Transcript for:
Biyoloji Dersine Genel Bakış

Herkese merhabalar Tonguç Akademi'de birlikteyiz gençler. Birinci dönem full tekrar kampımız başladı. İlk dersimizde tabii ki biyoloji. Bugün sizlerle birlikte birinci dönemin tüm konularını tekrar edeceğiz.

Hep söylüyorum tekrar söylemiş olayım gençler. Dokuzuncu sınıfın ilk ünitesi canlıların temel bileşenleri kısmı tekrar tekrar tüm ünitelerde karşımıza çıkacak. Mesela şimdi ikinci döneme başlar başlamaz hücre zarında madde alışverişlerini öğreneceğiz. Kimin küçük kimin büyük olduğunu bilemezsek madde alışverişlerinde zorlanacağız.

Veya üçüncü nütemiz canlılar dünyasına geçtiğimiz zaman depo karbonhidratlardan bahsedeceğiz. Hücre zarındaki maddelerden duvarındaki maddelerden bahsedeceğiz. Bunlar aslında birinci dönemde öğrendiğimiz konuların tekrarı niteliğinde karşımıza çıkacak. O yüzden birinci dönemde eksiğimizin kalmaması gerekiyor. Atladığımız unuttuğumuz kısımların olmaması gerekiyor.

Gençler dediğim gibi birinci dönem full tekrarla sizlerle birlikteyiz. Hemen ödevlerinizi vererek konu anlatımına başlayacağım. Gençler nereye kadar gelmemiz gerektiğini de söyleyeceğim. Biliyorsunuz ilk kısmımız canlıların ortak özellikleri denilen bölümdü.

Canlıların ortak özelliklerini bugünkü dersimizde hatırlatacağım. Arkasından canlıların temel bileşenleri kısmına geçmiştik. O ünitemizi de bitirmiştik.

Yani bugün ondan da bahsedeceğiz. İkinci ünitemiz olan hücre ünitesinde de organellerin sonuna kadar neredeyse gelmiştik. Organelleri de toplu bir şekilde karşımıza en çok çıkabilecek özellikleriyle birlikte anlatmış olacağım. İkinci dönemde de canlılarda...

Hücrelerde madde alışverişi nasıl gerçekleşiyor? Bunlarla konularımıza başlamış olacağız. Hazırsanız yastığının arkanıza başlıyoruz.

Şimdi ilk ünitemiz ne dedik? Yaşam bilimi biyoloji ünitesi dedik. Gençler yaşam bilimi biyoloji ünitesinin içerisinde canlıların temel bileşiklerini anlatıyorduk.

Ortak özellikleri anlatıyorduk. Oradan gelmiştik. Hangi ünitemize? Hücre ünitesine. Burada da hücrelerin yapısından bahsediyoruz.

Organellerden, çekirdeğin görevlerinden bahsediyoruz. Bu ünitenin kalan yarısı hücre zarından madde alışverişleri kısmı ikinci dönemin konusu olacak. Canlıların ortak özellikleri dediğimiz zaman isimlendirilmiş, isimlendirilmemiş dünya üzerinde milyonlarca canlı türü var. Bu canlıların tamamında da ortak olarak görülen bazı özellikler vardı. Hatta bunlardan en önemlisi hücresel yapıdır demiştim.

Üstüne yıldız yıldız yıldız atmıştım. Neden her ünitede tekrar tekrar karşıma çıkıyor. Hücresel yapı bakımından canlıları kendi içerisinde ikiye ayırıyorduk. Bizim bir prokaryot hücre yapısına sahip canlılarımız bir de ökaryot hücre yapısına sahip canlılarımız vardı. Prokaryot Ökaryot dediğimiz zaman çekirdekleri yoktu.

DNA'ları sitoplazmalarında bulunuyordu. Aynı zamanda zarlı organel bulundurmuyorlardı. Bakteriler ve arkeler prokaryot hücre yapısına sahipti. Ökaryotlarda ise DNA'nın etrafı bir zarla çevrili gayet çekirdekli hücrelerden bahsediyorduk.

Zarlı organeller de hücre tipine göre bunlarda bulunabiliyordu. Beslenmeye bakacak olursak canlıların bazıları kendi besinini kendileri üretiyordu. Biz onlara üretici ototrof canlılar ismini vermiştik.

Bazıları ise doğadan hazır olarak alacak yani tüketici heterotrof olacaktı. Çok nadir de olsa hem ototrof hem heterotrof beslenme özelliğine sahip canlılarımız da vardı. Böcekçil bitkiyle ögleneyi buna örnek vermiştik. Beslenme ve solunum yapmaktaki amacımız aslında aynıydı.

ATP yani enerji üretebilmekti. Besinleri solunum tepkimelerinde yakarak ATP sentezini gerçekleştirecektik. Canlılarda görülen solunum tepkimelerine de bakacak olursak, bazı canlılar oksijenli solunum yapıyordu, bazı canlılar oksijensiz solunum yapıyordu.

Bazı canlılar ise fermentasyon tepkimeleri sonucunda ATP ihtiyacını karşılayabiliyorlardı. Boşaltım ne demek? Metabolik atıkların vücuttan uzaklaştırılması.

Çok hücreli bir canlıyı düşündüğün zaman boşaltımla ilgili sistemler var. Mesela bizde boşaltım sistemi, ürüner sistem dediğimiz böbreklerden, idrar kesesinden, üreter, üretradan oluşan bir sistem var. Ama adam tek hücreli de olsa sonuçta içeride oluşan atığını dışarıya atmak isteyecek. İçerideki karbondioksiti, içerideki amonyağı dışarıya atmak isteyecek. Yani boşaltım yap...

Yapmak da tüm canlıların ortak özelliğidir. Harekete de gelecek olursak ortak özelliklerin altında yazdığımıza göre yine tüm canlılar hareket edecek. Ama herkes aktif olarak hareket edip yer değiştirmez. Bazı canlılarda pasif hareket dediğimiz hareket söz konusu oluyor.

Mesela klasik örnek ağaç çiğ bitkisinin güneşe doğru dönmesi neye örnekti? Pasif bir harekete örnekti. Veya bitki köklerinin su bulunan ortama doğru büyümesi de aslında onların hareket ettiğini gösterir.

Hayvanlar alemindeki canlıları düşündüğümüzde ise biz aktif olarak yer değiştirebiliyorduk. Yani bazı canlılar aktif bazı canlılar pasif hareket eder ama tüm canlılar hareket eder. Kime gelip bir tane... Uyaran versek bu uyarana karşı da mutlaka tepki alırız.

Mesela sen tutuyorsun bakterinin bulunduğu ortama asit damlatıyorsun. Bir bakıyorsun bakteri asit olmayan tarafa doğru hareket etmiş. Aslında asite verdiği bir tepkidir. Ağaç çiçeği bitkisinin güneşe doğru dönmesi güneşe verdiği bir tepkidir. Bizim iç çevremizden dış çevremizden devamlı uyaranlar geliyor.

Ve biz bunlara karşı tabii ki tepki oluşturuyoruz. Homeostasi dediğimiz zaman kararlı iç denge anlamına geliyor. Yani genel bir cümleden bahsediyoruz.

Kararlı iç dengemizi korumamız demek aslında içeride tüm olayların düzenli bir şekilde gerçekleşmesi anlamına geliyor. Biz hastalandığımız zaman bir organımız çalışmadığı zaman homeostazimiz yani kararlı iç dengemiz bozulmuş olur. Metabolizma ise canlı vücudunda gerçekleşen yapı. Yapım ve yıkım tepkimelerinin tamamına birden verdiğimiz isimdi.

Kendi içinde ikiye ayırmıştık. Bir anabolizma bir de katabolizma olarak. Analar yapıcı kaynanalar yıkıcıdan aklınızda tutabilirdiniz. Küçük küçük molekülleri bir araya getirip büyük bir moleküle dönüştürüyorsan bu yapım tepkimesidir.

Anabolik bir tepkimedir. Anneler çocukların eteklerinin altında toplar gibi de düşünebilirsin. Katabolik tepkime ise büyük bir şeyi küçük bir şeyi. Parçaları ayırıyorsun katlediyorsun oradan da aklınızda kalsın yani yıkım tepkimesi anlamına geliyor. Devamlı vücudumuzda hem yapım tepkimeleri hem yıkım tepkimeleri gerçekleşiyor.

