Transcript for:
Avrupa ve Osmanlı'da Dönüşüm Süreci

Evet arkadaşlar bugün 11. sınıf 2. ünite full tekrar çalışması yapacağız. Ünitemizin adı Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı. Eğer hazırsanız başlayabiliriz. Şimdi arkadaşlar 16. yüzyıla kadar Avrupa'da siyasi, ekonomik, sosyal birçok alanda en yetkili kurum kiliseydi. Katolik kilisesi ve aynı zamanda papaydı. Bütün güç o dönemde kimdeymiş? Papa ve kilisedeydi. Peki hocam ne oluyor da kilise ve papa o dönemde bütün güç ve yetkileri kendisinde toplamayı başarmış? Şimdi biraz onun sebeplerinden bahsedelim. Öncelikle Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü otorite boşluğunu ortaya çıkarmıştır. Bu otorite boşluğu da halkı tedirgin etmiş. Halk can ve mal güvenliğini sağlayabilmek, kendini koruyabilmek amacıyla, yaşamını sürdürebilmek amacıyla ne yapıyor? Gidiyor kendisini papaya ve kiliseye bir nevi teslim ediyor. Ortada bir siyasi güç kalmayınca halk kiliseye bağlı kalarak kurtuluşa erip yaşamını devam ettireceğini düşünüyor. Böylelikle ruhban sınıfı güç kazanmış oluyor. Ruhban yani din adamları bu şekilde güç kazanmış oldular. Bu dönemde papa gücünü arttırabilmek amacıyla üniversitelerde etkili olmuş ve kendisine karşı gelenleri Engizasyon mahkemelerinde yargılamıştır. Bu dönemde Papa gidiyor kendisine bağlı üniversitelerde etkili olmaya çalışıyor. Nedir bu üniversiteler? Mesela Oxford ya da Paris Üniversitesi. Bu üniversitelerde egemen olabilmek, güçlü olabilmek amacıyla gidiyor hem Aristo hem de Batlamyus'un öğretilerini bu okullarda zorunlu tutuyor. Üniversitelerde uygulamış olduğu bu politikalara karşı gelen birisi olursa da onları Engizasyon mahkemelerinde yargılamıştır. Aristo ve Batlamyus'un öğretileri ise zamanla dogmanın doğmasına sebep olmuştur. Dogma. Arkadaşlar bu kelime önemlidir. Araştırılamayan, sorgulanamayan, olduğu gibi kabul edilen bilgiye biz dogma diyoruz. Bu dönemde halk dogmalara kendilerini teslim etmiş. Yani aklını kullanamıyorlar. Bilme aykırı hareket ediliyor. Kilisenin dogmaları neyse onu kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Kabul etmeyen, araştıran, sorgulayan birisi olduğu zaman da onları yargılıyordu. Papa bu hareketleri yaparak eğitim ve öğretime kendi boyundurluğu altını almayı başarmıştır. Aynı zamanda kilise ortak mülkiyet anlayışını uygulamış ve halka ait bütün mallara da el koymuştur. Yani kilise kısaca diyor ki herkesin malı... ortaktır diyor. Ortak mülkiyet anlayışını uygulamaya çalışıyor. Ama kendi mallarını tabii ki içerisinde kabul etmiyor. Onun dışındaki bütün mallar ortaktır diyor. Özel mülkiyete tamamen karşı çıkıyor. Özel mülkiyetin insanlara huzur katmayacağını, herkesin gelecek için yani ahiret hayatı için çalışması gerektiğini vurguluyor. O yüzden ortak mülkiyet anlayışını savunuyorlar. Bu dönemde ekstradan halka Ağır vergiler koyuyorlar. Bu çalışmalar sonucunda kilise parayı kırıyor arkadaşlar. Böylece zengin oluyor kilise ve papalık. Ekstradan bir not söylemek istiyorum. Avrupa'da son derece etkili olan papa ve kilise iki tane devlette çok fazla etkili olamamıştır. Bu iki devletin adını söylüyorum. Bunlardan birincisi İngiltere, ikincisi ise Fransa'dır. Bu iki ülkede çok fazla etkili olamıyor. Neden hocam? Bu iki ülkenin ne farkı var? Bunların merkezi otoriteleri güçlü. O yüzden papaya ve kiliseye karşı papuç bırakmıyorlar. O yüzden çok fazla etkili olamamıştır. 16. yüzyılda papa ve kilisenin güçlenmesinde rol oynayan faktörler Bu şekildeydi. Şimdi de Papa'nın otoritesinin sarsılmasında güç kaybetmesine rol oynayan, Burjuva ve kralların güçlenmesinde etkili olan faktörlerden bahsedelim. Papa'nın artık yüz ifadesi bu şekilde olsun arkadaşlar. Öncelikle İslam medeniyetiyle temasa geçmeleri Papa'nın geleceği açısından son derece kötü bir gelişme olmuştur. Hemen örnek verelim. Mesela İslam medeniyetiyle nasıl ilişki kurmuşlardı? Bir kere... Haçlı seferleri var. Haçlı seferlerinde gittiklerinde Papa'nın yalan söylediklerini, İslam dünyasının son derece ileri gittiğini, Papa'nın yalanları ortaya çıkacak. O yüzden Haçlı seferleri etkili olacak. Onun dışında ticaret var. İslam dünyasıyla, İslam medeniyetiyle ticaret yaptıklarında Papa'nın söylediklerinin yalan olduğu bir kere daha ortaya çıkacak. Aynı zamanda Avrupa'da bir devlet kurulmuştu. Endülüs Mevvi Devleti, bu da İspanya'da kurulmuştu hatırlıyorsanız. İspanya'da kurulmasıyla birlikte İslam medeniyetiyle Avrupa halkı ilişki içerisine girmiş oldu. Bu üç tane gelişmeyle birlikte İslam medeniyeti Avrupalılar ile temasa geçmiş oldu. Bu durum tabii ki de kimin hoşuna gitmeyecek? Papanın hoşuna gitmeyecek. Ayrıca krallar ve burjuva sınıfının güç kazanmaya başlaması da tabii ki de papanın gücünü, otoritesini iyice azaltmaya başlayacak. Özellikle Burjuva sınıfı coğrafi keşifler ile birlikte ne yapmıştı? Yeni kıtalar keşfetmişlerdi. Keşfettikleri yerlerden yeraltı ve yerüstü kaynaklarını alıp getirmişlerdi. O yüzden Burjuva sınıfı bu hareket ile birlikte güç kazanmıştı. Ekonomik açıdan çok fazla güç kazanıyorlar. Gidiyorlar özellikle krallar ile de iş birliği yapıyorlar ve... Hem burjuva sınıfı hem de krallar böylelikle güç kazanmış oldu. Bu durumdan kim zarar görüyor? Yine papalık zarar görmüş oldu. Ayrıca skolastik düşünce yerini bilimsel düşünceye bırakmaya başlamıştır. Skolastik düşünce papanın, kilisenin uydurmuş olduğu baskıcı tutum ve otoriter güçtü arkadaşlar. Skolastik düşünce yüzünden insanlar araştıramıyordu, sorgulayamıyordu, deney yapamıyordu, gözlem yapamıyordu, buluş yapamıyorlardı, hiçbir şey yapamıyorlardı. Ama artık skolastik düşünce yerini bilimsel düşünceye bırakınca Papa'nın söyledikleri yerinin hepsinin hikaye olduğu bir bir ortaya çıkıyor. Bu durumda tabii ki de Papa'yı gücünü otoritesini sarsıyor. Bu dönemde Papalığa en büyük darbeyi vuran gelişmelerden birisi tabii ki de coğrafi keşiflerdir. Çünkü coğrafi keşifler öncesinde Papa ve Batamyus ne diyordu? E dünya düz diyordu. Ama Magellan gitti dünyayı dolaştı. Ve dünyanın düz olmadığını, yuvarlak olduğunu kanıtladı. Al sana bir yalan daha ortaya çıktı. Papanın gücünden ve otoritesinden rahatsız olan krallar Burjuva ile iş birliği yaptılar. Ve haliyle papalığı artık yavaş yavaş yok etmeye başlayacaklar. Avrupa dünyasının İslam medeniyeti ile karşılaşmasıyla beraber Arapça eserler tercüme ediliyor. Böylece Avrupa eski Yunan felsefesini