yukarı kalktı. Kaburgu uçların yukarı kalkması ne demek? Bu C harfindeki kubbe olan eee diyafram kasını uçlarından tutup çekti. Doğal olarak kubbe halinden düz formuna geldi. Yani nefes alırken öncelikle ne yapıyoruz? Hemen hiç ezberlemeden hemen kendinize canlandırabilirsiniz. Kaburguşlarınız yukarı kalkıyor. Kaburguşlarının yukarı kalkması demek diyaframı düzleştirdi. Yani diyafram ne oldu burada arkadaşlar? Düzleşip C harfinden tekrar formunu bozmuş oldu. Peki ne oluyor? Niye yapıyor bunu? Aslında diyafram karın yapısına bastırarak sizin göğüs yapınızı yani akciğerlerinizin bulunduğu alanın hacmini genişletmeye çalışıyor mantıen. Neden? Çünkü ben nefes alırken istediğim şey şu. Atmosferdeki oksijenin içeriye dolmasını bekliyorum. Yani oradaki atmosferdeki basınç, oksijen basıncı benim ciğerlerimden tabii ki fazla olduğu için ben o basınc fazla olmasından faydalanarak difüzyonla birlikte oksijenin ciğerlerime dolmasını istiyorum. Hani biz sınıflar havalandırmak isteriz ya. Teneffüste öğretmenleriniz şey der. Dışarı çıkın bir havalansın sınıf. Niye? Çünkü sizin orada olmanız demek hem bir hacmi alanı daraltıyorsunuz. Oksijen tüketiyorsunuz. Ne diyoruz? Pencereleri açın, sınıfı havalandırın. Niye? Çünkü ben burada alan açıyorum. İşte aynı mantıkla diyoruz ki göğüs kısmında hacim artar ama basınç düşüktür. Neden? Atmosfer basıncı benden yüksek olsun ki difüzyon kurallarına göre çoktan aza oksijen atmosferden benim ciğerlerime dolsun. Göğüsle karın ters hareket eder. Göğüs hacminin arttığı yerde karın hacmi ne oluyor? Azalıyor. Çünkü diyafram aşağı karna doğru indi ve oranın alanını işgal etmiş oldu. Demek ki neymiş? Ezberlemeye gerek yok. Kendi vücudunuzdan hemen canlandırarak çözebilirsiniz. Şimdi soruya gelelim. Hemen bir bakalım. Diyafram kasının kasılıp düzleşmesi. Neden? Çünkü ben burada ne dedim? Bak soluk alma. Soluk alırken ne oldu? Kaburgu uçları yukarı kalktığı için diyafram düzleşti. Yani kasıldı. Kubbe halini kaybetti. Göğüs boşluğu hacmi arttı. Niye? Çünkü göğüs demek akciğerlerin olduğu yer demek. Doğal olarak ben oraya oksijen almak istediğim için hacmi artırıyorum. Kavurgalar arası kasların gevşemesi. Niye gevşesin burada? Nefes almada kasılıyor. Karın hacminin azalması. Çünkü karınla göğüs ters hareket eder dedik. Doğru. Akciğeri iç basıncı azalır. Atmosfer basıncı yüksek olsun ki atmosferdeki oksijen içeriye dolabilsin diye arkadaşlar bize yanlış olanı sorduğu için diyoruz ki cevap Ceyhan yani 3.üncü öncülüğü yanlış söylemiş diyoruz. Anlaştık mı? Bunları hiç ezberlemiyoruz. Hemen kendi üzerimizde tekrar ediyoruz. Şimdi geldi bizim boru etkisi olarak bildiğimiz ama ben bunu hemoglobinin iki yüzlülüğü diye anlattığım bir konuya gençler. Solunum gazlarını bakın orayı anlatacağım. Şimdilik beni dinleyin. Solunum gazlarını taşıyan bir protein var. Biz bunu tanıyoruz. Neydi? Hemoglobin. Nerede bulunuyor? Al yuvarla. Yani kırmızı kan hücresinde. Nereden hatırlayacağım? içeriğindeki demirden dolayı kana kırmızı rengini veriyor. Aynı zamanda arkadaşlar kendisi iki yüzlü bir proteindir. Ne demek? Ortamda kim fazlaysa onunla tepkimeye girmek istiyor. Oksijene ve karbondioksit arkadaşlar zayıf bir şekilde bağlanabiliyor. Yani hem bağlanıp hem de ayrılabiliyor ve iki yüzlü davranıyor. Neden? Ortamda kim çoksa gidiyor onunla bileşik kuruyor. Yani tepkimeye giriyor. Ortamda kim azsa onu terk ediyor. Biz buna arkadaşlar bilimsel olarak borç sapması diyoruz. Ama biz nasıl anlatıyoruz bunu derslerimizde? 200 yüzdü diye anlatıyorum ve herkesin de aklında kalıyor. Hiç unutmuyor. Siz de böyle dinleyin. Hatta konu anlatımını dinleyenler şu an hatırladı bile. Demek ki neymiş? Hemoglobin oksijene de karbondiokside bağlanabiliyormuş. Peki bor etkisiyle ne alaka? Şimdi bor etkisi diyor ki bakın bor sapması dediğimiz bir şey. Kanın pH'ı diyor eğer düşerse kan pH'a düşmesi ne demek? 7.4'tür normalde. 7.2'ye düşmesi demek arkadaşlar pH'ın düşmesi asitliğin artması demek. Şimdi mazör bir bilgi geliyor. Karbondioksit asidik bir yapıdır arkadaşlar. Karbondioksitin artması demek asitliğin artması, pH'ın düşmesi demek. Doğal olarak kanda karbondioksit birikmeye başladığında hemoglobin hemen iki yüzlülüğünü gösteriyor ve diyor ki ben ortamda çoğunluktan yana oynamayı severim ve diyor çoğunluk kimse ben onunla tepkimeye girmek isterim. Doğal olarak hemen oksijeni terk edip karbondioksite tepkimeye girmeye çalışıyor. İşte biz şuradaki sapmaya bor sapması diyoruz. Yani hemoglobinin iki yüzlülüğünün bilimsel ismi. Grafiğe göre aşağıda verilenlerden hangisi sonucunda bor etkisi gözlenir? Sebep neymiş? Demek ki tabii ki kanda karbondioksit basıncının artması. Karbondioksit çoksa hemoglobin onunla tepkimeye girip oksijeni terk ediyor. Buna da borç sapması diyoruz gençler. Anlaştık mı? Bence gayet anlaştık. Şu tepkimelerden çözmezsem herhalde bana küserdiniz değil mi? Hocam şu tepkimeleri nasıl çözmezsiniz diye bunu biliyorum. O yüzden bununla ilgili hemen soru çözeceğiz. İnsanda solunum gazlarının taşınmasında gerçekleşen bazı reaksiyonlar verilmiştir. Hangisi? Karbonik anidraz enzimin katalizörlüğünde gerçekleşir diye sormuş. Çok kısa bir konu özeti yapacağım. Güzelce dinliyorsun. Oksijenin taşınmasının iki yolu vardır. %2'lik kısmı kanda çözünmüş olarak, kan plazmasında çözünmüş olarak taşınıyor arkadaşlar. Geriye kalan %98'lik kısmı hemoglobinle taşınıyor. Yani hemoglobin oksijenin fazla olduğu yerlerde o kılcallarda oksijene bağlanıp oksihemoglobin formunda taşınıyor. Oksijen nerede fazladır? Tabii ki alveol kılcallarında arkadaşlar. Bu da ekstra bilgi. Onu tekrar hatırlatacağım. Şimdi karbondioksitin taşınmasına geliyorum. Çünkü bunda bir sıkıntı var. Sıkıntı ne? Bu arkadaş asidik özellik gösteriyor ve kan pension düşürdüğü için kan bize diyor ki arkadaşım kusura bakma bu kadar asidik bir şeyi ben taşıyamam çünkü kanın pH'ını bozarsan ne yaparsın? Homeostasiyi yani canlılığı tehlikeye atarsın. O yüzden diyor kan pH'ı bozmadan taşımanın yolunu geliştir. İşte bu yüzden aslında oksijen iki yolla taşınırken karbondioksit için ü tane plan yapıyoruz. Birinci plan şu. %7'lik kısmı tıpkı burada olduğu gibi çözünmüş olarak taşınıyor. Hiçbir sıkıntı yok. % 23'lük kısmını hemoglobinle taşıyoruz. Tıpkı burada olduğu gibi arkadaşlar. Ama en yüksek oranda %70'lik oranını bikarbonat olarak taşıyoruz. Şimdi diyorsunuz ki hocam bikarbonat ne alaka? Arkadaşlar karbondioksit asitik olduğu için biz onu aslında maskeleyip gizliden gizliye kanda taşımaya çalışıyoruz. Bakın dikkat edin. Burada bir karbonat formülünün içinde gizli bir karbondioksit var. Gördünüz mü? Bir tane oksijen fazla. Bir de yanına hidrojen koymuş. Yani aslında karbondioksiti kamufüle etmiş. Bir karbonat niye okey? Hani bir karbonata niye okey veriyoruz? Çünkü kendisi sindirimde de konuştuğumuz gibi bazik yapıda yani kan pH'ın asitliği konusunda tehdit etmiyor. O yüzden vücut da diyor ki tamam güzel ben bunu bu şekilde taşırım ama buraya kadar nasıl geliyor? Şimdi onu göstereceğim. Şunların hepsini siliyorum. İyi izle. Karbondioksit doku kılcallarında fazladır. Neden? Çünkü doku kılcalları hücresel solunuma girer ve solunum sonucu bu metabolik atık çıkar. Karbondioksit arkadaşlar çok olduğu yerde biz bunu kamufle etmek için suyla tepkimeye gidiriyoruz. Bakın karbondioksit suyla birleşince ne oldu? Aynı formülü yazıyorum burada. Hidrojen 2 tane, karbon bir tane, oksijen 2 burada bir de burada 3 tane. İşte bu arkadaşın adı karbonik asittir. Nereden geldi? Enziminin isminden. Enzimin adı da karbonik anhidraz enzimi. Bu tersini çalışır bir enzim. Yani bu enzim bunu ürettiği gibi aynı zamanda bunu alıp tekrardan karbondioksitle suya da parçalayabiliyor. Ama ürettiği yer doku kılcalıyken tekrar parçaladığı yer alveol kılcalıdır. Çünkü şöyle düşünün. Alveolde karbondioksiti yalnız bırakıp nefes vererek kurtulacaksınız ama dokuda onu kamufüle etmeye çalışıyorsunuz. O yüzden karbondioksitin saklandığını, kamufüle edildiğini görürseniz bakın şurada gizli bir karbondioksit var. Anlayın ki dokudasınız demektir. Sonra kan diyor ki arkadaşım ben asit taşıyamam dedim ama sen yine asit ürettin diyor. Kimyadan bildiğimiz gibi asitlikten nasıl kurtulacağız? Hidrojen yoğunluğunu azaltacağız. O yüzden geliyoruz karbonik e asitten hidrojenini koparıyoruz. Bak şu formülden hidrojeni çıkar. Al sana nur topu gibi. Ne oldu? Bikarbonat. Hah diyor güzel. Bbonatı ben taşırım. Çünkü asidik değil bazik özellik. İşte bikbonat arkadaşlar kan plazmasına yani kan sıvısına geçiyor ve burada taşınıyor. Bu hidrojene ne oluyor? Bunu da hemoglobin arkadaşımızı çağırıp diyoruz ki sen çok az çalıştın burada hani %23'lük yalandan karbondioksit taşıdın bir işe yara. Al şu hidrojeni bizim için alveollere kadar getir diyoruz. Tabii ki bu olay nerede? Hemoglobin al yuvar olduğu için aly yuvar oluyor. Bunların hepsi doku kılcalında. Sonra alveolle gelince bu olayın tam tersi oluyor. Yani bir karbonat ödünç verdiği hidrojenini alıp tekrar karbonik asit oluyor. Aynı enzim bunu tekrar karbondioksit suya parçalayıp şunu nefes vererek vücuttan atıyoruz. Gençler özetledim. Özet mözet olmadı. Bildiğiniz konuyu anlattım. Kıymetini bilin. Bu sorular çözülecek. Bak buna göre verilen reaksiyonlardan hangisi karbonik anidraz katalizörlüğünde olur diyor. Hemen bakalım. karbondioksitle suyu birleştirip karbonik asit üretmiş. İşte bunu karbonik anidraz yaptı. Hemen yanda bak yazıyor. Burada hemoglobine hidrojen bağlamış. Hiç de bununla uğraşmaz arkadaşlar. Bu enzim burada ne yapmış? Hemoglobin oksijeni terk etmiş. Niye? Belli ki ortamda kim çok? Karbondioksit. Ama bunun bu enzimle alakası var mı? Hayır. Bak nasıl yorumladım tepkimeyi. Gördün mü? Burada ne yapıyor? Karbonik eee asiti almış arkadaşlar hidrojen ve neye ayırmış? Bikarbonatına. Bunu enzim yapmıyor. Bu enzim yapmıyor. Bu enzimin yaptığı şey şu. Ya karbonik asiti üretecek ya da karbonik asiti tekrar buna parçalayacak. Bakıyorum burada karbondioksitle birleşmiş. Neden? Çünkü hemoglobin ortamda demek ki karbondioksit fazlaymış. Mesela burası bir doku kılcalıymış. Ama bunu bu enzim mi yapıyor? Hayır. Sonra da bana buzimin görev aldığı tepkimeyi sorduğu için yalnız bir Adana olarak buluyoruz. Gençler şu an bunu anlamayan bence kalmadı. Yani Kübra anladın deme. Lütfen anladım der misin? Anladın demek. Bak ne kadar güzel anlattık. Onunla ilgili soru çözeceğim ama merak etmeyin. Şimdi ÖSYM'nin sevdiği tarzda bir soru geldi. Niye ÖSYM'nin sevdiği tarzda diyorum. Çünkü bizde konu çok fazla ya ama soru sayısı da konu yoğunluğuna göre az. O yüzden bazen tek bir soruda konular arası bağlantıyı sormayı çok severler. O yüzden ben de bu soru tarzlarını çok seviyorum. Çünkü aynı anda aslında konular arası bağlantıyı da fark etmiş oluyorsunuz. Tam da onunla ilgili bir soru. Bakın gelin şimdi göstereyim size. İnsanda soluk alıp vermek merkezi sinir sisteminin denetimi ve kontrolündedir. Buna göre diyor aşağıda verilen beyin bölümlerinden hangisinde soluk alıp vermede rol oynadığını söyleyebiliriz demiş. Hemen görür görmez ne dediniz arkadaşlar? Omurilik soğanı dediniz. Çünkü biz sizinle konunun en başında MSS'yi çözerken de bunu tartıştık gençler. omorilik soğanı solunum sistemini denetler ve burada denetlerken de hatta hayat düğümü deriz biz buna. Çünkü zarar gördüğünde kişinin direkt solunumu duracağı için ölüm tehlikesi vardır. Burada arkadaşlar üç konuyu bile bağlayabilir. Bak MSS'yi bağlar. Tamam mı? Sinir sistemini bağlar. Ardından solunumu bağlar. Hatta dolaşımı bile bağlayabilir. Neden? Çünkü burada aslında ne olmuş oluyor biliyor musunuz? Biz mesela egzersiz sağanında da böyledir. Vücudunuzda çok fazla karbondioksit biriktiğinde gençler asidik olduğu için kan peşını düşürüyor. Bu kamp peşının düşmesiyle birlikte bizim omurolik soğanı uyarılıyor ve solunum sisteminin çalışmasını artırıyor ki daha fazla nefes alarak, nefes almanı hızlandırarak oksijen alıp o pH'ı dengelemeye çalışıyor. Çünkü kanda karbondioksitin birikmesi demek otomatikman şu sistemi uyarıyor. Bu yüzden de diyoruz ki soluk alıp verme mekanizmasında omurilik soğanını bir kez daha hatırlamamız gerekiyor. Vücutta karbondioksit taşınması ile ilgili açıklamalardan hangisi doğru olamaz? Karbondioksit bir tık daha oksijene göre zordur. Çünkü o bikarbonat reaksiyonları devreye giriyor. Bu yüzden ekstra bir soru çözmemiz gerekiyordu. Bakın burada kim var? Karbonik asit. İçinde gizli kamufle edilmiş bir karbondioksit görüyorum. Ama buradaki tepkime de ne anlatıyor? hidrojeni ve bir kararbonata ayrılmasını doku kılcallarında olduğunu söylüyor. Niçin? Çünkü bu asit ve doku bunu bu şekilde taşıyamayacağı için bikarbonat formunda gizli bir karbondioksit taşımaya çalışıyor. Bu tam da doku kılcallarında olur. Tam tersini verseydi alveol derdim arkadaşlar. Al yuvara giren karbondioksit karbonik anhidraz enzimi sayesinde hidrojenle birleşir ve karbonik asit oluşturur. Tepkimenin en başını söylüyor. Doğru. Açığa çıkan hidrojenler kanın asitleşmesine neden olur demiş. Zaten bunları biz ne yapmaya çalışıyoruz? Taşıyıp kamufle etmeye çalışıyoruz. Bikarbonat iyonu hemoglobin ile akciğere taşınır demiş. Şimdi burada ne var arkadaşlar? Bikarbonata ben ne dedim biraz önce anlatırken? Bikarbonat kan plazmasında taşınıyor. Hemoglobinle taşınan nedir? Ya direkt olarak karbondioksit ya da şurada olduğu gibi hidrojendir. Bakın şu kan sıvısıyla taşınacak. Bu ise hemoglobine emanet edilip hemoglobin al yuvar olduğu için al yuvarla o şekilde taşınacak. Bu yüzden yanlış olan denizle oluyor. Unutmayın bikarbonat kan plazması yani sıvısında taşınıyor. Hemoglobinle al yuvarda taşınan ya hidrojen ya da karbondioksitin %23'lük kısmıdır diyoruz. Dokularda üretilen karbondioksit önce doku sıvısına sonra kılcal damarlara geçer demiş. Neden? Çünkü dokudaki hücreler etrafındaki sıvılara verecek. Oradan da o Starling hipotezinde öğrendiğimiz gibi arkadaşlar kılcal damara gelecek ve alışveriş gerçekleşecek. O yüzden bu sorumuzun cevabını da Denizli olarak bulduk gençler. Tamam mı? Düşüyordum az daha. Şimdi sıradaki soruya geldik. Bir tane daha şundan çözelim. Çünkü görsel soruları sevdiğinizi biliyorum. Daha doğrusu görünce korktuğunuzu biliyorum. Halbuki biyolojideki en kolay sorular deney, görsel ve grafik sorularıdır. Çünkü cevap zaten direkt buradadır. Soluk alışveriş sırasında diyafram kasında meydana gelen değişimi gösterdim diyor. Hemen bakıyorum. Bir de diyafram aşağı inmiş. Burada kubbeleşmiş. Aşağı inip düzleşiyorsa burada arkadaşlar kişi ne yapıyordur? Nefes alıyordur. Nefes alma. Kubbeleşiyorsa nefes veriyordur. Nereden anladın hocam? Kaburga hareketinden anladım. Nefes alırken kaburguşları yukarı kalkı. Diyafram düzleşti. Nefes verirken kaburguşları içeri doğru göçtü ve ne oldu buradaki diyafram? Tersçe yani kubbe haline geldi. Bir numaralı olayda diyafram kasının boyu kısalır demiş. Ne yapacak arkadaşlar burada? Kasıldığı için tabii ki kısalacak. Çünkü kasılırken, nefes alırken kasılıyor. 2 numaralı olayda karın basıncı artar. 2 numaralı olay ne? Nefes verme. Nefes verirken ben göğüs hacmini daraltmak isterim. Çünkü daralsın ki basınç artsın. Orada göğüs basıncının artmasıyla karbondioksiti atmosfere göndereyim. Çünkü bu gazlar çoktan aza doğru geçecek difüzyonla. O zaman göğüs hacmi ne olacak? Azalıyorsa karın hacminin artmasını beklerim. Ama burada basıncı sormuş. Tekrar çözüyorum o yüzden. Eee burada göğüs basıncımız artacak. Karın basıncı ise arkadaşlar tam tersi ne olacak? Düşecek. Çünkü hacimle alakalı olduğu için 1 numaralı olay aktif, 2 numaralı olay pasftir. Şöyle aslında her ikisinde de enerji harcanıyor diyoruz ama kasıldığı için tabii ki bu daha aktif buradaki kas gevşediği için pasif bir olaydır diyoruz gençler. Tamam mı? O yüzden 3'ü de doğru kabul ettim. Bana doğru olanı sorduğu için 2'ye yanlış dedim arkadaşlar. O yüzden cevabım 1 ve 3 olarak Ceyhan diye geldi. Anlaştık mı gençler? Güzel. Devam ediyorum. Solunum gazlarından oksijen ve karbondioksit için özelliklerinden hangileri ortak görülür? Kan plazmasında çözünme. Şunun %2'lik, bunun ise %7'lik kısmı arkadaşlar çözünmüş bir şekilde taşınıyor. Kanın pH'ını etkileyen karbondioksittir. Çünkü asidik özellik gösteren odur. Hemoglobine bağlanma ise ortak özelliktir. Hatta ne dedik? Hemoglobin iki yüzüdür. Ortamda kim çoksa ona bağlanır. Hatta hemen şurada tekrar hatırlatacağım. Bakın tepkime soruları geldiğinde hemen şuna bakın. Hemoglobin oksijenle birleşmek istemiş ve şu şekilde birleşmişse diyeceksiniz ki ortamda demek ki bu fazla. Çünkü bu iki yüzlüdür. Ortamda kim çoksa onunla tepkimeye girer. Oksijenin fazla olduğu yerler de alveol kılcallarınızdır arkadaşlar. Eğer hemoglobinin tam tersi mesela şöyle oksijeni terk ettiğini görüyorsanız tamam mı? Demek ki ortamda karbondioksit fazla ki onu terk etmiş. Demek ki burası bir doku kılcalıdır diye çözeceksiniz. Tamam. Bu sorular tamamen bu mantıkla çözülüyor. Hiç tepkime ezberlemekle uğraşmayın sakın. Ne yaptım ben? Soruyu çözdün mü? Şıkları buldum ama işaretlemedim değil mi? Şimdi bakın bize doğru olanı pardon ortak olanı sormuştu. Hemoglobine bağlanıyor dedik. Çözünebilir dedik ama pH'ı ortak almayacağım. O yüzden 1 ve 3 diye bunu da arkadaşlar Ceyhan olarak bulmuş oldum. Ve böylelikle solunum sistemini de tamamladım. Demek ki neymiş? Tepkimeleri ezberlemeyeceğiz. Kim akciğerde ya da işte yani alolde ya da kim dokuda diye sorduğunda tek bir kullanmanızı istediğim mantık var. Ortamda kim fazla lütfen buna karar ver. Hemoglobin oksijene bağlanmaya çalışıyorsa oksijen fazladır. Demek ki burası alveoldür. Ya da şöyle de düşünebilirsin. Hemoglobin karbondioksit terk ediyorsa demek ki ortamda oksijen fazla. Bu da yine alveoldedir. Tam tersi doku kılcallarında ise metabolik faaliyet sonucu karbondioksit çok olduğu için orada hemoglobinin gidip karbondioksite bağlandığını ya da hemoglobinin oksijeni terk ettiğini göreceksin. Anlaştık mı gençler? Hemoglobinin iki yüzde olmasını bildiğiniz anda bütün tepkimeleri çözebilir hale geliyorsunuz. Zaten şunlara da direkt olarak kendi üzerinize kaburga kemiklerini taklit ettiğinizde yine ezberlemeden çözebilir hale geliyorsunuz. Ve nereye geldik? Bir konuyu daha bitirdik arkadaşlar. Boşaltım olarak bildiğimiz aslında ürer sistem olarak bilmemiz gereken bir konuya geldik gençler. Burada tam 11 tane soruyla birlikte konularımızı tekrar edeceğiz. İlk soruyla hemen başlayalım vakit kaybetmeden. Diyor ki, "Aşağıda idrar oluşumu şematize edilmiştir. Sağlıklı bir insandaki böbrek hücrelerinde mitokondride bulunan genlerin mutasyona uğraması sonucu olayların hangisinde aksaklık görülebilir di" diye sormuş. Gençler, şimdi bizim her bir böbreğimizde yaklaşık 1 milyon kadar bulunan nefron adını verdiğimiz yapılar vardır. Bunlar küçük fabrikalar gibi düşünebilirsiniz. Totalde iki böbrek için neredeyse 2 milyon kadar bu fabrikalarımızdan var. Bunlar ne yapıyor biliyor musunuz? Bunlar normal böbreğe gelen böbrek atar damarıyla gelen kanı alıyorlar ve idrar olarak oluşturuyor. Yani süzüyorlar. İdrar zaten süzülmüş kan demektir. O yüzden hastanelere gittiğinizde doktorlar sizden arkadaşlar kan testi ve idrar testini genellikle birlikte isterler. Çünkü şunu gözlemliyorlar orada. Vücudunuzda ne var? Vücudunuz neyi ne kadar atmış? Bunu kıyaslayarak aslında vücuttaki mekanizmayı anlamaya çalışıyorlar. Şimdi nefronlarla ilgili burada üç tane olay var. Yani bir kanın süzülerek idrar oluşturulması sürecinde nefron yapısında gerçekleşen üç tane aşama var. Burası çok önemli. O yüzden tekrar etmek istiyorum. Birincisi süzülme adını verdiğimiz bir süreç. Süzülme kanın ilk süzüldüğü yapıdır. Adından zaten direkt anlıyoruz. İkincisi şudur geri emilim. Yani böbrek diyor ki, vücut diyor ki biz süzdük ama hani kanı bunlar içerisinden almak istediklerimiz var mı? Belli miktarda ya da tamamını geri almak istediğimiz maddeler varsa idrarla atmak yerine vücuda tekrardan geri kazandığımız bir süreç var. Üçüncüsü de geri emilimin tam tersi salgılama. Yani burada artık vücut kurtulmak istediklerini, idrarla atmak istediklerini tamamen ne yapıyor? Kılcanlardan alıp nefronun kanallarına vererek idrar toplama kanalından vücuttan uzaklaştırıyor. İşte şu üç aşama kandan idrarın oluşumunu sağlıyor. Ve burada arkadaşlar bilmenizi istediğimiz şey şu. Süzülme pasif bir olaydır. Enerji harcanmaz. Çünkü kan basıncıyla gerçekleşiyor. Sarıyile yazayım şöyle daha net görülecek sanırım. Geri milimde bazen pasif bazen de maddenin yoğunluğuna göre aktif olabiliyor. Yani enerji harcanabiliyor. Salgılama tamamen aktif bir olaydır gençler. Enerji harcanarak gerçekleşiyor. O zaman şimdi soruda bize neyi soruyor? Aslında bakın şurada glomerulus kılcalı boğman kapsülü süzülme, geri emilim ve salgılama ile birlikte aslında idrarın nasıl oluştuğunu göstermiş. Ama diyor ki mitokondride genler mutasyona uğrarsa neyi anlamam gerekiyor? Mitokondrimin genlerinin mutasyona uğraması demek mitokondrinin ATP enerji üretememesi demek. Yani aslında enerji gerektiren olaylarda problem yaşayacağız. O yüzden de süzülmeyi pasif olduğu için eledim. Geri milimin bir kısmında enerji harcanırken salgılama da tamamen harcanacak. O yüzden hangisinde aksaklık görülür dediği için 2 ve 3. İlk sorumuzun cevabını Edirne olarak buluyoruz gençler. Tamam mı? İkinci sorumla devam ediyorum. Aşağıda böbreklerde bulunan nefrondaki glomerulus kılcalları gösterilmiştir. Burayı güzel dinleyin. Şimdi enteresan bir şey anlatacağım. Böbreğin içerisine girdiğimizde gençler hatta şöyle çizerek anlatayım ki kafanızda canlansın. Çünkü burayı anlamakta zorlandığınızı biliyorum. Bakın şöyle bir böbrek yapısı. Bu böbreğe her iç organda olduğu gibi tabii ki bir kanı getiren eee böbrek atar damarı var. Tamam mı? Böbrek atar damarı. Bir de kirlenen kanı her organda olduğu gibi götüren böbrek damarı var. Şimdi bu böbrek atar damarı içeri girdiğinde gençler yaklaşık 1 milyon tane kol ayrılıyor. Neden? Çünkü o nefronlara, küçük fabrikalara kanı götürecek ve oradan süzülecek. İşte burada böbrek atar damarının dallandığı kısımlara biz kanı getirdiği için arkadaşlar getirici atar damar diyoruz. Tamam mı? Bu getirici atar damar geldi. Şöyle hayal edin. Şimdi burada glomerulus kılcalına bağlanıyor. Glomerulus kılcalının etrafında yarımay şeklinde bulunan bowman kapsülün adını verdiğimiz bir kapsül var. Daha sonra bu kılcalın diğer ucunda da götürücü atar damar dediğimiz bak şu kanı getirdiği için getirici şu da kanı tekrar götürdüğü için götürücü atar damar deniyor. Yani bu da atar damar. Bu da atar damar. Burası çok önemli. İki ucu da atar damara bakan enteresan bir kılcal yapısı var burada. Glomerulus kılcalı. O yüzden ikisinin de atar olması