Organizasyonda uyum demek mesela işte düğün organizasyonuna gidiyoruz. Gelin damat inecek pastayı kesecek biz onlara para takacağız halay çekeceğiz pasta yiyeceğiz eve gideceğiz. Yani her şey belli bir sıra içerisinde düzen içerisinde gerçekleşiyor. Canlı vücudunda da organizasyon söz konusu. Tek hücreli bir canlıyı düşünsen DNA'sı RNA'sından RNA'sı hücre zarından bağımsız çalışamaz.

Benim dalağım böbreğimden böbreğim pankreasından bağımsız çalışamaz. Yani mutlaka bir uyum olmak zorunda. Üremeye dikkat ediyorsun.

Solunum yapmazsam ölürüm. Boşaltım yapmazsam ölürüm. Organizasyonum bozulursa ölürüm. Üremezsem ölmem.

Benim hayatıma devam edebilmem için üremem şart değil, çocuğum olmasa da hayatıma devam edebilirim. Neslin devamı, türün devamı için üremek şarttır. Büyüme ve gelişme dediğimiz zaman tüm canlılar da yine ortak olarak görülüyor.

Karıştırmamamız gereken şey tek hücreli ve çok hücreli arasındaki fark. Tek hücreli bir canlıya baktığın zaman hücrenin sitoplazma miktarını arttırdı. Hacmini ve kütlesini arttırdı. Arttırdıysa büyümüş gelişmiş demektir. Çok hücreli canlılarda hücre sayısının artması, kütlesinin artması, hacminin artması büyümek ve çoğalmak anlamına, büyümek ve gelişmek anlamına gelecek.

Aslında cümleyi tersten de söyleyebilirim. Hücre bölünmesi tek hücreli canlılarda üremeyi sağlar. Benim gibi çok hücreli canlılarda ise büyüme ve gelişmeyi sağlar.

Adaptasyon uyum... Kutup ayılarının beyaz kürklü olması, kaktüslerin gövdesinde su depolama özelliğine sahip olması birer adaptasyondur. Kaktüs çölde yaşıyor, suyu çok az bulabiliyor, o da gövdesinde depolayabiliyor.

Ben kaktüsü eve getirdim. İstediği kadar da su vereceğim. Artık bu gövdesinde su depolamasın gibi bir şey söz konusu değil. Adaptasyonlar nesilden nesile genetik olarak aktarılır gençler.

Buradan da hemen canlıların yapısında bulunan temel bileşikler kısmına geçiş yapıyorum. Temel bileşikler dediğimiz zamanda kendi içerisinde bunları inorganik ve organik bileşikler olmak üzere ikiye ayıracağız. İnorganik bileşikler kimsenin sentezleyemediği...

herkesin doğadan hazır olarak aldığı bileşiklerdir. Su, asit, baz, tuz, mineraller inorganik bileşiklere örnek olacak. Bir kere bunlar hücre zarından doğrudan geçebiliyorlar.

Yani bunlar küçük. Kimse sentezleyemiyor. Doğadan hazır olarak alınıyorlar.

Bunlar enerji vermez. Başlıca bunları bilelim. Organik bileşikler ise artık canlı vücudunda sentezlenebilen moleküllerden bahsediyoruz. Karbonhidratlar yağlar yani lipitler proteinler enzimler vitaminler nükleik asitler hormonlar ve ATP ise organik bileşikler grubuna dahil olacak. İnorganik bileşiklerin genel özelliklerine bakacak olursak genellikle bunlar karbon ve hidrojeni bir arada bulunduramıyor.

Canlılar tarafından sentezlenemiyor, herkes doğadan hazır olarak alıyor. Bunlar küçük hücre zarından doğrudan geçebilir. Suyu parçalayamazsın, tuzu parçalayamazsın, mineral maddeyi parçalayamazsın. Ne yapacaklar?

Yapıya katılacaklar. Herhangi bir onarım işi olduğu zaman bunlar görev alacak. Enzimlerin yapısına katıldıkları için düzenleyicidirler de diyebiliriz gençler.

Hemen bakıyoruz. Suyla devam ediyoruz. Su dediğimiz zaman şöyle hemen üstüne de suyu yazmış olayım.

Canlıların olmazsa olmazı sudur. Su benim vücudumda hangi işleri gerçekleştiriyor da bu kadar olmazsa olmazımız oluyor. Bilmem ne gezegenini keşfettik orada su varmış.

İnsanlar bir süre sonra orada da yaşayabilir falan diyoruz. Ne yapıyor bu su da bu kadar önemli. Birincisi kendi içinde gruplandıracak olursak. Mesela ben boşaltım yapıyorum.

İdrarımın çok büyük bir kısmı su yani atıkların vücuttan uzaklaştırılması için suya ihtiyaç var. Kanımla madde taşınmasını gerçekleştiriyorum. Kanımın çok büyük bir kısmı su yani bir şeyi bir yerden bir yere taşıyabilmek için suya ihtiyaç var.

Sonra bitkiler besin sentezleyecek fotosentez tepkimelerinde su kullanılıyor. Yazın terliyorum, terlediğim zaman vücut sıcaklığımı aşağı çekmiş oluyorum. Vücut sıcaklığının ayarlanması için su gerekli gibi gibi gibi çoğaltabiliriz.

O yüzden su olmazsa olmazımızdır. Her canlının vücudunda bulunan su miktarı da birbirinden farklı. Mesela insan vücudunun yaklaşık %70-80'i su iken bir deniz anasında bu %90'a çıkabiliyor.

Bilmem ne böceğinde %20'ye düşebiliyor. Benim vücudumdaki her yer de aynı değil. Beynimle kemik dokumda küsü miktarı birbirinden farklı. Mesela adezyon ve kohezyon kuvvetleri sayesinde suyun taşınması da gerçekleşiyor. Bitkiler kökleriyle topraktan suyu alacaklar ta en üst yaprağa kadar taşıyacaklar.

Bu taşınımı gerçekleştirebilmeleri için Su moleküllerinin birbirine tutunmasına yani kohezyona, su moleküllerinin etrafındaki boruya tutunmasına yani adezyon kuvvetine ihtiyaç var. Boşaltımda söyledim, madde taşınmasını dolaşımda söyledim. Gerekli suyun mutlaka ortamda bulunması lazım.

Fotosentez reaksiyonlarını da unutma. Su kullanılacak. Büyük bir şeyi küçük parçalara dönüştürüyorsan da mutlaka suyla tepkimeye geri... sokman gerekiyordu. Bazı canlıların doğrudan yaşam alanı da su.

Mesela balıkları düşün, su bulunmayan ortamda balıkların yaşaması mümkün olmaz. Öz ısısının yüksek olması mevsim geçişlerinde sıcaklık farkının daha az hissedilmesine sebep oluyor. Homeostazi yani kararlı iç dengeyi koruyabilmek için tabii ki vücudumuza su almak zorundayız.

Bazı bitkilere tabii ki mekanik destek de sağlamış olacak. Asitlere ve bazılara da bakacak olursak aslında bizim ortaokulda öğrendiğimiz bilgiler burası için yeterli. Neye asit denir, neye baz denir? Suda çözündüğünde hidrojen iyonu açığa çıkaran molekülleri asit deniyor.

Suda çözündüğünde OH yani hidroksil iyonu veren moleküllere baz deniyor. Baktığımız zaman asitlerin tadı genellikle ekşi oluyor. Bazılarının tadı ise genellikle acı oluyor.

Anneler vurdu mu kızartır, babalar vurdu mu morartır diye bir kodlama var ya, asitler turnusol kağıdını kırmızıya çeviriyor, bazılar turnusol kağıdını maviye çeviriyor gençler. Asitler tabii ki metallerle tepkime veriyor, bazılar ise amfoter metallerle tepkimeye girebiliyorlar. Burada bizi ilgilendiren kısım aslında pH cetveli dediğimiz kısım.

pH cetveli 0 ile 14 arasında yer alıyordu. 7 ise bunun orta noktası yani nötr pH anlamına geliyordu. 7'den rakam küçüldükçe aside doğru gidiyorsun. Asitlik de artıyor. pH 2 mi daha asidik pH 6 mı desem cevabın 2. pH 9 mu daha bazik pH 13 mü daha bazik desem cevabının 13 olması lazım.

Yani uzaklaştıkça artış söz konusu oluyor. pH niye bu kadar önemli? Bizim vücudumuzda farklı bölgeler farklı pH derecelerine sahip.