keşfediyor. Avrupa dünyası böylece bilim kültürel alanda gelişmeye... yaşamış oldu. Papa'nın güç kaybetmesinde rol oynayan faktörler bu şekildeydi. Şimdi de Rönesans konusuyla kaldığımız yerden devam edelim. Rönesans'ın kelime anlamı yeniden doğuştur. Rönesans 15 ve 16. yüzyılda Avrupa'da edebiyat, sanat, bilim alanındaki yeniliklere verilen isimdir. Nerede ortaya çıkmış? İtalya'da. İtalya'da ortaya çıkıyor ama kısa zaman içerisinde Avrupa'da tamamına yayılmaya başlıyor. Peki hocam Rönesans'ın ortaya çıkmasında ne gibi sebepler rol oynadı? Şimdi gelin birlikte onlara bakalım. Birincisi kağıt ve matbaanın kullanılmaya başlanması etkili olmuştur. Eğer kağıt ve matbaa kullanıyorsan ucuz kitap basarsın. Ucuz kitap basarsan herkes okur, okuma yazma öğrenir, birçok kaynağı okumaya başlar. Böylelikle bilgi... bilgi seviyesi yükselir ve Papa'nın kilisenin uydurmuş olduğu saçma sapan düşüncelerin yanlış olduğu ortaya çıkar. Yani insanlar matbaayla, kağıt ile birlikte aklı ve bilimi kullanmaya başlamıştır. E Rönesans'ta bilim alandaki yenilikler değil miydi? Evet, demek ki kağıt ve matbaanın kullanılması Avrupa'yı ayağa kaldıran gelişmelerin başında gelecek. Rönesans'ın sebeplerinden bir diğeri ise eski Yunan eserlerin incelenmeye başlanmasıdır. Hem kağıt ve matfayı buldular, artık bu eserleri çoğaltıyorlar, tercüme de ettiler, kendi dillerine de çeviriyor ve halk artık bu kitapları, bu eserleri, bu çalışmaları okumaya başlıyor. Haliyle kilisenin yalanları, papanın yalanları bir bir ortaya çıkmaya devam edecek. Ayrıca İstanbul'un fethiyle İtalya'ya giden bilim adamları da Rönesans'ın ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İtalya'ya giden bilim insanları ne yapıyor İtalya'ya gelip buradaki insanlara Yunanca'yı öğretiyor. Ehaliyle eski Yunan eserlerini tercüme edip bilgi seviyelerini geliştirmeleri de son derece kolay olacak. Ayrıca coğrafi keşiflerin sonrasında mesen sınıfının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bakın coğrafi keşifler ile birlikte sanatı ve sanatçıyı destekleyen bir grup ortaya çıkıyor. Biz bu gruba mesen sınıfı diyoruz. sanatı ve sanatçıları, edebiyatçıları, bilim insanlarına destek olan bir grubun var olması haliyle Rönesans'ın ortaya çıkmasında ve gelişmesinde tabii ki de rol oynayacak. Bakın Rönesans hareketleri İtalya'da başlıyor ama sonra devam ediyor. Fransa'ya gidiyor. Oradan Hollanda'ya, oradan Almanya'ya ve en son olarak da İngiltere'ye geliyor ve kısacası bütün Avrupa'ya yavaş yavaş yayılmaya bu şekilde başlıyor. Ayrıca Rönesans'ın ortaya çıkmasında önemli sanatçılar ve bilim adamların yetişmesi de etkili olmuştur. Mesela bu sanatçılara birkaç tane örnek verelim. Ninja Kaplumbağaları hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Leonardo, Michelangelo, Raphael... Buradaki kısacası Ninja Kaplumbağaların tamamı o dönemki sanatçılara... örnek olarak verebiliriz. Tabii ki orada bir tane fare vardı ustaları, splinter'ı. Onları saymazsan o dört tanesi o dönemin önemli sanatçılarından birisidir. Onlar da tabii ki de Rönesans hareketlerini güçlendirecek sanatçılar olarak ön plana çıkıyorlar. Burada bahsetmem gereken bir kavram daha var. Hümanizm arkadaşlar. Hümanizmi gördüğünüzde insancılık, insan merkezcilik aklınıza gelsin. Hümanizmde asıl olan insanın faydasıdır arkadaşlar. Rönesans'tan öncesini düşünün. Rönesans'tan önce din merkezliydi insanlar ama Rönesans ile birlikte artık insan merkezli olacak. Yani hümanizm ile birlikte insan merkezliymiş ama önceden din merkezli hareket ediyorlardı. O halde hümanizm insançılık ve insan merkezcilik olarak karşımıza çıkıyormuş. Rönesans hareketleri de bu şekildeydi. Şimdi de reform hareketlerine bakalım. 16. yüzyılda Avrupa'da Katolik Kilisesi'ne karşı çıkan dini hareketlerdir. Katolik Kilisesi'ndeki bozulmalara karşı oluşturulan bir harekettir reform. Zaten kelime anlamı olarak baktığımızda da yeniden düzenleme anlamına gelir. Nereyi yeniden düzenliyorlar? Bozulmuş olan dini yani Katolik Kilisesi'ni, Katolik Hristiyanlarını düzeltmek için atılan adımlardır. Peki hocam nerede ortaya çıkıyor? Almanya'da ortaya çıkıyor ama daha sonra bütün Avrupa'ya yayılan çalışmalara, gelişmelere biz reform adını veriyoruz. Peki hocam reform hareketleri neden ortaya çıktı? Bakın burada da matbaayı görüyoruz. Matbaanın kullanılmaya başlanmasıyla birlikte artık yeni fikirler geniş halk kitlelerine duyurulmaya başlandı. Ve bu da reform hareketlerinin ortaya çıkmasında rol oynayacaktır. Ayrıca Hristiyanlık'ta başlayan bozulmaların iyice artmaya başlaması ve halk tarafından bunların fark edilmesi de reform hareketlerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Mesela dinden çıkarma gibi aforoz gibi adımlar atabiliyorlardı. Enterdi, Endürjans. Mesela Endürjans arkadaşlar günah çıkarmadır, af belgesidir. Kilise gidiyor, para karşılığında insanların günahlarını affediyor. Diyelim ki sen bir günah işledin, çıkartıyorsun parası neyse veriyorsun ve gidip... günahlarını affedebiliyorsun. Cennetten tapu satmaya başlıyorlar. Dinden atıyorlar. Hatta büyük kütleler halinde insanları Hristiyanlıktan atabiliyorlardı. Bu şekilde insanları korkutuyorlar. Katolik kilisesinde Hristiyanlarda yaşanan tüm bu bozulmalar bu dinin yeniden düzenlenmesi için çalışmaların yapılmasında etkili olacaktır. Hatta humanistler çıkacaklar. Diyecekler ki biz yeni bir din yaratmak yerine Hristiyanlığın orijinal şekline dönmesi için uğraşacağız diyor. Yani yeni bir din yapalım demiyorlar. Var olan, bozulan bu Hristiyanlığı düzeltelim diyor bu humanistler. Bir diğer sebep ise Rönesans'ın etkisi olmuştur. Rönesans ile birlikte hatırlayın bilim alanında önemli çalışmalar olmuştu. Her bilimsel gelişme aynı zamanda papaya atılan bir tokattır. Çünkü papalık, kilise, bilimsel çalışmaları yasaklamıştı. Ve son olarak da papalıkta çöküşün hızlanması da reform hareketlerini iyice güçlendirmiştir. Bakın bu dönemde papalık iyiden iyiye gözden düşmeye başladı. Önce reform hareketleriyle birlikte böyle bir sarsılmıştı. Düzeltiyorum önce Rönesans hareketleriyle birlikte böyle biraz sarsılmıştı. Reform hareketleriyle birlikte artık tamamen yok olacaklar. O yüzden önemli bir gelişmedir reform hareketleri. Reform hareketleri de bu şekildeydi. Şimdi de Martin Luther ve protestanlık konusuna bakalım. Bu dönemde Papa gidiyor ve endüzyans uygulamasının tekrardan devreye girmesini istiyor. Hani