bizim için önemli. Çünkü normalde vücut kılcallarında ne vardı? Bir ucu atara bir ucu kılcala bakardı. Bunun kıyaslaması o yüzden çok önemli. ÖSYM buraya çok dikkat eder. Onunla ilgili soru çözeceğim. O yüzden gençler buraya dikkat ediyoruz. Sonra bu götürücü atar damarlar yaklaşık 1 milyon tane nefrondan gelip toplanarak nereye bağlanıyor biliyor musunuz? Böbrek damarına bağlanıyor. Böylelikle biz aslında götürücü atarda vücuda tekrar kazanmak istediklerimizi toplayıp böbrek toplarıyla vücuda yeniden dönüştürmüş oluyoruz. Anladınız mı? Çok güzel bir tekrar oldu şurası. Artık kafanıza oturmuştur. Soruma geri dönüyorum. Çizdiğim yeri bir daha gösteriyorum. Bakın götürücü atardamar, getirici atar damar, glomerulus kılcalı ve buradan nefron kanalına bağlanacak. Şu da boğman kapsülü. diyor ki, "Glomerulus kılcallarında doku kılcallarından farklı olarak hangileri görülür?" Şimdi doku kılcallarında ne vardı? Bir kılcalın ucu normalde atara, şurası kılcal olsun bir ucu da toplara bakardı. O yüzden atardan toplara doğru gittikçe kan basıncı düşerdi. Çünkü atarın kan basıncı aşırı yüksekti. Hatırlayın. Ama burada ne oluyor? Normal glomerulus kılcalında ne oluyor? İki ucu da atara baktığı için kan basıncı hiç düşmüyor ve normal doku kılcallarına göre yaklaşık iki katı kadar kancı var. O yüzden kan basıncının damar boyunca sabit kalması en önemli farklardan bir tanesidir. Madde emiliminin gerçekleşmesi demiş burada arkadaşlar. Madde emilimi olması için bir kere kan basıncı neydi? itme kuvvetiydi. Emilim olması için ozmotikle ilgili konuşuyor olmamız gerekiyor. Kan basıncının yüksek olması emilimi değil tam tersi süzülmeyi sağlıyor. Böylelikle glomerus kılcalındaki yüksek kan basıncıyla bomban kapsülüne doğru kan ittirilmiş yani süzülmüş oluyor. O yüzden bunu kabul etmedim. İki ucunun da atar damarla bağlantılı olması temel farktır zaten. Bunun sonucu da aslında 1 numaralı kısım gerçekleşmiş oluyor. Aradaki farklardan diyor ki şimdi bize neyi soruyordu? Evet, farklı olanı soruyordu. Bu yüzden 1 ve 3 diyeceğiz arkadaşlar. Cevabımızı Denizli olarak buluyoruz bu soruda. Çok güzel bir soruydu. Tekrar söylüyorum. ÖSYM bu tarz farkları soruyor gençler. Hatta lenfle bile tekrardan kıyaslatabilir. Lenfte de hatırlayın bir ucu kapalıydı. Sadece damar vardı. Aşağıda böbrekle bağlantılı damarlar gösterilmiştir. Böbrek toplarıyla böbrek atarından bahsediyor. Her iç organda olduğu gibi. Tabii ki kanı getiren ve kanı götüren olacak arkadaşlar. Böbrek atar damarlarından böbrek damarlarına doğru ilerleyen kanın bileşiminde aşağıdakilerden hangisi değişmez diye sormuş. Arkadaşlar tabii ki hangisi değişmeyecek? Kan hücrelerimiz tabii ki kan proteinlerimiz normal sağlıklı bir insanda ve normal koşullarda hücre dışarısına çıkmadığı için aluver miktarında değişim görmezsiniz. Çünkü ne kadar geldiyse aynı şekilde o kadar değişim olması gerekiyor. Al yuvarın içeride arkadaşlar sayısının değişmesini beklemiyoruz. Çünkü idrarla atılmaz. Yani sağlıklı bir insanın idrarında alyuvar görmezsiniz. Çünkü şöyle düşün idrarında kan görmez. Zaten senin bir sağlık problemin olduğunu gösteriyor ve hemen ne yapıyorsun? Doktora gidiyorsun. O yüzden de diyoruz ki normalde al yuvar nasıl geldiyse öyle gider ama üre tabii ki yarıdan fazlası idrarla atılacak. %4044'lük kısmı geri emilecek. Miktar değişir. Glikozu zaten sağlıklı hücreler alacak ve hücresel solunum için kullanacak. Karbondioksit miktarı tabii ki metabolik faaliyet sonucu çıkıp böbrek toplarında daha fazla olacak. Suyu da arkadaşlar içeride bir kısmı süzülüp çok az bir kısmı atılacağı için yine miktarında değişiklik görebilirim. Ama unutmayın kan hücreleri ve kan proteinleri dışarı çıkmıyor diyoruz arkadaşlar. Özellikle kan hücrelerini de bilmekte fayda var. Şimdi geldim yine nefron yapısı ile ilgili bir soruya. Glomerus kılcallarında bulunan maddenin boğman kapsülüne geçmesine süzülme denir. Yani süzülme olayı şudur. Hemen şurada tekrar ediyorum. Glomerulus kılcarımı çizdim. Etrafında yarım ay şeklinde bowman kapsülüm var. Süzülme olayı şudur gençler. Glomerulus kılcalından bowman kapsülüne doğru maddenin geçişidir. Doğal olarak bu glomerulustaki kan basıncının artması süzülmeyi artırır. Ya da glomerulustaki ozmotik basınc düşmesi süzülmeyi artırır. Çünkü KB itme, OB çekme basıncıdır. Ben burayı itmek istiyorum. Ya da Bowman için konuşalım. Bommanın hidrostatik basıncı, su basıncı ozmotik gibi düşünebilirsiniz. Eğer azalırsa süzülme artar. Çünkü bu ters etkiler. Burada biz basıncın düşük olmasını isteriz ki süzülme kolay olsun. Ya da Bman'daki arkadaşlar ozmotik basıncın yani çekme kuvvetinin artması bizim işimize gelir. Ya da boğmanın kan basıncının düşmesi de aynı şekilde bizim işimize gelebilir. Yani bunları tek tek böyle yorumlarken ezberlemeyin. İtme ve çekme kuvveti olarak düşünün yeterli. Nefronlarda süzülme hızının artması idrar miktarını da artırdığına göre diyor. Neden? Çünkü sen ne kadar çok kan süzersen o kadar doğal olarak da idrar atacaksın. Süzülme hızını hangisi artırır diye sormuş. Soğukta kılcal damarların daralması. Mesela soğukta ne olur? Daha çok idrara çıkarız, değil mi? Çünkü kılcalların daralmasıyla kan basıncı artıyor. O yüzden kabul ettim. Sıcakta glomerulus kılcallarının genişlemesi bu arkadaşlar ne yapacak? Kan basıncının düşmesine sebep olacak. Glomerulus'taki kanın ozmotik basıncının sabit olması. Glomerulusaki kanın ozmotik basıncının sabit olması arkadaşlar zaten normalde de ozmotik basınç değişmediği için diyoruz ki burada ozmotik basınç normal kılcallarda da sabittir. Eee, glomerulusta da sabittir. Çünkü kan proteinleri dışarı çıkmaz. O yüzden biz burada bunun etkilediğini söyleyemiyoruz. Mesela kan bas buradaki ozmotik basıncın glomeralus'taki ozmotik basıncın daha da düşmesi deseydi o zaman belki yorumlayabilirdim ya da kan basıncını sorsaydı ama hızı artıranları sorduğu için ben burada sadece yalnız 1'i seçeceğim ve cevabım Adana olarak gelecek. Şimdi sıradaki sorumla devam ediyorum. Demiş ki yukarıda verilen özelliklerden glomerulus kılcalığı, doku kılcalığı ve lenf kılcalarına ait olanlar aşağıdakilerin hangisinde doğru olarak verilmiştir? İşte biraz önce bahsettiğim soru tam ÖSYM formatında bir soru. Çünkü kıyaslama ve aynı anda neredeyse üç konuyu bağlamış. Hem dolaşımı soruyor sana hem lenfi soruyor hem de neyi soruyor? Üriner sistemi soruyor gençler. Hemen bakalım. Damar boyunca yüksek ve sabit kan basıncına sahip olma. Bu neden olur? Tabii ki glomerulus kılcalının iki ucunun da atara bakmasından kaynaklı olarak olur. O yüzden biri kesinlikle glomerulusa yazacağım. Biri oraya almayanları eledim. Bir ucu kapalı. Bu lenfte vardı değil mi? Atar sistem olmadığı için bir ucu kapalıydı diğer ucu damara bakıyordu. 2'yi lenfle eşitleyeceğim arkadaşlar. Lenfe 2 yazmam gerekiyor. Kabul ettim. Bunu eledim. Cevabım geldi. İki yönlü madde alışverişini de doku gerçekleştirir. Neden? Çünkü dokuda bir ucu atara bakacak. Dok kılcalının bir ucu toplara. Atar maddeyi itecek. damar ucunda da maddeyi çekecek. O yüzden cevabımızı Adana olarak bulduk. Çok güzel bir tekrar sorusu oldu. Böbreklerde icra oluşumunda gerçekleşen olaylarla ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? Süzülme olayında kan hücreleri ve plazma proteinleri glomerulus'tan geçmez. Mükemmel bir bilgi gençler. Sağlıklı bir insanda süzülmede glomerulusan bolmana kan hücreleri ve plazma proteinleri genellikle geçmiyor. Plazma proteinlerine genellikle diyebilirim. Çünkü albüm bir miktar geçebiliyor. Ama biz burada diyoruz ki arkadaşlar kan hücreleri kesinlikle geçmiyor. Glikozaminozitlerin tamamı proksimal tüpte emilir. Şurada hemen bir nefron çizip tekrar hatırlatmak istiyorum. Bunu tekrar tekrar söyleyeceğim zaten. Glomerulus kılcalı bowman kapsülü. İlk kıvrımlı kanal proksimal tüp. Hennenin inen hennenin çıkan kolu. Hennenin inen hennenin çıkan kolu. Distal tüp ve idrar toplama kanalı. Buradan idrar atılacak. İşte bir nefron yapısı budur arkadaşlar. Neymiş isimleri? Bir daha tekrar edelim. Glomerulus kılcalı, bowman kapsülü, proksimal tüp, hennenin inen kolu, çıkan kolu, distal tüp, idrar toplama kanalı. Demek ki burada şimdi cümlemi bir daha okuyorum. Glikoz ve aminoitlerin tamamı proksimal tüpte emilir. Şunu hiçbir zaman unutmayın. Çok kıymetli bir bilgi. Sağlıklı bir insan idrarında asla glikoz görmezsiniz. Zaten görüyorsanız buna şeker hastası denir. Diyabet hastasıdır o kişi. Diyoruz ki arkadaşlar enerji yakıt kaynağınızı vücut asla atmaz sağlıklı bir insanda ve daha ilk tüpteyken önemli olduğu için onun %100'ünü geri alır. Hannle Kulbunun çıkan kolunda yoğunluk farkından dolayı sodyum iyonları doku sıvısına geçer demiş. Hnenin inen kolu suya geçirgendir. Çıkan kolu ise arkadaşlar özellikle sodyumu tutar. Tuza geçirgendir. Bu çok önemlidir. ÖSYM şu inen kolun suya geri emdiğine dair bir takıntısı var. Bilmenizi istiyor. Dikkat edin. İdrar toplama kanalında ürenin bir kısmı geri emilir demiş. İdrar toplama kanalı şurası. Bakın üre normalde proteinlerin sindirimi sonucu oluşan aminoasitlerin hücresel solunuma girmesiyle birlikte içerisinde yer alan amino gruptan kaynaklı olarak atılan bir azotlu boşaltım atığıdır. Cümleye bakar mısınız? Şey gibi o Bihter'in bir tane cümlesi vardı. Yani siz anneleri tarafından emanet edilen çocuklara diye başlayan bir cümle vardı. Ondan haldece bir cümle oldu ama siz beni anladınız. Buraya kadar zaten 50 kere konuştuk bunu. Şimdi buradaki üre zehirli olduğu için vücut onu arkadaşlar bir kısmına atmak istiyor. Normalde aslında amonyak olarak çıkarıyoruz ama karaciğer onu üreye çeviriyor. Peki üre madem zehirli tamamını niye atmıyoruz? Bu da çok güzel bir soru mesela. Çünkü kanın pH'ını ayarlamak için bir miktarına ihtiyacımız oluyor. Ürenin yaklaşık %44 kadarını geri alıyor böbrek. Daha fazla yani %50'den fazlasını da idrarla atıyor gençler. Tamam mı? Bu çok önemli. Bak, üreyi üreten karaciğerdir ama süzen böbrektir. Bu da çok önemli bir fark ki karaciğerde bunu defalarca konuştuk. Peki nerede geri geri alınıyor arkadaşlar? İdrar toplama kanalında özellikle idranın eee ürenin belli bir kısmı geri emilebiliyor. O yüzden bunu doğru kabul ettim. Salgılamada nefron kanallarından nefron kılcallarına atık maddeler geçer. Şimdi çok güzel. Bunu hemen e şema olarak göstereceğim ben size çizerek. Kafanız karıştığını biliyorum burada ama aklıma bir şey geldi. Onu söyleyeceğim hemen. Şimdi burada bilmenizi istedikleri enteresan bir bilgi daha var arkadaşlar. Şuradaki distal tüp üreye geçirgen değil. Orada ürey milimi yok. Özellikle bunu niye ise bilmenizi istiyorlar. Tamam mı? Cümlelerde map kitaplarında özellikle altı çizili olduğu için tekrar söylüyorum. Distal türkte üre emilimi yok. İdrar toplama kanalında özellikle üreyi alıyoruz. Şimdi şu Edirne'yi açıklayacağım size gençler. Bakın şu kanalların etrafını saran kılcal damarlar vardır. Biz bunlara nefron kılcalları deriz. Bu kılcallar ne işe yarıyor biliyor musunuz? Bizim ya bunu atmayalım, bu lazım olacak bize deyip son dakika vazgeçtiklerimiz ya da aslında vücutta bu kadar da atmaya gerek yok dediklerimizi vücuda tekrar kazandırdığımız yani geri emilim yaptığımız zaman ne oluyor biliyor musunuz? kanallardan bu kılcallara alıp buradan götürücü atar damarla böbreğe yani vücuda tekrar veriyoruz. Buna geri emilim deniyor. Yani geri emilim dediğimizde kanallardan kılcallara doğru oluyor. Ama bir de salgılama var bunun tam tersi. Yani kurtulmak istediklerimiz mesela atıklar, örneğin antibiyotik yapıları gibi vücuttan uzaklaştırmak istediklerimiz olduğunda da tam tersi kılcallardan kanallara verip onu idrarla atıyoruz. O yüzden salgılama tam tersi ne olacak? Bak burada ne demiş? Nefron kanallarından nefron kılcallarına diyor. Hayır aslında salgılama da kılcallardan kanallara vereceğiz ki kanalda idrarla atılabilsin. O yüzden yönünü tam tersi vermiş. Salgılama kanaldan kılcala değil kılcaldan kanallara doğru madde geçişidir diyoruz. Yanlış cevabımızı Edirne olarak buluyoruz arkadaşlar. Şunu doğru bulmuştuk. Tik atmayı unutmuşum. Anlaştık mı gençler? Şimdi o zaman bence çok güzel bir tekrar sorusu oldu. Çünkü şurada salgılamada şu yönleri karıştırdığınızı biliyorum. Unutmayın kanalı atıyorsanız idrarla vereceksinizdir. Kılcalı alıyorsanız geri emip vücuda kazandıracaksınız demektir. Sonuçta burada böbrek her süzdüğü şeyi atamaz. Gelelim yukarıda verilenlerden hangisi böbreğin görevlerinden değildir? Muazzam bir soru. Çok seviyorum ben bunu. Çünkü böbrekle ilgili bilinmeyen bazı görevler var arkadaşlar. Yani öğrenciler duyduğunda diyor ki, "A hocam böbreğim böyle bir görevim vardı." Hemen bakalım. Demiş ki, "Amony üreye dönüştürme." Bak biraz önce konuştuk. Neydi bu? Üreye dönüştüren arkadaşlar tabii ki kim olacak? Karaciğer olacak. Böbrek ne yapıyor? Üreği süzüyor. Bu ikisi birbirinden farklı bir şey. Bize zaten görevlerinden değildir dediği için hemen cevabı bulduk ama diğerlerini de okuyacağım. Kanın pH'ını düzenleme. E o kadar maddeyi alıyor atıyor. Tabii ki kanın pH'ını etki edecek. Bunu bilmeyecek hiçbir şey yok. Kanın ozmotik basıncını ayarlar. E suyu tutuyor, tuzu atıyor, geri alıyor, maddeleri alıyor. Tabii ki işte şu madde çok önemli. Çıkmış sorularda eskilerde var. Hatırlarsınız arkadaşlar yeni bir formuyla karşınıza gelebilir. Dikkat edin. Eritropoitein hormonu üreterek aluvar üretimini sağlar. Gençler bunun çok az bir kısmını karaciğer de yapar. Orada da görevlerinde konuşmuştuk ama böbreğin de çok önemli bilinmeyen görevlerinden bir tanesi. Nasıl yani hocam? Böbrek hormon mu üretiyor diyenler. Evet arkadaşlar biz böbrek yapısında hormon üretimi görüyoruz. Adı da eritropo eritropoitein. Ne işe yarıyor bu biliyor musunuz? Eee oksijen yetersizliğinde vücudunuzun alyuvar üreterek aslında var olan oksijenlerden maksimum derecede faydalanmasını sağlıyor. Çünkü bu arkadaşın içindeki hemoglobin oksijeni tutup hücrelerinize taşıyor. Muazzam bir görevdir. Dokuların tuz dengesini ayarlama. E zaten sodyum klorür emilimi ya da fazlasının atılımını sağladığı için ne diyeceğiz? Dokuların tuz dengesini ayarlamada da bizim için çok önemli. Çünkü vücuda kazandırılacak tuz dengesini denetliyor. Zaten böbrek dediğimiz anda arkadaşlar homeostites akla geliyor. Tamam mı? Böbrekle ilgili çok az bilinen ve benim çok sevdiğim bir görevi daha var. Onu da hatırlatacağım. Gençler glikogenezisiz dediğimiz bir olay var. Böbrek uzun süreli açlık durumunda eee karbohidratlar üretmeye çalışıyor. Yani glikoz üretmeye çalışıyor. Bunu da nasıl yapıyor biliyor musunuz? Aminoasitleri ve yağ asitlerini alıp glikoza çeviriyor. Mesela bu da çok az bilinen ve bence öğrenciler arasına ayrım yapabilecek hani net getirecek ya da eleyecek bilgilerden bir tanesi. Hemen burada da bir tekrar etmiş olalım birlikte. Neymiş? uzun süreli açlıkta böbrek glikoz üretimi sağlayabiliyor. Böylelikle kişinin enerji üretebilmesi için aslında bir yakıt maddesi üretiyor. Bunu da nereden sağlıyor? Uzun süreli açlıkta depo tabii ki tüketilmiş olacak. Doğal olarak ikinci yakıt kaynak tercihlerine geçecek. Yani yağlara ve proteinlere geçecek. Bu da benden size ekstra bilgi olsun. Güzel. O zaman cevabımızı Adana bulduk ve devam ediyoruz. Şimdi geldik gençler yine sizin kafanızı karıştıran konulardan bir tanesine. Şu ürenin konsantrasyonu ile miktarı sorularını nasıl çözeceğiz? Çözeceğiz hocam. Bunlar birbirinin aynı şeyi değil mi? diyenler var gençler. Bakın şimdi ürek konsantrasyonu farklı bir şeydir. Miktar farklı bir şeydir. Miktarla yoğunluk birbirinden ayrı şeyler. Bununla ilgili iki tane örnek çözeceğim ki nasıl kıyasladığımızı görün. Şimdi bir şekil vermiş bana. Diyor ki okların yönüne dikkat et. Şu diyor böbreğe kan getiren damarım. Bak okun yönünden anlıyorum. Kanı getirmiş. Demek ki 2 numaralı yapı ne? Böbrek atar damarı. Tamam mı? Atar damarı. Şöyle yazdım. Bu da kanı götürüyor doğal olarak. Bu da böbrekten çıkan böbrek damarı. Şu da arkadaşlar havuzcuktan çıkmış olan üreter. Tamam mı? En son attığımız yapının adı üretradır. Karıştırmayın. Üreter havuzcuktan çıkan iki tane üreteriniz var. Onlar mesaneye bağlanıyor. Oradan da üretrayla vücuttan atılıyor. Bu arada aklıma gelmişken hemen söyleyeceğim bunu. Eee şeyde de çözeceğim gerçi insan bir üreme sisteminde ama kadınlarda üretra açıklığında eee mesela yumurta ve idrarın atıldığı açıklıklar birbirinden farklıdır. Ama erkeklerde tek bir açıklık vardır. Erkeklerde idrar ve sperm aynı yerden atılır. Bu ikisi önemli farklardan bir tanesi. Hem ürün hem de üremenin konusu olduğu için aklıma gelmişken söylemek istedim. Soruma geri dönüyorum. Numaralı kısımlarda diyor üre konsantrasyonunun doğru doğru sıralaması hangisinde verilmiştir? Arkadaşlar konsantrasyon sorduğu için üre tek başına mı bulunuyor? Yanında diğer maddeler mi var? Buna dikkat etmem gerekiyor. Tamam mı? Yoğunluk sorduğu için. Şimdi burada arkadaşlar ürenin yaklaşık %50'den fazlası 55 56'lık gibi bir kısmı burada atılıyor. Nerede? üreterde ve birçok madde de geri emildiği için üreterde eee doğal olarak üre neredeyse tek başına çok fazla miktarda bulunuyor. O yüzden konsantrasyon sorduğunda en başa ben üreter yazacağım. Yani 3 ile başlamam gerekiyor. Öyle başlamayan şıklarımı eledim ki cevap direkt geldi zaten. Peki niye 2 1'den büyük? Çünkü böbrek atarına arkadaşlar %100 miktarda üre geliyor. Bunun 44'lük kısmı tekrardan vücuda geri alınıyor. O yüzden yoğunluk olarak baktığımızda da miktarın aşırı fazla olmasından da kaynaklı olarak diyoruz ki böbrek atarında fazla. Pardon böbrek eee doğru söyledim atarında fazla. En az toplarında fazladır yoğunluk diyoruz. Bu yüzden de sıralama sorumuzda cevabımız Edirne olarak geliyor. Peki hocam burada ya miktarını sorsaydı? Bak diğer sorumda da miktarını soruyor. Şimdi miktarını sorduğunda nasıl çözeceğim? Yapılar yine aynı. Bakın burada böbrek atar damarını görüyorum. Tamam mı? Burada böbrek damarını görüyorum ve üreteri görüyorum. Şimdi miktar sorduğunda nasıl çözeceğim? Tabii ki miktarda ne var arkadaşlar? En çok böbrek atarıyla gelecek. %100 miktarda. %556'lık gibi kısmı burada atılacak. %44'lük gibi bir kısmı da böbrek toplarıyla geri alınacak. O yüzden sıralamaya baktığımda 1 > 3 gelecek arkadaşlar. Ardından da 2 gelecek. Miktar sorduğu zaman cevabımız Denizli olarak geldi. Demek ki neymiş? Yoğunluk ve miktar sorduğunda birbirinden farklı şeyleri yorumlayacağız. Yoğunluk sorduğunda şunu unutmayın. Diyeceğiz ki yanında başka maddeler de var mı? Yoksa yalnızca hani o tek başına bütün eee yoğunluğu kendisi mi sağlıyor diye bakacağız. Ama miktar sorduğunda böbreğin %100'ü geldi. %50'den fazlası atıldığı için üreter de damara göre daha fazla miktarda üre bulunur diyoruz. Arkadaşlar artık bu sorulardan korkmayacağınızı biliyorum. Çünkü iki tane örneği arka arkaya çözdük. Çok daha rahat anlamışsınızdır. Böbreklere gelen kanda gibi maddeler bulunur. Kan glomerulusan boğman kapsülüne geçerken bazı maddeler geçmez. Yani şu glomerulus yapısında bulunan her madde diyor şu yarımay şeklindeki bowman geçmiyor. Buna göre boğman kapsülüne geçemeyen maddeler aşağıdakilerden hangisidir diye sormuş. Glikoz geçiyor arkadaşlar ama proksimalde %100 alınıyor. Su mineral tabii ki geçiyor. Üre miktarında geçiş görmeliyiz ama kan hücreleri ve bazı kan proteinleri geçmez. Buna bazı demesinin sebebi albümün bir miktar geçiyor. O yüzden kan hücreleri ve kan proteinlerini ben geçemez diye alıyorum arkadaşlar. O yüzden cevabımı 4 ve 5 olarak buldum. Şıklarda da Denizli'yi bulup hemen işaretledim. Anlaştık mı gençler? Geçemeyen yapılarda unutmayın. Kan hücreleri geçmediği için kırmızı eee kanınız kırmızıyken idrarınız kırmızı değildir. Zaten idrarda kan görmemiz bir şeylerin yolunda gitmediğinin kanıtıdır. Ve şimdi son olarak şu şekille ilgili de bir şey çözelim ve artık şu nefron ve böbrek olayını kapatalım gençler. Arkadaşlar şurada bakın glomerozus kılcalığı ile boğma kapsülünü biz birlikte malpegi cisimci diye adlandırabiliyoruz. O yüzden burada bana diyor ki bir insana ait nefron yapısının sırasıyla kısımlar hangisine doğru verilmiş? Unutmayın. Hatta ben şurada çizeceğim içim rahat etsin. Bakın glomerulus kılcalı bowmen kapsülü. Şu ikisine biz malfiki cisimciği diyoruz. Proksimal tüp. Henle inen henne çıkan kolu distal tüp ve idrar toplama kanalı. Hatta bir böbrek yapısında şöyle çizdiğinizde gençler şu bmanın bittiği yerden itibaren yukarısı böbreğin korteks yani kabuk kısmına denk gelir. Şurası havuzcuğa bağlanacak. İdrarı götürecek. İdrar toplama kanalının bir kısmı ve hennenin bir kısmı aşağıda kalıyor. Bakın burası da böbreğin öz yani medulla kısmına denk geliyor. Aklınıza şuradan gelsin. İdrar toplama kanalında idrar gelecek. Havuzcukta pelviste geçici süre depolanacak. Oradan da üreterli atılacak. Tamam mı? Şurayı hatta silip bir de şeyi göstereyim ben size. Bakın şöyle böbrek yapısında bir ne görüyoruz arkadaşlar? Kabuk korteks kısmı görüyoruz. Sonra şuralarda şöyle piramitler göreceksiniz. Biz bunlara malpigi piramitleri diyoruz. Bunlar öz bölgesini ifade eder. Şurası pelvis, havuzcuktur. Çok eee yakın bir zamanda değil. O yüzden zamanı gelmiş olabilir. Dikkatli dinleyin. ÖSYM çok basit bir soru sordu. Dedi ki, "Havuzcuğun aşağıdaki şıklardan hangisinde dedi, idrar geçici süre depolanır." Cevap direkt havuzcuk yani pelviste. Hani bu kadar böyle yüzeysel başlıklarda, görevlerde sorulabiliyor. Çok yakın bir zamanda sorulmadı ama çıkmış soruları çözenler hemen hatırlamıştır onu arkadaşlar. Vakti zamanı gelmiş olabilir. O yüzden tekrar ederken hemen söyleyeceğim. Bu havuzukta idrar geçici süre depolanır. Buradan üreterle alınır. Üreterle nereye geliyor? Her iki böbrekten mesaneye. Oradan da üretrayla vücuttan atılıyor arkadaşlar. Tamam mı? O yüzden bir böbrek kaç kısımdan oluşurmuş aslında? Korteks, medulla, kabuk, öz, bir de havuzcuk yani pelvisten oluşur diyoruz. Bütün konuyu tekrar ettim arkadaşlar. Gerçekten artık içinizi rahat edebilir. Şuraya malpi cisimciyi dedik. İlk kıvrımlı kanal proksimal tüptür. Henlen'in inen henlenin çıkan kolu distal tüp ve idrar toplama kanalı. Bu sırayla hangisi vermiş? Malpigi cisimciği olacak. Proksimalle devam edip distalle bitirecek. O yüzden cevabımızı Bursa olarak bulduk ve bu konuyla ilgili de bilmemiz gereken her şeyi tekrar etmiş olduk. Şimdi nereye geliyoruz gençler? Hemen bakalım. Tabii ki insanda üreme sistemine geldik. Hazırsanız devam edelim. İlk sorumuz erkek üreme sistemi ile ilgili olacak arkadaşlar. Şimdi diyor ki, "Aşağıda bir erkeğin ürogenital sistemine ait yapılar gösterilmiştir. Buna göre aşağıdakilerden hangisi söylenemez?" demiş. Güzel bir tekrar sorusu. Çünkü birçok kısmı ne yapacağız? Görevlerini