Mesela midemiz asidik pH'a, ince bağırsağımız bazik pH'a sahip, bazı hücrelerimiz nötr pH'a sahip. Uygun pH ortamı olmadığı zaman oradaki enzimler, metabolik olaylar gerçekleşemiyor gençler. O yüzden de buraların pH'ının korunması lazım.

Mesela kanımızın pH'i ortalama civarındadır. Bunun 7'lere düşmesi 7.8'lere 7.8'lere çıkması kişinin ölümüyle sonuçlanabilir. Asitler ve bazlar tepkimeye girdikleri zamanda tuzları meydana getiriyor.

En güzel örneği de sofra tuzudur. Bizim hidroklorik asit dediğimiz HCl kuvvetli bir asidimiz var. Sodyum hidroksil dediğimiz NaOH kuvvetli bir bazımız var. İkisi birlikte tepkimeye girdikleri zaman Nacel'e yani sofra tuzunu meydana getiriyorlar.

Sodyum kloruru meydana getiriyorlar. İki tane küçük bir araya gelip bir tane büyük yaparsa bu bir yapım tepkimesidir. Yapım tepkimelerinde de açığa mutlaka suyun çıkmış olması gerekiyor. Tuzlar benim vücudumda neden bu kadar önemli? Ozmotik dengenin sağlanmasını...

Önemli bir role sahipler yani ozmatik denge için gerekliler. Homeostatik dengenin korunması için de bunlar lazım. Aslında vücudumuzda her şey için eşik değer denilen bir mantık lazım.

Var. Tuz içinde eşik değer geçerli, karbonhidrat içinde, yağ içinde, protein içinde yani olması gereken değerden bahsediyoruz. Eşik değerin altında olması da olumsuzdur, üstünde olması da olumsuzdur.

Az alırsan da hastalıklar ortaya çıkar, çok alırsan da hastalıklar ortaya çıkar. Buradan da minerallere geçiyoruz. Mineral madde dediğimiz zaman aslında kimyacının bize periyodik cetvelde öğrettiği o elementlerden bahsediyoruz.

Sodium, potasyum, magnezyum, flor, klor, brom, iot bunların hepsine biyolojide mineral madde deniyor. Ben yine eşik değer mantığındayım. Vücuduma bir mineral maddeyi olması gereken değerden az alırsam da hastalıklar meydana geliyor.

Çok alırsam da yine hastalıklar meydana geliyor. Diyelim ki senin vücudunun kalsiyuma ihtiyacı var ama kalsiyumu alamadın demiri çok aldın. Hadi git demir sen kalsiyumun içini yap diyemezsin. Bir mineralin eksikliği başka bir mineral madde ile giderilemez gençler.

İnsan vücudunda da en önemli en çok karşımıza çıkacak mineral maddeler demir, iot, flor, kalsiyum, sodyum, potasyum, klor gibi mineral maddelerdir. Şimdi mineral maddeler karşımıza çıktı. Bunların belli başlılarının eksikliğinde ortaya çıkan hastalıklar var. Sorularda da sık sık karşımıza çıkıyorlar. Mesela reklamlarda falan da kalsiyumu çok fazla derecede duyuyoruz.

İşte bizim yoğurdu yedirin kalsiyum miktarı yüksek çocukların kemiklerine iyi gelir diyorlar. Kalsiyum kemik ve diş sağlığı için önemli. Eğer eksik alırsak çocuklarda parantez bacaklılık dediğimiz raşitizm, yetişkinlerde ise kemik erimesi dediğimiz osteoporoz rahatsızlığı görülebiliyor. Demir eksikliği bulmacalarda bile çok sık çıkıyor. Kansızlık anemi dediğimiz rahatsızlık meydana geliyor.

Aslında bizim kanımızda oksijen ve karbondioksitin taşınmasını sağlayan kırmızı kan hücrelerimiz var. Demir bunların yapısına katılıyor. Sen vücuduna yeterli demiri alamazsan bu hücreler gereken işi gerçekleştiremiyorlar. Fosfor diş ve kemik sağlığı için önemli.

Biz daha sonraki konularda öğrendik. Full tekrar olduğu için biraz biraz biliyoruz. DNA'nın yapısında fosfat var.

RNA'nın yapısında fosfat var. ATP'nin yapısında fosfat var. E ben almazsam dişler kemikler yapı olarak bozulur kolay kırılırlar.

Magnezyum sinir ve kas sistemi için önemli iskelet sistemi için önemli. Sodyum keza yine sinir sistemi için önemli. Sinirsel iletimde sodyum potasyum pompası denilen bir pompa var. Bu pompanın çalışabilmesi için de vücudumuza yeterli düzeyde sodyum ve potasyumu tabii ki almalıyız. Buradan flora geçiyorum.

Eğer azalırsak dişlerde çürüme meydana gelebiliyor. İyot sorularda çok çıkar. Vücudumuza yeterli düzeyde iyot alamazsak bizim işte tiroik bezi dediğimiz bir bezimizden salgılanan tiroksin hormonu dediğimiz bir hormon var. Bu hormon yeterli düzeyde sentezlenemiyor.

Guatr hastalığı dediğimiz hastalık meydana geliyor. Kükürt bazen münasitlerin sentezi için gerekli. Klor yine.

Sodyum, potasyum gibi asit baz dengesi için su dengesi için gerekli. Çinko da yine bazı enzimlerin yapısına katılan mineral bir maddedir. Buradan organik bileşiklere geçeceğiz. Kimde organik bileşikler?

Karbonhidratlar, yağlar, proteinler, enzimler, vitaminler, nükleik asitler, hormonlar gibi organik bileşiklerimiz vardı. Bunlardan en önemlisi enerji verici organik bileşiklerdir. Gençler bunların enerji verme miktarını... Ve bunların enerji verme sırasını çok iyi bilmemiz gerekiyor. Önce organik bileşiklerin kendi içerisinde genel özelliklerini anlatalım.

Organik bileşiklerin yapısında karbon ve hidrojen elementleri tabii ki bir arada bulunacak. Ama organik bileşiklerde sadece karbon, hidrojen, oksijen mi bulunur? Hayır, türüne göre bazısında azot, bazısında fosfor, bazısında kükürt de bulunabiliyor.

Temel element olarak karbon elementini bulunduranlardan bahsediyoruz. ��stisnalarımız tabii ki var. Mesela fotosentezi düşündüğümüz zaman bitkiler ne yapıyorlar?

Atmosferden karbondioksit alıyorlar, suyla birleştiriyorlar, besin sentezini gerçekleştirmiş oluyorlar. Yani aslında atmosferde bulunan karbondioksit gazındaki karbon besinin yapısındaki karbona dönüşmüş oluyor. Organik bileşiklerin hücre zarındaki deliklerden geçebilecek büyüklükte olanlarına yapı taşı monomer kelimesini kullanacağız.

Kimin monomer, kimin dimer, polimer olduğunu bilmemiz bizim için önemli. Baktığımız zaman demek ki bir şey hücre zarından geçebiliyorsa küçüktür, ona monomer deriz. Monomerler bir araya geldiği zaman da daha büyük yapıları oluşturmuş olacaklar.

Latince 6'ya kadar saysak biyoloji de bizi kurtarıyordu. Mono, di, tri, tetra, penta, hegza. Monomer, dimer, trimer gibi isimlendirebiliyorsun.

Çok da poli demek. Polimer yapılı diyorsam çok sayıda monomer bir araya gelmiş de o oluşmuştur. Dehidrasyonla hidrolizin tanımlarını da hatırlatmış olayım. Küçük molekülleri bir araya getirip büyük bir moleküle dönüştürebiliyoruz. Küçükleri bir araya getirip büyük bir şeye dönüştürüyorsan bu bir dehidrasyon sentezidir.

Dehidrasyon sentezi sonucunda da açığa su çıkar. Sen büyük bir molekülü kendine oluşturan daha küçük birimlere parçalıyorsan bu bir hidroliz reaksiyonudur. Hidroliz reaksiyonlarında da su kullanılır.

Buradan kendi içerisindeki gruplandırmalarına geçiyorum gençler. Enerji verici organik bileşik... Aşklarımız karbonhidrat, yağ ve proteinler de enerjiye ihtiyacım olduğunda gidip ilk olarak karbonhidratların kapısını çalıyordum.

Vücudumdaki karbonhidratlar bitti bu sefer yağların kapısını çalıyordum. Vücudumdaki yağlar da bittiği zaman bu sefer proteinlerin kapısını enerji verici olarak çalıyordum. Bu üçünü kendi içerisinde aynı birimde yakıldıklarını farz edersek en çok enerjiyi lipitlerden yani yağlardan kazanıyorduk. Orta derecede enerji proteinlerden en az enerji ise karbonhidratlardan elde ediliyordu.