bu cennetten tapu satacaklar, günahları para karşılığında affedecekler ya. Yani kilise para kazanabilmek amacıyla saçma sapan yerlerden para kazanmak için bir uygulama başlatmak istiyor. Ve bu uygulamayı son derece karşı çıkan Martin Luther ise buna karşı çıkıyor ve 95 tezini hazırlayaraktan kilisenin kapısına... Yapıştırıyor arkadaşlar. Martin Luther der ki kimse kul ile Tanrı arasına giremez. Günahları ancak Tanrı bağışlar diyor. O yüzden Martin Luther tarafından 95 tezi hazırlanıp kilisenin kapısına yapıştırılıyor. Ve bu dönemde Martin Luther'in yapmış olduğu çok önemli çalışmalar var. Mesela gidiyor İncil'i Almanca'ya çeviriyor. Almanca'ya çevirdi artık İncil'i kim okuyabilir? Halk okuyabilir. E halk okuduğunda bir bakıyor ki kilisenin papanın söyledikleri her şey yalanmış. Kilisenin papanın foyası bu gelişmeyle birlikte ortaya çıkıyor. Haliyle Martin Luther halkı da arkasını alarak kilisenin topraklarını yağmalıyor. Kim yağmalamış burayı? Tabii ki de köylüler yağmalamıştır. Bakın Martin Luther bir protesto hareketi başlatmıştı. Ve böylelikle Martin Luther'i savunanlar tarafından Protestanlık mezhebi kurulmuş oldu. Yeni bir mezhep kurulduğuna göre Almanya'da din birliği, işte mezhep birliği bozuldu. Burayı dini silelim arkadaşlar. Mezhep birliği bozuldu dersek daha doğru olacaktır. Ve ileride bu mezhep birliğinin bozulması hangi gelişmeye sebep olacak? Tabii ki de 30 yıl savaşlarına sebep olacak. Martin Luther'in yaptığı bu çalışmalar sonucunda Protestanlık tüm Avrupa'ya yayılmaya başladı. Ve bu gelişmeler sonucunda da haliyle papalık artık gücünü kaybetti. Kendini yenilemek zorunda kalacak. Buraya bir dipnot daha düşmek istiyorum. Osmanlı Devleti reform hareketlerinden nasıl etkilendi diye bir soru gelirse cevabınız etkilenmedi olsun arkadaşlar. Neden? Çünkü Osmanlı Devleti'nde skolastik düşünce yoktu. Papanın kilisenin uygulamış olduğu baskı olmadığı için bizde yaşayan Hristiyanlar zaten kendi orijinal dinlerini yaşabiliyordu. O yüzden Osmanlıyı etkilemedi. Martin Luther ve Protestanlık konusu da bu şekildeydi. Sıradaki konumuz bilim devrimi. Öncelikle rasyonalizm kelimesi hakkında konuşalım. Nedir bu rasyonalizm? İnsan aklının her türlü rehberliği yapacak güçte olduğunu ve başka hiçbir kaynağa gerek olmadığını dile getiren düşünceye biz rasyonalizm yani gerçekçilik adını veriyoruz. Bu düşünceye göre aklın doğruya ulaşabilmesini, engelleyen bazı faktörler, bazı unsurlar varmış. Nedir bunlar? Mesela kilise, özellikle uygulamış olduğu skolastik düşünce, baskıcı tutum, önyargılar, batıl saçma sapan düşünceler, hukuka dayanmayan devlet anlayışları, bilgisizlik, cahillik, yöntemsizlik tüm bunlar aklın doğruya ulaşmasını engelleyen, bilimin gelişmesinin önünde engel olan gelişmeler olarak örnek verebiliriz. Isaac Newton ve bilim devrimine bakalım. Kütle çekim yasası, astronomi, fizikte, tarihte dönüm noktası oluşturacak gelişmeler ve çalışmalar yapmıştır. Özellikle 18. yüzyıl bilim devriminin mimarı olarak Isaac Newton adlandırılmıştır. Isaac Newton zamanının neredeyse tamamını deney ve gözleme ayırmıştır. Yani bilimsel çalışmalar yapmıştır. Yaptığı çalışmalara göre ışığın doğasını... İlk kez doğru olarak açıklamayı başaran kişi kimmiş? Isaac Newton'muş. En önemli çalışması da zaten evrensel çekim yasasıydı. Hani meşhur elma vardır kafasına düşüyor ve o hikayeden sonra ne yapıyordu? Evrensel çekim yasasını bulmuştur. Isaac Newton ve bilim devri konusu bu şekildeydi. Şimdi de ulus devletlerin ortaya çıkış sürecinden biraz bahsedelim. Avrupa'da orta çağ boyunca Fedolite egemendi. Ne zamanki Feodalite güç kaybetmeye başlıyor artık merkezi krallıklar güç kazanmaya başlıyor. Rönesans ile birlikte krallar güç kazanınca bu kralların halkları ulus olarak adlandırıldı. Ulusların oluşmasıyla birlikte artık ulusal savaşlar ortaya çıkmaya başlayacak. E şimdi savaşlar ortaya çıkacağına göre bu devletlerin ne yapması gerekiyor? Savaşa hazırlanması gerekiyor. Savaşa nasıl hazırlanırlar? Güçlü bir ordu oluşturarak hazırlanırlar. Artık güçlü bir ordu yapmaları için ne gerekli? Para gerekli. Para olmadan güçlü bir ordu kurmak imkansızdı. O yüzden para bulmak için arayış içerisine girecekler. E parayı nasıl bulacaklar? Sömürerek mazlum milletlerin, devletlerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını alacaklar ve kendi çıkarları doğrusunda kullanacaklar. Yani onları sömürecekler. Bu sömürge hareketleri sonucunda gittikleri yerlerden bol miktarda altın getirecekler. Ve altının gelmesiyle birlikte E merkantalizm gibi bir düşünce ortaya çıkacak. Merkantalizm dediğimiz Avrupa'da yeni bir ekonomik modelin adıdır. Altının Avrupa'ya gelmesiyle birlikte zenginliğin ölçütü artık madenler ile ölçüldü. Eskiden toprağa çok olan zengindi. Artık altını, gümüşü, madeni çok olanlar zengin olmaya başlayacak. Zenginliğin ölçütün değişmesine bu ekonomik anlayışa biz merkantalizm adını veriyoruz. O halde genel olarak bir toparlamamız gerekirse önce Feodalite varmış. Feodalite güç kaybedince merkezi krallar güçlenmeye başlamış. Merkezi krallıkların oluşmasıyla birlikte uluslar oluşmuş. Uluslar olduğuna göre ulusal savaşlar başladı. Bu savaşa hazırlanmak için güçlü ordular ihtiyaçları vardı. Güçlü ordu için paralara ihtiyacı vardı. Ve parayı bulabilmek için sömürge hareketlerini başlattılar. Ve bu hareketler sonucunda altın topladılar. Maden topladılar gümüş gibi ve bu madenlerin Avrupa'ya gelmesiyle birlikte merkantalizm gibi bir ekonomik düşünce ortaya çıkmış oldu. Ulus devletlerin ortaya çıkışı bu şekildeydi. Şimdi de 17. ve 18. yüzyılda Avrupa düşünürlerinin özelliklerinden biraz bahsedelim. Yaptığı çalışmalara bakalım. Kopernos güneş sistemini keşfetmiş, dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin döndüğünü ispat eden kişi Kopernos'muş. Bu adam özellikle Aristo ve Batlamyus hatırlarsanız bunların öğretilerine bizzat karşı çıkmıştır. Haliyle kilisenin ortaya atmış olduğu dogmalara da karşı çıkmıştır. Yani değişmeyen, sorgulanmayan bilgilere de karşı çıkmıştır. Daha çok özgür düşünce, akıl ve deneyi ön plana alarak çalışmaları yapmıştır. Thomas More'a baktığımızda ise Ütopya adlı eserinde özel mülkiyetin bulunmadığı bir devlet tasvir etmiş ve insanların bu şekilde mutlu olacağını düşünmüştür. Özellikle sanayileşme ile beraber ortaya çıkan sorunlardan bahsetmiştir. İngiltere'deki toplum düzeni ve adalet