tekrar edeceğiz. Erkeklerde biliyorsunuz arkadaşlar vücut dışarısına konumlanmış iki adet testis yapısı görüyoruz. Bunlar skrotum adını verdiğimiz torbaların içerisinde. Sebebi de şu. Vücut sıcaklığı sperm üretimi için biraz fazla geliyor. Vücut sıcaklığının ortalama 33,5 s derece kısmına kadar daha soğuk bir yerde yani skrotum içerisinde sperm üretimi mümkün olabiliyor. Ama vücut sıcaklığında çok mümkün olmadığı için erkeklerde doğuma yakın bir zamanda ya da doğumdan hemen sonra testler karın boşluğundan skrotuma iniş yapıyor. Eğer bu olmazsa kişide kısırlık görülüyor. O yüzden doktorlar doğumdan sonra bunu hemen kontrol ederler. Şimdi gençler burada skrotumların üstünde dikkat ederseniz şurada epididimis dediğimiz bir yapı var. E ile göstermiş onu bakın. Epedidimis kanalı dediğimiz bir yapı var epidedimiz. Daha sonra bu vastens adını verdiğimiz kanalla devam ediyor ve buradan tabii ki spermlerin taşınması, vücuttan atılması sağlanmış oluyor. Erkeklerde tek bir açıklık var demiştik. Hatırlayın bir önceki sorularımızda da idrar ve sperm aynı açıklıktan atılır. Dişilerde böyle değildir. Mesela üretradan tek bir çıkış sağlanır. Ama idrar ve sperm tabii ki aynı anda atılmaması gerektiği için bunu yardımcı bezler işte prostat bezi, kapur bezi gibi yapılar bunun denetimini sağlamış oluyor. Ve burada semiliifer tüpçükler görüyoruz. Bakın şuradan enine bir kesit aldığınızda aslında burada tesislerin içerisindeki tüpçük yapılarıdır. Burada hem sperm üretimi dediğimiz spermatogenez süreci gerçekleşecek hem de orada yer alan leading hücreleriyle erkeklik hormon testosteron salgılanmış olacak. Şimdi güzel bir tekrar yaptık. Sorumuza geri dönelim. A ve C ile gösterilen yapılar seminal sıvı üretimini sağlar. Bakıyorum AC diye gösterdiği yapılar nerede arkadaşlar? Hemen şurada bakın. A B ve C. Bunlar ne? prostat bezi, kalpur bezi ve seminal kesecik. Biz bunlara yardımcı bezler diyoruz. Sebebi de seminal sıvıyı üretiyor. Bu seminal sıvıyla birlikte sperm vücuttan uzaklaştırılıyor. Burada spermin hem beslenmesi, desteklenmesi, korunması sağlanıyor hem de dişi vücudunda ilerlerken gençler oradaki dişi vücudundaki pH'a e karşı spermlerin öğmemesi sağlanıyor. Belli bir süre hayatta kalması sağlanıyor. O yüzden seminer sıvı önemlidir. Bunu üreten yapılar da yardımcı bezler olarak geçer. D ile gösterilen yapıda spermler geçici olarak depolanır. Hemen D''yi buluyorum. Şurası basans. Baz deferansta ortalama 20 gün kadar arkadaşlar spermler geçici süre depo edilebiliyor. Daha sonra vücuttan atılıyor. C'ye bakıyoruz. E ile gösterilen yapıda spermler hareket yeteneğini kazanır. Şimdi spermler ilk üretildiğinde biz buna spermatogenez diyoruz ya. Sperm ana hücresinden sperm hücresinin üretilmesi gençler. Burada sperm önce spermatit olarak adlandırılıyor. Yani mayoz tamamlandığında şöyle spermatit adını verdiğimiz d tane hücre oluşuyor. D tane gamet. Bunlara sperm diyebilmemiz için kuyruk yani kampçı kazanmaları gerekiyor. Çünkü hareket yeteneği kazanmaları gerekiyor. Bu hareket yeteneğini kazandıkları yani kuyruk kampçı kazandıkları yer de epi dediğimiz adını verdiğimiz hemen skrotumların testislerin üzerinde bulunan E ile gösterilmiş olan yapıdır. O yüzden Ceyhan da doğru. Denizli'ye bakıyorum. F ile gösterilen yapının ürettiği FSH etkisiyle spermatogenez başlar diyor. Erkeklerde zaten iki tane hormon var arkadaşlar. Biri FSH, diğeri de LH yani hipofizin etkilediği iki tane hormon. Bir de tabii ki erkeklik hormonu olan testosteron var. Ama testosteronu zaten leiding hücreleri, testte yer alan leading hücreleri üretecek. Burada FSH ve LH hipofizin ürettiği bir hormondur. Ama burada ne diyor? F ile gösteren yapının ürettiği FSH diyor ki F'de neyi göstermiş bakın? Testisleri. Testisler FSH üretmiyor ki. FSH ve LH'ı hipofiz üretir. Bu hem erkekte hem de dişide etkili olan ortak hormon yapılarımızdan. Şu erkeklerde sperm üretimini yani spermatogenezi başlatırken şu erkeklik hormonu olan testosteronun üretimini sağlıyor. Tamam mı gençler? Ama unutmayın testosteronu üreten buradaki lading hücreleridir. Burada ne diyor? Sanki FSH'ı F üretiyormuş gibi söylemiş. O yüzden yanlış söylemiş. Çünkü biz FSH ve LH'ın tabii ki hipofizden geldiğini biliyoruz. G ile gösterilen yapıda idrar ve sperm atılır. Erkeklerde tek bir açıklık vardır üret. Oradan hem sperm hem de idrar atılıyor. Ama dişilerde unutmayın yumurta ve idrarın atıldığı açıklıklar birbirinden farklıdır. Bu da önemli farklardan biri olduğu için ÖSYM bilmenizi ister. O zaman ne yaptık? İlk sorumuzun cevabını Denizli olarak bulduk arkadaşlar. Şimdi ikinci soruya geliyorum. Dişi bireyin ovaryumunda gerçekleşen ogenez olayında. Oogenez ne demek? Yumurta üretimi yani yumurta ana hücresi olanumdan bakın ogogoniyum yumurta ana hücresi demektir. Ana hücreler her zaman diploittir. Mayoz geçirerek ne yapacak? En kromozomlu yumurta hücrelerini üretecek arkadaşlar. Ya da ikincil oit diyebilirim. İşte biz bu olaya ne diyeceğiz? Oez yani yumurta hücresinin üretimi diyeceğiz. Verilen hücrelerin diyor hangilerinde homolog kromozomlar bir arada bulunur? Ne demek homolog kromozomların bir arada bulunması? Diploit hücre demek. Yani henüz mayozu tamamlamadı demek istiyor. Çok güzel bir soru. Bakalım. Birincil OST hücresi. Birincil OST hücresi ne demek? Şimdi yumurta ana hücreniz şurada göstereceğim. Yumurta ana hücreniz olan ogogoniyumlar arkadaşlar ya da ogonyumlar ne yapacak? Mayoz 1'e başlıyor. Ve şöyle enteresan bir durum var. Biz dişilerde erkeklerde böyle bir şey yok bu arada. Biz aslında yumurta hücremizin üretimine yani üreme hücremizi sentezlemeye ta anne karnında başlıyoruz biliyor musunuz? Anne karnındayken mayozu başlatıyor bir dişinin üreme ana hücreleri. Yalnız orada mayozu tamamlamadan profaz bir de kendini beklemeye alıyor. Nereye kadar? Dişi doğup ergenliğe gelene kadar. Ergenliğe başladığında yani renk süreci başladığında adet döngüsünün başlamasıyla birlikte bu yarım kalan mayz süreci tamamlanıyor. Nereye kadar? Burada e metafaz 2'ye kadar arkadaşlar geliyor ve eğer döllenme olmazsa yani sperm oydaki yumurtayı, yumurta demiyoruz gerçi biz ona işte ikinci lolsit diyeceğiz. Döllenmezse mayoz tamamlanmıyor. Böylelikle işte rel kanaması dediğimiz süreçte döllenmemiş yumurta vücuttan atılıyor ve her ay bu döngü kendini tekrar ediyor. Oraya zaten birazdan geleceğiz. Yani burada önemli olan şey şu. Anlatmak istediğim şey dişilerde yumurta hücresinin üretimi tavri sürecinde başlıyor arkadaşlar ve ergenlik sürecine kadar bu süreç devam ediyor. Tabii ki nereye kadar? Menopoz sürecini eee gelene kadar bir dişide. O zaman bizonyumlarımızı yani yumurta ana hücrelerimizi mayoz 1'e başlattığımızda arkadaşlar ilk önce tabii ki ana hücre kendi sayısını artırmak için mitoz geçirmek zorunda. Bunu unutmayın. Ana hücreleriniz mitozla kendini çoğaltmak zorunda. Yoksa elinizde bir tane ana hücresi kalsa düşünsenize mayozu geçirdi. E ikinci hücre nereden gelecek? Gelemez. O yüzden biz şöyle dememiz gerekiyor. Üreme hücrelerinin oluşumunda evet mayoz etkilidir. Mayoz görülür ama en başta mitoz da görülür. O yüzden gençler mitoz sonucu oluşturduğumuzda ilk önce birincil oitleri elde ediyoruz. Daha sonra bunlar mayoz 1, mayoz 2'yi tamamlayacak. Ama mayoz 1 tamamlandıktan sonra biz ona artık ikincilit hücresi diyeceğiz. O yüzden hemen geldim. Birincil oit hücresi hala ikendir ama ikincilit dediğimizde mayoz 1 tamamlandığı için kromozom sayısı yarıya düşer. Oyum zaten ana hücre demektir. Üreme ana hücreleri diploittir. Bu yüzden homolog kromozomlar bir arada bulunsun istiyorsam diploidleri seçmem gerekiyor. Yani cevabım 1 ve 3 olarak geliyor gençler. Denizli olarak bulmuş olduk. Bak muazzam bir soruydu. Hem mayozu konuştuk, hem mitozu konuştuk, hem diploidleri tekrar ettik, hem de şu dişilerdeki enteresan durum olan embriyo ve ergenlik sürecindeki aslında bu sürecin nasıl devam ettiğini tekrar ettik. Ama tabii ki bununla ilgili daha konuşacağım. Şimdi grafik sorularından korktuğunuzu biliyorum. Buradaki hormonlardan da korktuğunuzu biliyorum. Ne kadar basit olduğunu size bir tüoyile göstereceğim. Artık bu soruları kaçırmayacaksınız. Dikkatle dinleyin. Sağlıklı bir dişinin menstürüasyon periyodunda etkili bir hormon kandaki miktarını gösteren grafik aşağıda verilmiştir. Menstüasyon süreci dediğimiz ne arkadaşlar? Buradaki aslında adet döngüsü dediğimiz reg süreci. Yani kişide ortalama dişi bir bireyde 28 günde bir kendini tekrar eden bir süreçtir. Bu süreç şunu yapıyor. Hani anne karnındayken başlamıştık dedim ya ben yumurta hücresinin üretimine. Burada yarım kalan süreci tamamlıyor. Profaz 1de bekleyen 1inci leositler alınıyor arkadaşlar. ikinci lostite kadar yani mayoz 2'ye kadar getiriliyor. Ama mayoz 2 döllenme olursa yani vücuda sperm girişi olursa tamamlanıyor. Eğer sperm girişi olmadıysa, yumurta döllenmediyse ikincil oit adet kanaması dediğimiz süreçte vücuttan uzaklaştırılıyor. Bu esnada da işte bazı hormonlar bizim vücudumuzda tabii ki belli değişimlere sebep oluyor. Nedir bunlar? Bu hormonlarla ilgili verilenlerden hangileri doğrudur? Şimdi size bir toyo gösteriyorum. Eğer bu hormonda 28 günlük süreçte tam ortada 28'in ortasına 14 tam 14 günde pik yapan bir hormon görüyorsanız ki burada bakın 14'te pik yapmamış daha böyle 2123 günlere doğru denk geliyor. Yani ortalama 20 20 günden sonra. Eğer burada gelip de şöyle tam 14'te pik yapan bir hormon olsaydı buna arkadaşlar hemen ne yazın biliyor musunuz? LH. Çünkü bizde görev alan hormonlarda zaten kimler var? Bak şuraya yazıyorum. Bir FSH var ki bu döngünün ilk günleri yani ilk 14 güne kadar etkili olan pik yapan hormondur. Çünkü FSH diyor ki arkadaşlar kalan eee mayozun yarım kalan kısmını devam ettirin. Yani mantıken önce diyor üreme hücreni üret. O yüzden ilk günler artış gösteren FSH'tır. Tam 14 gün pik yapan bir şey görüyorsanız gözünüz kapalı LH diyebilirsiniz. Çünkü LH yumurtlamayı sağlar. Düşünsenize mantıken yumurta hücrenizi üretmeden yumurtlamayı yapabilir misiniz? Hayır. O yüzden önce yumurta hücresi yani ogenez olacak FSH. Ardından üretilen yumurtanın folikülü yırtarak yumurta kanalına geçmesini sağlayacağız. İşte buna ovasyon yani yumurtlama denilecek. 14 gün pik yapan LH sayesinde olur. 2021 günlere doğru geldiğimizde ise şu grafikte gördüğünüz mavi ile çizilen artışı sağlayan ise arkadaşlar progesteron dediğimiz bir hormondur. Bu progesteron gebeliğin devamını sağlayan çok önemli bir hormondur. Çünkü burada dişi vücudu diyor ki eğer döllenme olursa ve elimizde bir zigot olursa bunun endometriyuma yani uterusa, rahime tutunup gelişebilmesi için diyor bizim ortamı hazırlamamız gerekiyor ve uterusun içerisinde yer alan endometriyum tabakadaki kalınlaşmayı sağlıyor. Progesteron seviyesi düşüyorsa arkadaşlar dişi ya gebe değildir. Yani yumurta hiç döllenmemiştir ve menstrüal yani kanama döngüsüne geçilecek. döngü tekrardan başa saracaktır. Ya da dişi gebe olsa bile bir şekilde o hormon düştüğü için gebelik ne yazık ki sonlalacak demektir. O yüzden arkadaşlar bakıyoruz burada 213'te artış görüyorsanız hemen progesteron diyebilirsiniz. Ne yapıyor? Endometriyum tabakayı kalınlaştırıyor ki zigot tutunabilsin diye. FSH etkisiyle demiş. Hayır arkadaşlar LH yumurtlamayı sağladıktan sonra yırtılan foliküllerin içerisinde yağ damlacıkları dolar. Bunun sayesinde biz artık bu yırtılan foliküle corpus lüteum diyoruz. Sarı cisimcik. Corpus lüteum az miktarda östrojen, çok miktarda da progesteron sağlayarak bu tabakayı bebek için hazırlıyor. Ovaryum tarafından üretilir demiş. Ovaryum zaten dediğimiz yapı ne? Yumurtalıklar. Yumurtalıkların içerisindeki foliküllerden üretileceği için arkadaşlar doğru kabul edebiliyorum. Bu yüzden hangisi doğrudur dediği için cevabım 1 ve 3 Denizli olarak geliyor. Anlaştık mı? Çok güzel bir soruydu. Haberiniz olsun gençler. Şimdi sıradaki sorumla devam ediyorum. Aşağıdaki tabloda dişi ve erkek üreme sisteminde gerçekleşen bazı olaylar ve bu olayların gerçekleştiği yapılar verilmiştir. Eşleştirmelerin hangisi yanlıştır? demiş. Erkek üreme sistemini ben size şurada anlattım. Bakın o yüzden dişiyile ilgili hemen şurada bir ufak görsel çizip hatırlatmak istiyorum. Unutmuş olabilirsiniz. Arkadaşlar dişide ne var? İki tane şöyle ovaryum göreceğiz tabii ki. Bu ovaryumlarda arkadaşlar bunların bağlı olduğu tabii ki neyi göreceğiz? Şöyle çizeyim. Ha ters çizdim bunu ama neyse. Şöyle olsun. He yumurta kanalı göreceğiz değil mi? Şurayı düzelteyim. Evet hatta şuraya da bir çizgi atıp orayı tekrar çizeceğim. Evet şöyle geldik. Şöyle. Evet, muhteşem çizimimle bir dişi organ çizdim size. Bakın şimdi bunların kısımlarını bilmek çok önemli. Şekli boş verin. Şu iki tane yapı arkadaşlar ovaryum olarak geçiyor. Ne demek ovaryum? Hem latincelerini hem de Türkçelerini bilmek zorundasınız arkadaşlar. Gerçi bu da Türkçe zaten ama hani yumurtalık olarak geçer. İki isimlerini de bilin. Ovaryum yani yumurtalık. Tamam. Bizim burada folikül keselerimiz var. Bu folikül keselerimizden her ay bir tanesi olgunlaşıp bir yumurta hücresi üretecek. Tamam. Zaten anne karnından itibaren hani biz bunu üretmeye başlıyoruz. O yüzden doğduğumuzda aslında belli bir sayıda folikülle doğmuş oluyoruz. Şu kanalların adı çok önemli. Fallopi tüpü diye geçer. Yani aslında ne demek istiyor? Yumurta kanalı demek istiyor. Muazzam bir ÖSYM sorusu söyleyeyim mi size? Bak şimdi iyi izleyin. Şunu seçeceğim. Üretilen e ikincilit yani yumurta hücresinin üretimi OGZ sürecinde mayoz 2'ye kadar gelen ikincil folikülleri yırtıp bu kanala geçiyor ve ikinciliniz eğer dişi vücuduna arkadaşlar sperm girişi olduysa sperm burada döllüyor biliyor musunuz? Yani dünyaya merhaba dediğimiz aslında zigotun ilk oluştuğu yer fallopi tüpüdür. Ortalama bir hafta kadar burada takılıp sonra uterus'a geliyoruz. Yani yumurta kanalından sonra açılan şu yapı uterustur. Uterus'un tane ismi var. Rahim de diyebilir, döl yatağı da diyebilir, uterus da diyebilir. Bebeğin yerleşip büyüdüğü yer. Burada endometriyum tabaka dediğimiz bir tabaka var. Bol miktarda kılcal kan damarı ve mukus içerir. Dişi her ay gebe kalacakmış gibi bu tabakayı kalınlaştırıp hazırlık yapar. Eğer döllenme olmazsa kalınlaşan tabaka parçalanır. Döllenmemiş yumurta ve bir miktar kanla vücuttan atılır. Zaten buna adet kanaması diyoruz. Doğal olarak gençler burada uterus aslında neymiş? Rahim döl yatağı. Daha sonra servix yani rahim ağzı kısmıyla vajina devam eder ve dişi üreme sistemi bu kısımlardan oluşur. Anlaştık mı? Neymiş? Ovaryum, fallopitü, uterus e ve servix vajinayla dişi üreme sistemini tekrar etmiş olduk. Şimdi soruma dönüyorum. Bakalım nerede ne gerçekleşiyormuş. Spermatogenez yani sperm üretimi nerede olacak? Seminifer tüpcüklerde testislerin içerisinde yer alan ogenez yumurta hücresinin üretimi. Nerede devam ediyor arkadaşlar? Ovaryumda. Yani şurada. Biz unutmayın profaz 1'e kadar anne karnını tamamlayıp doğuyoruz. Ergenlik sürecinde ovaryumda bunu mayoz 2'ye kadar getiriyoruz. Bunu da kabul ettim. Döllenme nerede? Fallopi tüpünde çok önemli. Yumurtayla spermin ilk karşılaştığı ve eee zigotun ilk mitoz bölünmelerini geçirdiği yer yumurta kanalıdır. Kabul ettim. Embriyo gelişimi uterus rahim ya da dölyatı kabul ettim. Testosteron epedidimis demiş. Hayır epedidimiz spermatitlerin kuyruk kazanıp sperm oluştuğu yani hareket kazandığı yerdir. Testosteron üretimini arkadaşlar biz nerede göreceğiz? Testislerde leing hücrelerinin ürettiğini göreceğiz. O yüzden yanlış olanı sorduğu için Edirne 5'i seçtik arkadaşlar bu sorumuzda. Şimdi geldik bir grafik sorusuna daha. Bunlardan korktuğunuzu bildiğim için tabii ki artık sizi korkmayacağımızı kanıtlayana kadar çözeceğim. Grafiklerle ilgili ifadelerinden hangileri doğrudur demiş gençler. Bir dişi de menstürasyon grafiğini gösteriyor. Yani rejis sürecini gösteriyor. Rejis sürecinde arkadaşlar hipofiz hormonlarının kandaki düzeyi demiş. Hipofiz hormonlarımız kim? Bizim iki tane hormonumuz var zaten. FSH ve LH. Bakın, FSH'ın en başta fazla olduğunu ama 14 gün pik yapanın LH olduğunu gördünüz mü? Demek istediğim şey bu işte. 14 gün pik yapanı gördüğün an hemen LH'ı oraya kodlayacaksın. Peki LH ne demek? Yumurtlamak demek. Yani ovasyon. Yırtılan folikülün burada ikincili oksitlerini serbest bırakmasını sağlıyor. O yüzden bakın ovasyon tam 14. günde pik yapıyor. Daha sonra bu yırtılan foliküllerin içerisine yağ damlacığı dolduğu için sarı cisim yani korpus lüteuma dönüşüyor. Gördünüz mü? Östrojen ilk günler fazladır arkadaşlar. Çünkü östrojen daha çok kadınlık hormonu demektir aslında. Daha sonra dişi gebeliğe hazırlık sürecine geçtiğinde 2021 günlerde pik yapan progesteron oluyor. Gördünüz mü? Çözmüştük biraz önce. Progesteron neyi sağlar? Endometriyum tabakanın kalınlaşmasını. Gördünüz mü şimdi? Endometriyum tabakanın kalınlaşmasındaki artışın niye 213 yani progesteron paralel geliştiğini östrojen de bunu sağlar ama daha çok progesteronun en böyle vurucu görevi budur. Endometriyumu bebek gelirse yani döllenme olduysa ve zigot gelirse diye o tabakaya hazırlıyor. Soruma geri dönüyorum. Folikül evresi ortalama 14 gün sürer ve 1inci leositler ikinci leositlere dönüşür. Yani yarım kalan mayoz tamamlanmaya çalışılır diyor. Ovulasyon evresi yaklaşık olarak 14 günde gerçekleşir ve ikinci loositler serbest kalır. Buna zaten yumurtlama yani ovasyon deniyor. Corpusityum evresi ortalama 14 gün sürer ve döllenmemiş yumurta bu evrede atılır demiş. Hayır bir kere e korpusum 14 gün sürmüyor. Çok daha kısa. Onu geçtim. Döllenmemiş yumurta bu evrede atılmaz. Bu evrede döllenmemiş yumurta en son süreçte atılacak. Bunda zaten dişi gebe kalmadıysa böyle bir şey oluyor. Dişi gebe kalırsa zaten yumurta döllenmiş oluyor. O yüzden biz genellikle gebe kalan dişilerde adet kanaması dediğimiz son evreyi görmüyoruz arkadaşlar. Demek ki neymiş? 14 gün sürmeyecek ve döllenmemiş yumurta burada atılmıyor. Korkusityum evresi dediğimiz evre progesteronun artışının olduğu, endometriyum tabakanın kalınlaştığı evredir. Demek ki bu yanlış oldu. Bana neyi soruyordu? doğru olanları soruyor. Bu yüzden cevabım 1 ve 2 oluyor. Bu sorumuzun cevabını da arkadaşlar Ceyhan olarak bulduk. Güzel. Şimdi şurada benim size eee gamet oluşumu yani gametogenezle ilgili bir görselli soru çözmek istiyorum. Burada isimlendirmeler nasıl oluyor? Gelin onu da birlikte görelim ki bu tarz soru geldiğinde karşınıza korkmayın. Çünkü şekilli sorular da emin olun biyolojinin en basit sorularıdır. Cevap zaten gözünüzün önünde olacak. diyor ki bir erkekte sağlıklı bir erkeğin tesislerinde gerçekleşen spermatogenezi gösterdim sana diyor. Yani sperm hücresinin nasıl oluştuğunu gösterdim diyor. Bak ana hücreyi görüyor musun? Spermatogoniğim burada ana hücre olduğu için diploid mitozda önce bir kendi sayısını artırıyor. Yani sperm ana hücrelerini normal artırıyor zaten. Daha sonra arkadaşlar burada ne oluyor biliyor musunuz? Sperm ana hücreleri üretildikten sonra mayoz 1 başlıyor. Artık mayoz 1'i başlayan hücreye biz birincil spermatosit diyoruz. Çünkü sperm diyebilmeniz için kampçı kazanması gerekecek. Mayoz 1 sonucu tabii ki kromozom sayısı artık yarıya düştü. Bakın gördünüz mü? Artık ikinci spermatoitler mayoz 2'yi tamamladığında spermatit deniyor. Neden? Çünkü kuyruk kamçı yok. Epidimse geçiyor ve kuyruk kamçı yani hareket yeteneği kazanıyor. Ondan sonra biz sperm diyoruz. Bizde neyi söylemiş diyor ki? Hangisi kesinlikle söylenemez? 1 numaralı hücre birey ergenliğe girdiğinde 2 numaralı hücreye dönüşür. Yani ana hücreler birinci spermeste dönüşür. Çünkü ergenliğe girdiğinde mayoz başlar diyor. Doğru söylüyor. Bizim vücudumuzda mayoz yapan zaten bir tane hücre var arkadaşlar. Yani bir çeşit hücre var daha doğrusu. Eğer dişi bir bireyseniz yumurta ana hücreniz, erkek bir bireyseniz de sperm ana hücrenizdir. Bunun dışındaki vücut hücreleriniz zaten mitoz yapacak. Mayozla bir iş yok. 3 ve 4 numaralı hücrenin gonozom çeşitleri aynıdır diyor. Gonozom neydi? Gonozom arkadaşlar e cinsiyet kromozomlarımızdır. Yani erkekt ve Y'den bahsediyor. Dişilerde bir tane bir çeşit zaten X. Erkeklerde farklılık var. Bakalım 3 ve 4'ü bulalım hemen. 3te ne var? İkinci spermotasit. Yani artık mayoz gerçekleşmiş dikkat ederseniz. Mayoz gerçekleştiği için tek bir çeşidi alacak. Hani x ise x, y ise y. Bir tane elinde çeşit olacak. 3'ü buldum. Bir de 4'ü bulacağım. 4 nerede? 4 de şurada spermatit. Zaten mayoz 1 sonucu olduğu için şurada hangi gonozom varsa o gonozomla devam edecek demektir. O yüzden doğru söylüyor. 3 ve 5 numaralı hücrenin kromozom sayıları aynıdır demiş. 3'e bakıyorum mayoz 1 sonucu olduğu için n. Sperme bakıyorum zaten n. Evet. Kromozom sayısı yarıya düştüğü için 23 tanedir diyoruz. Doğru. 5 numaralı hücreler döllenmeye katılabilir demiş. Çünkü kuyruk yeteneğini kazanmış orada. hareket yeteneğini almış. 2 ve 4 numaralı hücrenin gen sayıları aynıdır diyor. 2'ye bakıyorum arkadaşlar. Henüz mayoz 1 tamamlanmamış. Yani diploid hala 4te ise tamamlanmış. Haploite düşmüş. O yüzden gen sayısı neredeyse yarı yarıyadır diyoruz arkadaşlar. Aynı olamaz. Yani diploitlik ve haploitlik durumuna bakmış olduk. Çok güzel bir soru oldu bence. Güzel tekrar ettik. Şimdi bir tane daha grafik ve hormon soruları. Bu sefer neyi vermiş? dişi bireylerden menstürasyon döngüsünü gösteren çeşitli hormonları diyor sana çizdim grafikte bu grafiklerde verilen değişimlerden hangileri yanlıştır diye sormuş. FSH miktarı ilk gün artış gösteriyor fakat tekrardan pik yapıyor olmasının sebebi ne? Bu döngünün başa saracağını gösteriyor arkadaşlar. Ama bu bir kalsın. LH'a bakalım. Bakın tam 14 gün pik yaptı. Gönül rahatlığıyla kabul ettim. LH bunu sağlar. Progesterona bakın. İlk 14 gün mü fazlaydı? Hayır. Progesteron ortalama 20 günlerden sonra artacak. O yüzden 4 kesinlikle yanlış. 4'ü yanlış olarak aldım arkadaşlar. Bana onu soruyordu çünkü. Östrojene bakıyorum. Östrojenin ilk günden artış gösterdiğini, daha sonra düştüğünü, eğer döngü tekrar başlayacaksa başa sardığını görmemiz gerekiyor. O yüzden arkadaşlar biz diyeceğiz ki FSH'ın tekrardan azalış göstermiştir. Progesteron artıyorsa yani dişi aslında gebe kaldıysa progesteron daha yüksek miktarda kalıyor. Ama menstürasyon döngüsünün başa baş tekrardan başlayacak olması, başa saracak olması demek PSH'ın arttığını gösteriyor. O yüzden biz buna doğru kabul edebiliriz. Çünkü en başlarda fazla. Daha sonra düşüş gösterebiliyor. 28 günden sonra tekrar artış gösterebilir. Ama FSH'ı böyle çizemiyoruz. Neden? Çünkü FSH 20 günler arasında pik yapmıyor ki. Orada pik yapan PSh değil progesteron olması gerekiyor. PSH buradan sonra düşüyor arkadaşlar. 