Ya hocam karbonhidratlar en az enerji veriyorlar. Neden ben gidip bunları ilk sırada kullanıyorum? Çünkü karbonhidratları yakmak çok kolaydı. Yağlar çok enerji verir ama oksijenle zor tepkimeye giriyorlar.

O yüzden onları yakmak zordu. Diyetisyen televizyona çıkıyor ne diyor? Karbonhidrat almayı bırakırsanız kilo verirsiniz diyor.

E ben karbonhidrat almazsam vücudum enerji kaynağı olarak kimleri kullanacak? Yağları. Yağlar yakıldığı zaman da tabii ki kilo verilmiş olacak.

Yapıcı onarıcılara baktığımız zaman yine aynı yapıya katılıyorlar. Tamir işlerinde görev yapıyorlar. Karbonhidrat, yağ ve proteinler.

Yöneticilerimiz nükleik asitlerdir. Nükleik asitle de kimi kastediyoruz? Deoksiribo nükleik asidi ve ribon nükleik asidi kastediyoruz.

Düzenleyiciler hormonlar vitaminler enzimler bazı proteinler hormonların yapısına katılıyor. Enzimlerin yapısı zaten protein lipitler de bazı hormonların yapısına katıldığı için düzenleyiciler grubunda yer alıyor. Karbonhidratlarla başlıyorum. Karbonhidratlara baktığımız zaman yapısında CHO kesin ve kesin bulunacak gençler.

Bazı çeşitlerinde birazdan söyleyeceğim kitinde mesela azotta bulunabilecek. Fotosentez tepkimeleri sonucunda karbonhidratlar oluşacak şekerler olarak da bilinirler. Karbonhidratların monomerlerini birbirine bağlayan bağ glikozit bağı denir. Enerji ihtiyacım olduğu zaman ilk gidip ben bunların kapısını çalıyorum. Yani birinci dereceden enerji verici moleküllerdir.

Yağ ve proteinlerden daha az enerji verirler. Hücre zarının yapısında var, çeperin yapısında var, nükleik asitlerin tabii ki yapısında var. Karbon hidratları da kendi içerisinde monosakkaritler yani tek şekerliler, disakkaritler yani çift şekerliler, polisakkaritler yani çok şekerliler olmak üzere grupları ayıracağız.

Monosakkaritleri de beş karbonlular. Mono, di, tri, tetra, penta. Penta, pentozlar beş karbonlular.

Pentadan sonra ne geliyor? Hegza 6. 6 karbonlular, hegzozlar olmak üzere. Kendi içerisinde 2'yi ayıracağız.

5 karbonlular riboz ve deoksiribozdur. Riboz gidip kimin yapısına katılacak? RNA'nın ribonükleik asit ismini oradan alıyor.

ATP'nin şekeri de riboz olacak. Deoksiriboz ise gidip DNA'nın yapısına katılacak. İsmi oradan geliyor. Deoksiribonükleik asit diyoruz. 6 karbonlarımız glikoz, galaktoz ve fruktoz olacak.

Dissakkaritler de cebime hep glikozları koymamı, 6 karbonluları koymamla meydana gelecek. Mesela öncelikli olarak glikozla glikozu birbirine bağlayacağız. Mal toz adını verdiğimiz dissakkarit sentezlenecek.

Tepkimeden her zaman tabii ki su da açığa çıkar. Gli glimal şeklinde aklımıza kodladık. Sonra cebime her zaman glikozu koydum.

Bu sefer sırada kim var? Galaktoz var. Galaktozun içinde ismi saklı. Glikozla galaktoz bir araya geldiği zaman laktoz sentezleniyor. Bir molekülde su açığa çıkıyor.

Sonra glikozla fruktoz bir araya geldiği zaman da sükroz dediğimiz şeker meydana geliyor. Birazdan açarak anlatacağım bunları. Polisakkaritleri de kendi içerisinde ikiye ayırıyoruz.

Bizim bir depo polisakkaritlerimiz var bir de yapıya katılan yapı polisakkaritlerimiz var. Glikojen dediğimiz zaman yüzlerce karbonhidratın bir araya gelmesiyle oluşan bir depo polisakkarit. Nişasta da keza yüzlerce glikozun bir araya gelmesiyle oluşan bir depo polisakkarit. Ama selloza baktığımız zaman bitkilerin hücre duvarında bulunuyor.

Yapıya katılan bir karbonhidrat polisakkarittir. Kitinde eklem bacaklıların dış iskeletinde ve mantarların hücre duvarında bulunan yine yapısal bir polisakkarittir. Bu kadar söyledik biraz da bunlardan bahsedelim.

Şimdi bizim monosakkaritlerimiz neymiş? Hücre zarından doğrudan geçebilen küçük moleküllerimizmiş. Biz bunları da 5 karbonlular ve 6 karbonlular olmak üzere kendi içerisinde ikiye ayıyormuş.

İkiye ayırıyormuşuz. Riboz ve deoksiriboz 5 karbonlular RNA'nın ATP'nin yapısına katılacak. Bu kadar bilsen yeter.

Deoksiriboz ise DNA'nın yapısına katılacak. 6 karbonlulardan glikoz, galaktoz ve fruktoz karşımıza çıktı. Fruktoz meyve şekeri olarak da biliniyor.

Yani meyvelerin içerisinde bulunan şeker budur. Glikoz üzüm şekeri veya kan şekeri olarak bilinir. Galak toz ise süt şekeri olarak bilinecek hem bitkilerde hem de hayvanlarda bulunacak gençler. Diş sakkaritler dedim ki iki tane monosakkaritin bir araya gelmesiyle meydana gelir. Her zaman da cebine glikozu koyacaksın.

Glikoz glikoz bir araya geldi maltoz açığa çıktı su. Glikoz fruktoz bir araya geldi açığa çıktı sükroz. Glikozla galak toz bir araya geldiği zaman da lak toz açığa çıkıyor. Küçükten büyük yaparsam dehidrasyon sentezi, açığa su çıkıyor. Büyük bir şeyi suyla tepkimeye sokup kendini oluşturan birimlere çeviriyorsam hidrolis tepkimesidir diyeceğiz.

Maltoz arpa şekeri olarak bilinir. Sükroz şeker pancarında şeker kamışının yapısında bulunuyor. Laktoz ise memeli hayvanların sütünde bulunan şekerdir tabii ki. Buradan da polisakkaritlere geçiş yapıyorum.

Polisakkaritler dediğimiz zamanda çok büyük şekerlerden bahsediyoruz. Çok sayıda monosakkaritin, daha doğrusu bu monosakkaritlerden de glikozun bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bir araya getiren bağ tekrar hatırlatıyorum glikozit bağdır. İkiye ayırdığım bir depo polisakkaritlerimiz bir de yapısal polisakkaritlerimiz var. Depo polisakkaritlere baktığımız zaman.

Vücudumuza çok fazla derecede glikoz aldık. Glikozu dışarıya atmayacağız. Enerji verici organik bileşik olduğu için bir araya getirelim polisakkalite dönüştürelim depolayayım diyeceğiz.

Bitkilerin depo karbonhidratı nişastadır. Hayvanların bakterilerin mantarların depo karbonhidratı ise glikojendir. Bitkilerin hücre duvarı var seliloz yapılı. Eklem bacaklıların dış iskeleti mantarların hücre duvarı ise kitin yapılı olacak. Buradan devam ediyorum.

Kiminle? Lipitlerle. Lipitlere de bakacak olursak aynı karbonhidratlar gibi yapıda CHO elementlerini taşıyacaklar. Bazılarında tabii ki farklı elementler de bulunabiliyor. Kim bu farklı elementler?

Mesela azot, mesela fosfor gibi. Lipitler hücre zarının yapısında var. Bazı vitaminler yağda çözülen vitaminlerdir.

Bazı hormonlar da yine steroid yapılı yani yağ yapılı olabiliyorlar. Mesela sinir hücrelerinin etrafında biriken bir çeşit yağ doku burada mielin kılıf oluşmasını sağlıyor. Sinir hücrelerinde iletimin çok daha hızlı gerçekleşmesini sağlamış oluyor. Lipitlere de bakacak olursak gençler lipitler solunumda kullanıldığında en çok enerji veren organik bileşiktir dedik. Yani enerji verme miktarına göre birinci sıraya geldi.