sistemini de eleştirmiştir Thomas More. Immanuel Kant'a baktığımızda ise ona göre insan ön yargılardan ve dinsel inançlardan ve psikolojik düşünceden kurtulmalıdır. Aklın ve bilimin önündeki engelleri bu şekilde sıralamıştır. Machiavelli'ye baktığımızda ise Hükümdar adlı kitabında siyasi birliğin ancak güçlü bir hükümdarla sağlanacağı fikrini ortaya atmıştır. Ona göre devletin birliğini sağlamak esastı. Din ve ahlak kurallarının hükümdarı durdurmaması gerektiğini savunmuştur. İtalyan siyasi birliğinin ancak güçlü bir hükümdar ile sağlanacağı düşüncesini savunmuştur. Son olarak da Cancak Rusya'ya baktığımızda bu adamda halk egemenliğini, millet egemenliğini eşit... eşitliği, demokrasi gibi kavramları savunmuştur. Toplumda düzeni sağlanması için devlet otoritesini de savunmuştur. Cancak Rusya'ya göre bütün ayrıcalıkların ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bütün mutlak monarşik yönetimlerin sona ermesi gerektiğini savunuyordu. Ona göre birey olarak özgür ve eşit olan insan toplumsal yaşamda eşitlik ve özgürlüğü kaydedebilirdi. Yani daha çok demokratik düşünceleri savunmuştur. 17. ve 18. yüzyılda Avrupa düşünürleri bu şekildeydi. Öncelikle geçmiş bilgilerimizi hatırlayalım. Osmanlı Devleti ipek ve baharat yollarını elinde tuttuğu için Avrupalı devletler ekonomik açıdan zor durumdaydı. O yüzden yeni yeni yollar arayışları içerisine girmişlerdi ve böylelikle coğrafi keşifler hareketini başlatmışlardı. Hatırlıyorsanız İspanya ve Portekiz'den başlamıştı ve dünyanın birçok bölgesine keşif hareketleri başlamıştı. Ve bu keşif hareketleri sonucunda Avrupa'dan Amerika kıtasına Christoph Kolomb gitti arkadaşlar. Kolomb buranın yeni bir kıta olduğunu tabii ki de anlamadı. Buranın Hindistan'ın doğu kıyıları olduğunu düşündü. Ancak ardından buraya bir başka kişi daha gitti. Kimdir bu? Ameriko. Vespucci denilen bir adam gitti ve buranın yeni bir kıta olduğunu fark etti. İşte biz bu hareketlere coğrafi keşifler adını veriyoruz. Böylelikle Amerika kıtasının keşfi gerçekleşmiş oldu. Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından keşfedilmesi uzun süredir çıkmazlığı olan Avrupa ekonomisi için büyük bir umut kapısı oldu. O dönemde Avrupa ekonomisi çok kötüydü. İpek yolu, baharat yolu, Akdeniz ticaret yolları bu yolların tamamına yakını Osmanlı hakimiyeti altındaydı. O yüzden Avrupalılar ekonomik açıdan kötüydü ve arayış içerisindelerdi. İşte Amerika kıtasının keşfedilmesiyle birlikte Avrupalılar için bir umut doğmuş oldu. Bu keşif hareketleri sonucunda Amerika keşfedilmiş ve Amerika'nın keşfiyle birlikte kolonijilik hareketleri başlamıştır. Hocam nedir bu kolonijilik? Kolonijik deyince devletlerin kendi sınırları dışındaki bir bölgeyi ele geçirerek kendi imayesi altına almasıdır. Oradaki ekonomi kaynakları kendi çıkarları doğrusuna kullanmasına verilen isimdir. Yani tabiri caizse biz bunun için sömürgecilik adını verebiliriz. Şimdi diyelim ki Avrupalılar gelmiş buraya, burayı ele geçirmiş ve küçük küçük buralarda koloniler kurmuşlar. Artık buraları kendi himayelerine almışlar. Buralarda nasıl bir karları var? Buralarda ekonomik karları var. Ekonomik karlarını alıyorlar, kendi ülkelerine götürüyorlar. Yani burada kurmuş olduğu bu yuvarlak şeylere biz ne diyoruz? Kolonicilik faaliyetlere yani sömürgecilik adını veriyoruz. O dönemin en önemli kolonicileri yani sömürgecileri tabii ki de... Coğrafi keşifler hareketini başlatan İspanya ve Portekiz'dir. Hocam başka devlet yok mu? E var tabii ki de Hollanda'yı da sayabiliriz, Fransa'yı da İngiltere'yi de sayabiliriz. Ama en güçlüler o dönemde İspanya'ydı. Ancak bu dönemde sömürge çatışmaları başlıyor ve özellikle İngiltere ile İspanya arasında sömürgecilik yarışı başladı. Ve İngiltere İspanya'yı zor durumda bıraktığı için Artık İspanya gücünü, kudretini kaybetmeye başladı. Sömürge İmparatoru artık İngiltere olacak. Amerika kıtasının keşfedilmesiyle birlikte Avrupa'daki birçok insan ne yaptı? Amerika'ya doğru büyük bir göç hareketini başlatmış oldular. Şimdi Avrupalılar Amerika'ya geliyor, göç hareketini başlattı. Buradaki değerli madenleri alıp Avrupa'ya taşıyorlar. Böylelikle Avrupa açlıktan, sefaletten kurtuluyor. Zengin bir... kıta haline gelmeye başlıyor. Böylelikle Avrupa'ya akan servet başlığının anlamını fark etmişsinizdir. Amerika kıtasını sömürerek Avrupa'ya değerli madenler akmaya başlamış. Avrupa'dan Amerika'ya yapılan hareketler sonucunda aynı zamanda deniz aşırı ticarette gelişmiştir. Bakın artık kıtalar arası ticaret daha güçlü bir şekilde yapılmaya başlanıyor. Bu dönemde Amerika'dan Avrupa'ya o kadar fazla değerli maden getiriliyor ki sadece İspanya'ya bile 185 bin kilogram altın geldiği söyleniliyor. Düşünebiliyor musunuz arkadaşlar bakın o kadar fazla altın ve gümüş geliyor ki artık Avrupa ekonomik açıdan zirvesini yaşıyor. O zaman genel olarak toparlamamız gerekirse coğrafi keşifler ile birlikte Amerika keşfedilmiş. Amerika'nın keşfi ile birlikte Kolonyacılık yani sömürgecilik faaliyetleri başlamış ve birçok Avrupalı devlet arasında sömürgecilik yarışı başlamış. Bakın bu devletler daha sonra buraya geldikten sonra Amerika Birleşik Devletleri'ni kuracak. Bunların birleşmesi sonucunda oluşuyor. Ayrıca Avrupa'dan Amerika'ya göç dalgası başlamış. Amerika kıtasındaki yeraltı yerüstü kaynakları, değerli madenler Avrupa'ya taşınarak artık Avrupa resimde de belirttiğimiz gibi zengin bir hale gelmiştir. Avrupa'ya akan servet konusu bu şekildeydi. Şimdi de sömürgeciliğin Osmanlı'ya etkisinden biraz bahsedelim. Öncelikle ilk gümüş para hangi dönemde basılmıştı? Eski bilgilerimizden hatırlayalım. Orhan Bey döneminde basılmıştı. İlk altın paraya baktığımızda ise o da Fatih Sultan Mehmet döneminde basılmıştı. Bakın burada dikkat ettiyseniz Orhan Bey kuruluş dönemi, Fatih Sultan Mehmet artık yükselme dönemi. Baktığınızda kuruluş döneminden daha sonraki dönemlere yükseliş dönemine kadar paramızın değeri artmaya başlamış. Gümüşten altına geçmişiz. Yani Osmanlı Devleti ekonomik açıdan oldukça büyümüş. Ancak ilerleyen döneme baktığımızda Amerika'nın keşfi ile birlikte Amerika'dan gelen madenler Avrupa ticaret hacmini arttırmış. Yani Avrupalıların ekonomisini olumlu yönde etkilemiştir. Avrupa zenginleşmiştir. Ancak aynı durum Osmanlıyı olumsuz etkilemiştir. E neden? E akçenin değeri kalmamıştır bir kere. E hocam akçe nedir? Osmanlı ekonomisinin temel para