28'den sonra eğer dişi gebe kalmadıysa artar ve o döngüyü tekrardan folikül evresine yani başa sarar. Bize yanlış olanı sorduğu için cevabımız 1 ve 4 Denizli olarak geliyor gençler. Erkek üreme sisteminin hormon kontrolü ile ilgili olarak hangisi doğrudur? demiş. Zaten onlarda bir tane hormon görüyoruz arkadaşlar. O da testosteron ama kontrol edenlerde FSH ve LH var. FSH semifer tüpçüklerde sperm oluşumuna yani spermatogenezi başlatır. Doğru. LH testislerdeki leiding hücrelerinin testosteron üretmesini sağlar. İkincilşeysel özelliklerin gelişmesini sağlıyor. İşte ses tellerinin kalınlaşması, sakal bıyık çıkması gibi gib gibi gibi. İnhibin hipofize etki ederek FSH salgısını azaltır demiş. Şunu unutmayın. FSH ve LH'tı dişilerde de erkeklerde de inhimin dediğimiz yani engelleme dediğimiz bir sistem var. Negative feedback. Çok fazla hormon artışı olduğunda bu sistem baskılanarak arkadaşlar hormonlar denetleniyor. O yüzden bu da doğru. Hepsi doğru olduğu için cevabımızı Edirne olarak bulduk gençler. Geldik bir diğer soruya. Aşağıda sağlıklı bir dişi bireyle gerçekleşen olaylar ve yapılar verilmiştir. Hangisi diyor bu eşleştirmelerde yanlış olmuştur? İkinci lossitin oluştuğu yer ovaryumdur. Çünkü yumurta hücre üretimi ovaryumda yani yumurtalıkta gerçekleşecek. Döllenme fallopi tüpü yumurta kanalı morulanın oluştuğu uterustur. Morula nedir aslında? Zigot arkadaşlar ilk oluştuğunda şu şekilde. Zigot nedir? Döllenmiş yumurta demektir. Yani içeriye sperm giriş yaptı. Bu zigot hızlı bir şekilde mitoz geçirir. Arka arkaya mitoz bölünme yapar. Biz buna gençler segmentasyon süreci diyoruz. Tamam mı? Segmentasyon zigotun arka arke mitoz geçirmesi demek. Ortalama 1618 tane hücreden oluşmaya başladığı şu görüntüye biz morula evresi diyoruz. Tamam mı? Dut evresidir. Hani meyve var ya dut dut gibi görünüyor. O yüzden buna morula deniyor. Yaklaşık 1618 tane mitoz geçirmiş zigot hücresi var orada sayı olarak. Ve bunların hepsi fallopi tüpünde oluyor. Çünkü ne dedim? İlk bölünmelerini fallopi tüpünde gerçekleştirecek. Burada henüz genler aktifleşmemiş. Yani her biri kök hücre formunda. Segmentasyondan sonra gastrolasyon dediğimiz bir evre var embriyonik gelişimde. İşte orada hücreler aktif genlerini kazanmaya başlıyor. Yani işte sen karaciğer hücresi olacaksın, sen böbrek hücresi, sen nöron hücresi dediğimiz görevler gelmeye başlıyor. O yüzden onlar kök hücre formunda değil. Ama bunda morulada kök hücre formu görüyoruz. Demek ki morolo zigotun ilk bölünme geçirdiği yer olduğu için tabii ki nerede olacak arkadaşlar? Uterusa değil. Fallopi tüpünde olması gerekiyor. Bu yanlış. Plasantanın oluştuğu yer artık uterustur. Çünkü bebeği besleyecek biliyorsunuz. Corpus lütomun oluştuğu yerde yırtılan folikül dediği için ovaryum olacak. Çünkü foliküller zaten yumurtalıkta. Yanlış olanı sorduğu için cevabımızı Ceyhan olarak bulduk gençler. Sağlıklı dişi bireyin üreme sisteminde gerçekleşen büyüme ve gelişme olayları aşağıda verilmiştir. Buna göre hangisi yanlıştır diye sormuş. Zigot oluşumu fallopi tüpünde gerçekleştir. Bakın sperminlerin yumurtayı döllediği yer yumurta kanalı. Doğru. Zigotun mitoz bölünme geçirmesi sonucu oluşan her bir hücreye blastomer denir. Yani şuradaki hücrelerimizin ismi blastomerler olacak gençler. O yüzden bunu da doğru kabul ettim. Morula evresinde hücre farklılaşması görülmez demiş. Şimdi morula evresi dediğimiz neydi? Dut görünümü yapısıydı. Burada morula evresinde arkadaşlar hücre farklaşması görmeyeceğiz. Ne demek hücre farklılaşması? Aslında aktif genlerin oluşumu demek. Yani şuraya hemen bir morulayı şöyle bir daha bir özetleyeceğim. Şimdi gençler burada bir zigot var. Tamam mı? Zigot nedir? Döllenmiş yumurtadır. Yani sperm hücresinin artık çekirdeği girdi. Burada iki adet yani diploik bir hücre var. Bu zigot yapısı ne yapıyor? Arka arkaya mitoz geçiriyor. Tamam mı? Mitoz bölünmeler geçiriyor. Ve biz bu olaya ne diyoruz? Dedik. segmentasyon. Anlaştık mı? Anlaştık. Şimdi bu mitoz sonucu oluşan yaklaşık 16-18 tane hücre içeren morula evresine baktığımızda biz arkadaşlar yani dut görünümü olan evreye baktığımızda biz aktif genlerin henüz oluşmadığını görüyoruz. Ne demek bu? DNA'da protein üreten özel bölgeler henüz aktifleşmedi. Yani buradaki hücreler kök hücre formunda. Burada farklılaşma kelimesini hemen görür görmez şey zannetmeyin. Genetik farklılaşma ya da işte orada mayozda gördüğümüz farklılaşma gibi düşünmeyin. Burada artık segmentasyon süreci tamamlandıktan sonra gastrolasyon dediğimiz evreye geçildiğinde ne oluyormuş tekrar söylüyorum. Burada genetik farklılaşma yani endoderm, ektoderm, mezoderm gibi embriyonik tabakalar oluşmaya başlıyor ve bizim artık hücrelerimiz görev alıyor. Yani sen sinir hücresi olacaksın, sen karaciğer hücresi olacaksın, sen böbrek hücresine dönüşeceksin diye özel görevler alıyor. İşte biz buna arkadaşlar farklılaşma diyoruz ama unutmayın genetik olarak değil. Çünkü buradaki süreç tamamen neyle ilerliyor? Mitozla ilerliyor. Burada mayoz olması gibi bir durum söz konusu değil. Devam ediyorum. Morula evresinde hücre farklaşması görülmez. Doğru kabul ettim. Gastrulada embriyonik tabakalar oluşur. Biraz önce söylediğim gibi endoderm, ektoderm, mezoderm tabakaları var. Yani dış, orta ve iç tabakalar. Bu tabakalar bizim sistemlerimizi oluşturacak. İşte sinir sistemi, sindirim sistemi, dolaşım sistemi gibi dolaşım eee dahil bütün sistemlerimizi oluşturuyor. Edirne'ye bakıyorum. Blah sula evresinde genetik farklaşma demiş. Genetik farklaşmayı zaten görmeyeceğiz arkadaşlar. Çünkü genetik farklaşma dediğimiz yapı hani mutasyon olmadığı sürece. Niye olsun? Biz orada farklılaşmayı sadece eee aktif gen farklılaşması olarak kabul ederiz. O da morulada değil gastrula evresinde artık şuraya geldiğinde olması gerekiyor. Blastula evresi zaten blastomerlerin görüldüğü şu evredir. O yüzden de diyoruz ki bu evrede zaten aktif genlerin bile farklılaşması söz konusu değil. O yüzden de Edirne'yi yanlış seçeneğimiz olarak kabul etmiş oluyoruz gençler. Demek ki neymiş? Embriyonik gelişim sürecinde de arkadaşlar zigotun oluşması var. segmentasyon, ondan sonra gastrolasyon ve doku farklılaşması. Yani artık dokuların oluşmasıyla birlikte bu süreç tamamlanıyor. Nerede başladı? Fallo pütpünde. Nerede bitti? Uterusta bitti arkadaşlar. Yani artık bebek burada hazırlanacak. Plesenta la birlikte oradan beslenecek. Plasenta da aslında bebeği besleyen bir yapıdır gençler. Ve burada göbek bağı dediğimiz göbek kordonuyla beslenir bebek. Burada aslında üç tane damar vardır. Hazır aklıma gelmişken söyleyeyim. İki tanesi arkadaşlar e ne olacak? İki tanesi atar damar, bir tanesi damar. damar şudur. Bebeğe göre isimlendiriliyor. Embrioya göre isimlendiriliyor. Bebeğe kanı toplayan damardır. Anneden bebeğe geldiği için olmasına rağmen tıpkı akciğerde olduğu gibi aslında ne yapıyor? Temiz kanı getirip topluyor bebeğe. Bebekte de çok fazla metabolik faaliyet. Sonuçta bir sürü mitoz geçiriyor. Hızlı bir büyüme var. Bir sürü metabolik faaliyet sonucu biriken oradaki atıkları uzaklaştırabilsin diye bebekten anneye giden iki tane atar damar var. Bu atardamarda bebekteki kirli kanı aslında anneye atmış oluyor. Böylelikle plasente yani anne aracılığıyla bebek ne yapıyor? Kan alışverişini ve beslenmesini tamamlamış oluyor. Hazır aklıma gelmişken bunu da size hatırlatmak istedim. Ve böylelikle gençler insan fizyolojisini yani aslında ilk ünitemizi tamamlamış olduk. Bakmayın bunun böyle bir tane ünite gibi göründüğüne. Gördüğünüz gibi neredeyse kampın yarıdan fazlasını bu alacaktır. Çünkü AYT'nin %70'i zaten sistemler demektir. Buradan en az 67 tane soru beklediğimiz için enerjimizin en çok kısmını hatta yarı yarıya buraya ayırmış olduk. Şimdi nereye geliyoruz? 11. sınıfın son konusuna arkadaşlar. Ne diyeceğiz? Komünite ve popülasyon ekolojisi diyeceğiz. Buradan da güzel sorular çözeceğiz ve ardından hemen nereye atlayacağız? 12. sınıf AYT'sine. Hazır mıyız? Bence hazırız. Haydi başlayalım. Şimdi gençler çıkmış sorulara baktığınızda bir şey fark edeceksiniz ama ben size hemen burada söyleyeceğim. Normalde biz AYT konularında eee komünite ve popülasyon ekolojisinin böyle bu kadar da çok önemli olmadığını sanki çok fazla soru gelmediğini düşünüyormuşsunuz gibi bir şey seziyorum. Ama size ilginç bir şey söyleyeceğim. AYT'de arkadaşlar her sene en az bir hatta genellikle ve çoğunlukla iki tane soru buradan geliyor. ÖSYM burayı çok sever. Çünkü hem günlük hayatta bağlantı kuruyoruz hem de aslında AYT konuları arasında çalıştığınız anda yapabileceğiniz böyle çok basit konuların olduğu tatlı bir ünite. O yüzden buradan iki tane soru bekliyoruz. Dikkatle dinliyorsunuz. Sakın önemsiz bir konuymuş gibi düşünmeyin arkadaşlar. Dediğim gibi çıkmış sorulara baktığınızda zaten ne demek istediğimi hemen anlayacaksınız. Evet. sistemler garanti ama bu konuda kesinlikle garanti konularımızdan bir tanesi. Şimdi 10 tane soruyla gelin burayı bir tekrar edelim. Aşağıda bir aslan popülasyonunun görseli verilmiştir. Popülasyonlar ile ilgili olarak diyor aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? Bu konunun olmazsa olmazları kavram öğrenmektir arkadaşlar. Popülasyon ne demek, komünite ne demek, işte ekolojik niş ne demek? Bunların hepsini bilmemiz gerekiyor. O yüzden sorular üzerinde ilk bunu hatırlatmak istedim. Popülasyon ne demek? tek türe ait canlıların oluşturduğu topluluktur. Tek bir tür görmemiz gerekiyor. Belirli bir bölgede yaşarlar. Yani coğrafi olarak orayı belirtmeniz gerekiyor. Farklı üreme şekillerine sahiptir demiş. Şimdi tek türse niye farklı üreme çeşidi olsun? Bu bir kalsın. Kromozom sayıları aynıdır. Çünkü sağlıklı bireylerin de zaten ne diyeceğiz? Kromozom sayıları aynı türde aynı oluyor arkadaşlar. Aynı beslenme şekline sahiptir. Çünkü türler ne yapacak? Aynı şekilde beslenecek. Ama üreme şekilleri birbirinden farklı diyemeyiz. üreme şekilleri de eşeyli ya da eşeysi olmak üzere aynı türde aynı şekilde devam eder. Hocam peki şu grafik sorularını nasıl yapacağız? Sbiyotik ilişkilerle alakalı özellikle aşağıda diyor marul ve tırtıl canlıların arasındaki beslenme ilişkisini gösteren grafik nasıl verilmesi gerekir diye sormuş. Şimdi marul ve tırtıl canlarına baktığımızda tabii ki burada bir avcı ilişkisi görüyoruz değil mi? Nasıl olması gerekiyor gençler? Bakın çok spesifik bir grafik vardır. Bunu bilmenizi bekliyorlar. O yüzden zaten bu soruyu seçtim. Av avcı grafiği dediği anda şu birbiriyle iç içe geçmiş dalgalı grafiği seçmeniz gerekiyor. Çünkü burada ne olacak? Tamamen artan ve azalan seçemezsiniz. Yani şurada olduğu gibi ya da şurada olduğu gibi böyle seçemezsiniz arkadaşlar. Çünkü avcıda avın bitmesi avcıyı da etkiler. Çünkü niye? Besin azaldığında orada bireyler arasında rekabet başlar. Bu rekabete bağlı olarak bu sefer avcının sayısı artar. Bunu fırsat bilen al sayısı ne olacak? Artmaya başlayacak. O yüzden iç içe geçmiş şu dalgalanma grafiğini mutlaka bilmeniz gerekiyor. Av avcı grafiği dendiği anda hemen bu grafiği şıklardan seçeceksiniz. Örneklerden bir tanesi de marul ve tırtır için gayet uygundu. Yukarıda verilen simbiyotik ilişkilerden simbiyoz yaşam ne demek? Birlikte yaşam demektir. Simbiyotik ilişkilerden en az bir canlı yarar sağlamaktadır diye sormuş. Mutualizm mutlu yaşamdan aklınıza gelsin. İki tarafın da çıkar sağladığı birliktelik demektir. Komersalizmde bir taraf çıkar sağlar ama diğer taraf nötrdür. Umrunda bile olmaz. Parazitlikte bir taraf çıkar sağlarken karşıdakine zarar verir. Amensalizmde bir taraf zarar görüyordur ama karşı tarafın bundan çok da bir eee faydalanma ya da zarar görme gibi bir durumu yoktur. O yüzden en az bir canlı yarar sağlar dediği için ilk üçünü seçmemiz gerekiyor arkadaşlar. Cevabımız Ceyhan olarak geliyor. Bunlar da bizim için önemliydi. Simbiyotik yaşamları şöyle bir tekrar etmiş olduk. Aşağıda verilenlerden hangisi tam parazit bitkilerde görülürken yarı parazit bitkilerde görülmez? Bu soruyu şundan dolayı koydum. Biz bitkileri üretici canlı canlılar olarak biliyoruz tabii ki ototrof canlılar diye ama aslında bitkilerde parazitlik durumu da var. Yarı parazit ya da tam parazit diye ayrılıyorlar. Bunun sebebine gelin birlikte bakalım. İnorganik maddelerden organik madde sentezi. Bu ne demek? Besin üretimi. Gençler burada tam parazit bitkiler besin üretimi yapmaz. Yani fotosentez yapmaz. Hazır besinini alır. Yarı parazitlerde ise fotosentez görüyoruz. O yüzden tam parazit bitkilerde görülürken yarı parazitte görülmez dediği için Adana'yı eledim. Çünkü yarı parazit bitki bunu yapabiliyor. Su ve mineral ihtiyacını konaktan karşılama demiş. Su ve mineral ihtiyacını yarı parazitler konaktan karşılıyor. Tam parazitler bütün besini hazır alıyor gençler. Karbondioksit özümlemesi yapamama demiş. Dikkat edin burada karbondioksit özümlemesi yapamama ne demek aslında? Fotosentez yapamayan diyor. Fotosentez yapamayan yarı parazit değil tam parazittir. O yüzden yarı parazit bitkilerde görülmez ama tam parazitte gördüğümüz bir şeydir bu. Cevabımız Ceyhan olacak. Kök sistemleri olmadığı için MH bulundurma diyor. MH yapısının da arkadaşlar biz aslında su ve minerallerin alınmasında görev aldığını biliyoruz. Aminoasitlerden protein sentezler zaten canlı olduğu için nihayetinde ikisi de ortak olarak gördüğümüz bir şey. Ama aradaki fark şudur. Unutmayın tam parazitler karbondioksit ödümlemesi yapamaz. yarı parazitler yapabilir. Yani yarı parazitler fotosentezini yapıyor ama su ve mineralini konaktan alırken tam parazitler direkt olarak besinin kendisini alıyor. Sıradaki soruda demiş ki canlılardaki ekolojik nişlerle ilgili hangileri doğrudur? Şu çok önemli bir kavram. O yüzden özellikle çözmek istedim. Ekolojik niş ne demek biliyor musunuz? N'yi silin? Ekolojik iş. Yani bir cananın aslında doğada, doğada madde döngüsünde ne yaptığı, neler yaptığı bizim için ekolojik niştir. Bir canlının faaliyetlerinin tamamıdır diyebiliriz. Ekolojik nişleri aynı olan canlılar rekabet eder demiş. Burada ekolojik nişleri aynı olan canlılar arasında biz ne göreceğiz? Tabii ki burada görev ve rekabet de olabilir. Çünkü burada doğadaki döngülerinin aynı olduğunu söylüyoruz. Farklı tür bireylerin ekolojik nişleri aynı olabilir demiş. farklı türden ama aynı görev için çalışan canlıları da tabii ki görmemiz mümkün arkadaşlar. İlla aynı tür olacak diye bir şey yok. O yüzden hangisi doğrudur dediği için 1 2 3 Edirne'yi seçiyoruz. Bu sorumuzda doğru cevabımız Edirne oluyor. Sıradaki soruya bakıyoruz. Süksesyon kavramını bir tekrar edelim. Çünkü burada birincil ve ikincil süksesyon diye ayrılıyor. Aradaki farkı bir tekrar etmek istiyorum. Ekosistemde baskın türlerin zamanla değişmesine süksesyon denir. Süksesyon aslında sıralı değişim demektir. Süksesyonla ilgili olarak diyor hangileri doğrudur? Kromozom sayısı fazla olan türlerin baskın türü olma şansı daha fazladır. Kromozom sayısının biz böyle bir özellik belirtmediğini gayet iyi biliyoruz. Bununla hiçbir alakası yok arkadaşlar. Daha önce üzerinde zaten kromozom sesi gelişmişliği falan da belirlemez biliyorsunuz. Daha önce üzerinde canlı bulunmayan bir ortama canlıların yerleşmeye başlaması birincil süksesyondur. Çünkü sıfırdan toprak oluşumuyla başlar. Eğer sıralı değişimde toprak oluşumu veriyor ve sıfırdan bir canlı değişimi yani aslında bir süksesyon olayı görüyorsak bu birincildir. Ama zaten orada bir eee komünite vardı ama işte bir doğal afet oldu diyelim. yangın, sel ya da işte toprak kayması gibi olaylar olduğunda toprak var ama hani bu canlılar yeniden oluşuyor gibi bir şey görüyorsak o ikinci süksesyon olarak geçiyor. Doğru. Süksesyon sürecinde son aşama klimaks denen kararlı bir komünitedir. Yani artık bundan sonra mesela buradaki ağacın dönüşeceği bir şey yok. Bu tür tamam. Bu tür artık kalmaya devam ediyor. Biz buna denge hali yani klimaks diyoruz. O yüzden bu da doğru. Soruda bize doğru olanları sorduğu için gençler 2 ve 3 Denizli olarak buluyoruz bu sorumuzun da cevabını. Şimdi olmazsa olmaz kavramlarımızdan bir tanesiyle arkadaşlar çok güzel bir soru tekrar edeceğiz ve onu hatırlayacağız. Kimden bahsediyorum? Tabii ki iki tane ekosistemin burada kesişimini gördüğünüz anda hemen aklınıza gelmiştir. Ekotondan bahsediyorum gençler. İki farklı ekosistemin kesiştiği şu bölgeye, kesişim bölgesine biz ekoton diyoruz. Ekotom bölgeleri ile ilgili burada x demiş. Hangileri doğrudur? Birey sayısı fazladır diyor. Hayır. Çünkü ekotom bölgesi aslında alan olarak dar bir bölgedir. Fakat burada birey sayısı değil ne fazla olması gerekiyor? Tür çeşitliliği. Çünkü hem A ekosisteminden hem de B ekosisteminden bireyler taşıyacak. O yüzden birey sayısı değil tür çeşitliliği fazladır diyoruz. Doğal olarak da burada madde döngüleri hızlı olabilir. Çünkü türler fazla olduğu için, daha doğrusu tür çeşitliliği fazla olduğu için burada madde döngüsünde hızlı olma durumu söz konusu olabiliyor gençler. Bunu da yorumlarda ekleyebiliyoruz. Doğal olarak bize doğru olanı sorduğu için cevabımızı 2 3 Denizli olarak hemen bulmuş olduk. Ekoton önemli bir kavramdı unutmayın. İki farklı ekosistem arasındaki geçiş bölgesidir. Birey sayısı azdır ama tür çeşitliliği fazladır. Bu yüzden de madde döngüleri hızlı olabilir diyoruz. çıkmış sorulardan bir tanesi hatırlarsınız kral penguen sorusu. Gençler burada biz popülasyonlarda şöyle bir şey görüyoruz. Doğada popülasyonlar farklı şekilde dağılım gösterebiliyor. Tek düze dağılım, kümeli dağılım ya da rastgele dağılım gibi. Tahmin ettiğiniz gibi kümeli dağım biraz daha avantaj kazandırmış oluyor. Çünkü sürüler halinde geziyoruz. Doğada tek düze çok fazla karşılaştığımız bir şey değildir. Rastgele dağılımı da yine özellikle bitkilerde görüyoruz. Demiş ki bu dağılımlarla ilgili hangileri doğrudur? Kümeli dağılım doğada popülasyonlar arasında en çok görülen dağılım tipidir demiş. Tek düze dağılımda bireyler birbirleriyle doğrudan etkileşim içerisindedir. Rastgele dağılımda bireyler arasında etkileşim en az düzeydedir diye söylemiş. Şimdi kümeli dağılıma dediğim gibi avantaj sağladığı için doğuda biz canlılar arasında en fazla gördüğümüz dağılım tipidir diyoruz. Burada tek düze dağılımda ne var? Canlılar birbirleriyle doğrudan etkileşim içerisinde olabilir. Çünkü gördüğünüz gibi bir düzenli bir dağılım var. Rastgele dağılımda ise etkileşim en az düzeydedir. Adı üstünde bir rastgelelik söz konusu. Çünkü burada birbirleriyle etkileşim kurmalarında o kadar da gerek olmayan örneğin bitkiler arasında gördüğümüz bir yapıdır gençler. O yüzden cevabımız Edirne 1 2 3 olarak geldi. Şimdi çok sevdiğim soru tiplerinden bir tanesi popülasyonlarda görülen dağılım tipleri gençler. Şimdi biz doğada tip 1, tip 2, tip 3 dağılımı dediğimiz üç farklı dağılım görüyoruz. Bunlar ne demek biliyor musunuz? Aslında bireylerin eee yaşa bağlı olarak hayatta kalan canlı sayısını gösteren grafiklerdir. Şimdi bizim gibi canlılarda memelilerde ölüm oranının yaşlı bireylerde daha çok olmasına alışkınız. Bu bize normal geliyor. Ama doğada her canlı tipinde, her popülasyonda öyle değil. Bazı canlılarda örneğin kuşlarda bu oran sabitken bazı canlılarda mesela omurgasızlarda genellikle arkadaşlar ya da bitkilerde de görebiliriz bunu tohumlarda genellikle genç bireyler arasında ölüm oranı daha yüksek oluyor. Çünkü onların hayatta kalma olasılığı daha az oluyor. Özellikle yavru bakımının olmamasıyla da alakalı olabiliyor. Demiş ki bu eğrilerle ilgili hangisi söylenebilir? Tip 1 yaşam eğrisini gösteren canlılar ergin dönemlerde yüksek hayatta kalma oranına sahip popülasyonlardır diyor. Evet bakın burada ergin bireylerde yani genç bireylerde hayatta kalma oranı yüksektir. Tipik yaşam eğrisinde doğum ve ölüm oranı sabittir. O yüzden yaşa bağlı olarak biz bu oranda bir sabitlik görüyoruz. Değişmediğini gözlemleyebiliyoruz. Tıp 3 yaşam eğrisine sahip canlılarda çok sayıda yavrulama görülür ve yavru bakımı genellikle yoktur. Çünkü bunlar çok sayıda yavrular ki yavrular dediğim gibi hani bakım olmadığından dolayı zaten birçoğu ölecek, hayatta kalmayacak. O yüzden de çok fazla yavrulama görülür tohumlu bitkilerde ya da omurgasızlarda gördüğümüz bir eee aslında yaşam eğrisidir. O yüzden gençler söylenebilir dediği için de üç şıkkımızı da kabul ediyoruz. Üç öncülüğümüz de gayet doğru ifadelerle bize bunları özetlemiş. Geldik şimdi 109. sorumuza. Grafiğe göre aşağıdakilerden hangisi söylenemez diyor. Ne grafiğiymiş bu? Toros dağlarında bulunan bir geyik popülasyonunun çeşitli zaman aralıklarında birey sayısında meydana gelen değişimleri gösteren grafik verilmiştir. Bakalım şimdi 0 T1 zaman aralığında popülasyon büyümektedir. Bakıyorum. Evet. Popülasyonda birey sayısının artışını görüyorum. Popülasyon büyür. Çünkü doğum artı içe göçler arkadaşlar, eee, ölüm artı dışa göçlerden fazlaysa popülasyon büyüyor demektir. T1, T2 zaman aralığında doğum olayı gerçekleşmemektedir demiş. Bakıyorum. Evet, gerçekleşmemektedir diyor. Burada birey sayısında sabitlik görüyorum. Bu sabitlik doğumun olmadığının kanıtı değildir. Doğum olur arkadaşlar ama doğum ölüm eşit olduğunda popülasyon bu şekilde dengede olur diyoruz. O yüzden burada doğum olayı gerçekleşmemektedir diye bir ifade söylemememiz gerekiyordu. T1i çünkü dengeyle birey sayısı birbirinden farklı şeyler olacak. T2 T3 zaman aralığında büyüme hızı negatiftir demiş. T2 T3'e bakarsanız birey sayısında azalış görüyorum. O yüzden büyüme negatif yönde ilerler. T3 T4 zaman aralığında çevre direnci azalmıştır. Çevre direnci kavramı önemli. Çevre direnci olumsuz bir şeydir. Yani adasında çevrenin bizim üzerimizde popülasyon üzerindeki direncidir. Mesela sıcaklığın aşırı artışı, besinin azalması, rekabetin artması. Bunların hepsi aslında çevre direncine girebiliyor. Bizim üzerimizde olumsuz etkisi olan bir şey demek. T3 T4'te çevre direnci azaldıysa o zaman birey sayısında yeniden bir artış görmem gerekir ki tam da onu görüyorum. T3 T4 zaman aralığında popülasyonlarda tür içi rekabet artmış olabilir diyor. Bakıyorum T3 T4 zaman aralığında arkadaşlar artmış olabilir. Çünkü burada birey sayısı artıyor. Birey sayısının artmasıyla birlikte besin için rekabet başlıyor olabilir. Bize olabilir dediği için bunu da kabul ediyoruz. O yüzden bu sorumuzun cevabını da Bursa olarak bulduk gençler. Çevre direncini tekrar etmemiz iyi oldu bu soruda. Ve böylelikle ne yapmış olduk gençler? komünite ve popülasyon ekolojisinde aslında şöyle bir kavramları da görmüş olduk ve bizim için nereler eksik, nereleri unutmuşuz bence şöyle güzelce bir hatırladık ki özellikle şu grafik sorularından korktuğunuzu bildiğim için bunlardan da bol çözmeye çalıştım. Grafiklerle ilgili bir şey daha hatırlatayım. Bir J tipi vardı. Bir de ne vardı? Şöyle S tipi grafiği vardı. S harfine ve J harfine benzeyen burada popülasyon eee olanakları yüksek olan bir ortama sıfırdan giriş yapıyordur. Burada ise bir kurulum, artış eee denge ve negatif artış evresi vardır. Stif evrede. Orada biraz daha kaynaklar sınırlıdır. Unutmayın türlerde birey sayısı arttıkça tabii ki tür içi rekabet artıyor olabilir. Ne için? Besin için. İşte eee çiftleşme için ya da barınak için artıyor olabilir. Türler arası rekabet ne zaman olur? Orada ise artık çiftleşme için rekabete gerek yoktur. Ya besin için ya da barınak için rekabet ediyorlardır diyebiliriz gençler. Böylelikle ne yaptık aslında? 