Karbonhidratlar sona geldi. Proteinler ortada kaldı. Kullanım sırası olarak lipitler ortaya düştü. Unutmayın az önce söylemiştim.

Buradan devam ediyorum lipit çeşitleri ile bizim 3 çeşit lipitimiz olacak. Bunlardan birincisi triglyceritler, nötr yağlar dediğimiz yağlar olacak gençler. Bir de bunun haricinde fosfolipitlerimiz var.

Bir de steroidler olmak üzere kendi içerisinde 3'ü ayırıyoruz. Triglyceritler, nötr yağlar dediğimiz zaman aslında bitkilerde ve hayvanlarda yağın fazlasının depolanma şekli. Hep karbonhidratlarda...

n'e n-1 kuralı dediğimiz kural geçerlidir. Yani n sayıda glikoz bir araya Gelirse bir polisakkarit sentezlenirse en eksi bir sayıda da su açığa çıkar. Bunun nükleik asitlerde de böyle olduğunu söyleyeceğiz. Proteinlerde de böyle olduğunu söyleyeceğiz.

Sadece yağlarda farklı bir formül vereceğiz. Yağlarda oranı bilmem gerekiyor. Yağların yapı taşlarına baktığımız zaman iki tane yapı taşı var. Bunlardan bir tanesi yağ asidi.

Diğeri ise gliseroldür. Yani iki tane monomer var. Öncelikli olarak onları bir yuvarlak içine alayım. Yağların yağ asidi ve gliserol olmak üzere iki tane monomeri var.

Monomerleri birbirine bağlayan bağ ester bağ. Oran olarak da bir gliserol üç tane yağ asidi ile birleştiği zaman nötral yağ dediğimiz trigliseri sentezleniyor. Tepkimeden üç molekülde su açığa çıkıyor.

Bir daha üç yağ asidi bir gliserol ile birleşir. Buradan bir tane triglycerid nötr yağ dediğimiz yağ sentezlenir. 3 molekülde su açığa çıkmış olur.

Yağ asitlerini de kendi içerisinde ikiye ayırabiliyoruz. Bizim bir doymuş yağ asitlerimiz bir de doymamış yağ asitlerimiz var. Aslında karbonlarının yaptığı bağla alakalı bir durumdan bahsediyoruz. Doymuş yağ asitleri dediğimiz zaman bunların karbonları tekli bağ yapıyor.

Hidrojene kolay doyuyorlar. Oda sıcaklığında katı halde bulunuyor. Genellikle de hayvansal kökenli yağlardan bahsediyoruz. Kuyruk yağı, tereyağı, iç yağı gibi yağlar doymuş yağ asitlerinden meydana gelen doymuş yağlardır. Doymamış yağ asitlerinin ise karbonları çiftli bağlar yapıyor.

Hidrojene doyamıyorlar. O yüzden de oda sıcaklığında genellikle sıvı halde bulunacaklar. Bitkisel kökenli yağlardan bahsediyoruz.

Ayçiçek yağı, mısır özü yağı. Kayısı yağı gibi bitkilerden elde edilen yağlar doymamış yağ. Asidi içeren doymamış yağlardır.

Buradan devam ediyorum. Margarin ne demek? Ya hocam işte kahvaltılık margarin alıyoruz.

Onlar da oda sıcaklığında katı haldeler. O zaman onlar doymuş yağ asidi mi içeriyor? Hayır.

Margarinlerin özel bir durumu var. Birincisi margarin yemememiz gerekiyor. Onlar trans yağlar yani insan vücudu için yararlı olmayan yağlardır. İkincisine de bakacak olursak.

Doymamış yağ asitleri içeren bu bitkisel kökenli yağları fabrikaya götürüyorlar, hidrojene doyuruyorlar. O zaman doymuş yağ gibi katı hale dönüşmüş margarinler meydana geliyor. Bazı yağ asitlerini insan vücudu sentezleyemiyor. Bunları doğadan hazır olarak almamız daha doğrusu bitkilerden almamız gerekiyor.

Eğer bir şeyi ben sentezleyemiyorsam, yediğimle içtiğimle bitkilerden elde ediyorsam, Onun başına zorunlu esansiyel kelimesini getiriyorsun. Birazdan proteinleri anlatırken amino asitler içinde aynı cümleleri kullanacağım. Diyeceğim ki insan vücudunda sentezlenemeyen amino asitlere temel amino asitler, zorunlu amino asitler ismi verilir diyeceğim. Triglyceridler bitki ve hayvan hücrelerinde yağların depo şekli unutma. Göçmen kuşlar kış uykusuna yatan hayvanlar vücutlarında yağ depolayacaklar.

Neden? Uzun bir yolda uçuyorum. Geç kış olmuş mağaraya girmişim yatıyorum.

Ben yağ depo edersem birincisi enerji ihtiyacımı daha fazla karşılayabileceğim. İkincisi yağlar metabolik olarak yakıldıklarında fazla su açığa çıkar. Su ihtiyacımı karşılayabileceğim.

Üçüncüsü yağlar hafiftir. Ya hocam yağlar nasıl hafif ben yağlanınca kilo alıyorum demeyin. Biz vücudumuzdaki karbonhidratların ve proteinlerin fazlasını da yağ çevirerek depoluyoruz.

Eğer bunları karbonhidrat ve protein olarak depolayasaydık şimdi olduğumuzdan çok daha ağır canlılar olurduk. Yağda eriyen vitaminlerin emilmesi için de tabii ki yağlara ihtiyacımız var. Yağda eriyen vitaminler de A, D, E, K vitaminleriydi.

Unutmayın. Derimizin altında da mesela yağ dokumuz var. Bu bizi mekanik etkilere karşı koruyor.

Eğer derimizin altında bu yağ dokusu olmasaydı mekanik etkilerden çok daha fazla etkilenirdik. Diğer bir yağ çeşidimizde fosfolipitlermiş hücre zarının yapısında bulunan lipitlerden bahsediyoruz. Özellikle ikinci döneme başlar başlamaz hücre zarından madde alışverişlerinden bahsedeceğiz. Hücre zarının yapısını anlatmaya başlayacağız. Diyeceğiz ki hani söylemiştim ya hücre zarının yapısında hangi yağ bulunuyordu?

Hücre zarının yapısında fosfolipit dediğimiz yağ bulunacak. Yine içerisinde yağ astigliserol var bir de fosfat grubu dediğimiz grup yer alıyor. Evet.

Steroidler dediğimiz zaman küçük yapılı yağlardan bahsediyoruz. Hormonların D vitamininin yapısına katılıyorlar. Sinir hücrelerinde elektriksel yalıtımı da tabii ki bunlar sağlamış oluyor.

Kolesterol kolesterol dediğimiz halk arasında ay yükselmiş diyet yapıyor şöyle düşürmeye çalışıyor. Böyle düşürmeye çalışıyor denilen molekülünde bir steroid yağ çeşidi olduğunu unutmayın. Yani kolesterolü yükselmiş aslında vücudunda bulunan bir çeşit yağ yükselmiş demektir.

Devam ediyorum proteinlerle. Proteinler de yapılarında karbonhidrat ve yağlar gibi CHO'yu kesin bulunduracak. Yapıştır, yıldızı at, azotu da mutlaka bulunduracak. Yani proteinlerin yapısında CHO-N mutlaka bulunur.

Sonra bunların da yapı birimleri olacak. Bunların yapı birimlerine amino asit ismini vereceğiz. Karbonhidratların monomerlerini birbirine glikozit bağı bağladı. Yağların monomerlerini ester bağı bağladı. Proteinlerin monomerlerini ise peptit bağı dediğimiz bağ bağlamış olacak.

Canlı vücudunda tespit edilen 20 çeşit amino asitten 8 tanesi sadece bitkiler tarafından üretilebiliyor. Bitkiler tarafından üretilip ben bitkilerden aldığıma göre bunlara temel zorunlu esansiyel amino asit ismini veriyoruz. Amino asitlerin şekline de bakacak olursak tamamında ortada bir karbonatomu bulunacak.

Buna bağlı bir amino grup buna bağlı bir karboksil grup bir de hidrojen bulunacak. Radikal grubun değişmesiyle amino asitler birbirinden farklı oluyor. Atıyorum CH bilmem ne yazdım X amino asiti oluyor.