birimine biz akçe adını veriyoruz. Yani Osmanlı gümüş parasıdır akçe. Osmanlı piyasasına çok fazla gümüş ve altın girmesiyle birlikte akçenin değeri kalmıyor ve artık fiyat artışı yaşanıyor. Yani enflasyon yaşanıyor arkadaşlar bu dönemde. Enflasyonun yaşanmasıyla birlikte paranın da bir değeri kalmadı kardeş demeye başlıyor. Kim? Hem halk hem de yeniçeriler. Mesela özellikle Akçe'nin değer kaybetmesiyle birlikte askerlerin huzurun kaçmasına ve sık sık ayaklanmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Hocam neden? Bu adamlar maaşlarını Akçe üzerinden alıyor. Artık Akçe'nin değeri kalmamaya başlıyor. Daha değersiz bir şey ile bu adamların maaşları ödenmeye başlandığı için askerler arasında huzursuzluk yaşanmaya başlıyor. Bu huzursuzlukta Osmanlı Devleti sınırları içerisinde... Ayaklanmaların isyanları çıkmasına sebep olacak. E bu problemler yaşanıyorsa Osmanlı Devleti bu problemleri de çözüm araması gerekiyordu. Ne yaptı? İçine düştüğü bu ekonomik buhrandan kötü gidişat... Kurtarabilmek amacıyla bazı bir takım çalışmalar yapmıştır. Hocam ne gibi çalışmalar yaptı? Hemen birincisini örnek verelim. Mesela sikke tahsihi. Sikke tahsihi dediği tedavüldeki parayı çekerek yerine değeri değiştirilmiş akçe sürmek. Atıyorum bu değerli bir akçe diyelim. Bunu alıyorlar içerisine biraz daha bakır falan katıyorlar. Onun değerini düşürüp tekrardan piyasaya sunuyorlar. Atıyorum ben 5 akçelik maaş alıyordum ama sikke tahsihi ile birlikte yine 5 akçe maaş almaya devam ediyorum ama daha değersiz bir akçeyle maaşım ödeniyor. Dolayısıyla benim gelirim azalmış oluyor. Biz bu olaya sikke tahsihi diyoruz. Tahsih zaten düzenleme, düzeltme anlamına geliyor. İkinci attığımız adımlardan diğeri ise sikke tahşişi. Tahşişi dediği ise Osmanlı Devleti'nde kullanılan madeni paranın altın ya da gümüş içeriğinin azaltılmasıdır. O halde genel olarak değerlendirdiğimizde Amerikan'ın keşfi ile birlikte Avrupa'ya çok fazla maden girmiş ve Avrupa'nın ekonomisi güçlenmiş bu durum bizi olumsuz etkilemiş. Akçenin değer kaybetmesine ve fiyatı artmasına yani enflasyona sebep olmuş. Böylelikle paranın değeri kalmamış. Askerler maaşlarını değersiz madenler ile... Aldıkları için askerlerin de huzuru kaçmaya başlamış, sık sık ayaklanmalar yaşanmış, ekonomik buhranları çözebilmek amacıyla sikke tahsihi ve sikke tahşişi gibi adımlar atılmıştır. Ancak tüm bu yaşananlar ilk defa Osmanlı Devleti'nin ekonomide açık vermesine sebep olmuştur. Ne zaman açık verdik? 1574 tarihinde Osmanlı ekonomisi ilk defa açık vermiş oldu. Sömürgeciliğin Osmanlı'ya etkisi de... Bu şekildeydi. Sıradaki konumuz Osmanlı'da askeri ve ekonomik dönüşüm. Öncelikle askeri devrim nedir? Onunla başlamak istiyorum. Askeri devrim Avrupa ordularında ateşli silahlara dayalı değişiklerin yapılmasına verilen isimdir. Eskiden Avrupa'da kılıç, kalkan, at gibi silah aletleri kullanılırken artık askeri devrimiyle birlikte silaha geçmişler, tüfeğe geçmişler. Ateşli silahlara geçmişler. İşte bu değişime ne isim veriliyormuş? Askeri devrim adı veriliyormuş arkadaşlar. Osmanlılara baktığımızda Osmanlılar Hasburglarla yapılan savaş sırasında Avrupa savaş teknolojisini görüyor. Bir bakıyor ki adamların elinde silahları var. Ve bu silahlar Osmanlı askerlerine karşı büyük bir üstünlük gösteriyor. Özellikle tımarlı sipahilere karşı. Osmanlı Devleti de Avrupa'nın ateş gücü ve askeri etkinliğini iki yolla dengelemeye çalışıyor. Bakın şimdi bir tarafta silahlı bir asker var. Diğer tarafta atlı, kılıçlı, kalkanlı bir tane tımarlı spahi Osmanlı askeri var. E haliyle bu adamlar bize büyük bir üstünlük sağlıyorlar. Biz de bu üstünlüğü yıkabilmek amacıyla bazı adımlar atıyoruz. Ne yapıyoruz? Silahlı yeniçerilerin sayısını arttırıyoruz. Bakın bizim bir sürü askeri birliğimiz vardı. Bu birlikler içerisinde elinde silah olan bir tek yeniçeri askerleri vardı. O yüzden yeniçerili askerlerin sayısını arttırıyoruz. E bu bize ileride zaten anlatacağım ekonomik açıdan büyük bir külfet oluşturacak. Attığımız bir diğer adım ise ateşli silah kullanabilen Sekban ve Levent birliklerini oluşturmamızdır. Artık eli silah tutan askeri birliklerimiz yalnızca yeniçeriler değil artık Levent ve Sekban ocağından yetişen askerler de eli silah tutabiliyordu. O halde genel olarak topladığımızda Avrupa'da bir değişim yaşanmış, silah teknolojisine geçmişler, bu değişime askeri devrim adı verilmiş, Osmanlı Devleti de bu değişime adapte olabilmek amacıyla yeniçerilerin sayısını arttırmış, Sekban ve Levent birliklerini de oluşturmuş. Osmanlı'da askeri ve ekonomik dönüşüm konusu da bu şekildeydi. Şimdi de yeniçerilerin sayısındaki artış konusuna bakalım. Avrupa'da yaşanan askeri devrimden sonra yeniçerilerin sayısı Artırma kararı almıştık. Hemen gelin tabloya bakalım. Şimdi 1484 tarihine baktığımızda yaklaşık 10.000 civarında. Sonraki dönemlere bakın. Şu 3 döneme bakalım. 1484 ile 1530'lu yıllar arasında yeniçeri sayıları ortalama 10.000 civarındaymış. Ancak 1567 tarihiyle birlikte yeniçerilerin sayısında böyle büyük bir artışa sönmeye başlanmış. Özellikle 1694 yılına baktığımızda... 80 bin civarında yeniçeri askerin olduğunu görmekteyiz. Normalde biz yeniçeri askerleri nasıl alıyorduk? Devşirme sistemiyle alıyorduk. Gidiyorduk Hristiyan çocuklarını alıyorduk, onları küçük yaşta alıp yetiştirip yeniçeri askeri yapıyorduk. Bizim sistemimiz devşirme sistemiydi. Yeniçeri askerlerini bu şekilde oluşturuyorduk. Ancak 80 bin tane yeniçeri askerini devşirme usulüyle yetiştirmemiz mümkün değildi. O yüzden ne yapıyoruz? Artık önümüze geleni... Yeniçeri askeri yapıyoruz. Rüşvetle, adam kayırmacayla, o onun dayısı, o onun amcası derken her önüne geleni Yeniçeri askeri olarak bu dönemde almaya başlıyoruz. O yüzden yeteneksiz, kabiliyetsiz Yeniçeri askerleri bu dönemde ocağa girmeye başlıyor. İşte bu yüzden Yeniçeri ocağı bu dönem itibariyle bozulmaya başlayacak. Bakın eskiden devlet yeniçeri askerlerine 10.000 kişi olduğu için 10.000 kişilik maaş ödüyordu. Hani bu adamlar 3 ayda bir ne yapıyorlardı? Ulüfe alıyorlardı, culus alıyorlardı. Şimdi bir 10.000 kişiye ulüfe ve culus vermek var. Bir de 80.000 kişiye ulüfe ya da culus vermek var. O yüzden şu tarih itibariyle birlikte devletin ekonomisi ne olacak? Kötü olmaya başlayacak çünkü bu adamlara ödenen maaş çok fazlaydı. O yüzden Osmanlı ekonomisi Yeniçerilerin sayısının artmasıyla birlikte oldukça