11. sınıfı tamamlamış olduk. İnsan fizyolojisi ve popülasyon bitmiştir gençler. Şimdi AYT'nin 12. sınıf kısmına geliyoruz gençler. Şimdi 12. sınıf biyolojide bizi ilk karşılayan ünite tabii ki genden proteine ünitesi olacak. Ne demek bu? Aslında protein sentezi mekanizmasını öğrendiğimiz hücrelerdeki bilginin nasıl aktarıldığını, bilgi akışını yani santral dogmayı öğrendiğimiz bir konu olacak. Hemen ardından da biyoteknoloji geliyor. Tabii ki orayı da tekrar etmenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Çünkü biyoteknolojiyi sakın önemsiz bir konu zannetmeyin. Oradan da arkadaşlar güncel sorular geliyor benden söylemesi. Şimdi ilk sorumuzla başlayalım ve bu ünitede neler bilmemiz gerekiyordu? Gelin birlikte hatırlayalım. DNA replikasyonu mekanizması ve görevli enzimlerle ilgili açıklamaların hangileri hatalıdır diye sormuş. Bakın DNA replikasyonu ne demek? DNA'nın kendini eşlemesi demek. Hücre bölüneceği zaman hazırlık aşamasında gördüğümüz bir süreç. Helika enzimi yeni sentezlenecek zincire uygun nükleotitleri ekler demiş. Şimdi helika neydi gençler? Hemen şurada ona tik koydum ama doğru olduğu için değil aslında yanlış olduğu için koydum onu. Şurada hemen bir özetleyeyim size arkadaşlar. Helika nasıl kodlayın kafanızda biliyor musunuz? Pelik makastır. Makas enzimidir. Yani bizim şu şekilde sarmal duran DNAızın aslında şu çift sarmal yapısını açıp bir fermuar açar gibi zincirleri birbirinden ayıran yani karşılıklı zayıf hidrojen bağlarını koparan adeninle timin, guaninle sitozin arasındaki bağları koparan enzimiz helikaz enzimidir. Ben bunu makas enzimi diye kodluyorum. zayıf hidrojen bağlarını kopararak zincirleri açıyor. Ardından gelen ardından gelecek olan DNA polimeraz enzim ise poliçok demektir aklınıza buradan gelsin. DNA'yı çoğaltan demek istiyor. Yani şu eski zincirlerin karşısına yeni uygun nükleotitleri getirerek aslında yeni zincirleri oluşturan, yeni nükleotitleri ekleyen enzimdir. DNA polimeraz. Poliçok demek aklınıza buradan geliyor. Yeni nükleotitleri getirecek ve yeniden zayıf hidrojen bağlarını kuracak. Hatta bu polimeraz adeninleini, guaninle sitozini eşlerken bir de işi bittikten sonra geriye dönüp hatalarını kontrol ediyor ve mutasyonları %99 oranında düzeltiyor. Arkadaşlar son enzimiz kim? Son enzimiz de DNA ligaz olacak. Bu da yapıştırıcı enzimdir. Şu makastı ya bu da yapıştırıcı. Tam tersi bu sefer ne yapıyor? Biliyor musunuz? Bu zincirlerden bir tanesi kesik kesik yani o kızdaki fragmentleri oluşturarak eşlendiği için o kızdaki fragmentlerini hem tamamlıyor hem de altlı üstlü nükleotitleri fosfodiyester bağı kurarak tekrardan DNA'nın sarmal hale gelmesini sağlıyor. Yani iki zinciri birbirine yapıştırıyor gibi düşünebiliriz gençler. aslında zincirlerindeki nükleotitleri altlı üstü bağlıyor. Karşılıklı bağlayan polimerazdır. Çünkü o ZHB yani zayıf hidrojen bağlarını kuruyor. Bu şekilde ben size enzimleri özetledim. Şimdi soruma geri dönüyorum. Helika enzimi yeni sentezlenecek zincire uygun nükleotitleri eklemez. Uygun nükleotitleri ekleyen DNA polimerazdır. Helika makas enzimidir. Yanlış. Prokaryotlarda tek bir replikasyon orijini varken ökaryotlarda birden fazladır. Çünkü biz ökaryotların daha karmaşık bir gen sistemi olduğu için hücre diyor ki siz tek bir noktadan başlayıp DNA'yı fermuar gibi açmaya devam eder ve sırasıyla eşlerseniz bu iş çok uzun sürecek. Bunun yerine diyor birden fazla orijin noktası yani başlangıç noktası seçelim. Polimerazlar oraya gelsin ve aynı anda diyor kısa kısa parça parça DNA'yı çoğaltıp en son birleştirelim. Böylelikle diyor işimizi daha kısa sürede tamamlayalım. Ama prokaryotlar zaten halkasal bir DNA ve daha küçük bir gen kombinasyonuna sahip oldukları için tek bir tane orijin noktasından bağlanıp kendilerini eşliyorlar arkadaşlar. O yüzden bunu doğru kabul ettim. Ökaryotlarda DNA polimeraz çalışma hızı prokaryotlara göre daha fazladır demiş. Şimdi ökaryotlarda DNA polimerazın çalışması prokaryotlara göre daha fazla mı? Hayır. Çünkü prokaryotlarda daha fazla olması gerekiyor. O yüzden bunu yanlış olarak kabul ettim. Ligaz enzimi okazaki parçalarını birleştirir. Kesintisiz DNA zincirinin oluşumunu katalizler demiş. Burada eee okazaki fragmentlerinin oluşma sebebi şu. Burada bilim insanının e zaten isminden gelen bir şey aslında eee parçacık demek. Yani fragmentler parçacıklar demektir. Bunun sebebi şundan dolayı oluyor gençler. Şurayı hemen bir silip orayı özetlemek istiyorum. Çünkü okazaki fragmentlerinde bazen kafanız karışabiliyor. DNA eşlenirken 5 üssü ve 3 üssü dediğimiz bir sistem var. Yani DNA'nın zincirlerinin ismi var. Biz onlara artık böyle hani kalıp zincir kalıp olmayan zincir diyoruz ama 5 üssü 3 üssünü de çok iyi biliyor olmanız gerekiyor. Gösteriyorum şimdi. DNA'nın zincirlerinden bir tanesi 3 üssünden 5 üssüne doğru gider. Karşısındaki anti paraleldir. Yani tam tersidir demek istiyor. Paralel olmayandır. O da 5 üssünden başlayıp 3 ile biter. Niye 5? Niye 3? Çok kısa bunu anlatayım. Bu şu demek aslında. DNA'nın içerisindeki nükleotit var ya deoksiribonükleotit dediğimiz DNA içerisinde bir sürü nükleotit var. Bu nükleotitler arkadaşlar burada DNA'da bulunan deoksiriboz var tabii ki karbohidrat çeşitlerinden. Deoksiribozun gençler 3 ve 5. karbon atomuna neler bağlandığına bakarak isimlendirme yapıyoruz. Eğer oradaki 3ünc karbona hidroksil bağlıysa biz oraya 3 üssü diye okuyoruz. 5 karbonuna fosfat bağlıysa da onu 5 üstü diye okuyoruz. Aslında 3 ve 5 muhabbeti buradan geliyor. Yani moleküler olarak oradaki pentoz grubuna hidroksil bağlıysa o üç kısmını 3 üssü diye okuyoruz. 3üncü karbonuna bağlandığı için 5 karbonunda fosfat varsa da onu 5 üssü diye okuyoruz ve zincirler birbirine terstir. Şimdi bizim nükleotitleri eşleyen DNA polimerazımız var ya DNA polimeraz. Bu biraz nazlı arkadaşlar. Tamam ben buna nazlı gelin diyorum. Bu iş yaparken diyor ki ben DNA'nın her zincirine her şeyi ekleyemem. Kusura bakmayın diyor. Ben moleküler olarak sadece diyor 3 üssü ucuna bir şeyler ekleyebilirim. Bu da nereden aklınıza gelsin? Poli 3 ve üzeri demektir. Buradan kodlayabilirsiniz. 3 üssü ile başlayan zinciri diyor kesintisiz bir şekilde eşlerim. O yüzden şu zincirlerden 3 ile başlayanı sırayla şöyle güzelce eşliyor. Ama yeni eşlenen her zaman ne oluyor? antiparalel olacağı için 5'ten 3'e gitmiş oluyor. Sonra Deyna diyor ki, "Tamam" diyor, "sen hani üçüsünü eşledin de bu ne olacak? Bunu diyor, tersten eşlerim. Çünkü onun üçü aşağıda. Bakın bunu diyor tersten parça parça şöyle eşlerim diyor. İşte bunu bulan bilim insanının soyismi olan okazaki oradan geliyor. Daha sonra bu parça parça eşlendikten sonra biz bu parçaların her birine arkadaşlar o kazaki fragmentleri yani o kazaki parçacıkları diyoruz. En son işte ligaz geliyor. Ligaz şunu yapıyor. Bu Nazlı gelinin bıraktığı yarım işi tamamlıyor. Arada şurada boşluklar bulunan yani nükleotitler arasında boşluk bulunan bölgelere fosfodiasester bağını kurarak aslında şu kesintili olanı kesintisiz dümdüz bir zincir haline getiriyor ve DNA artık nihayet iki tane sarmal şu şekilde çift zincirli sayısını iki katına çıkarmış bir şekilde bu süreci tamamlıyor. İşte gençler burada parçacık muhabbeti buradan geliyor. Ligaz enzimi o kazdaki parçacıklarını birleştiriyor. Araya fosfodiester bağı kurarak. Bize yanlış olanı sorduğu için cevabımız 1 ve 3 Denizli olarak geliyor. Tek bir soruda da bütün enzimlerimizi tekrar etmiş olduk. Şimdi geldik şu hesaplama soruları. Nasıl yapılacak? İşaretli azot muhabbeti nedir? Onu anlatayım. Melez bir bakteri DNA'sının ağır azotlu ortamda iki kez eşlenmesi sonucu oluşan DNA'larda hafif zincirlerin ağır zincirlere oranı nasıl hesaplanıyordu? Şimdi gençler bizim DNA'mız iki zincirli. Bu DNA'nın içerisinde ne var? Azot var. Nereden bildin hocam? Çünkü DNA polinükleotit yapıdadır ve bir nükleotitin içerisinde bir fosfat grubu, bir 5 karbonlu pentoz grubu DNA olduğu için deoksiriboz diyebilirim. RNA olsaydı riboz derdim ve bir de azotlu organik baz vardır. Bak adı üstünde diyor ki azotlu. Bende azot var. Doğal olarak bilim insanları DNA kendini eşlerken nasıl eşliyor diye bunu anlama sürecini test ederken, deney yaparken şuradaki azotu alıp işaretliyorlar. Bu bir deney yöntemidir arkadaşlar. Yani yöntemlerden bir tanesidir. Ne işe yarıyor bu materyal metot yöntemi? Azotun kütle numarasının normal atom numarasının pardon biz 14 olduğunu biliyoruz. Bu 14'ü bilim insanları laboratuvar ortamında değiştiriyor. Mesela 15 yapıyor. Bu ağır ozot işaretli artık olduğu için biz hücrede ya da vücutta nerelere gittiğini takip ederek o molekülün aslında ne yaptığını izlediği yolu görmüş oluyoruz. Bu yöntemlerden bir tanesi işte. Şimdi DNA kendini eşlerken yarı korunumlu eşler. Bu ne demek? ata zincirlerini hiçbir zaman kaybetmez. Bu ata zincirlerini yeni oluşan zincirlere mutlaka ekler. Yeni oluşan zincirler de şöyle ata zincirler bakın her zaman korunur. Yani bu ata zincirlerin korunmasını kanıtlayan deney de bu eşleme deneyleridir. Burada ne yapıyor biliyor musunuz? Bilim insanları L14 olduğu için buna normal diyor. Şu oynadıkları atom numarasını artırdıklarına da N15 diyorlar. Buna da arkadaşlar ağır azotlu DNA diyor. Hani daha ağır olduğu için. Şimdi ü tane olasılık var. diyor ki senin DNA'nın iki zinciri de eğer 14 14 ise bu normal azotlu bir DNA'dır. Eğer diyor biri 14 biri 15 ise karışık olduğu için melezdir. Eğer iki zincirde de ağır azotlu DNA görüyorsan diyor ağır o azot varsa biz buna ağır azotlu DNA diyoruz ve diyor bunu bir sentrifüş tübüyile çevirdiğinde moleküler ağırlığına göre ayırırsan tabii ki ağır olan dipte olacak. Melezortada hafif yani normal olan da üstte kalacak diyor. Şimdi sorularına geliyorum. Bunun soruları nasıl çözülüyor onu gösteriyorum. Melezteri DNA'sı. Önce elimdeki ana DNA'yı söylüyorum. Melezmiş. Melez olduğu için zincirimin biri 14 biri de 15'miş gençler. Tamam mı? Şöyle yazdım. Diyor ki bana ağır azotlu ortamda iki kez eşlemeni istiyorum diyor. Çarpı iki kere neyle işleyecekmişim? El 15'le. O zaman önce DNAı fermuar gibi açıyorum. 14 15 açtım. Şu şekilde. Şimdi yeni zincirleri ekleyeceğim. Benden eklememi istediği zincirler 15. Yani ağır. Karşısına 15'leri şöyle eşledim. Bakın şimdi ne oldu? Bu birinci eşlemeydi. Dikkat edin. Şuradaki 14 15 olduğu için melez oldu gençler. Şuradaki de 15 olduğu için ağır oldu. Yani %50 melez ağır. Şimdi 2inci eşlemeyi yapacağım. 2inci eşleme nasıl yapılır? Şöyle yine ata zincirlerimi açıyorum. Çok basit. Bakın ata zincirler açıldığında ne vardı şurada benim elimde? Bir 14 bir de 15. Şurada ikisi de 15'ti. Şimdi yeni zincirlerimi ekliyorum. Yine 15 ekleyeceğim çünkü iki kere eşle demişti 15'le. Şuraya 15'leri ekledim. Hemen altına yazacağım. daha rahat görün diye. 14 15 olduğu için melez 15 olduğu için ağır oldu. 15 15 olduğu için ağır oldu. 15 15 olduğu için ağır oldu. %75 oranında ağır olurken %25 oranında melez. Soru bana ne diyordu? Oluşan DNA'larda hafif zincirlerin ağır zincirlere oranı. DNA demiyor, zincir diyor. Dikkat edin. Burada 4 tane DNA vardır. Çünkü iki kere eşlediniz arkadaşlar. Bakın 2 üzeri 2'den 4 tane DNA vardır. Her bir DNA iki zincirden oluştuğu için 8 zinciriniz vardır. 2 4 6 8 tane zincirden hangisi hafif arkadaşlar? Bir tanesi geriye kalan 7 tanesi 15 yani ağır. O yüzden diyorum ki 1/7 oranında gelir. Bir tanesi hafif 7 tanesi ise ağır ozotludur. Buradan arkadaşlar %75'e %25 oranı gelir. Demek ki bu tarz sorularda ne yapıyoruz? Ata zinciri daima koruyoruz. Buna da zaten semikonservatif eşleme yani DNA'nın kendini yarı korunumla eşlemesidir diyoruz. DNA hücresini bölerken bir şartı vardır. Mutlaka ata zincirler korunacak ve o ata zincirler yeni hücrelere aktarılacak. İşte bilim insanlarının DNA'nın kendini yarı korunumlu eşlediğini kanıtlayan deneylerden bir tanesi budur. Bu tarz sorular da böyle çözülür. Peki bizden sentrif tübünde göstermemizi isteselerdi ne yapardık? %75 oranında ağır olduğu için şuraya büyük bir %75 oranında dibe çökmüş DNA. %25 ise melez olacağı için ortada bunun arkadaşlar şöyle 1/üçte'i kadar melez çizerdik. Hafif olmadığı için orayı hiç çizmezdik. O yüzden santrifüş tübünde gösterimi de sorularda gelebileceği için benden size bir hatırlatma olsun. Gelelim şimdi şu hesaplama soruları ile ilgili nasıl yorum yapmamız gerekiyor onlarla ilgili de bir soru çözelim. Bir DNA molekülünde toplam pür sayısı bilindiğine göre prim ve primidinler ne demekti? Bizim azotlu organik bazlarımızdan arkadaşlar kimler var? Adenin, timin, guanin, tozin ve urasil. Yani 5 tane azotlu organik bazım var. Bunlardan DNA ve RNA'da ortak olanlar adenin, guanin, sitozindir. DNA ve RNA için spesifik olanlar urasil sadece RNA'dadır. Dikkat edin sınavlarda eşleme esnasında acele edip bunu karıştırabiliyorsunuz. Sakın ha dikkat. DNA ise sadece timini içerir. Burada arkadaşlar diyoruz ki DNA'nın elemanları olduğu zaman mesela DNA'nın adenini, guanin sitozini olursa o zaman yanına alacağı şeker deoksiriboz şekeri olması gerekiyor. Eğer RNA için okunacak olursa adenin guanistoz o zaman ise riboz şekerini alması gerekiyor. Bunlarda 2 olasılık olduğu için 3 x 2'den 6 tane + 1 2 olasılık da buradan gelir. Aslında toplamda gençler 8iz çeşit ne diyoruz? Nükleotit vardır diyoruz. Tamam mı? Azotlu organik baz farklı bir şey. Nükleotit farklı bir şeydir. Nükleotit dediğinizde şeker de devreye girer. Anlaştık mı? Şurada 2 olasılık olduğu için 3 tane aldım. Yani 3 x 2 yaptım. Burada zaten sadece deoksiriboz, burada ise riboz gelebilir. O yüzden bunu bir hatırlatmak istedim. Şimdi pürin piramidinle eğer tek halkalıysa şu şekilde moleküler olarak biz bunlara arkadaşlar tek halkalılar yani primidinler diyoruz. Pirimidinleri tuz diye ezberleyin. Geriye kalan adeninle guanin ise primidindir. Yani şu halkaları iki tanedir. O zaman geri dönüyorum şimdi şuraya. Demiş ki ben toplam pürin sayısını biliyorum. Yani neyi biliyorum aslında ben burada? Adenin ve guanini biliyorum ama bu toplamını biliyorum. Hani kaç tanesi adenin? kaç tanesi guanin bilmiyorum. Fakat nihayetinde adenin kadar timin, guanin kadar da sitozin olacağı için aslında ben bunu şöyle çözebilirim hiç ezberlemeden. Adeninden x kadar varsa timinden de x kadar olur. Guaninden Y kadar varsa sitozinden de y kadar olur. Ben X + Y'yi biliyorsam arkadaşlar, pürini biliyorsam yani X + Y'yi doğal olarak primidini de bilirim. Çünkü DNA'nın primidini ne urasil olmayacağına göre timin artisto sitozin demek. Yani yine x + yiyor. O yüzden ne diyeceğim? Buraya baktığımda aslında ben bütün bazlarımın sayısını biliyorum. Toplam baz sayısını buldum. Doğal olarak fosfat sayımı da bulurum. Çünkü zaten toplam azotlu organik baz toplam şekere ve toplam fosfata eşittir. Her birinden birer tane olduğu için. Adenin sayısını bilemem. Oranı bilmiyorum çünkü. Pirimidin sayısını zaten bulabilirim dedim. Pürin eşittir primidin arkadaşlar. Deoksiriboz sayısında zaten toplam nükleotit ne kadarsa o kadardır diyeceğim. Hangisini bilemezmişim? Adenini bilemem. Çünkü x + y'nin toplamını biliyorum. Ama burada x'i ve y'yi tek tek bilemiyorum. Orada en alt bir tane bana ipucu verilmesi gerekiyordu. Gördüğünüz gibi hesaplama sorularında da mantık aynen buradan çıkıyor. Sadece şunu bilseniz benim için yeterli. Adenin timinleştirenir. Guanin dezinle. Doğal olarak ne kadar adenin varsa o kadar timin, ne kadar goin varsa o kadar sitozin var demektir. Hiç ezberlememize gerek yok. Şimdi diyor ki bu sorumda bir öğrenci araştırmasında organik bir molekülün yapısında eee bunlar olduğunu tespit etmiştir diyor. Bu öğrencinin araştırdığı molekül aşağıdakilerden hangisi olamaz? Adenin bazı varmış, riboz şekeri varmış, fosfat varmış. Şu ribozu gördüğüm anda tabii ki ne diyeceğim? DNA asla olamaz. MRNA, T RNA ve RRNA. Ryna elemanları arasındadır. Şu mesajı, şu taşıyıcı, şu da ribozomaldır. Hocam ATP ile alaka çok güzel bir soru. Hemen şurada söylüyorum. ATP aslında yine bir nükleotit yapılı bileşiktir. Çünkü şurada adenin bazı var. Şurada ise arkadaşlar 5 karbonlu ribozu var. Kim gibi biliyor musunuz? Şunu şöyle çizeyim. Kim gibi? Riboz taşıdığı için RNA ile ortak özelliği. Aferin size. Şurada ise gençler 3 tane fosfat grubu var. Fosfat sığmadı. Şöyle yan yana çizeceğim. Tamam mı? 3 tane fosfatı var. Zaten adenozin tri. Tri 3 demek. Tri fosfat ismi tam da buradan geliyor. ATP'nin e RNA ile ortak özelliklerinden biri şurada riboz taşıyor olmasıdır. O yüzden adenin bazı riboz şekeri ve fosfat ATP için de ortaktır. Ama DNA'daki e şeker grubu riboz asla olamaz. Deoksiriboz olması gerekiyor. O yüzden gençler 113. sorumuzun cevabını da Denizli olarak buluyoruz. Bir protein sentezinden sorumlu gende 2400 nükleotit bulunmaktadır. Buna göre diyor ifadelerin hangileri doğrudur? Bu sorulardan da korktuğun hızı bildiğim için bir tane çözmek istedim ama ne kadar basit olduğunu şimdi göreceksiniz. Alıyorum şurada. Protein sentezinden sorumlu gen de arkadaşlar eee 2400 tane nükleotit bulunuyormuş. Şuraya yazıyorum bakın. 2400 tane nükleotit var benim elimde. Şimdi bana diyor ki bu genden eee sentezlenen mnada 1200 nükleotit bulunur demiş. Şimdi burada protein sentezinde protein sentezi şifresini veren DNA çift zincirledir. O yüzden biz buraya baktığımızda aslında 1200 1200 olarak zincirlere dağıtıyoruz. Toplam ne yaptı? Zaten burası şu nükleotit sayısına eşlenmiş oldu. Ve MRNA tek bir kalıp zincirden şifre alacağı için aslında gerçekten de bu MRNA'ya baktığımızda biz 1200 tane nükleotit göreceğiz. Çünkü unutmayın DNA çift zincirlidir ama RNA tek zincirlidir diyoruz. Bu genden sentezlenen proteinde 400 amino asit bulunur demiş. Şimdi her ü nükleotit arkadaşlar bizim için bir şifre demektir. Neyin şifresi? bir amino asidin şifresi demektir. Yani aslında adenin, timin, guanin ve sitozin ya da mre için düşünecek olursak şurada timin yerine urasil düşüneceksiniz. Nihayetinde bu dörtlü harflerden her üçü bir şifre oluşturuyor. Her bir üçlü şifre de bir aminoasitin ismini ifade ediyor. Çünkü bizim doğada 20 tane aminoasitimiz var. Ama bu aminoasitlerin arkadaşlar aslında 64 tane hatta 61 tane ismi var. Tamam mı? Üç tanesi stop olduğu için nereden geliyor bu biliyor musunuz? Bunun mantığını da şöyle hemen çok kısa anlatayım size. Her bir harfe bir şifre verseydiniz elinizde dört harf var ya adenintin, guanistozin en fazla 4 tane isim verebilirdiniz ama siz 20 tane aminoasite isim vermelisiniz yetmiyor. İkili isim verdiğinizde ikili kodlama oluştuğunda ne oluyor? 16 tane yine yetmedi. Bu sefer üçlü kombinasyon yapıp aslında 64 tane şifre oluşturuyorsunuz. Fakat bu 3 tanesi, bu 64 şifreden 3 tanesi hiç kimsenin ismi değil. Biz bunlara stop kodonları diyeceğiz. Yani siz şu isimleri okuduğunuzda sınıfta öyle birisi yok. Tamam mı? Sınıfta 20 kişisiniz ama size 64 tane isim verilmiş. Hani bazı insanların iki tane 3 tane ismi oluyor ya. Ya da işte soy isminiz gibi düşünün. Sınıfta bana Zela da denilse bir bakarım. Yücel diye seslense de biri dönüp bir bakarım. Bunun gibi düşünmeniz gerekiyor. Bazen aminoasitlerin arkadaşlar ikidden fazla, 3'ten fazla ismi olabiliyor ama şu 3 tanesi kim kimseye karşılık gelmiyor. Sonuç olarak biz 3 tane nükleotit bir şifre oluşturduğu için 1200'ü ne yapmış oluyoruz aslında? 3'e bölüyoruz gençler. Doğal olarak da bizim elimizde 400 tane isim kalmış. Yani 400 tane şifre olmuş oluyor. Ama 2de bakın ne diyor? Bu genden sentezlenen protein de 400 amino asit bulunur diyor. Biz mutlaka protein sentezinde bir başlat bir de bitir kodonu yani stop kodonu görmeliyiz. Stop kodonunun da şifresinin de karşılığı bir aminoasite denk gelmez. Yani sınıfınızda olmayan bir isim sentez seslenildiğinde doğal olarak hiç kimse üstüne alınmıyor. Ya onun gibi düşünün. Öyle bir şifre var ki üç tane biz bunlara stop kodonları diyoruz. Bunlar hücrede, sitoplazmada seslenildiğinde hiçbir aminoasit üstüne alınmıyor. Doğal olarak hiçbir aminoasite gelmiyor. Biz buna işte stop kodonu diyoruz gençler. Doğal olarak evet 400 şifre var ama bir tanesi durma şifresi yani stop kodunu olacağı için aslında 400 tane değil 399 tane amino asit görev alır demesi gerekiyordu. Yanlış. 3'e bakalım. Bu protein sentezinde 399 antikodon görev alır demiş. Doğru. Şimdi biz mRNA'daki şifreleri okurken arkadaşlar kodon diyoruz. T RNA'dakini okurken de üçlü şifreleri antikodon olarak okuyoruz. Ve antikodon her zaman aminoit sayısı demektir. Çünkü zaten TRNA'lar aminoitleri sırtlayıp getirecekler. Her bir antikodonda bir aminoasiti sitoplazmadan alıp ribozoma getiriyor. O yüzden 399 tane antikodon demek 399 tane amino asit getirdim demek. Artı bir tane de stop kodunu olduğu için 400 tane şifreye tamamlıyoruz. Ne oldu? Hangileri doğru olmuş oldu gençler? 