H2S bilmem ne yazdım Y amino asit oluyor. Yani şurası ortak radikal grubun değişmesi amino asitlerin birbirinden farklı olmasını sağlamış oluyor. Dediğim gibi amino asitler birbirine bağlanacaklar. Birinin karboksil grubuyla diğerinin amino grubu arasında bağ kurulacak. Kurulan bağın adı da peptid bağı dediğimiz bağdır.

Protein sentezi önemli neden? Çünkü sen karbonhidrat da senteziyorsun, yağ da senteziyorsun, protein de senteziyorsun. Karbonhidrat ve yağ sentezini gerçekleştirirken DNA karışmıyor.

Bana ne gidin birleşin senteziyin diyor. Ama protein sentezi yaparken DNA diyor ki benim verdiğim şifreye göre işi gerçekleştireceksin. O yüzden canlıların akrabalık derecesini tespit ederken DNA benzerliğine bakılır ya. DNA protein sentezine şifre verdiğine göre protein benzerliğine bakarak da akrabalık derecesiyle ilgili fikir sahibi olabiliyoruz. Protein sentezi DNA kontrolünde ribozom organeli denilen tüm canlılarda ortak bulunan organelde gerçekleşmiş olacak.

Enzimler, hormonlar, hemoglobin proteini, bizim düşmana karşı ürettiğimiz antikorlar... Vücudumuzda bulunan kolejen, lifler, kas kasılmasında görev yapan aktin, myozin bunların hepsi birer proteindir. Devam ediyorum enzimlerle. Enzim dediğimiz zaman ilk bilmem gereken kelime aktivasyon enerjisi.

Ne demek? Bir tepkimenin gerçekleşebilmesi için gerekli minimum enerji miktarından bahsediyoruz. Enzimler de tepkimeye girerek aktivasyon enerjisini aşağıya düşünen moleküllerdir.

Ben enzimleri çok güzel çay kaşığına benzetirim gençler. Şunu bir çay bardağı olarak hayal et. İçine şekeri attığın zaman normal şartlarda şeker bir süre sonra bu çay bardağının içerisinde çözülecektir. Ama sen bunu çay kaşığıyla karıştırdığın zaman ne yapıyorsun?

Gerekli olan enerjiyi aşağıya düşürüyorsun. Sonra tepkimeyi hızlandırıyorsun. Çay kaşığı hiç bozulmadan çıkıyor. Tekrar tekrar kullanılabiliyor. Yani enzimlere de bu dört tane özelliği yapıştırabilirsin.

Bakın. Aktivasyon enerjisini düşürür, tepkimeyi hızlandırır, tepkimeden bozulmadan çıkar, tekrar tekrar kullanılabilir. Enzimleri de kendi içerisinde basit enzim ve bileşik enzim olmak üzere ikiye ayıracağız.

Sadece proteinden meydana gelen enzimler basit enzimdir. Protein artı yardımcı kısım alan enzimler ise bileşik enzimlerdir. Yardımcı kısım dediğimiz şey organik yapılı da olabilir, inorganik yapılı da olabilir. Organik yapılı bir yardımcı kısım aldıysa vitamini almıştır. İnorganik yapılı bir şey aldıysa mineral bir madde almıştır.

Sonra enzimler tabii ki bir tepkimeye girecekler. Bir tepkimedeki maddeyi etki edecekler. Enzimlerin tepkimede etki ettikleri maddelere substrat ismini vereceğiz.

Enzimle subsurat arasında da anahtar kilit uyumu dediğimiz uyum söz konusudur. Yani benim X enzimim var git Y tepkimesini gerçekleştir diyemezsin. Birbiriyle uyumlu olmak zorundalar.

Bazı enzimler çift yönlü çalışabiliyorlar. Yani büyüyü küçüğe çevirebildiği gibi küçüğü de büyüye çevirebiliyor. Sindirim enzimleri bu kurala uymuyor. Enzimlere baktığımız zaman hem hücre içindeki tepkimelerde görev yapıyorlar. Hem de hücre dışında görev yapabiliyorlar.

Bazı enzimlerde takım halinde çalışıyorlar. Mesela amilaz ve maltaz enzimi takım halinde çalışan enzimlere örnekti. Nişastayı amilaz enzimi geliyor daha küçük birimlere maltoz ve deksiline dönüştürüyor.

Mesela maltozu da gelip maltaz glikozlara dönüştürüyor. Yani aslında bir enzimin ürünü başka bir enzimin subsüratı olabiliyor. İster basit ister bileşik enzim olsun enzimlerin yapısına mutlaka protein bulunduğuna göre protein sentezine de DNA şifre verdiğine göre o zaman gen kontrolünde enzimlerin sentezi gerçekleşmiş olacak. Bazı enzimlerin sonunda ojen eki denilen eki görüyoruz gençler.

Pepsinojen, tripsinojen gibi sonunda ojen eki varsa onlar inaktif haldedir. Çalışabilir hale gelmesi için birkaç dönüştürme işine gerekiyordur. Genellikle de enzimlerin sonunda az eki bulunur.

Gençler uymayan birkaç tane enzimimiz var. Enzimlerin çalışma hızını etki eden faktörler dediğimiz zaman birincisi sıcaklık. Sıcaklıkla şöyle bir bağlantıyı da unutma.

Proteinlerin yüksek sıcaklıkta yapısı bozulur. Enzimlerin de tabii ki yüksek sıcaklıkta yapıları bozuluyor. Geri dönüşümsüz olarak. Ama diğer türlü bakarsak her enzimin çalışabileceği optimum sıcaklık değeri olacak. Bunun altı da olumsuz üstü de olumsuz.

pH'e bakacak olursak yine her enzimin çalışabileceği bir optimum pH derecesi var. Mesela midemde asidik ortamı seven enzimler çalışabiliyor. İnce bağırsağımda ise bazik ortamı seven enzimler çalışabiliyor.

Ortamda su bulunmazsa enzimin çalışma ihtimali yok. Ortamda yaklaşık %15-18 oranında su bulmalı. Basayım suyu basayım suyu tepkimeyi hızlandırayım diye de bir şey yok. Su miktarı artarsa tepkime hızı artar ama bir yerden sonra sabitlenir. Aktivatör madde ve inhibitör maddemiz var.

Aktivatör madde adı üstünde aktive ediyor. Enzimin çalışmasını hızlandıran maddelerdir. Inhibitör maddeler ise enzimlerin çalışmasını yavaşlatan veya durduran maddelerdir. Buradan enzim substrat miktarı ile ilgili kısma da geçiyorum.

Diyelim ki reaksiyonun hızını hesaplayacağım. Enzimi de arttırdım, subsüratı da arttım. Enzim, subsürat, enzim, subsürat ikisini de koyduğum zaman tabii ki tepkime hızı artacaktır gençler.

Subsürat miktarına bakıyorum, onu arttırmışım. Enzimim sınırlı. Önce sınırlı enzimim var ya bu sınırlı enzimler subsürata bağlanana kadar tepkime hızlanacak. Ama bir yerden sonra sabitlenmiş olacak. Ne yaptım?

Subsüratım sınırlı olduğunda da... Substratlar tepkime de ürüne dönüştüğünde tepkime sıfırlanmış olacak. Burası önemli.

Enzimler substrata dış yüzeyinden bağlanırlar. Sen ne kadar çok parçalarsan, substrat yüzeyini ne kadar çok arttırırsan enzimin o kadar etki edebileceği alan oluşturmuş olursun. Geliyorum hormonlara.

Hormonlar dediğimiz zamanda aminoasit, protein veya steroid yapılı olabiliyorlar. Aslında vücutta haberleşmede görevli olan PPM denilen küçük birimlerle sentezlenen kimyasal habercilerden bahsediyoruz. İnsanlarda özel bezler iç salgı bezi dediğimiz bezler tarafından üretilecekler.

Yine her şey dolduğu gibi burada da bir eşik değer mantığı söz konusu. Bir hormonun fazla salgılanması da hastalığa yol açar. Az salgılanması da hastalığa yol açar.