kötü bir süreç içerisine girmiştir. Demek ki Avrupa'da yaşanan askeri devrimden sonra biz Yeniçeri sayısını artırmaya çalışmışız. Değiştirme sistemi bu artışa yetmemiş. Önümüze geleni askeri olarak almışız ve 80 bin civarında askerimiz olmaya başlamış. Bu durumda bizim yeniçeri ocağımızın bozulmasına ve ekonomimizin kötüye gitmesine sebep olmuştur. Yeniçerilerin sayısındaki artış konusu da bu şekildeydi. Şimdi de tımar sisteminin bozulması konusuna bakalım. Neden tımar sistemi bozuldu? Arkadaşlar eskiden şöyle bir sistemimiz vardı. Atıyorum burası devlet toprağıydı. Diyelim ki burası merkez. Merkezde zaten padişah bulunurdu, başkent bulunurdu, merkezi askerler bulunurdu. Bu merkezde uzak... Kalan toprakları ise tımar toprakları olarak bölüp tımar sahiplerine dağıtırlardı. Ama buradaki topraklar öyle rastgele dağıtılmazdı. Diyelim ki bu adama şuradaki toprak verilecek. Rastgele mi veriliyor? Hayır. Eğer böyle bir savaşta başarı elde etmişse, devlet için önemli bir adım atmışsa ona maaş karşılığında bu toprak verilirdi ve bu adam ne yapardı? Burada tarım yapardı. Ordu oluştururdu. Asker yetiştirirdi. Onların maaşlarını öderdi ve vergileri toplardı. Bakın mükemmel bir sistemden bahsediyorum. Ancak tımar sistemi bu dönem itibariyle bozulmaya başlanıyor. Artık önüne gelene tımar toprakları verilmeye başlanıyor. Rüşvet karşılığında tımar toprağı veriliyor. Bakın eskiden başarı elde edince hak eden insanlara veriliyordu. Çalışmaları sonucunda maaş karşılığı veriliyordu. Ama artık rüşvet karşılığında bu topraklar verilmeye başlanıyor. Dolayısıyla bu toprağı alan insanlar bilgili, donanımlı, dirayetli kişiler olmuyordu. O yüzden bu toprağa da ciddi anlamda sahip çıkamayacak. Ayrıca tımar toprakları parayla alınıp satılır hale gelmeye başladı. Eskiden böyle miydi? Hayır bu adama verilirdi ama bu toprağın topusu yine devlete aitti. Bu adam atıyorum tarım yapmadı, ordu, maaş, vergi bu görevlerini yerine getirmezse devlet onun elinden geri alırdı. Ama şimdi ne yapmışlar? Artık... parayla alınıp satın alabiliyor. Bu adama verdi de bu gitti ona sattı, o ona sattı. Artık bir mal gibi alınıp satın alabilir hale getirilmeye başlandı. Ayrıca Avrupa'da yaşanan askeri devrim sonucunda sipahiler yani tımarlı sipahiler ateşli silahlar karşısında yetersiz kaldı. Şimdi bu adamlar ordu yetiştiriyor. Bu ordunun adı tımarlı sipahi. Tımarlı sipahi Avrupalı askerlerin karşısında duramıyor. Çünkü bizimkinin elinde kılıç kalkan var, atı var. Bu adamların karşısında silah var, tüfek var, ateşli silah olduğu için bizim tımarlı sipahileri yenilgiye uğratıyordu. O yüzden artık önemsizleşmeye başlamış. Ayrıca tımarların sipahiler dışındaki kişilere de verilmeye başlanması. Bu topraklara tımar toprakları diyorduk. İşte bu toprakların rastgele rüşvet karşılığında bazı insanlara verilmesi bu sistemin bozulması sebeplerinden birisidir. Ayrıca sipahilerin gösterişli yaşam... ve çok para kazanma hırsı da etkili olmuştur. Bakın eskiden tımar sahibi yani sipahi dediğimiz adamlar bu adamlar ülkenin korunması, güvenliği ve devletin ekonomisini güçlendirmesiyle görevli iken artık gösterişli bir yaşam yaşayayım. Artık çok para kazanayım hırsına girmişlerdi. O yüzden tüm bu yaşananlar tımar sisteminin bozulmasına sebep oldu. Bakın normalde ilk oluşturduğumuz tımar sistemi Mükemmel bir sistemdi arkadaşlar. Harika bir sistemdi ancak bu sistemi bozdular. Bu sistemin bozulmasıyla da birlikte haliyle Osmanlı ekonomik açıdan da güvenlik açısından da birçok olumsuz etkisini ileriki dönemlerde yaşamış oldu. Tımar sistemin bozulması konusu da bu şekildeydi. Sıradaki konumuz kapitülasyonların sürekli hale getirilmesi. Hocam kapitülasyon nedir? Kapitülasyon dediğimiz imtiyazdır. Ekonomik imtiyaza biz kapitülasyon adını veriyoruz. Tarihimizdeki ilk imtiyazı yani ilk kapitülasyonu 1569 tarihinde kime veriyoruz? Fransızlara kapitülasyonu veriyoruz. Şimdi kapitülasyonu gözünüzde canlandırmanız için bir örnek vermek istiyorum. Atıyorum bu bir Fransız gemisi olsun. Burası da Osmanlı Devleti'nin sınırları olsun. Şimdi normalde bizim sınırlarımıza girip ticareti yapabilmesi için atıyorum %20 gümrük vergisi ödüyor. İşte geçiş ücreti şu ücreti bir sürü şey ödüyor. Kapitülasyon yani imtiyaz ile birlikte artık bu Fransız gemisi bunları ödemiyor. Ya da daha az ödüyor. Rahat bir şekilde elini kolunu sallayarak ülkemize gelip bu ticaretini yapabiliyor. İşte bu hakka biz kapitülasyon yani imtiyaz adını veriyoruz. İlk imtiyazı Fransızlara vermişiz. Hocam neden Fransızlara imtiyaz vermişiz? Çünkü o dönemde coğrafi keşiflerin olumsuz etkilerini yaşıyoruz. Coğrafi keşifler ile birlikte hem İpek yolu hem de Baharat yolu önemini kaybetmiş, Akdeniz ticaret yolları artık kullanılmamaya başlanmıştı. Bizim amacımız ise bu adamlara Fransızlara kapitülasyon verip, onların artık ülkemize girip ticaret yapmalarını sağlamak. Burada kaybettiğimiz ekonomik zararları karşılayabilmek amacıyla böyle bir adım attığımızı söyleyebiliriz. Ancak 1569 yılında Fransızlara verdiğimiz kapitülasyonlar padişahın ömrüyle sınırlıydı. Yani padişah öldüğü zaman haliyle kapitülasyonlar da bitiyordu. Biz Fransızlara kapitülasyonları hangi dönemde verdik? Kanuni Sultan Süleyman döneminde vermiştik. Demek ki bu ayrıcalık kanuni döneminden sonra bitecek. Tekrardan kapitülasyon verebilmek için... Bu adamlar bizim tekrardan kapımızı çalacaklar, bize hediyeler verecekler, bizimle iyi geçinecekler ki biz onlara tekrardan kapitülasyon verelim. Ancak 1580 yılına geldiğimizde İngiltere'ye, 1612 yılına geldiğimizde ise Hollanda'ya da kapitülasyon veriyoruz. Bakın yavaş yavaş kapitülasyon verdiğimiz devlet sayısı artıyor. 1740 yılına baktığımızda Fransızlara daha önce verdiğimiz kapitülasyonları sınırsız hale getiriyoruz. Hocam neden sınırsız hale getirdik? Birincisini söylemiştik zaten. Ticareti canlandırmak istiyoruz. Ayrıca Hristiyan birliğini de bozmak istiyoruz. Hocam Hristiyan birliğini bozmakla ne alakası var? Şimdi bir devlet vardı hemen hatırlayalım. Kutsal Roma, Germen İmparatoru vardı. Hatırladınız mı arkadaşlar? Bu devlet, bu imparatorluk Avrupa'nın en güçlü iki imparatorluğundan birisiydi. Biri Roma-Germen İmparatorluğuydu, diğeri de Fransa'ydı. Şimdi... Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu gidip Fransa'yı alırsa bütün Hristiyanlar tek yumruk olmuş olacaktı. O yüzden biz Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'yla düşmandık. Fransızların kapısını çalıyoruz, onlarla iyi geçiniyoruz, onlara kapitülasyonlar veriyoruz, onlarla dost olmaya çalışıyoruz ki Hristiyan birliği sağlanmasın. Fransızlar, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu Fransa'yı kendi toprağına katmasın istiyoruz. Bu birliği bozmak amacıyla böyle stratejik bir hamle adım attığımızı söyleyebilirim. 1740 tarihinden sonra Avrupa ekonomisinde artık iyi olan bütün devletler Osmanlı Devleti'nden kapitülasyon istemeye başlayacak. Ve bir süre sonra birçok Avrupalı devlet artık sınırsız kapitülasyon hakkına sahip olmuş olacaklar. Bu durum kötü mü hocam? Kötü. Kapitülasyonların sınırsız hale gelmesiyle birlikte ekonomik bağımsızlığımızı resmen kaybediyoruz. Çünkü bu kapitülasyonlar aracılığıyla... Avrupalı devletler ürettikleri ürünleri getirip bize satıyorlar. E bedava zaten. Hiç para da almıyoruz. Artık Avrupalılar gelişen sanayisinde ürettikleri ürünleri bize getirip satıyor. Biz de onların sattığı ürünleri sadece satın alıyoruz. Yani bir süre sonra Avrupa'nın sömürgesi haline geliyoruz. Avrupa'nın açık pazarı haline geliyoruz. Üretmeyen sadece Avrupalıların getirdiğini tüketen bir devlet haline geliyoruz. Demek ki kapitülasyonların sürekli hale gelmesi... Bizim için kötü. Önce Fransa'ya vermişiz, ardından İngiltere'ye, Hollanda'ya vermişiz, ardından birçok devlete vermişiz ve bu durumda bizim için büyük problem teşkil etti. Kapitülasyonların sürekli hale gelmesi konusu da bu şekilde. Şimdi de Osmanlı Devleti'nde ekonomik tedbirler konusuna bakalım. Şimdi Osmanlı ekonomisi kötüye gidiyor dedik ama neden kötüye gidiyor? Şimdi birincisi kapitülasyonlar ile birlikte ekonomik bağımsızlığımızı kaybetmiştik. Az önce söylediğim Avrupalı devletlerin açık pazarı, sömürgesi haline gelmiştik. Coğrafi keşifler ile birlikte İpek yolu, Baharat yolu, Akdeniz ticaret yolları önemini kaybettiği için yine büyük zarar etmeye başlamıştır. Askeri devrim ile birlikte biz de bir dönüşüm içerisine girmiştik. Yeni çevirilerin sayısını arttırmıştık. Bu bizim ekonomimizi olumsuz yönde etkilemişti. Sanayi harcamaları, lüks harcamalar ile birlikte ekonomimiz biraz daha darbe aldı. Tüm bu adımlar Osmanlı Devleti'nin ekonomisini çok kötü bir hale getirdi. Haliyle Osmanlı esnafı cebinde 5 kuruş parası kalmamaya başladı. Osmanlı ekonomisi kötü gittiğine göre, esnafın cebinde para kalmadığına göre bizim de bazı adımlar atmamız gerekiyordu. Ne gibi adımlar attık bu durumu düzeltmek için? Tahşiş, iltizam, malikane ve vergiler almaya başladık. Nedir hocam bunlar? Bakın ağır ekstra vergiler alarak devlet ekonomisini güçlendirmeye çalıştı. Kasasını doldurmaya çalıştı. Tahşişi zaten söylemiştim bir kere daha hatırlatalım. Osmanlı piyasasındaki akçelerin toplanıp... Akçenin içerisindeki altının eritilip içine bakır katılıp parayı tahşiş ediyorlardı. Yani parayı daha değersiz hale getiren bir uygulamaydı. Bir diğer uygulama iltizam. Devlet hazinesinin para ihtiyacını karşılamak amacıyla atılan bir adımdır. Günümüzdeki karşılığı kredi. Topluca bir para giriyordu devletin kasasına. Bu tarz bir adım atılmıştır. Devlet için tabii ki de güzel bir adım. Malikane dediği şey ise bu kağıtların ömür boyu kiralanması uygulamasıdır. Hocam mukata neydi? Devlete ait topraklardı. Demek ki gelirleri doğrudan devlet hazinesine aktarılan toprağa biz mukata toprak adını veriyoruz. Malikane ise mukataların ömür boyu kiralanması uygulamasıymış. Atıyorum ben geldim bu toprağı ömür boyuna kiralamış oldum. İşte buna biz malikane sistemi diyoruz. Atılan bu tedbirler Osmanlı ekonomisini ve esnafını olumlu yönde etkileyecek mi? Osmanlı ekonomisini düzeltecek mi? Maalesef düzeltmeyecek zaten o yüzden ekonomisi kötüye gidecek ve Osmanlı Devleti artık parçalanma süreci içerisine girmiş olacak. Osmanlı Devleti'nde ekonomik tedbirler konusu da bu şekildeydi. Sıradaki konumuz ayanların yönetime karşı yükselişi. Bu ayanlar neden devlete karşı yükselmiş? Bu dönemde neden güç kazanmış? Şimdi öncelikle ondan bahsedelim. Merkezi otoritenin zayıflaması, iç-dış sorunların yaşanması Ayanların yönetime karşı güçlenmesine etkili olmuştur. Devlet o dönemde karşılaştığı iç ve dış sorunları tek başına çözemiyor. O yüzden gidiyor, ayanlardan yardım istiyor. Ne gibi yardımlar? Mesela askerlerin toplanması ya da vergilerin toplanması, eşkıyalara karşı hareket edilmesi gibi konularda devlet ayanlardan yardım istiyor. Bu durumda devletin aciz bir duruma düşmeye başladığının bir göstergesidir. Ayanlar yavaş yavaş... Devlete karşı yükseliyorlar. Ayrıca iltizam ve malikane sistemiyle ayanların topraklarını arttırıp zenginleşmesi. Bakın iltizam ve malikaneyi az önce söylemiştik zaten. Bu adamlar bu sistemleri kullanarak topraklarına toprak katmışlar. Yani o yüzden bu adamlara tabiri caizse toprak ağası adını da verebiliriz. Çok fazla topraklar olmaya başlıyor. E peki hocam sonuç ne? Ne oldu peki bu gelişmeler sonucunda? Devlet ağayanlardan yardım istedi. Ayrıca ağayanlar yönetime karşı güç kazandı. Bu durum Orta Çağ Avrupa'sındaki biraz feodal yapıya sanki benziyor. Ama tabii ki temelinde bazı ayrımlar var. Ama genel olarak topladığımızda toprak ağaları varmış, ağayanlar varmış. Devlete karşı yükselmişler. Özellikle devletin gücünü kaybetmeye başlamasıyla birlikte. İltizamı ve malikane sistemlerini de kullanarak topraklarına toprak katmışlar. Devlet aciz duruma düşmeye başlamış ve onlardan yardım toplamaya başlamış ve Ayanlar yönetime karşı güç kazanmıştır arkadaşlar. Ayanların yönetime karşı yükselişi konusu da bu şekilde. Sevgili arkadaşlar Osmanlı Devleti bu dönemde birçok sorun ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu sorunların başında Batı'da Avusturya, Doğu'da ise İran. ile yapmış olduğu savaşlar gelmekteydi. Ancak bu savaşların yanı sıra Anadolu'da birçok isyan ile de mücadele etmek zorundaymış. Bakın bu dönemde biz batıda Avusturya, doğuda ise İran ile savaş halindeymişiz. Ama tek uğraştığımız problem bunlar mı? Hayır. Aynı zamanda neyle uğraşıyormuşuz? Anadolu'da çıkan isyanlar ile de uğraşıyoruz. Arkadaşlar isyanları biz iki ana başlık altında inceleyeceğiz. Bu isyanlardan birincisi bu. Merkezi isyanlar, ikinci isyan ise Anadolu'da çıkan isyanlardır. Arkadaşlar merkezi isyanları gördüğünüzde aklınıza tabii ki de... Yeniçeri isyanları gelecek. Yeniçeriler merkezde bulundukları