1 ve 3. Ceyhan'ı doğru kabul etmiş olduk. Stop kodumlarımızı hatırlıyor musunuz? Aug başlattır. Evrensel olarak hepimizde ortaktır arkadaşlar. Başlat kodonun olarak AUG vardır. O neredeyse ondan sonrasını saymaya başlarsınız. Çünkü protein sentezi orada başlamış demektir. Durdurma kodonlarımız ise yani stop kodonlarımız ise UAA, UAG, UG'dır. Bunları ezberebilmeniz gerekiyor. Üç tanesini gördüğünüz yerde artık sentezi orada sonlanmış demektir. Unutmayın aminoasit sayısı toplam şifre -1 demektir. Çünkü o bir tanesinin karşılığı olan amino asit yoktur. Yani antikodonla aminosit sayınız eşit olacak demektir. Şimdi muhteşem muazzör bir soruyla yine devam ediyoruz. Neyi vermiş gençler burada? Santral dogma. Protein sentezinin olmazsa olmaz soru tarzlarından bir tanesi. Dikkatle dinleyin. Diyor ki, "Numaralar ile gösterilen olaylarla ilgili hangisi yanlıştır?" Gençler santral dogma aslında bilgi aktarımı demektir. Bir hücrede bilgi şöyle aktarılır. DNA kendini eşleyebilir ki biz buna replikasyon deriz. Hücre bölünürken olur. Durduk yere olmaz. Dikkat edin. Burada 2 ile 3ile gösterdiği yer ise protein sentezidir. Protein sentezi şudur. DNA'dan şifrenin yazılması, yazılım, transkripsiyon ve yazılan şifrenin okunması yani translasyon olarak iki aşamada gerçekleşir. Şurada şifreyi alır, burada proteini sentezlersiniz. Protein sentezi arkadaşlar defalarca kez olabilir ama santral dogmada replikasyon bir kere olur ve protein sentezlenirken replikasyon olmaz. Replikasyon başka bir şey, protein sentezi başka bir şeydir. Şimdi soruma geçiyorum. Protein sentezinde 2 ve 3üncü olaylar gerçekleşir demiş. Yani transkripsiyon, translasyon gerçekleşir. Doğru. Birinci olay hücre bölünmesinden önce gerçekleşir. Çünkü hücre bölünürken replikasyon olur. İterfaz s evresinde hatırlayın. Üç olayda da ATP harcanır demiş. Çünkü buralarda ne var? Nihayetinde sentez tepkimeleri var arkadaşlar. Üç olayda da hidrojen bağları kurulur demiş. Bu bir kalsın. Üç olayda da dehidrasyon, üç olayda dehidrasyon tepkimesidir. Yani bir sentez tepkimesidir demek istiyor. Doğru. Peki üç olayda da hidrojen bağı mı kuruluyor? Hemen bir bakalım. Şurada siz DNA'yı işliyorsunuz. Yani deoksiribonükleotit tüketiyorsunuz. Burada mRNA, TRNA, RR RRNA sentezleniyor. Biz temsili olarak mRNA yazarız arkadaşlar. Doğal olarak burada ribonükleotitler tüketiyorsunuz. Bu poliptit ise aminoasitler kullanılıyordur. Yani aminoasitler arasında peptit bağı kuruluyordur. Polipeptit dediği bu. O yüzden burada peptit bağı kurulduğu için hidrojen bağını kabul etmiyorum. Cevabım Denizli olarak geliyor. Aklıma gelen birkaç tane daha özellik ekleyeceğim hemen gençler. Ökaryotlarda replikasyon ve transkripsiyon yani emri'nın yazılması. DNA neredeyse oradadır. Ökaryotla DNA çekirdekte olduğu için 1 ve 2 çekirdekte 3 ribozomda olur. Prokaryotta ise DNA sitoplazmada olduğu için 1 ve 2 sitoplazmada 3 yine ribozomda olur. Tamam mı? Burada da ökaryot ve prokaryotta hücrede gerçekleştiği yerler farklıdır. Çok güzel bilgilerden bir tanesiydi. Hatırlatmış oldum. Aşağıdaki ribozomda gerçekleşen bir olay gösterilmiştir diyor. Bu olayla ilgili hangisi yanlıştır diye sormuş gençler. Şimdi ben burada ne görüyorum? Aslında bir translasyon süreci görüyorum. Çünkü ribozomun büyük hal birimi ve küçük hal birimi var. Bunlar birbirinden bağımsız. Normalde ne zaman ki mRNA gelip yerleşirse arkadaşlar ondan sonra bu büyük ve küçük alt birim birbirine bağlanıyor. Ardından mRNA'daki şifre okunarak TR RNA'lar gelip burada amino asitleri diziyor. Peki nasıl yapıyor bunu? Aslında İngilizce baş harflerinden geliyor bu epa ismi. Burada TRNA'nın giriş yaptığı, amino asitlerini bıraktığı ve çıkış yaptığı bölge vardır. Çünkü bu tA'lar tekrar tekrar kullanılacak. TRNA'nın da şöyle bir şekli var. yonca yaprağı şeklinde. Hatırlarsınız. Bu yonca yaprağı şekline baktığımızda arkadaşlar şöyle çizeyim hatta hemen çok kısa bir şekilde çizince de hatırlayacaksınız yoncu yaprağı şeklini. Burada gençler şu bölge açık. Burada antikodon yazılıyor. Tamam mı? Antikodon ne demek? Kodonların tersiyim demek istiyor. Antiters demek. Yani mrnaaki şifreyi okuyor. Tamam mı? Diyelim ki burada adenin var. İşte guanin var. Sitozin var. Şurada da urasil olsun. Tamam mı? bunları okuyor. Üçlü üçlü. Mesela adeninin karşısına işte urasil getiriyor. Guaninin karşısında sitozin. Sitozinin karşısına da guanin getiriyor. Antikodonunu yazıyor. Bu antikodon aminoasitlerin ismi demektir. O ismi sesleniyor. Sitoplazmada kime aitse o isim hangi aminoasit çeşidi onu şöyle sırtına yüklüyor ve TR RNA'ya getiriyor. İşte bunu sırayla yapıyor. Nereye kadar? Şuradaki stop kodonuna gelene kadar. Biz bu olaya okumak yani translasyon diyoruz. Sopkodonu geldikten sonra artık amino asit getirilmiyor ama buraya amino asitler diziliyor gençler. Yani ne olmuş oluyor? Aminoasitler arasında peptit bağı kuruluyor. Soruda ne diyor? Translasyon olayı gerçekleşmektedir. Doğru. Çünkü translasyon okuma olayıdır ve ribozomda gerçekleşir. Polipeptit molekülü sentezlenir. Çünkü aminoitler arasında ne yapıyoruz? Peptit bağı kuruyoruz. Doğal olarak biz bunlara polipeptit diyoruz. Üç boyutlu yapıyı kazandıktan sonra da protein diyoruz. Artık aminoasitler arasında ester bağı kurulur demiş. yanlış amino asitler arasında kurulan peptit bağıdır. Ester yağlarda gördüğümüz bağdır. Kodonla antikodonları arasında geçici zayıf hidrojen bağı kurulur. Yani şuradaki mRNA'nın kodonlarıyla TRNA'nın antikodonları arasında bakın şurada zayıf hidrojen bağları kuruluyor ama geçici. Çünkü bu burada bunu bıraktıktan sonra terk edip gidecek sitoplazmaya yenilerini getirmek için. Olay sırasında ATP hidrolize edilir. Yani ATP harcanır demiş. Çünkü nihayetinde bakır oluyor ve bir polisentezi durumu söz konusu. O yüzden de ATP harcanır diyoruz gençler ve bu sorumuzun cevabını da Ceyhan olarak buluyoruz. Gelelim bu konuyla ilgili son bir soruyla daha hatırlamamız gerekenlere bakalım. Aşağıda protein sentezinde görevli bazı yapılar verilmiştir. Buna göre ökaryot bir hücredeki protein sentezinde verilen olayların hangisi çekirdekte gerçekleşir? TRNA'ların aminoasitleri bağlaması diyor. Aminoasitler bağlandığı yer ribozomdur. Bu çekirdekte olmaz. Ökaryotla da prokaryotla da ribozomdur. Kodon antikodon eşlenmesi dediği de zaten ne diyor? RNA ile aslında mRNA ile TRNA'nın bağ kurması. Bu da yine ribozomda oluyor gençler. Ama M RNA sentezi yani mesajcı Ryna'nın sentezi mesajı veren kişi DNA olduğu için o neredeyse oradadır. Yani çekirdektedir. O yüzden yalnızca gençler 3 yani Ceyhan'ı alıyoruz ve diyoruz ki o ökaryot da nerede oluyor? Çekirdekte oluyor. Prokaryot sorsaydı sitoplazmalı diyecektik. Çünkü onların DNA'sı nerede? Sitoplazmada dağınık halde bulunuyor gençler. Ve böylelikle ne yapmış olduk buraya kadar? Protein sentezini de tamamladık. Biyoteknolojiyi de şöyle bir okuyup güzelce hatırlamanızda fayda var gençler. Orada sorudan çok çünkü yorum tarzında karşılaşabiliriz. Okumanızda fayda var. Ama şimdi nereye geldik? En çok takıldığınız kısma geldik. Bana attığınız mesajları görüyorum. Orada birçoğunuzun, hepinizin hatta neredeyse takıldığı konulardan bir tanesi canlılık ve enerji. Yani fotosentez ve hücresel solunum. Aslında çok basit bir konu. Sadece ÖSYM şunu istiyor. İkisi arasındaki bağlantıyı fark etsin ki geçen sene de bunu sordular biliyorsunuz AYT'de. Şimdi biz tam da buralara dikkat ederek önce ayrı ayrı bir tekrar edeceğiz. Sonra ikisi arasındaki bağlantıyı göreceğiz. Hazırsanız başlayalım gençler. Canlılık ve enerji ne demek? Canlılık ve enerji şudur. Öncelikle fotosentez ve hücresel solunum adını verdiğimiz tepk tepkimeler arasında bir bağlantı kurmamız gerekiyor. Yani mantığını bir kavramanız gerekiyor. Aslında doğada bizim gezegenimizde biliyorsunuz enerji kaynağımız güneş olduğu için güneş enerjisinin nasıl dönüştüğünü, nasıl besine döndüğünü daha sonra da biz canlıların bu besinden ATP'yi nasıl oluşturduğunu açıklayan bir ünite. O yüzden bu üniteyi her soru çözüşümüzde ya da tekrar edişimizde şunu unutmamamız gerekiyor. Ben şu an bir enerji dönüşümü olayını anlamaya çalışıyorum. Yani fotosentezle hücresel solunum arasında bağlantı kuruyorum dememiz gerekiyor. Sorumuzla başlıyorum. Sorular üzerinden konuyu hem tekrar edeceğiz hem de ben size mantığını anlatacağım bu işin. Aşağıda çeşitli canlılarda görülen metabolik faaliyet verilmiştir diyor. Bakalım bu metabolik faaliyette neyi anlatıyor. Karbondioksitle su birleşmiş arkadaşlar. Kimyasal enerji devreye girmiş ve besin üretilmiş. Bu metabolik faaliyeti gerçekleştiren canlıda aşağıdakilerden hangisi gerçekleşmez? Kimyasal enerjiyi gördüğüm anda hemen diyorum ki burada bir aslında besin üretimini anlatıyor. Yani bir sentez söz konusu. Ama bunun iki yolu var. Işık kullanırsa fotosentez, kimyasal enerji kullanırsa kemosentez gerçekleşir arkadaşlar. Fotosentez unutmayın. Enerji kaynağı ışıktır. Burada ise enerji kaynağı bir kimyasal maddedir. Kimyasal maddeyi oksitler. Bu esnada açığa çıkan enerji ile karbondioksit ve suyu birleştirir. Yani aslında şu tepkime her ikisi için de ortaktır. Aradaki fark neymiş? Enerji kaynağı. Geri dönüyorum soruya. İnorganik madde oksidasyonu. Yani inorganik maddeyi oksitler zaten kemosentezin tanımı buradan gelir. Oksidatif fosforilasyonla ATP demiş. Oksidatif fosforilasyon dediğimiz olayda ETS görmemiz gerekiyor arkadaşlar. Karbondioksitin indirgenmesi yani karbondioksitin kullanması. Şunu unutmayın. Bir canlıya üretici demek yerine ototrof demek yerine inorganiklerden organik besini üreten ya da karbondioksit özümleyen canlı diyebilirsiniz. Hepsi aynı kapıya çıkar. Kabul ettim. Yani fotosentezde de, kemosentezde de karbon kaynağı karbondioksittir. Ortaktır. Çok önemliydi. Karanlık ortamda organik besin sentezlenmesi. Bunun ışıkla bir işi olmadığı için arkadaşlar karanlıkta besin üretebilir. Tepkimelerin mitokondride gerçekleşmesi ise mümkün değildir. Neden? Çünkü arkadaşlar mitokondri dediğiniz çift zararlı bir organeldir. Kemosentez yapan canlılar prokaryottur ve prokaryotlarda çift zararlı organel göremezsiniz. Fotosentez yapanlar prokaryot da olabilir, ökaryot da olabilir ama kemosentezi gördüğünüzde prokaryot olarak düşünebiliyorsunuz ve tabii ki prokaryotlarda çift sağırlı organel görülmez diyoruz arkadaşlar. Kemosentez ETS olayı görebiliyoruz. Bundan yana bir sıkıntı yok. O yüzden Atepe üretiminde oksidatif görmemiz mümkün olabilir diyoruz. Şimdi kaçıncı sorumuza geldik? 119'a geldik gençler. Eylül fotosentezin karbon tutma reaksiyonları ile ilgili bilgileri aşağıdaki gibi notlarına eklemiştir. Tabloya göre Eylül'ün bilgilerden hangisinde hata olduğunu söylememiz gerekiyor diye sormuş. Fotosentezin evrelerini hatırlıyor muyuz? Hemen çok kısa bir tekrar edelim. Işığa bağımlı evre. Işıklı demeyelim onu. Işığa bağımlı evre ve bir de ışıktan bağımsız evre demek. Bu ışıktan bağımsızı gece gerçekleşiyor zannediyorsunuz. Sakın ha. Her ikisi de gündüz arka arkaya tekrar ediyor. Biz kolay anlamak için bunu yapıyoruz. Işığa bağımlılıdaki olay şudur. İlk önce su girer. Gelen ışınla, fotonla birlikte arkadaşlar fotolize uğrar ve ışığa bağımlı da çıkan ilk şey üretilen arkadaşlar ATP'dir ve doğaya verilen oksijendir diyoruz. Işıktan bağımsızlığı ise tepkimenin ikinci ve son girenler kısmı karbondioksit kullanılır ve nihayet C6H12O6 dediğimiz besin üretilir. Yani fotosentez tepkimesini yazdım. Bakın girenler ve şurada da çıkanlar var. İlk giren sudur. Suyun yapısındaki oksijen zaten doğaya verilir. Doğal olarak karbondioksit ışıktan bağımsızlık kullanılmış olur. Şimdi Eylül'ün notlarına dönelim. Diyor ki bana kloroplastın strom asında meydana gelir. Demiş. Şimdi burada fotosentez tabii ki illa ökaryotla olacak diye bir şey yok ama ökaryotla oluyorsa kloroplastı olur ve kloroplastın stoması da arkadaşlar stroması olacak. Şu yanlış olmuş. Stroması da arkadaşlar tabii ki hangi kısmından bahsediyor? Sıvı kısmından. Ve biz burada aslında ışığa bağımlı evrenin granada çünkü klorofil orada olduğu için ışığı kullanacak. Bu yüzden klorofilin olduğu yerde grada gerçekleşir ya da tilokaitte. Işıktan bağımsız ise stromada yani iç sıvıda gerçekleşir diyoruz. O yüzden biz karbon tutma reaksiyonları yani ışıktan bağımsız evre olan burada karbondioksitin kullanıldığı evre dediğimiz yer stromada gerçekleşir. Doğru. Substrat düzeyinde fosforilasyonla ATP sentezlenir demiş. Burada arkadaşlar biz ATP üretimini özellikle nerede görüyoruz? Işığa bağımlı evrede görüyoruz. Ve bu ışığa bağımlı evrede de zaten ışık kullanıldığı için buna fotofosforilasyon deniyor. O yüzden 2'yi eledim. Nat yükseltgenir. Ne demek nat? NB hidrojen taşıyan bir koenzimdir arkadaşlar. Ve burada not B'yi şöyle sarıyla yazayım farklı olsun. NP gelir tamam mı? Hidrojeni yakalamak için burada şuradan gelen hidrojenleri alır. Hidrojen aldığı için indirgenir. Yani ışığa bağımlı evrede hidrojen aldığı için nat indirgenir. Burada ise hidrojeni tekrar besine verdiği için natır yani yükseltgenir diyoruz. Zaten burada da bakın Eylül ne demiş notlarında? NB yükseltgenir. Doğru. Enzimatik reaksiyonlardır. Yani bir sürü kimyasal olay vardır ve enzim denetiminde gerçekleşir. Klorofil görev almaz. Çünkü klorofil ışığa bağımlı evrede kullanılır. Işıktan bağımsız evrede karbondioksitin kullanıldığı evrede klorofille, ışıkla bir işimiz yok. O yüzden hata yapılan şık hangisi olmuş oldu? 2 oldu gençler. Cevabımızı Bursa olarak bulduk. Şimdi sıradaki sorumuza bakalım. İşte biraz önce özetlediğimiz evre. Işığa bağımlı evre ve ışıktan bağımsız evre. Burada fotosentez tepkimesini yazıyoruz. Zor olan hiçbir şey yok. Bakın korkmayın. Karbondioksitle su girdi. Ortaokuldan beri bildiğimiz bir tepkime arkadaşlar. Bu ne çıktı? Doğaya ne verdik? Oksijen artı besin verdik. Besin yerine genellikle C6H12O6 yani glikozun kapalı formülü yazılır. Ama burada illa glikoz olmak zorunda değildir. Biz buna fosfogliseral değil deriz. Bitki isterse protein, isterse yağ, isterse vitamin her şeyini oluşturabiliyor. Ama burada dikkatinizi çekmenizi istediğim, çekmek istediğim bir nokta var. Şu karbondioksit karbon kaynağıdır ve bu ortaktır. Tüm üreticilerde, tüm ototroflarda ister foto ister kemos ister okkarot ister prokaryot ortak. Ama şu hidrojen yani elektron kaynağı değişebilir. Su olabilir ya da H2S olabilir. Eğer suysa şu yanındaki oksijen doğaya verilir arkadaşlar. Yanında kükürt olursa kükürt çıkar. Yani her fotosentetik canlı doğaya oksijen vermek zorunda değildir. Ama doğaya oksijen veriyorsa kaynağı kesinlikle şurada kullanılan sudur. Tamam mı? Ve burada tepkime de ilk giren her zaman sudur. İlk çıkan doğal olarak oksijen olur. İkinci giren ise arkadaşlar şuraya bir yazayım. İkinci giren ise karbondioksittir. İkinci üretilen de besindir. Bunun sıralaması her zaman böyle gider. O yüzden bakıyorum bakın. Dışağa bağımlı evrede ışık yani kim kullanılacak? Klorofil. Nerede gerçekleşecek klorofilin olduğu yer? Tilokoitsler. Su girdi bakın oksijen çıktı. İkinci karbondioksit girdi, besin çıktı. Fotosentez olayını özetleyen yukarıdaki şekilde ışıktan bağımsız reaksiyonların yürütülebilmesi için granadan stromaya hangi moleküllerin geçmesi gerekir? Şu arada arkadaşlar hediye aktarılıyor. Işığa bağımlı evrede hem ATP üretiliyor. Tamam mı? hem de hem de arkadaşlar hidrojen taşıyan NAT pH'lar geliyor. Çünkü bu hidrojene bizim ihtiyacımız var. Bu hidrojenler besinin yapısına katılacak. O yüzden 1inci evreden 2inci evreye ne aktarılacak? ATP ve hidrojen taşıyan NATP p'ler aktarılmalı ki ikinci evre başlayıp devam edebilsin. Daha sonra ışıktan bağımsız evrede de artık NATP p'ler yükseltgendiği için NAT P haline dönmüş olacak. elektronsa indirgeniyordur, veriyorsa yükseltgeniyordur. Biliyorsunuz basit bir kimya tepkimesiyle bunu hatırlayabiliriz. Yukarıda güneş enerjisi kullanılarak yine organik maddelerden organik madde sentezi formüllerle gösterilmiştir. Yine çok güzel bir kıyaslama sorusu. Buna göre diyor ifadelerin hangileri doğru değildir? A'daki reaksiyon yeşil bitkilerde her hücrede gerçekleştirilir demiş. Fotosenteze bakıyorum arkadaşlar. Ne var burada? Işık klorofil normal fotosentez tepkimesi ama yeşil bitkilerin bütün hücreleri fotosentez yapmaz. Her hücre dediği için eledim bitkide arkadaşlar istediği kadar canlı olsun. Her canlı hücre fotosentez yapacak diye bir şart yok. Her iki olayda da karbondioksitin oksijeni glikozun yapısına katılır diyor. Çünkü burada doğaya verilen oksijenin kaynağı sudan geldiği için tamam mı? Doğal olarak ne yapıyoruz? Bakın burada su olmadığından dolayı hidrojen elektron kaynağı doğaya yan ürün ne verilmiş? kükürt. Demek ki her fotosentez yapan canlı doğuya oksijen vermek zorunda değil. Muazzam bir bilgi. Dikkat edin. MB bunu çok sever arkadaşlar. O zaman besinin yapısındaki oksijen otomatikman kime kaldı? Karbondioksite. Demek ki karbondioksitteki oksijen glikozun yapısına katılır. Gayet doğru. B'deki reaksiyonda hidrojen ve elektron kaynağı olarak H2S kullanılır diyor. Şunu unutmayın. Şu karbon kaynağıdır. Ortaktır zaten tüm üreticide. Ama hidrojen yani elektron kaynağı H2O ya da H2S olabilir. Ama B'deki doğal olarak ne olmuş arkadaşlar? H2S olmuş. Doğru söylemiş. Doğru değildir dediği için yanlış olanı sorduğu için cevabımız yalnız bir Adana olarak geldi. Demek ki neymiş burada? İstisnaları bileceğiz. Genellemelere dikkat edeceğiz. Hangi hücredeyiz? Hangi kaynakları kullanıyoruz iyi bilmemiz gerekiyor. Şimdi bir de kloroplast üzerinde görelim. Şimdi gençler, kloroplast burada çift zarlıdır. Tamam mı? Ve kloroplast grana, granum adını verdiğimiz silokoit zarların olduğu aslında bozuk paraların üst üste dizilmiş gibi görülen şu yeşil yapı vardır. Bunun yeşil çizilmesinin sebebi ne? Klorofil. Çünkü burada e klorofil varsa belli ki ışıkla bağlantılı kısım burada olacak. Dikkat ederseniz zaten ışık buraya geliyor. Su fotolize uğruyor. Ne demek? Foto fotondan geliyor. Liz liz biyolojide parçalama demek aslında. Fotonla su parçalanıyor. Neye? Oksijen ve hidrojenine. Oksijen doğaya veriliyor gençler. Hidrojeni ise NAT pH'a verip ne yapıyoruz? Buraya taşıttırıyoruz. Yani notp'ye veriyoruz. Daha doğrusu NATP p'yi indirgeyerek stromaya aktarıyoruz. Stroma ne? Aslında kloroplastın iç sıvısıdır. Burada DNA RNA yani kloroplast ve mitekonda kendi DNA RNA'sını taşıyor ve bu stromada kelvin döngüsü yani karbondioksitin kullanıldığı ikinci evre başlıyor. Doğal olarak buradan sonra üretilen de bizim fosfoglaliser aldehitimiz yani besinimiz olacak. Peki soru bize ne sormuş? Suyun parçalanması sonucu oluşan hidrojen natenzimi tarafından stromaya taşınır diyor. Bakın burada natp değil NA tarafından diyor. Aslında söylemesi gereken neydi? NP hücresel solunumda NAT'tır ama fotosentez de NP p'dir. Aradaki P farkından dolayı bunu yanlış kabul ettim. Karbondioksit karbonuna glikozda rastlanır demiş. Doğru. Çünkü glikoz neydi? C6H12O6'ydı. Doğal olarak buna karbonunu verecek tek kişi zaten karbondioksittir. Burada bakın dikkat ederseniz karbonla ilgili bir girdi yok zaten. Doğal olarak kabul ettik. Işığa bağımlı evrede üretilen oksijen ışıktan bağımsız evrede oluşan suyun yapısına katılır diyor. Hayır arkadaşlar bakın su girenlerde, su oluşanlarda değil. Su ilk girendir. Suyun yapısındaki oksijen doğaya verilir. O yüzden tam tersini söylemiş. Bize doğru olanı sorduğu için yalnızki Bursa diye buluyoruz gençler. Tamam mı? Bak fotosenteze dair temelde bilmeniz gerekenler zaten bunlardı. Şimdi nereye geldik? Solunumla ilgili kısımları tekrar edelim gençler. Hücresel solunum dediğimiz olay aslında biz burada neyi öğreniyoruz biliyor musunuz? Şurada hemen size çok kısa bir tekrar edeyim. Fotosentezde size şunu anlatıyor. Diyor ki, "Senin gezegeninin en büyük enerji kaynağı olan güneş besine nasıl dönüşüyor?" diyor. Yani besin dediğin ne? CHO karbon 6, hidrojen 12 gibi gibi. Bu karbonlar ve hidrojenler arasındaki kimyasal bağlara nasıl hapsediliyor? Çünkü enerji nedir? Yoktan var olmaz. Vardan yok edilemez. Aslında güneş enerjisinin buradaki ışık enerjisinin kimyasal bağ enerjisine nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Fotosentez budur. Kimyasal bağ ne? Şu karbon hidrojen arasındaki bağ yani besinlerdeki bağ. Daha sonra da diyor ki sen bu besini alıyorsun canlı olarak hücrelerindeki ATP enerji formuna çeviriyorsun diyor. Bunu nasıl yapıyorsun? İşte bunun adı da hücresel solunumdur. O yüzden biz fotosentezle besini oluştururken hücresel solunumda bu besin arasındaki şu kimyasal bağları koparıyoruz. Bunları kopardıkça da ATP formuna dönüştürüyoruz. Çünkü bizim hücrelerimizdeki enerji modellemesi ATP'dir. Bunu şey gibi düşünün. Para evrenseldir ama birimi ülkeden ülkeye değişir. Ya enerjinin de birimi biz canlılarda ATP'dir. O yüzden ATP formuna dönüştürüyor. Daha sonra da bunu arkadaşlar anabolik reaksiyonlarımızda kullanıyoruz. Böylelikle de canlı kalıyoruz. İşte bu konunun bütünlüğü bu yüzden çok önemlidir. Ve canlılar şu ATP'yi üretirken hücresel solunum ya da fermantasyon yapıyor. Fermentasyon mayalanma hücresel solunumu demek değildir. Çünkü evreler birbirinden çok farklı. Onlarla ilgili de soru çözeceğim. Ama hücresel solunuma geldiğimizde oksijenli ve oksijensiz diye ayrılır. O yüzden oksijenli solunum ya da oksijensiz tüm canlılarda genelleme yapamayacağınız bir şeydir. Buna dikkat edin. Yani hücresel solunum ortak diyebilirim ama oksijenli oksijensiz diye soruyorsa onu ortak kabul edemem. Şimdi soruma geldim. Soruda bana diyor ki, "Oksijenli solunumla ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır? Solunumda kullanılan oksijen su molekülünün yapısına katılır." Gençler şunu unutmayın. Suyla oksijenin aşkı daima devam eder. Yani fotosentezde su girer, doğuya oksijen verilir. Hücresel solunumda ise oksijenli solunumda ise buradaki oksijen suyun yapısındadır. Bunlar hiçbir zaman ayrılmaz. Kabul edin. Gördüğünüz yerde mitekondride tepkimeler pürvat ile başlar demiş. Oksijenli solunumu prokaryotlarda da görüyoruz, ökaryotlarda da görüyoruz. Eğer ökaryotta görüyorsak tabii ki mitokondride göreceğiz. Ve arkadaşlar ökaryotlarda sitoplazmada başlıyor. Prokaryotlarda zaten sitoplazmada başlayıp orada bitiyor. Ama ökaryotlarda, sitoplazmada şu oluyor. Besini yani glikozu alıyoruz. Tamam mı? Pirvik asit ya da privat dediğimiz üç karbonlu bileşiğe dönüştürüyoruz. Mitokondri ondan sonra giriyor. O yüzden mitokondriye glikoz değil aslında pirvat giriyor dememiz gerekiyor. Mitekondride hem substrat düzeyinde hem de oksidatif fosforilasyon ATP sentezlenir demiş. Zaten SDF'yi biz glikolizde de göreceğiz. İşte krepste de göreceğiz biliyorsunuz ama ETS'nin olduğu yer oksidatiftir. Ki en büyük enerji vurgunu orada yapıyoruz zaten. Fadın yükseltgenmesi mitekondrinin kristasında gerçekleşir demiş. FAD kim? FAD aslında Nadın kuzeni. Ben onlara öyle anlatıyorum. İkisi de hidrojen taşımakla görevli. Ama FAD'ı gördüğünüz anda arkadaşlar direkt neyi düşünmelisiniz biliyor musunuz? Ben şu an eee Kreps evresindeyim. Yani Krepse'e özgü oranın böyle spesifik elemanlarından bir tanesi. Ama burada ne diyor? Mitokondrinin kristasını yükseltgeniyor diyor. Mitondrinin kristası şu kıvrımlı iç sarıdır arkadaşlar. Ve burada ETS gerçekleşir. Yani elektron taşıma sistemi vardır. Mitekondrinin bir de iç sıvısı vardır. Şöyle çizeyim hemen. Ona da matriks diyoruz. Kreps matriks olur. Yani indirgemi oradadır. Hidrojeni orada alır. Fat yükseltgemesi ise ETS'de yani kristada olur. Krista hidrojenlerini bıraktığı için yükseltgeniyor diyoruz. Doğru. Tepkimelerin tamamı mitokondride gerçekleşir demiş. Yanlış. Bir kere oksijenli solunumla ilgili şöyle bir şey var. Eğer prokaryotsa mitokondri zaten olamaz. Sitoplazma olacak. Tutun ki ökaryot. Ökaryotta bile tamamı mitokondride olmuyor. Neden olmadığını şurada hemen hatırlatacağım. Şurayı siliyorum tamamen. Bakın şimdi burada oksijenli solunum dediğimizde ü tane evre var. Glikoliz evresi. Yani 6 karbonlu glikozun 3 karbonlu pirvata döndüğü evredir arkadaşlar. Burada bütün canlılarda ortak olarak gördüğümüz enzimler kullanılır ve bütün