Sadece hayvanlarda mı hormonlar var? Hayır bitkilerde de hormonlar var. Hatta günümüzde haberlerde mobellerde çok fazla derecede duyuyoruz. Bitkilerde hormon sentezleyip mekanizmalarını düzenledikleri için bazen sentetik olarak üretilen hormonlar fazla bitkilere verilerek bitkilerin de yapısı bozulabiliyor. Vitaminler dediğimiz zaman.

enerji vermezler bizim çocuğun sınav dönemi ben bir vitamin alayım da çocuğun enerjisi olsun o halk arasındaki yanlış bir söylemdir enerji vericiler karbonhidrat yağ proteinlerdir vitaminler enerji vermez vitamin kullanmayalım mı hocam tabi ki kullanın çünkü pek çok işe yarıyor bağışıklık sisteminin güçlenmesi için gereklidir mesela vitaminlerle ilgili bileceklerim enerji vermez bunlar küçük molekül hücre zarifler doğrudan geçebilirler. Yani bunlar parçalanarak daha küçük moleküllere dönüştürülemezler. İnsanlara da baktığımız zaman biz vücudumuzda vitamin sentezini gerçekleştiremiyoruz. Ama yediğimiz içtiğimiz vesinlerle vitamin ihtiyacımızı karşılayabiliyoruz.

Vitkiler tüm vitaminleri üretebiliyor. Biz de bitkileri tükettiğimiz zaman vücudumuza vitamin almış oluyoruz. Vitaminleri kendi içerisinde ikiye ayıracağız.

Bir yağda çözülen vitaminlerimiz bir de suda çözülen vitaminlerimiz var. Bebişler suda ne yapıyorlar? Cıbı cıbı bıcıbıcı yapıyorlar. B ve C vitamini artık hangisini söylüyorsanız suda çözülen vitaminlere örnektir. A, D, E, K vitaminleri ise yağda çözülen vitaminlere örnek olacak.

Hem olumlu hem de olumsuz yönleri var suda ve yağda çözülmesinin. Mesela Bir vitamin suda çözünüyorsa sen onu vücudunda depolayamıyorsun. Fazlası idrarla dışarıya atılıyor. Yedim 10 kilo portakalı, C vitamini zehirlenmesi yaşayamam.

Çünkü idrarımla fazlası dışarıya atılacak. Yağda çözülen vitaminleri ise depolayabiliyorum. Vücuduma aşırı derecede alırsam zehirlenme etkisi söz konusu olabilir. Vücudumda depolayabildiğim için eğer vücuduma almazsam deponun kapısını çalıp...

Sen bana ver zamanında sana göndermiştim diyebiliyorum. Suda çözünenlerin deposu yok. Yani kapısını çalabileceğin bir yer yok gençler.

O yüzden eksiklik belirtileri tabii ki daha çabuk görülecek. Birkaç tane besin ve özellikten de bahsedelim. A vitamini dediğimiz zaman gece körlüğü denilen karanlıkta loş görmeyi daha da loş görmeyi görmemizi sağlayan görmemize neden olan bir hastalığa yol. D vitamini çocuklarda yetersiz alınırsa parantez bacaklılık, reşitizm, osteomalazi, yetişkinlerde osteoporoz hastalığına sebep oluyor.

E vitamini üreme sistemi ile alakalı bir vitamindir. Eğer aşırı aşırı azalırsak kısırlık bile meydana gelebiliyor. K vitamini kanın pıhtılaşmasında gecikmeye neden olabiliyor.

Vücudumuza yetersiz alırsak. B vitamini beriberi, pellegre, anemi gibi hastalıklara yol açabiliyor. C vitamini de diş eti kanaması gibi rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Geldim nükleik asitlere. Şimdi nükleik asitler dediğimiz zaman yönetici moleküllerden bahsediyoruz.

DNA ve RNA nükleik asitlerimizde. E yapıda azotlu organik bir bazımız var. Bunları da pürün ve pirimidin olarak gruplandıracağız. Pürünlerimiz adenin ve guaninler çift algılıdır. Timin, urasi, sitozin ise tek halkalı olacak.

5 karbonlu bir şeker bulunduracaklar. DNA ise deoksiriboz, RNA ise riboz olacak. Fosfat grubuna da bakacak olursak hepsinde ortak HPO4 gibi isimlendirebiliriz.

Kısaca P ile göstereceğiz. Azotlu organik bazla 5 karbonlu şekerin arasında glikozit bağı var. Aynı karbonhidratlardaki gibi. Pentozla fosfatın arasında ise ester bağı dediğimiz bağ bulunacak. Deoksiribo nükleik asit yani DNA'ya da bakacak olursak.

Prokaryot hücrelerin sitoplazmasında prokaryotun çekirdeği yok ki nerede bulunsun. Ökaryot hücrelerde ise tabii ki çekirdeğin içinde olacak mitokondri ve kloroplastın da kendine ait DNA'sı var. DNA çift zincirli adenin karşısına timin gelecek guaninin karşısına stozin gelecek. Adeninle timinin arasında ikili hidrojen bağı guanininle stozinin arasında üçlü hidrojen bağı denilen bağ bulunur.

Gençler urasil DNA'nın yapısında asla bulunmaz. Timin ise DNA'nın yapısına özgü olan azotlu organik bazdır. Şekeri de tabii ki ismini aldığı deoksiriboz olacak. Baktığımız zaman bir tane nükleotit sayısına bir tane nükleotite baktığımız zaman yapısında bir tane fosfat var.

O zaman toplam nükleotit sayısı toplam fosfat sayısına eşittir diyebiliriz. O da toplam şeker sayısına o da baz sayısına eşittir diyebiliriz. RNA'ya yani ribonüplikasite bakacak olursak DNA çift zincirliydi. RNA ise tek zincirden meydana geliyor.

RNA'lar DNA üzerinden sentezlenir. DNA patron, RNA ise büyük işleri yapan yardımcılar gibi düşünebilirsiniz. Baktığımız zaman prokaryotlarda tabii ki RNA da stoplazmada yer alacak. Aynı zamanda ribozom organelinin de kendine ait RNA'sı var. Ökaryotlarda çekirdekte sitoplazmada mitokondride kloroplasta ribozomun yapısında bulunabiliyor.

3 çeşit RNA'mız var. mRNA mesajcı RNA DNA'dan şifreyi alıyor. Ribozomal RNA ribozomun yapısında olan.

tRNA ise ribozoma amino asitleri taşıyan RNA oluyor. Adenozin trifosfat dediğimiz zaman da ATP'den bahsediyoruz. Beslenmekte ve solunum yapmaktaki amacımız aslında adenozin trifosfat yani ATP sentezliği bilmek. Yapıda mutlaka adenin bulunacak buna bağlı 5 karbon olarak da riboz bulunacak. İkisi bir araya geldi adenozin.

Bir fosfat eklendi adenozin monofosfat. Bir fosfat daha eklendi adenozin difosfat. adenozin trifosfat yani ATP'yi sentezlemiş olacaksın. ADP yani adenozin difosfat bir tane fosfata aldı hop ATP oldu.

ATP sentezine fosforilasyon, yıkımına ise de fosforilasyon ismi verilir. Ne yaparak ATP üretebilirsin? Solunum yaparak, oksijenli oksijensiz veya fermentasyon tepkimlerini yaparak ATP sentezleyebiliyorsun. Hücre bölünmesi, sinirsel iletim, fiziksel hareketler yaptığın zaman da ATP'yi tüketmiş oluyorsun. Hemen bir tane soru çıktı karşıma.

Yandaki şekilde gösterildiği gibi sırasıyla şeker, kıyma, tereyağı konularak, su konularak hidroliz enzimleri eklenmiş. Bunun dışındaki tüm faktörler uygundur. Buna göre aşağıdaki yorumlardan hangisi yapılamaz diyor.

Birinci tüpte glikoz açığa çıkar. Şeker koymuş, sükrazı da koymuş, suyu da koymuş. Tabii ki sükraz enzimi sükrozu parçalayacak, glikoz açığa çıkacak.

İkinci tüpte peptid sayısı azalır. Kıyma koymuş. Kıyma dediğim proteindir. Onu da parçalayacak uygun enzimi koyduğuna göre proteinler parçalandı.

Bağ sayısı azaldı. Üçüncü tüpte su miktarı azalır diyor. Üçüncü tüpte su miktarı azalır diyor. Tereyağı suyla parçalanacak lipaz enziminin sayesinde monomerlerine dönüşmüş olacak. E tabii ki büyükten küçük yaparken su kullanıyordun.

Tüpte su miktarı azalır. Her üç tüpte de ATP harcanmaz. Hidrolis tepkimelerinde ATP harcanmadığına göre doğrudur.

Enzimler protein yapılıdır diyor gençler. Sadece şuna dikkat edeceksin. Enzimler protein yapılıdır doğru. Buraya bakarak enzimlerin protein yapılı olduğu sonucuna varamazsın.

Buna göre yorumlarından hangisi yapılamaz diyor ya. O yüzden de cevabımız E'ye düşmüş oldu. Hemen ikinci ünitemize geçtik gençler burayı tabloladık daha hızlı bir şekilde vereceğim zaten ikinci üniteye ikinci dönemde de devam edeceğiz. Hücre dediğimiz zaman canlıların yapısal ve işlevsel en küçük birimlerine hücre ismini vermiştik.

Hücre teorisi denilen geçmişten günümüze yapılan çalışmalar sonucunda ortaya atılan bazı parametreler vardı. Ne diyordu? Hücre canlının temel yapısal ve işlevsel en küçük birimidir diyordu. Canlılar bir ya da birden fazla hücrenin bir araya gelmesiyle meydana gelmiştir diyordu. Yeni hücreler var olan hücrelerin bölünmesiyle oluşur diyordu.

Hücrelerde bir kalıtım materyali var bunu yavrulara aktarıyorlar diyordu. Metabolik olayların hücre içerisinde gerçekleştiğini de söylüyordu. Hücresel yapı bakımından canlıları kendi içerisinde ikiye ayırmıştık.

Bir prokaryotlarımız bir ökaryotlarımız vardı. Prokaryotlar gelişmemiş yapılıydı. Yani bunların çekirdeği ve zarlı organeli yoktu. DNA'ları sitoplazmalarında serbest halde bulunuyordu.

Bakteriler ve arkeler prokaryotları örnek. Ökaryotlar ise daha gelişmiş yapılı. DNA'nın etrafı bir zarla çevrili. Çekirdekleri var.

Zarlı organelleri bulunuyor. Protiste alemi, mantarlar alemi, bitkiler alemi, hayvanlar alemindeki canlılar bizim için ökaryot hücre yapısına sahip canlılara örnektir. Hücreye baktığımızda...

Baktığımız zaman ökaryot bir hücreye çekirdek, stoplazma ve hücre zarından meydana gelecek. Çekirdekle başladığımız zaman da kalıtsal bilginin depolandığı ana kısımdan bahsediyoruz. Çekirdek zarından, DNA'dan, çekirdek sıvısından meydana geliyordu.

DNA burada tek başına durmuyor. Etrafı protein iplikler sarılıyor. ipliklerle sarılı halde bulunuyordu. Yani kromatin iplik halinde bulunuyordu. Bir hücredeki çekirdek sayısı değişebiliyor.

Bazen bir hücrede bir tane çekirdek bulunurken bazen çok çekirdek bulunabiliyor. Hatta bizim olgun al yuvarlarımızın çekirdeği yoktu. O yüzden belirli bir ömürleri vardı.

Gençler çekirdeğin en dışındaki zara çekirdek zarı diyorduk. Yine madde alışverişinin gerçekleştiği por adını verdiğimiz delikler bunlar da vardı. Çekirdek sıvısı dediğimiz bir alan vardı. Çekirdekçik bulunuyordu.

Kalıtım materyali de kromatin iplik halinde yer alacaktı. Stoplazma dediğimiz zaman çekirdek zarıyla hücre zarı arasında kalan kısmın tamamıydı. Yani burada bir sıvı kısım var.

Stozol dediğimiz organeller burada yer alıyor. Bir de hücre iskeleti elemanı dediğimiz protein iplikler de burada yer almış olacak. Biz organel dediğimizde neyi kastediyoruz?

Özelleşmiş yapılardan bahsediyoruz. Yani bir görevi... Sıfır gerçekleştirmek üzere özelleşmiş yapılara organel ismini veriyorduk. Zarsız organellerimiz tek zarlı organellerimiz ve çift zarlı organellerimiz var.

Zarsız organeller kimdir? Ribozom ve sentrozom zarsız organellerdi. Tek zarlı organellerimiz endoplazmik retikulum, golge aygıtı, lizozom, peroksizom ve koful olacak.

Çift zarlı organellerimiz ise mitokondri ve plastitlerdir. Kloroplast, kromoplast ve lokoplast olmak üzere kendi içerisinde 3'e ayrılmış oluyordu. Organellerin hepsini tek sayfa üzerinde vereceğim dedim gençler.

Ribozoma baktığımız zaman zarı bulunmuyor. Prokaryot, ökaryot tüm canlılarda ortak olarak bulunuyordu. Protein sentezinin gerçekleştiği organeldi. Sentrozom dediğimiz zaman özellikle hayvansal hücrelerde hücre bölünmesi sırasında iyi ipliği denilen ipliklerin oluşumunu sağlayan organeldir.

Endoplazmik retikulum tek zarlı bitki hayvan bunlarda bulunabiliyor. Üzerinde ribozom bulunanlara granüllü endoplazmik retikulum bulunmayanlara granülsüz endoplazmik retikulum ismini veriyorduk. Granüllü yani ribozomlu endoplazmik retikulumlar dışarıya bir protein gönderilecekse bunu golge iletip paketleme işini gerçekleştiriyorlardı.

Granülsüz endoplazmik retikulumda lipit ve karbonhidrat sentezinin fazla olduğunda Fazla olduğu hücrelerde miktarı çok olarak bulunuyordu. Alkol ve ilaç benzeri maddelerin zehirli etkilerini de zehirsiz hale getiriyordu. Golgi aygıtı yine tek zarla aklıma ilk olarak salgılama ve paketleme gelecek. Özellikle endoplazmik retikulumdan gelen moleküllerin paketlenmesini gerçekleştiriyor.

Lizozom hücre içi sindirimde görevli olan enzimleri taşıyan organelde tek zarla çevriliydi. Bazen bir hücre lizozomunu patlamıştır. Atlatır hücrenin kendi kendini sindirmesi söz konusu olurdu.

Hücrenin intiharı diyorduk otoliz ismini vermiştik. Bazen de lizozom organeli yaşlanmış organelleri parçalıyordu. Ona da otofaji ismi veriliyordu.

Peroxisom yine içerisinde enzimler var ama bu sefer zehirli maddeleri zehirsiz hale getirecek enzimleri taşıyordu. Mesela içerisinde katalaz enzimini taşıyan hidrojen peroksiti su ve oksijene dönüştüren o kesenin adı peroxisom oluyordu. Kofulun çok fazla derecede çeşidi var.

İçerisinde besin varsa besin kofulu diyorduk, atık varsa boşaltım kofulu diyorduk. Kontraktil kofulu unutmuyorsun. Kontraktil koful tatlı suda yaşayan tek hücrelerde fazla suyun dışarıya atılmasını sağlayan koful çeşidiydi. Mitokondri, ökaryot hücre yapısına sahip canlılarda ATP üretilmesini sağlayan organeldi. Kloroplas, kromoplas ve lokoplas plastiklerdi.

Kloroplas fotosentez tepkimelerinin gerçekleştiği organel çift zarlığı içerisinde klorofil pigmenti bulunduruyordu. Bitkiler sadece yeşil renkli değil, kırmızı, mor gibi renkler de var. Bu renklerin oluşmasını sağlayan pigmentleri taşıyan kromoplastı, bitkinin ışık görmeyen yerlerinde madde depolanmasını sağlayan ise lokoplastı. Plastik Uygun koşullarda birbirlerine dönüşebiliyorlardı. Unutmayın.

Buradan hemen soruya geçerek dersimizi bitiriyorum. Bir hayvan hücresinde yapı ve organellerinden hangileri bulunamaz diyor. Kontraktil koful bulunamaz. Çünkü o tatlı sularda yaşayan tek hücrelerde fazla suyun dışarıya atılmasını sağlıyor.

Hayvanlarda işi yok. Hayvansal hücrelerde hücre duvarı denilen bir yapı söz konusu değil. Ribozomun olmadığı canlı mı var hocam? Hayvanlar ökaryot olduğuna göre gayet gol yaygı.

Fıkları da bulunacak bulunamaz dediği için cevabımız 1 ve 2 şeklinde oldu. Böylelikle birinci dönem full tekrarı bitirdik. Bakıyorum saate gençler bir saati de görmüşüz. Unutmayın birinci dönem bizim için çok önemli. Buradaki eksiklerimizi mutlaka kapatmamız gerekiyor.

Soru bankalarında çözmediğiniz kısımlar varsa semesterda onları bitirin gençler. Konu anlatımlarını dinleyin defterinizi tekrar edin. Eksiklerinizi kapatın diyorum.

Hemen ödüllü soruyu gösterdim size. Cevaplarını yorum kısmına beklediğimi iletiyorum. Videoyu beğenmeyi unutmayın. Görüşmek üzere.