canlılarda ortak olan bu evre sitoplazmada gerçekleşir. Pro ya da ökarüt hiç fark etmez. İkinci evre oksijenli solunumun kreps evresidir. Bu kreps eğer prokaryri tabii ki sitoplazmada ama ökarsa nerede olacak? Mitekondrinin matrik sıvısında olacak. İç sıvısında. Üçüncüsü de ETS evresidir. Elektron taşıma sistemi. Eğer ökaryott arkadaşlar mitekondrinin kıvrımlı iç zarı olan kristada gerçekleşecek. Yani şurası mitokondri ama şurası sitoplazma olduğu için tamamı dediğinden dolayı yanlış cevabımızı Edirne olarak buluyoruz gençler. Şimdi geldim şu evreleri tabii ki anlatacağım size detaylı. Aşağıda oksijenli solunum reaksiyonları özetlenmiştir. Ökaryotik hücreleri numaralı kısımlar gerçekleşen yeri hadi birlikte bulalım diyor. Ökaryot diyor dikkat edin. Glikozun pürvata döndüğü yer sitoplazma diyeceğiz arkadaşlar. Püvatın asetila, krepsi hazırlık diye geçer bu evre. 3 karbonlu pürvattan bir karbondioksit çıkar. Bir karbon eksildiği için iki karbonlu asetil koa oluşur gençler. Ve bu evre de tam nerede oluyor biliyor musunuz? Artık mitekondriye girdi. Yani pirvatı aldı mitekondriyi. O yüzden onu mitekondri kabul edeceğim. Kreps zaten mitokondride olacak. ETS de öyle ama neresinde olacak? Matriksinde olacak. Yani buraya mitokondri yerine matriks de yazabilirdi. O yüzden sitoplazma, mitokondri ve mitokondri olarak devam etmesi gerekiyor ve cevabımızı Ceyhan olarak buluyoruz gençler. Anlaştık mı? Bence anlaştık. Gayet de güzel gidiyoruz. Peki hocam oksijensizle ilgili neleri bilelim? Neleri sorabilirler? Aslında burada evreler ortak. Tek olay şu. Oksijenin sonunda ETS'nin sonunda oksijen bekliyor elektronları. Oksijen elektronegatifliği çok yüksek bir atomdur. Ne demek elektronegatiflik? Enerjisi düşse bile elektron yakalama demek. Biz enerjiyi elektronlardan elde ediyoruz. Zaten bu yüzden hidrojene elektron kaynağı diyoruz. Çünkü hidrojen kararlı hale gelebilmek için 7 tane elektron almaktansa bir taneyi vermeyi daha olabilir kabul ediyor. O yüzden o bizim için mükemmel bir enerji verici yani elektron kaynağıdır diyoruz. Doğal olarak oksijen o elektronları yakalıyor. Çünkü ETS basamağını merdiven gibi düşünün her merdiven basamağına çıktığında elektronlar ortama enerji verdiği için kendi enerjileri düşüyor. Doğal olarak da oksijen tutup onları yakalıyor. Oksijen kadar kuvvetli elektronegatifliği olan bir atom olmadığından dolayı şu oksijensiz solunumda diyoruz ki oksijenli solunumun enerji eldesi yani enerji üretme, ATP üretme potansiyeli herkesten büyüktür. Bu yüzden oksijenli solunum yapan canlılarda çok daha fazla ATP verimi görmüş oluyoruz bu solunum reaksiyonlarında. Peki oksijensiz solunum ne? ETS'de solun elektronısı oksijen dışında başka inorganik bir moleküldür. İsmi zaten buradan geliyor. Denitrifikasyon bakterileri gibi prokaryrot hücreye sahip canlılar tarafından gerçekleştirilebilir. Denitrifikasyon neydi? Aslında atmosfere yeniden azotun döndürülmesi noktasında nitrifikasyon bakterilerinin tam tersi işi yapan bakterilerdi. Son elektron alıcıları sülfat, kükürt, nitrat, karbondioksit veya demir olabilir dedik. Çünkü şurada oksijen dışında başka bir inorganik saydık. Son ürünleri etilalkol ya da laktik asittir demiş. Yanlış. Çünkü laktik asit ve etilalkol fermantasyonda gördüğümüz bir şeydir. Solunumla alakası yok. Prokaryotlarda hücre zarı kıvrımlarında gerçekleşir zaten arkadaşlar. Prokaryotlarda biz sitoplazma ve ribozom dışında başka bir yapı görmeyeceğiz. Hücre zarlarının yapısında gördüğümüz bir eee olaydır diye söyleyebiliriz gençler. Orada herhangi bir organel yapısı görmeyeceğiz çünkü. Şimdi gelelim bir de şu kısmı tekrar edelim. Bu kısmı ben çok seviyorum. Neden? Çünkü güzel bir yorum sorusu gençler. Niye yorum sorusu? Şimdi biz burada oksijenli solunda kullanılan besinleri gösteriyoruz ya. Biz hep size temsili olarak glikozu anlatıyoruz. Ama bunun sebebi şu. Enerji eldesinde vücutta hücrede ilk kullanılan kolay parçalandığı için glikozdur. Ama bizim glikoz dışında da yakıt kaynaklarımız var. Kim bunlar? Yağların yapı taşları yağ gliserol ve proteinlerin de aminoasit. Yani ben şunlardan da hücresel solunuma girebilirim diyor. Hatta size mükemmel bir bilgi daha söyleyeyim mi? İyi dinleyin. Hücresel solunum bunların hepsini yakıt olarak kullanabilir ama fermantasyondaki tek yakıt kaynağınız glikozdur. Fermantasyona yani laktik asit ve etil alkole glikoz dışında kimseyle giriş yapamıyorsunuz. Bu da çok güzel öğrencileyen bilgiler arasındadır. Dikkat edin. Peki bunların süreçleri farklı. Yani diyor ki glikoz aldın, pürvat yaptın işte asetila, oradan krepse girdin, ETS ile bu işi bitirdin. Ama diyor gliserol ve yağ asidi farklı basamaklardan girebilir. Amino asit farklı basamaklardan girebilir. Hatta amino asiti hücresel solunuma girdirirsen içerisindeki amino gruptan kaynaklı olarak zehirli boşaltım atığı, azotlu zehirli boşaltım atığı amonyak çıkarırsın diyor. Bu amonyak da zehirlidir. Karaciğer üreye çevirirdi. Hatırladınız mı? Bakın nereden nereye bağlıyoruz? Şimdi geliyorum. Buna göre ifadelerin hangileri doğrudur? Amino asitler solunuma dahil olmadan önce azot grubu uzaklaştırılır. Çünkü orası çıkarılacak. Yağ asitleri asetil koadan itibaren solunuma dahil olduğundan dolayı karbondioksit çıkışı görülmez demiş. Bakıyorum yağ asitlerine. Asetil koğaya giriyor gençler. Ama asetil koğadan sonra da ne var? Karbondioksit çıkışı var. O yüzden bunu söyleyemiyoruz. Çünkü krepste görüyoruz karbondioksit çıkışını. Karbondioksit üretimi Kreps döngüsünde, su üretimi ise ETS'de olur demiş. Bakın burada karbondioksit, burada da suyun çıktığını size zaten çok rahat göstermiş Şema. Hiç ezberlemenize bile gerek yoktu. Şekle bakarak soruyu çok rahat çözebilirdiniz. Bize doğru olanı sorduğu için cevabımı 1 3 Ceyhan olarak buluyorum gençler. Anlaştık mı? Çok güzel bir soru olduğu söyleyeyim. Peki şu fermantasyon neydi hocam? Onlarla ilgili neyi hatırlayalım? Aşağıda etilkol ve laktik asit fermantasyonu gerçekleşen olaylar verilmiştir diyor. Ne oluyor burada? Glikoz önce pürvota dönüyor. Yani glikoliz evresi dedim ya. Bütün canlılarda her durumda göreceğiz bunu. Glikoliz ortak bir süreçtir. Sonra Y ve Z kollarına ayrılıyor. Yani etilalkol ya da laktik asite dönüşüyor. Çok önemli bir fark. Bakın etilalde karbondioksit çıkışı görürken laktik asitte böyle bir şey görmüyoruz. Bana da diyor ki her iki fermantasyonda ortak olarak görülmez. Glikozun püvvata kadar parçalanması ortaktır. Bakın bu glikoliz evresi mümkün. Enerjinin büyük bir kısmının son ürünlerdeki kimyasal bağlarda kalması. Yani diyor ki siz enerji elde ederken şu karbon, hidrojen, oksijen arasındaki kimyasal bağları ne kadar parçalarsanız yine organiklerine kadar gidiyorsanız doğal olarak diyor ATP veriminiz de yüksek olur. Ama fermantasyonda böyle olmuyor. Pivotu alıyor etilalkol ve laktik asitte kalıyor. Çünkü bunlar da organik. Yani etilalkol de laktik asit de organik. in oraniğe kadar parçalayamadığı için enerji verimi çok düşük oluyor. Zaten bunun derdi enerji üretmek değil arkadaşlar. Bu daha çok ne yapıyor biliyor musunuz? Şimdi şunu soracaklar size. Hani madem laktik asit ve işte etilalde enerji üretilmiyor o zaman ne diye gerçekleşiyor? Aslında temel amaç şu. Nların eee yak hani hidrojeni yakaladıktan sonra natlar indirgeniyor ya. O natların hücreye tekrardan kazandırılabilmesi için yani hidrojenleri bırakıp serbest hale geçmeleri yükseltgenmesi için daha çok bu enerji tipleri daha doğrusu daha çok bu fermantasyon tipleri bizim işimize yaramış oluyor. Ne yapıyor aslında? Hidrojenleri oradaki napları hidrojenleri alarak napları özgürleştirmiş oluyor. Şimdi soruya geri dönüyorum. Ne diyordu bana? Enerjinin büyük bir kısmı son ürünlerdeki kimyasal bağlarda kalır. Doğru söylüyor. Kimyasal bağlarda kaldığı için zaten biz burada enerji üretimi son evrelerde görmüyoruz. Enerjiyi glikolizde üretiyor arkadaşlar. O da en başta glikolizde biliyorsunuz ik tane ATP harcanır. 4 tane üretilir. Kazanç olarak şu borç ödendiğinde net kazancınız 2 ATP'dir. Burada sadece glikoliz de var. Y ve Zde ATP üretimi yok. Glikoliz ile oluşan NATH H + H'ın yükseltgenerek glikolizin devamlılığını sağlar. İşte temel görev budur. Nat H'lardan hidrojenleri alır. Şuradaki etilalkol ve laktik asite katılır ve natlar tekrar yükseltgenerek bu döngünün devamlılığı sağlanır. ATP üretiminin sadece SDF ile fosforilasyon yani substrat düzeyinde fosforilasyonla gerçekleşiyor olması demiş. Bu da ortak bir olay. Çünkü etilkolde de laktik asitte de ATP'nin tek üretildiği yer glikoliz evresidir. Son ürün evresinde kullanılan enzim çeşitlerinin aynı olması mümkün değil. Çünkü temelde zaten şuradaki enzimler farklı olduğu için biri etilalkol biri ise laktik asit oluyor gençler. Unutmayın fermantasyonda gerçekleşen evreler sadece şunlardır. Hemen yazıyorum şuraya. bir glikoliz evresidir. İkincisi de son ürün evresidir. Burada kreps ya da ETS yoktur. O yüzden laktik asit etilalkol bir hücresel solunum çeşidi değildir diyoruz. Burada etilalde karbondioksit çıkar ve son elektron yakalayan aset değiliktir. Burada ise laktik asit direkt olarak gençler kendisi yakalar. Herhangi bir gaz çıkışı da görmüyoruz diyoruz. Ve şimdi geldik geçen sene de sordukları kıyaslama sorularına. Yani diyor ki kloroflansla mitekondri arasında şu canlılık ve enerji dönüşüm ünitesini anlayabilmen için diyor birinin besin üretip birinin de besini tükettiği yani birbirlerine bağlantılı olduğunu anlamanı istiyorum diyor ÖSYM. Bakalım bu sene de böyle bir şey gelecek mi? Hep birlikte göreceğiz. Ama buranın önemli olduğunu ve bunun farklı bir versiyonunun karşımıza gelebileceğini bilmemiz gerekiyor. Yukarıda verilen organeller incelendiğinde aşağıda verilen açıklamalardan hangisi iki organel için ortak olamaz? Hem TYT hem AYT konusu. İkisinin de DNA'sı vardır. Halkasaldır. Eşleyebilirler çekirdek kontrolünde. Karbondioksit özünlemesi gerçekleştirme eşittir üretici olma. Yani besin üretmedir bu. kloroplastındır, bitekondir. Tam tersi o besini tüketir arkadaşlar. Protein sentezlemi ortaktır. İkisinde de ribozom var. İkisinde de ETS sistemi vardır. Birinin arkadaşlar ETS'si nerede olacak? Kıvrımı zarı olan şu kristasında olacak. Bakın kıvrım zar. Diğerinde ise ETS'yi tilekoitlerde göreceğiz ama nihayetinde var diyoruz. Kemozmotik hipotezle ATP sentezleme. Kemozmotik hipotez şudur. Konu anlatımı. Eğer bunu karıştırıyorsanız konu anlatımına hemen dönüp orada lütfen dinleyin arkadaşlar. Çok güzel anlatmıştık ama şu an şöylece özetleyeceğim size. Bu organeller çift zarlıdır. Çift zarlı organellerde zarlar arası boşluk vardır. Tamam mı? Çünkü çift zarlı ya iki zar arasında boşluk var. Bu boşluklardaki hidrojen yoğunluk farkına dayanarak ATP sentaz enzimi ile ATP üretilmesine biz kzmotik hipotez diyoruz. Bu kemosik hipotezin mantığı ikisinde de aynı. Sadece ikisinin isimleri farklı. Hani mitokondride ne var? Krista ve matriks var. Zarlar arası boşluk var. Ama şeyde ne var? Kloroplasta ne var? Stroma var. Takohit z var. Takohit boşluk var. Sadece isimlerin yeri değişiyor aslında ama mantık hep aynı. Hidrojenler geliyor birikiyor. Yoğunluk farkına göre hidrojenler ATP sentezının içinden geçerken ATP üretilmeye başlanıyor. İşte biz buna kemosik hipotez diyoruz. Yani aslında ATP fotosentezde de üretiliyor, hücresel solunumda da. Ama hücrede ATP gerekli olduğunda kloroplast buna hiç karışmaz. Kendi ürettiği ATP'yi kendisi tüketir. Işığa bağımlı da üretir. Işıktan bağımsız da kullanır ve tüketir. Hücreye enerji lazım olduğunda bize gönderen her zaman kloroplastır diyoruz. Zaten bize diye söylediğimde canlılar için söylüyorum. Bizde zaten kloroplast olması mümkün değil. Anlaştık mı gençler? Bu önemli bilgiyi de tekrar etmiş olduk. Dediğim gibi kemosmetik çok kafanızı karıştırıyorsa mutlaka konu anlatımına dönüp orada tekrar etmenizi istiyorum. Ama karbondioksiti özümleyen yani kullanan kloroplastır. Bu ise hücresel solunum sonucu karbondioksiti üretir. Bunun kullandığı şey oksijendir diyoruz gençler. Aradaki farkı bu şekilde bilmemiz gerekiyor. O kadar fotosentez konuştuysak şöyle bir de şuradan arkadaşlar mutlaka kemosentezle ilgili de bir soru görelim. Azot döngüsünde görev alan kemeotrof canlıların gerçekleştiği olaylar aşağıda verilmiştir. Ne yapıyor bakın burada? Amonyak yapısı nitrit bakterisi nitrite, nitrat ise ne yapmış? Nitrata çevirmiş. Ne söylenemez diye soruyor. Işık ve klorofil kullanılmadan inorganik maddelerden organik besin sentezi yapılır. O yüzden gece gündüz besin üretimi görülür. Gündüz ya da gece karbondioksit kullanılır. Özümleme gerçekleşir. Oksidatif fosforilasyonla ATP sentezlenir diyor. ETS kullanılıp kullanılmadığını hatırlıyor musunuz? İlk soruda konuştuk. Yine organik maddeleri oksitleyerek ATP üretimi gerçekleştirirler. Elektron kaynağı olarak su H2S ya da H2 gibi molekülleri kullanırlar demiş. Burada elektron kaynağı değildir arkadaşlar. Bunlar enerji kaynağıdır. Elektron kaynağı olarak bunları kullananlar fotosentetiktir. Kemosentetiklerde ise bunlar artık direkt olarak enerji kaynağı olur. Çünkü fotosentezdeki enerji kaynağı ışıktı. Ama kemosentetikte ne olacak gençler? Kimyasal maddeler olacak. O yüzden 129'un cevabını da Edirne olarak bulduk ve böylelikle canlılık enerji ünitesini de bitirdik arkadaşlar. Geldik şimdi AYT'nin olmazsa olmaz bir konusuna. Kimden bahsediyorum? Tabii ki bitkiden bahsediyorum. Buradan da çok güzel sorular seçtim. Tam 16 saniye soruyla bitkinin her şeyini, bilmemiz gereken her şeyi tekrar edeceğiz. Hazırsanız başlıyorum. Şimdi gençler bitki biyolojisi ile ilgili artık konuşamıyorum. Bitki biyolojisi ile ilgili size söylemek istediğim bir şey var. Bu konu uzun geliyor biliyorum aslında. Üç ya da Evet. Evet. Üç büyük başlıkta anlatıyoruz biz bunları. İşte doku yapısını anlatıyoruz. Sonra hareket ve en son üreme kısmını anlatıyoruz. Ama aslında bu konunun bu kadar uzun olması sizi hiç korkutmasın. Çünkü neyi sordukları o kadar belli ki zaten belli başlı kısımlar soruluyor. O yüzden şimdi buradaki 16 soruyla birlikte bütün bu kısımları tekrar edeceğiz. Yine de konu eksiği olduğunu düşünüyorsak tabii ki ne yapacağız arkadaşlar? Konuyu dinleyeceğiz. Ardından bunları çözeceğiz. İlk sorumla başlıyorum. diyor ki aşağıda bazı bitki dokusunun görevleri verilmiştir. Bu görevlerin diyor gerçekleştiren dokuların eşleştirmesi hangisinde doğrudur? Bakalım. Bitkinin boyca uzaması. Boyca uzamayı gördüğüm anda hemen meristemi seçmeliyim. Çünkü meristem sürekli bölünen doku olarak karşımıza geliyor. Bitkinin genç kısımlarında desteklik sağlama demiş. Destekliği gördüğüm anda arkadaşlar kollenkima, siklerankima geliyor ama özellikle ne diyor burada gençler? Bakın eee genç kısımlarına demiş. O yüzden bir kere meristemle başlamayanı şöyle bir eleyelim mi hemen? Meristemle başlamayanları şöyle eledik. Kollenkim sikleranken kimayile devam edeceğiz. Burada parankima demiş. Bir kalsın. Köklerde sentezlanan azotlu organik besinleri taşıma. Besin taşıma diyorsa kısilen füam olacak arkadaşlar. Daha doğrusu taşıma diyorsa kısilen fam ama besini gördüğüm anda tabii ki femi seçeceğim. O yüzden kısilemle olanlar da gitti. Femi seçtim. Burada fotosentez yaparak besin üretme dediği için de hemen parankimayı seçiyorum. Şunu unutmayın. Bitkide her canlı hücre fotosentez yapmaz. Yapanları biz nerede göreceğiz arkadaşlar? Özellikle parankima yapısında tekrar edeceğiz. Cevabımız ne geldi? Edirne olarak bulduk dokularda. Yani aslında totalde dör tane doku görüyoruz. Meristem doku, temel doku, örtü doku, iletim doku. Şimdi ikinci sorumistemle ilgili. Çünkü meristem önemli bir doku. Meristem doku ile ilgili olarak ifadelerin hangileri doğrudur demiş. Uç meristem hücrelerin mitoz bölünme ile bitkide boyu uzamayı sağlar. uçta bulunuyor zaten. Boycu uzamayla hemen zaten kodlamışsınızdır. E tabii ki mitoz olacak. Mayoz mi olsun zaten. Yanal meristem bölünmez doku hücrelerin yeniden bölünme yeteneği kazanmasıyla oluşur diyor. Şimdi burada uç meristem yanal meristem yani birincil meristem ve sekonder meristem ikincil meristem dediğimiz durum var. Burada primer ve sekonderdeki farklardan bir tanesi sekonder meristem aslında bir hormon etkisiyle parankima hücrelerinin yeniden bölünme yeteneği kazanması sonucu oluşuyor. Burada da bundan bahsetmiş. Damar kambiyumu kısil ve folam oluşturarak eline kalınlaşmayı sağlar diyor. Damar kambiyum, demet kambiyum, iletim kambiyum hepsi aynı kapıya çıkıyor gençler. Tamam mı? Bunlar kısilem ve femi yani bitkideki damarları oluşturuyor. Doğal olarak da ne yapıyor? Eline kalınlaşmayı sağlıyor. Çünkü kısilen flüent çok yıllık bitkilerde içeri ve dışarı doğru genişleyerek o yaş halkaları dediğimiz kısımları da oluşturacak. Bu yüzden bu da doğru olmuş oluyor. Damarkan büyük zaten sekonder meristem çeşitlerimizden bir tanesi oluyor. Doğru olanı sorduğu için cevabımızı 1 2 3 Edirne olarak buluyoruz. Şimdi sıradaki sorumuzla devam edelim. Şuradaki arkadaşlar aslında kısilen fulemin gösterdiği öz bölgesinin gösterdiği kesitlerden bir soru çözmek istedim. Aşağıda dikotil yani çift çenekli odunsuz bir bitkinin gövde enine kesiti verilmiştir diyor. Gövde mi kök mü buna dikkat edin gençler. Tamam mı? Burada hatta bir tane kodlama vardı. konu anlatımından hatırlayanlar olacaktır. Neydi? Eee, kök enine kesitinde öz bölgesi tek çeneklilerde bulunur. Gövde enine kesitinde öz bölgesi ise arkadaşlar çift çeneklilerde bulunur. Buradaki köt ve göç kelimelerinden hatırlayabilirsiniz. Tamam mı? Eğer çok karıştırıyorsanız. Şu öz bölgesini biz o zaman gövdede nerede göreceğiz? Çift çeneklede göreceğiz. Bakın zaten çift çenekli de gövdede bir öz bölgesi görüyoruz. Kısilen fenam buraya dizilmiş. Kısilen fenamlarda ne olması gerekiyor der zaman? İçeri bakanlarda ve dışarı bakanlarda farklılık var. Şimdi bunu bir sırasıyla soru üzerinden anlatayım. Numaralandırılmış kısımlarla ilgili hangisi söylenemez? Bir canlılık özelliğini yitirmiş peridermistir diyor. Dermis normalde epidermis peridermis yapıları var ya buradaki dermis yapısı canlıdır. Ama peridermis yapısına baktığımızda hemen bir numaralı kısım gövdenin zaten dış kısmında arkadaşlar canlılık özelliğini yitirmiş. Peridermi görmeyi bekliyoruz burada. Çünkü mantar yapısını göreceğiz arkadaşlar. 2 de özümleme parankimasından oluşur demiş. 2'ye. 2'ye hemen bakıyorum. Bakın tam şurası gençler epidermisin altında bulunan klorofilsiz korteks parankimasıdır. Ama burada özümleme parankiması demiş. Özümleme parankiması dediğimiz fotosentez yapanlardır. Kim bunlar? Mesela palizat parankiması ve mezofil tabakada yer alan diğer sünger parankimadır. O yüzden Bursa'da yanlış olanı söylemiş. 3. Ikcil meristam hücrelerinin farklılaşmasıyla oluşan folyemdir. Çünkü meristam hücreler farklılaşarak diğer dokuları oluşturur. Onların bölünme yeteneği olmadığı için. Ve her zaman diyoruz ki buradaki damar kambiyumunda içeri doğru kısil, dışarı doğru fulam oluşturur oluşturulur. O yüzden 3 numarayla gösterdiği yer fam olacak. Neyi sağlayacak aslında 3 numaralı yapı? Besinin taşınmasını. 4 de doğal olarak kısilem olduğu için köklerdeki su ve minerali taşıyacak. 5 numaralı yapı zaten damar kambiyumdur. İşte senede iki defa yaş halkalarını oluşturur. Yani içeri doğru kısilemi, dışarı doğru da fulemi oluşturarak çift çenekli bitkilerde yaş halkasını yani gövde kalınlaşmasını, enine kalınlaşmayı sağlamış olur. Çok güzel bir soruydu. Hem görsel üzerinden tekrar ettik hem de şu kısımları birlikte hatırlamış olduk. Sıradaki soruya bakıyoruz. Bitkisel bir dokunun sınıflandırılması verilmiştir. Örtü doku epidermis ve periderm diye ayrılır arkadaşlar. ya da epiderm, periderm diye ayrılır. Buna göre diyor örtü doku hücreleri ile ilgili hangisi söylenemez? Hücreler arası boşluk bulunmaz. Bu hücreler genellikle sıkı sıkı şöyle yan yana dizilmiş hücrelerdir. Oksin hormonu etkisiyle yeniden bölünme özelliği kazanabilir demiş. Şimdi örtü doku nedir arkadaşlar? Bölünemeyen dokular arasındadır. Bu bir kalsın. Bitkinin su kaybını engeller. Özellikle periderm yapı ve tabii ki bizdeki deri yapısı gibi düşünebilirsiniz. Bitkinin su kaybetmesini engelliyorlar. dış etkenlere karşı zaten korurlar ki şu periderm tabaka dediğimiz yapı mandar mantar doku mantar kambiyumdan oluşacak ve bitkinin aslında dış kısmıyla da birleşerek kabuğu oluşturacak. Farklılaşarak tüy, stoma, lent, sel gibi yapıları oluşturur demiş. Şimdi biz buraya baktığımızda örtü doku hücreleri ile ilgili genel olarak sorduğu için stoma, tüy, lentisel gibi yapılar epidermistan farklılaşarak oluşan yapılardır. O yüzden bunu da kabul ediyorum. Ama oksin hormonu etkisiyle yeniden bölünür demek çok da doğru bir ifade olmayacak. Çünkü diyoruz ki bölünen dokularda biz meristemi görüyoruz. Hani en fazla parankima temel dokudaki parankima işte bir hormon etkisiyle yeniden bölünme yeteneği kazanabilir. Ama burada örtü dokuyu bölünür doku olarak alamıyoruz gençler. Epidermis peridermis yapısına baktığımızda buradakiler canlı ama epidermistte peridermisle fotosentez yapmaz. sadece epidermistan farklılaşan stoma fotosentez yapan hücreler arasında karşımıza geliyor. Bu da aklıma gelmişken hatırlatmak istediğim bir yapıydı. Zaten şimdiki soru da tam bununla ilgili olacak. Aşağıda stoma ve hidatotla ilgili verilen tabloda diyor hangisi yanlıştır? Gençler bunlar bitkinin epidermisinin farklılaşmasıyla oluşan yapılar olacak. Stomayla hidatotu bize kıyaslatırlar. Sebebi şu. Hidatot mutasyon damlamayı gerçekleştirir. Özellikle havanın neme doyduğu saatlerde mesela kışın erken saatlerde okula giderken görmüşsünüzdür. Yaprakların üstüe damla damla şeyler görüyoruz. Bunlar bitkinin aslında bir boşaltımıdır. Fazla suyu ne yapıyor? Bünyesinden uzaklaştırıyor. Stoma ise gözenektir. Hem fotosentez yapar hem de gaz alışverişini sağlar. Peki bakalım nasıl kıyaslayacağız. ÖSYM böyle kıyaslamaları sever. Dikkat edin stoma açılıp kapanabilen bir özelliktir. Hidato hep hidatot arkadaşlar hep açıktır. Karbondioksit özümlemesi yapmak fotosentez yapmak demek istiyor. Tabii ki stomada göreceğim ama burada görmüyorum. Hidototun böyle bir özelliği yok. Fazla su ve minerali atar demiş. Sadece fazla suyu atar demiş. Aslında damlama yolunda suyla birlikte fazla tuzla, fazla mineraller de atılabilir. Asıl bu gaz çıkışı şeklinde olduğu için burada mineral atmamız mümkün değil. Bu özellik birbirinin tam tersi olması gerekiyordu. Suyu buhar halinde atar çünkü bu ise sıvı olarak atar. O yüzden suyla birlikte mineral atışı görebiliyorsunuz. Terleme yapma. Bu ise gutasyon yani damlama yapmadır. Bu da gayet doğru bir şık olmuş. Bize yanlış olanı sorduğu için cevabımızı Ceyhan olarak bulduk. Şimdi sıradaki sorumda bu sefer kök enine kesit verilmiş. Hangisi doğrudur diye soruyor. İlk çözdüğümüzü hatırlarsanız gövdeydi. Bir şeklin kök olduğunu şuradaki kök emici tüylerden de anlayabilirsiniz. Sanki bu denizlerde işte gemilerdeki şeye benziyor. Bakın dümene benziyor. Bunu görüyorsanız eğer anlayın ki köktür. Tamam mı? Çünkü kök emici tüy var. Bakın burada epidermisi görüyorum. Endodermis. Endo iç demek. Kısilen fuliemi görüyorum. Arada peris kıl tabakası var. Bu aslında korteksten her maddenin geçmesini engelleyip korumaya çalışacak bitkinin içerideki yapısını. Bakalım bize ne sormuş. Epidermistan farklılaşarak emici tüyler su ve mineral alınmasını sağlar. Yani emici tüyler diyor epidermistanı farklılaşır oluşur ve su mineralleri alır. Gerçekten de böyledir. Epidermistan farklılaşarak oluşmuş yapılar arasında kök emici tüyler vardır. Adı üstünde topraktaki su ve mineralleri emerek bitkinin bundan faydalanmasını sağlar. perisk yan kök oluşumunu sağlar demiş. Buraya baktığımızda yan kök oluşumu ile birlikte aslında tüm zehir maddelerinin tüm zehir maddeleri demeyeyim de içeride hani topraktan alınan zararlı maddelerin de öz bölgesine kaışmasını engelleyerek onu korumuş olacak. Endodermisteki kaspari şeridi, kaspari şeridi su geçirmeyen bir tabaka oluşturur diyor. Bakın buradaki Periskalle'ın görevlerinden bir tanesi dedik ya hani yan kök oluşumuyla birlikte topraktaki her iyonun içeri geçmesini engelliyor. Akaspari şeridinin de şöyle bir şeyi var. Kısileme geçen suyun tekrardan dışarı çıkmasını engelliyor. O yüzden su geçirmeyen bir tabaka oluşturuyor. Cevabımız hepsi olmuş oldu. Böylelikle ne dedim? Bu şekli gördüğümüzde kök emici tüyü gördüğümüzde köklerde olduğumuzu anlayacağız. Şu soruda neydi mesela? Gövdede olduğumuzu anladık ve şu kodlamadan da öz bölgesinin tek mi, çift çeneklide mi olduğunu çok rahat anlarsınız. Bu arada burada şunu da söyleyeyim hemen. Burada arkadaşlar biz e çift çenekli bir bitkinin gövdesinde olduğumuz için özümleme yapısını zaten ne yapmayacağız? Görmeyeceğiz. Çünkü tekrar söylüyorum biz arkadaşlar bitkide her canlı hücrede illa fotosentez gerçekleşmediğini biliyoruz. Onu da tekrardan hatırlatayım. Şimdi 136'dayız gençler. diyor ki bir iletim doku elemanına ait aşağıdaki özellikler verilmiştir. Buna göre yukarıda verilenlerden hangisi kısileme aittir? Kısilem fulan iletim yani bitkinin damar yapıları biliyorsunuz. Neyi sağlayacak bakalım? Kısilemle ilgili üst üste dizilmiş canlı hücrelerden oluşur. Hayır kısilemin hücreleri ölüdür arkadaşlar. Aradaki hücre çeperi tamamen erimiştir ve burada canlı olan fullyem olması gerekiyor. O yüzden bunu eledim. bana kısileme ait olanı soruyor. Arkadaş hücrelerini biz fulyemde görüyoruz. Kısilemdeki trake ve trakeiktir. O yüzden onu da eledik. Madde taşıması hızlıdır demiş. Buraya baktığımızda gençler su ve mineral taşıdığı için daha hızlı oluyor. Fen mesela besin taşıyacağı için daha yavaş oluyor. Bunu alabilirim. Madde iletimi çift yönlü olan Fem'dir. Çünkü fem hem topraktan yani aşağıdan yukarıya hem de yukarıdan aşağıya madde taşıyabiliyor. Fotosentez sonucu oluşan besinleri aşağı taşıyabiliyor. Aynı zamanda azotlu bileşikleri köklü üretilen yapıları yukarı taşıyabiliyor. O yüzden bunu fuleme aldık. Hücre çeperinde selüöz ve pektin birikimi görülür demiş. Hücre çeperinde selülüöz ve pektin, pekt doku sağlamlık yapısını gördüğümüz yine kısileme ait bir özellik olmuyor. Çünkü pektin dokusunu biz nerede göreceğiz? Özellikle kollenkima gibi yapılarda göreceğiz. Ama ölü hücrelerde arkadaşlar selüozün yanında pektin değil. Neyi görmemiz gerekiyor biliyor musunuz? Lignin yapısını görmemiz gerekiyor. Skleren kimada olduğu gibi. O yüzden bunu da alamıyoruz. Cevabımız ne oldu gençler? Ceyhan 3'ü seçmiş olduk bu sorumuzda. Şimdi stomalarla ilgili bilgilerden hangisi yanlıştır? Stoma bizim için olmazsa olmaz konulardan bir tanesi. Terleme ve gaz alışverişini sağlar demiş. suyun buhar halinde atılmasını sağlar. Organik besin sentezi gerçekleştirir. Fotosentez yapar. Çünkü içerisinde klorofil vardır. Işıklı ortamda kapalı, karanlık ortamda açık konumdadır." demiş. Işıklı ortamda fotosentez yapacağı için arkadaşlar açık olmasını beklerdik. Bunu çok beğenmedim. İç çeperi kalın, dış çeperi incedir. İç çeperi kalındır. Dış çeper ince olduğu için şu dış çeper hatta şuraya çizeyim hemen bir tane. Stoma neydi? Şöyle fasulye tanelerine benzettiğimiz iki tane kilit hücre yani bekçi hücreden oluşan gözenektir. Şu iç çeperler kalındır. Basınca dayanıklıdır. Dış çeperler incedir. O yüzden turgor basıncı ile birlikte bu dış çeperler dışa doğru kavislenir ve stoma açılır. Tamam mı? Bunlara biz kilit ya da bekçi hücre diyoruz. Stomaların yapısı budur. O yüzden soruya geri döndüğümde ne yapmış olduk? Bakın burada diyor ki ışıklı ortamda kapalıdır. Işıklı ortamda fotosentez yapacağı için asıl orada açılmasını bekleriz. Yanlış olanı sorduğu için cevabımızı Denizli olarak bulduk gençler. Anlaştık mı? Stomayla ilgili demek ki neyi bilmemiz gerekiyormuş? Hem fotosentez hem de terleme ve buhar halinde de gaz alışverişinin atılmasında görev aldığını görüyoruz. Daha doğrusu buharla birlikte terleme ve gaz alışverişinin olduğunu biliyoruz. Bitkinin gaz alışverişi nasıl olacak? fotosentez yapmak için karbondioksit alacak ve doğuya oksijen gönderecek. İşte bunu yaptığı yapılar da stomalardır diyoruz. İşte görseli bu. Stomanın bir açık bir de kapalı hali var. Bunların nasıl açılıp kapandığı ile ilgili arkadaşlar mutlaka bilmemiz gereken bir soru. Çok güzel bir soru. Yakın zamanda gelmedi. Gelebilir. Dikkatli dinleyin. Aşağıda stoma kilit hücrelerinin açık ve kapalı durumları gösterilmiştir. Stoma açıklığının diyor 2idden birinci duruma geçmesi yani aslında kapalıyken açık hale geçmesi. Açılmasını hangisi sağlar? Glikoz miktarının artması. Şunu hiçbir zaman unutmayın. Burada stomalarda açılmayı sağlayan turgor basınçtır. Yani içerideki suyun çepere yaptığı basınçtır. Dışarı doğru çeper kavislendiği için stoma böyle açılır. Turgor basıncı ne artırır arkadaşlar? Tabii ki maddenin fazla olması. Burada madde yerine bir iyon da söyleyebilir, glikoz da söyleyebilir. Madde yoğunluğunu artıran her şey ozmotik basıncı artırdığı için epidermisten stomaya su geçer. Neden stomaya epidermis diyorum? Çünkü epidermisten farklılaşarak oluşur. O yüzden aslında stomaların komşusu epidermis hücreleridir. Su geçtiğinde de turgor basınç oluşur. O yüzden glikoz miktarının artması kilit hücrelerde madde yoğunluğunu artırdığı için ne yapar? Ozmotik basıncı artırır. Komşu hücrelerden stomaya su gelir. Kilit hücrelere. Bu suyla birlikte turgor basınç arttığı için stomalar açılır diyoruz. Aldım. Solunum tepkimelerinin hızlanması. Burada ne olacak? besin tam tersi tüketilecek. O yüzden bu beni ilgilendirmez. Turgor basıncının artması ise zaten işte somaların açılmasını sağlayan temel sebeptir diyorum. Nişastanın hidroliz olması. Nişasta hidroliz olduğunda ortama glikoz çıkacağı için yine yoğunluk artacak. Bakın bir de su kullanılacak. Su kullanıldı. Madde miktarı arttı. Bunu dengelemek için OB arttı. Ozmotik basınç artınca komşudan yine su geldi. Doğal olarak ne yaptı? Buradaki turgor basınçlı stoma yeniden açıldı. Hangileri sağladı? 2 hariç arkadaşlar. Cevabımızı Edirne olarak bulmuş olduk gençler. Demek ki neymiş? Stomaların açılıp kapanmasında şunu unutmayın. Birincisi glikozun birikmesi gerekiyor kilit hücrelerde ya da potasyumun. Her koşulda bir şekilde madde yoğunluğunun arttığını görüyoruz. Glikoz da olsa, iyon da olsa eğer kilit hücrelerde madde miktarı artıyorsa ozmotik basınç artar ve komşudan kilit hücrelere su gelir. Bu gelen su basınç oluşturduğu için turgor basınçla birlikte stoma açılır. Ne zaman peki madde artar? Örneğin sabah saatlerinde güneşin gelmesiyle birlikte karbondioksit kullanılarak fotosentez başladıysa ya da nişasta pH değişimine bağlı olarak glikoz dönüşümünü başlattıysa bunların hepsi aslında sonuç olarak aynı yere çıkıyor. Şu ozmotik basınç ve turgor basıncı yorumlayabilirseniz çok rahat edersiniz gençler. Şimdi bir diğer sorum şununla ilgili olacak. Basınç akış teorisi gençler. Bu teori bize şunu anlatıyor aslında. Bitkiler de besinin nasıl taşındığını anlatıyor. Çünkü hani biz şey diyoruz ya, bitkinin canlı olan her hücresi sonuçta fotosentez yapmayacak ama hani canlı olup da fotosentez yapmayanlar nasıl beslenecek? Yani bir şekilde o hücrelerin de beslenmesi gerekiyor. O yüzden aslında basınç akış teorisinde fotosentez yapanlardan besini alıp yapmayan hücrelere o besinin nasıl taşındığını açıklıyor olacağız. Bakalım soruda ne diyor. Yanda femda organik madde taşınması gösterilmiştir. Tabii ki besin taşınması dediğim için femi göstereceğiz gençler. Burada fenem de birincisi kaynak ve basınç hücreleri. Kaynak hücrelerimiz ve havuz hücrelerimiz var. Kaynak hücremiz şudur. Fotosentezin gerçekleştiği hücredir. Şöyle fotosentezin gerçekleştiği hücrelere biz kaynak hücre diyeceğiz. Bu kaynak hücreler gençler ne yapacak biliyor musunuz? Fotosentez yapmayan havuz hücrelere besin gönderecek. Kim aracılığıyla? Tabii ki Famem aracılığıyla. FEM'in hemen yanında da bu basınç çakış çağrisinin gerçekleşebilmesi için ona su gönderecek olan tabii ki kısilen bulunacak. Bakalım ne anlatıyormuş bu bize. Soruya geri dönüyorum. Diyor ki, "Fotosentezin gerçekleştiği hücrelere kaynak besinlerin fulde taşınıp depolandığı hücrelere ise havuz hücre denir. Zaten besinin kaynağı ve besinin boşaltıldığı havuz hücre. Tam da isimleri buradan geliyor. Kaynakta üretilen besinler arkadaş hücrelerine gönderilir ve aktif taşımayla kalburlu borulara geçer demiş. Burada arkadaşlar biz enerji harcayarak besinlerin taşındığını söyleyebiliyoruz. Kalburlu borularda artan besin miktarı ozmotik basıncı artırarak kısilemden su çeker. Yani diyor ki sen şu kaynaktan besinini alıp da buraya geçirdiğinde her zaman olduğu gibi madde yoğunluğunun arttığı yerde ozmotik basınç artar. Yani diyor yoğunluk arttığı için su çeker. E suyu kimden çekecek? Tabii ki kısilemden. O yüzden doğru söylemiş. Femde artan su miktarı hidrostatik basınç oluşturur ve kalburlu borulardan kök hücrelerini aktif taşımayla gönderilir diyor. Yani buradaki aslında suyun oluşturduğu basınçla sen diyor buradaki kaynak hücrenden alır ve kalburlu borulardan geçerek aktif taşımayla maddelerini taşırsın diyor. Bunu da kabul ettik. Zaten şurada kabul etmiştik aktif taşımayı. Ama bakın Edirne'de ne diyor? Besimlerin köklere geçmesiyle ozmotik basınç azalır ve aktif taşımayla diyor su aktif taşımayla tekrar kısileme geri döner demiş. Suyun taşınmasında aktif taşıma görmeyeceğiz arkadaşlar. Çünkü burada zaten siz besinlerinizi havuz hücreye boşalttığınızda madde yoğunluğu yeniden düştüğü için ozmotik basıncın düşmesiyle birlikte su tekrardan kısileme geri gönderilir. Bu zaten ozmotik basınçla alakalıdır. Enerji harcanmaz diyoruz. O yüzden cevabımızı Edirne olarak işaretledik. Şimdi sıradaki sorumuza bakalım. Diyor ki 140'tayız bu arada. Hadi son 5. Bitkilerde gerçekleşen nasti hareketi esas olarak aşağıdaki durumlardan hangisiyle sağlanır? demiş. Şimdi bitkilerde hareket tabii ki var arkadaşlar ama nasıl bizimki gibi aktif değil. Yani bir saksıdan çıkıp öteki saksıya koşmuyor bitki ama pasif hareket ediyor. Ne demek pasif hareket? İki tane hareket var. Biri yönelme, tropizma, biri de nasti. Yani ırganım dediğimiz bir hareket. Tropizma genellikle uyarının yönüyle bağlantılıdır. Mesela işte ay çiçeğinin güneşe yönelmesi gibi düşünebilirsiniz. Nasti hareketleri ise daha çok e burada turgor basıncın değişmesiyile alakalıdır. Mesela küstü motuna dokunduğunuzda tüm yapraklarını kapatması ya da böcek yiyen bitkilerde böcek geldiğinde ya da bir basınç oluştuunda yapraklarını kapatması nas hareketidir. Orada uyaranın yönü önemli değildir. Orada siz dokunduğunuzda içerideki turgor basıncı değiştirdiğiniz için bitki hareket eder. Şimdi bana diyor ki Nas'deki temel sebep sebep esas olay nedir diye soruyor. Zaten biraz önce açıkladığım gibi tabii ki diyeceğiz ki arkadaşlar turgor basıncındaki değişikliktir. Unutmayın turgor basıncını gördüğünüz anda nasyeceksiniz? Uyaranla ilgili bir şey varsa uyaranın yönüne göre değişim varsa buna kesinlikle ne diyeceğiz arkadaşlar? Tropizma hareketidir. Yani yönelim hareketidir diyeceğiz. Ama Nasti dendiğinde hemen turgor basıncı seçeceğiz. Bitkilerde tropizm hareketini inceleyen bir öğrencinin hazırladığı deney düzenekleri aşağıda verilmiştir gençler. Biz bunlara koleoptiller diyoruz. Uçlarda oksinler göreceğiz tabii ki ama hangisinde asimetrik büyüme olduğunu yani aslında yönelme olduğunu soruyor. Karanlıkta evet bir ışık yok ama ne yapmış? Uç kısmını kesmiş arkadaşlar. O yüzden ne yapacağız? Uçlarda üretildiği için oksij bu tarafta birikim olacak ve yönelim asimetrik büyüme gerçekleşecek arkadaşlar. Çünkü bir tarafa doğru büyüyecek. Orada oksinin üretildiği yerde hücreler mitoz geçirecek. Biriktikçe de bu şekilde tersi yönde bir yönelim olacak. Her ne kadar karanlıklı olsa da bir tarafa doğru koleoptili kaydırdığımız için. İkiye bakıyorum. Mika ve agar arkadaşlar bunlar bir kimyasal yapılar aslında. Mika oksine geçirgen değildir. Agar ise geçirgendir. Tamam mı? Mikaya bakıyorum. Oksin istediği kadar üretilsin. Işık istediği kadar gelsin. Mika bunu geçirmeyeceği için yönelim olmayacak. Oksin emdirilmiş agar demiş. Burada uç kısmı yok dikkat ederseniz. Yani evet büyüme olabilir ama bir yönelim yok. Yönelim olması için uç kısma ihtiyacım vardı. Agaroksine geçirgendir ama yine de uç kısımda asimetrik büyüme görmeyeceğim. O yüzden cevabımız yalnız bir Adana olarak geliyor gençler. Sıradaki sorum tabii ki hormonları tekrar etmeden bitkiyi bitirmeyecektim. Beş tane hormon görüyoruz. tanesi bitkinin büyümesini pozitif yönde etkiler. İki tanesi ise negatif yönde. Pozitif etkileyenler oksin, ciberellin ve stokinindir. Apsisik asitte etilen ise negatif yönde yani durdurur daha çok. Etilen gaz formundadır. Oksin yönelimi sağlar. Apsisik asit dormansi yani uyku halini uyarırken ciberellinin tam tersi dormansiyi kırar arkadaşlar. Strokinin de gençlik hormonu diye geçer. Bitkilerin, meyvelerin taze ve genç kalmasını sağlar. dormansıyı sonlandırır. Gördüğüm anda zaten ciberellini hemen seçmiştim. Çimlenmeyi, çiçeklenmeyi uyarır. Özellikle üzüm yetiştiricileri salkım seyreltmekte ve iri taneli meyve eldesinde bu hormonu kullanıyor. Çünkü bu hormon bitkiye diyor ki, "Hadi bakalım çimlenme ve meyve verme zamanı. Biz buna dormansinin kırılması yani uyku halinin bozulması diyoruz gençler. Şimdi geldim şurada kapalı tohumlu bitkilerde diploid bir bitkide olayların hangileri mitozla gerçekleşirile ilgili yani aslında bitkilerin üreme kısmıyile ilgili bir soruyu daha hatırlatacağım. Generatif çekirdekten sperm oluşumunu görüyoruz. Triploid çekirdekten endosperm oluşumu. Makrospor ana hücreden de makrospor hücresinin oluşumunu görüyoruz. Bir kere şurada ana hücreyi gördüm. Hemen diploiden haploid hücre oluşumunu gördüğüm için diyorum ki bu bir mayoz. mayoz olduğu için onu bir şıklarda hemen eleyelim. Triploid çekirdeğe bakıyorum. Triploid çekirdekten endosperm oluşumuna baktığımızda burada arkadaşlar ne var? Aslında triploid çekirdek dediği bitkilerde biliyorsunuz eee eşeyli üreme kısmında diploid bitkilerde neyi görüyoruz? Kapalı tohumlarda. Burada poler çekirdekler bir sperm tarafından döllendiğinde poler çekirdekler 2n olduğu için totalde bir de sperm geliyor 3n yani triploid bir çekirdek oluşuyor. Bu çekirdek endosperm besiye dönüşüyor. Doğal olarak da yani aslında bitkinin orada embriyonun beslendiği besi dokuya dönüşüyor. Bunu arkadaşlar mitoz olarak almamız gerekiyor. Generatif çekirdeğe baktığımızda ise sperm oluşumu demiş. Şimdi generatif çekirdek bir de vejetatif çekirdek var erkek üreme hücrelerinde ve bu çekirdeklerden vejetatifle generatifin görevleri farklı. Generatif ne yapacak? Sperm oluşumunu sağlayarak döllenmeye katılacak. Vejetatifte ise arkadaşlar polent tüp oluşumu yapısına katılacak. O yüzden burada da diyoruz ki evet mitoz gerçekleşiyor. Hangileri mitozda gerçekleşir dediği için 1 ve 2 ceyhan olarak bulmuş oluyoruz. Anlaştık mı gençler? Burada özellikle erkek üreme hücrelerinin oluşumunda şunu bilmeniz gerekiyor. Polen yapısında bir generatif bir de vejetatif çekirdek var. Burada üremeye döllenmeye katılan generatifin oluşturduğu çekirdekler olacak. Vejetatif de o çekirdeklerin aslında ilerlemesini sağlayacak olan yapı olacak ve enteresan bir şekilde sperm hücrelerinin oluşumu da zaten dişi üreme hücresi, dişi üreme organı içerisinde olacak. Hücre değil, organ içerisinde olacak. Şimdi sıradaki sorumuz yine üreme ile alakalı olacak. Çünkü son zamanlarda böyle çıkmış sorulara baktığınızda göreceksiniz. ÖSYM özellikle bitkinin üreme kısmına dikkat ediyor arkadaşlar. Tam çiçek yapısı. Tam çiçek yapısı dediğine hem dişi organ, hem erkek organ, hem taç hem de çanak yaprak görülüyorsa biz bu bitkilere tam çiçek diyoruz. Hangisi söylenemez diye sormuş. 1 ve 2 numaralı yapılar erkek organı ifade eder diyor. Bakıyorum hemen 1 ve 2'ye. Evet. başçık ve sapçık kısmını göstermiş. Doğru. 3, 4 ve 5 de diyor diş organı gösterir. Bakalım burası ne arkadaşlar? Artık polilin geldiği dişicik tepesi, dişicik borusu ve tabii ki tohum tastağın da geliştiği ovaryumu ifade ediyor. Gayet doğru söylemiş. Dişi organlar bu üç kısımdan oluşuyor. 1 ve 4 numaralı yapılarda bulunan hücrelerde crossing over görülür demiş. 1'e bakıyorum erkek organının tepesini gösteriyor. 5 numaralı yapı da diş organı. Yani aslında burada spermin üretileceği, oradaki mikrospor ana hücrenin mayoz geçireceği, burada da makrospor ana hücrenin mayoz geçireceği yeri gösterdiğinden dolayı mayozdan dolayı crossing over görülür demiş. Doğru kabul edeceğiz. O yüzden verilen yapıların tamamı diploid kromozomludur diyor. Çünkü burada ben nihayetinde ne görüyorum? Bitkideki bir aslında eee vücut hücre yapısını görüyorum. Yani üreme hücre yapıları değil. O yüzden de tabii ki diploid alacağım. 1 ve 5 numaralı yapılarda üretilen üreme hücreleri 4 numaralı yapıda birleşerek döllenme gerçekleşir diyor. Hemen bakıyorum. 1 ve 5 numaralı yapılarda üretilen üreme hücreleri yani sperm ve yumurta için 4 numaralı yapıda birleşerek diyor. 4e bakıyorum şurada birleştiğini ifade ediyor. Hayır bunların birleşimi tabii ki nerede olacak? Şuradaki tohum taslağı ovaryum içinde olacak. Burada sadece arkadaşlar polen tüpü içerisinde biz sperm çekirdeklerin ilerlemesini beklemeliyiz. O yüzden döllenme dişicik borusunda değil. Normal ovaryumda oluyor. Hatta buradaki boşluktan girerek gerçekleşecek. Bu yüzden Denizli yanlış söylemiş. Verilen yapıların tamamının kalıtsal yapıları aynıdır. Çünkü burada dediğim gibi herhangi bir mayoz sonucu oluşan yapı görmediğimizden dolayı bitkinin tüm yapılarında olduğu gibi mitozla oluştuğu için hepsinde genetik yapı aynıdır diyoruz arkadaşlar. Ve kampın son sorusundayım. Yanda çiçekte bir bitkinin dişi organının şekli verilmiştir diyor. Dişicik tepesi, dişicik borusu ve gördüğünüz gibi burada da ovaryum görüyorum. Çekirdekleri görüyorum. X'te gösterilen yapı demiş ki X'te gösterilen kısımda hangisinin bulunması beklenmez? Dişilerde üreme hücresinin oluşturulmasında biliyorsunuz ne yapıyor gençler? Mitoz gerçekleşiyor üç kere. O yüzden de 8 tane çekirdek görüyoruz. Bunlardan polar çekirdekler var. İki tane antipot çekirdekler, sinerjitler ve tabii ki döllenmeye katılan yumurta var. Hangileri döllenmeye katılacak? İki tane sperm olduğu için diploidlerde, kapalı diploidlerde biri gelip yumurtayı dölleyecek, zigot oluşacak. Diğer sperm çekirdeği de gelip polarları dölleyecek. Doğal olarak iki tane polar çekirdek artı spermden endosperm dediğimiz yani triploid bir hücre oluşacak. Ama hangisinin oluşmasını beklemiyorum? Yani X yapısında kimin olmasını beklemem? Mikrospor hücre. Mikro dediği küçüktür. Biz mikrospor hücreyi arkadaşlar sperm hücreleri için kullanırız. Çünkü sperm hücresi yumurtaya göre daha küçüktür. Yumurta hücrelerini makro diye ifade ederiz. Bu yüzden mikrospor ana hücreden mikrospor hücresinin oluşmasını tabii ki biz erkek organda bekleyeceğimiz için diyoruz ki ovaryumda bunun ne işi var? Bu yüzden cevabımız Edirne oluyor gençler. Yanlış olarak bulduğumuz yapı. Şu çift dönlenme olayını tekrar söylüyorum. eee, diploid bitkilerde, kapalı tohumlu bitkilerde gördüğümüz bir olaydır. Tamam mı? Bu çift döllenme ne? Yani iki tane sperm hücresinde birinin eee, yumurtayı döllemesi, diğerinin ise poları döllemesidir. İki tanesi görev aldığı için biz buna çift döllenme diyoruz gençler. Bitkiye dair tekrar edeceğimiz bütün kısımları, önemli olan unuttuğunuzu düşündüğüm kısımları bu şekilde 16 tane soruyla ben sizin için tekrar ettim. Ama siz ne yapacaksınız arkadaşlar? Konularda çözerken ya hocam ben burayı hatırlamakta zorlandım dediğiniz her noktada gideceksiniz. Nokta atışı nereye çalışmanız gerektiğini çok rahat anlayacaksınız. Zaten bu kampın amaçlarından bir tanesi de buydu. Biz AYT videolarımızı biliyorsunuz güncel olarak tamamladık. Orada AYT videolarında neyi unuttuğunuzu da görerek bu geriye kalan az vakitte direkt nokta dışı çalışabilmenizi de istedim. Ve tam 145 tane soruyla yani yaklaşık 11 tane AYT denemesi birlikte çözerek bütün AYT konularını tekrar etmiş olduk. Çok samimi bir şey söyleyeceğim. Kaç saat oldu Kübra? Bir 7 saati gördük mü? Bence görmüşüzdür. Ne diyorsun? Ama onlar çarpı 2'de izleyeceği için yarıya düştüğünü düşünebiliriz. Kaç? 7 saat 10 dakika. 7 saat 10 dakika. Bu sizin için daha az bir zaman demek biliyorum. Ama ne yapacağız biliyor musunuz? Bak çok samimi bir şey söyleyeceğim demiştim. O cümlem yarım kaldı. Bu kampı hazırlarken, soruları seçerken ve şurada arkadaşlar yan taraflarda hatırlattığım nerede o mesela? Şuralarda özellikle çözüm kısımlarında hatırlattığım konuştuğumuz her şeyde ben neye dikkat ettim biliyor musunuz? Dedim ki bir öğrenci olsaydım ve burada sınava hazırlanırken ben tam da şu zamanlar neyi unutmuş olabilirdim? Özellikle öğretmenime nerede ihtiyaç duyardım ve AYT'nin hangi kısımları önemli olurdu tam da ÖSYM'nin bakış açısında baksam nereleri çalışırdım diye düşünerek hazırladım. O yüzden videoyu izledikten sonra siz de şunu diyeceksiniz ki evet ya hocam gerçekten de tam da buralar unutulmaya başlanmış. Bunu fark ettim. O yüzden de çok güzel bir tekrar oldu diyeceğinizi diyebilmenizi umuyorum. yorumlar kısmında hem birlikte bir değerlendirelim hem de şimdiden yolunuz bahtınız açık olsun. Sınavda hepinize canlı gönülden başarılar diliyorum. Hem TYT hem de AYT'de sınavdan sonra ve tercihlerden sonra bu videonun altında hocam ben başardım yorumlarınızı bekliyorum. Görüşmek üzere.