için bu isyanlara Yeniçeri yani merkezi isyanlar adı verilmiş. Anadolu isyanları görünce aklınıza hem Celali hem de Suhte isyanları gelmesi gerekiyor. O halde ilk olarak Celali isyanları nedir? Niye çıkmış? Ne gibi sonuçları var? Nasıl etkileri olmuş? Biraz ondan bahsetmek istiyorum. Celali isyanları Yavuz Sultan Selim döneminde Yavuz Sultan Selim döneminde Bozoklu Celal tarafından çıkarılmış bir isyandır arkadaşlar. Ancak Bozoklu Celal'in çıkarmış olduğu isyan ile Anadolu'da çıkan Celali isyanların tamamı aynı sebepten ötürü çıkmamıştır. Bozoklu Celal daha çok Şii Safavileri kışkırtması sonucunda isyan etmiştir. Ancak Anadolu'da çıkan Celali isyanları ise genel olarak ekonomik sebeplerden ötürü isyan etmişlerdir. Bakın ne demiş zaten? Dolar olmuş bilmem kaç akçe demiş yani ekonomik bir serzenişte bulunmuş. Peki o halde hocam Celali isyanları neden çıkmış? Bakın temelinde zaten ekonomik sıkıntıların yaşandığını söylemiştik. Aynı zamanda bu dönemde köylünün vergiyi ödeyemeyecek duruma gelmesi de bu isyanların çıkmasında rol oynayacak. Bu dönemde özellikle kıtlıktan ötürü insanlar üretim yapamıyor, üretim yok ama vergi hala var, hala aynı vergi alınıyor. Atıyorum üretim varken 10 vergi alınırken, üretim azalmasına rağmen, kıtlık olmasına rağmen yine 10 vergi alınmaya çalışıyor. O yüzden köylü de bu vergileri ödeyemeyecek bir durumdaydı. Aynı zamanda bu dönemde girdiğimiz savaşlarda sürekli yenilgi alıyoruz. Bu savaşlar da bizim ekonomimizi olumsuz yönde etkiliyor. Bakın normalde savaş demek ganimet demekti. Bu savaşları kazandığımızda bol ganimetler alıyorduk. Bu da bizim zenginliğe... neşmemizi sağlıyordu. Ancak bu dönemde yapılan savaşları kaybettiğimiz için bir sürü harcama yapıyoruz ve elimiz boş dönmeye başlıyor. O yüzden insanların alım gücü düşüyor. Enflasyon bu dönemde yükselmeye başlıyor arkadaşlar. Çünkü üretim az, kıtlık var. Vergileri dahi ödeyemeyecek hale geliyor insanlar. Ayrıca tımar sisteminin bozulması da bu isyanın çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Hocam ne alakası var tımar sistemiyle? Arkadaşlar tımar sisteminde tımar toprağının... güvenliğini kim sağlıyordu? Tımarlı Sipahi sağlıyordu. Artık tımar sistemi bozulduğuna göre buranın güvenliğini sağlayacak Tımarlı Sipahi olmadığına göre var olanların da eski gücünü işlevini yitirdiğine göre artık bu bölgenin güvenliğini sağlama konusunda büyük bir sıkıntı yaşanacağı için Bozoklu Celal gibi bir sürü Anadolu'da Celali isyanları ortaya çıkacak. Bu dönemde isyanların bir diğer sebebi kaynakların yetersiz kalması sonucunda... O dönemde işsizlik, arkadaşlar işsizliğin yaşanması da isyanların çıkmasına sebep olmuştur. Ancak bu isyanlara önemli bir ekleme yapmak istiyorum. Bakın arkadaşlar bu isyanlardan hiçbiri yönetime karşı değil, yönetime karşı yapılmıyor arkadaşlar. Bunu unutmayın. Hatta özellikle bunu not almanızı istiyorum. Şimdi de celali isyanların sonuçlarına bakalım. Arkadaşlar bu isyanların çıkmasıyla birlikte pek çok şehir ve kasaba... Celali isyancıları tarafından yakılmış oldu. Böylelikle Anadolu'da can ve mal güvenliği kalmadı. İsyanlar sonucunda üretim düştüğüne göre artık devletin vergi gelirleri de azalmış oldu. E haliyle fiyatlar artmaya başladı. Bakın bu gelişmeler fiyatları artırdı. Ayrıca şehirlere göç bu dönemde hızlanmış oldu. Çünkü insanlar daha güvenli yerlere göç etme isteği duydular. O yüzden isyancılar ne yaptılar? Bu isyanlar sonucunda göç hareketleri başladı. İşte biz bu göç hareketlerine ne isim veriyoruz? Bakın burası önemli. Büyük. Kaçkın diyoruz arkadaşlar. O halde büyük kaçkın neymiş? Celali isyanlara, celali baskısı ya da ağır vergilerden bıkan, usanan halk toprağını terk edip başka yerlere göç etmesine biz büyük kaçkın diyoruz. Göçler daha çok nerelere yapılıyor? Tabii ki de şehirlere yapılıyor. Bunu da unutmayacaksınız. Burası çok önemli. Peki hocam bu göçü yapan insanlar kimler? Daha çok tabii ki de tarımla uğraşan köylüler arkadaşlar. Bu insanlar artık topraklarını boş bırakarak şehirlere göç etmişler. Biz bu olaya da büyük kaç gün adını vermişiz. Celali isyanları bu şekildeydi. Sıradaki isyanımız ise... Suhte isyanları. Arkadaşlar suhte demek medrese öğrencisi demektir. Peki hocam ne oldu da bu medrese öğrencileri isyan etti? Bunun sebeplerinden, temel sebeplerinden biraz bahsedelim. Öncelikle klasik medrese eğitiminin bozulması etkili olmuştur. Medrese neresi olduğunu biliyorsunuz değil mi? O dönemde eğitim verilen okullara verilen isimdi. Okulda verilen eğitim sisteminin bozulması, suhtelerin, öğrencilerin isyan etmesinde rol oynayacak tabii ki de. Ayrıca ulema çocuklarına, ayrıcalık verilmesi de etkili olacak. Bakın bu dönemde Beşik Uleması sistemini göreceksiniz arkadaşlar. Hocam nedir bu Beşik Uleması sistemi? Diyelim ki ben bir müderrisim. Yani öğretmenim. Bir tarih öğretmeniyim. Diyelim ki benim bir çocuğum oldu. Çocuğum da doğduğu andan itibaren bir tarih öğretmeni olabilecek. Müderris olabilecek. Yani ben alim sınıfında isem benim çocuklarım da alim sınıfında olacaktı. Dolayısıyla bu bilgisiz, donanımsız, yeterli bilgiye sahip olmayan insanların haksız sıfatlarda bulunmasına sebep olacaktı. Bakın eskiden alim olabilmek için çalışırdın, mücadele ederdin, emeğinle oraya gelirdin. Ama artık zaten doğduğunda alim olacağına göre kendini yetiştirmezsin, bilgisiz kalırsın, yeteneksiz kalırsın. Tabii ki bu da sütelerin isyan etmesinde rol oynayacak. Ayrıca ilmiyede yükselmede rüşvete başvurulması. Bakın ilmiye sınıfında artık parayı veriyorsun, ilmiye sınıfında yükseliyorsun. Ayrıca bu dönemde medreseler kendi kapasitelerinin üzerinde öğrenci alımı yapıyorlar. Haliyle artık medreseler içsiz güçsüz gençlerin yeri haline geliyor. Bu dönemde karnını doyuramayan gençler ne yapıyorlar? Arkadaşlar burası önemli, yatılı ve burslu. Medreselere yöneliyorlar. Diyelim ki ben bir suhteyim. Karnım aç, durumum kötü, ne yapıyorum? Gidiyorum yatılı ve burslu yere yöneliyorum. Ben de buraya yöneliyorum. Diğer arkadaşlarım, herkes yatılı burslu yerlere yönelmeyi başlayınca çok fazla bu tarz öğrenciler oluyor. E haliyle devlet bir süre sonra bu öğrencilerin parasını ödeyemeyecek hale geliyor. Bu öğrencilere ne yemek verebiliyor, ne yatak verebiliyor, ne paralarını ödeyebiliyor. Demek ki bu sayının artmasıyla birlikte ekonomik anlamda da sıkıntılar yaşıyoruz. Sayı arttığı için devlet bu insanların ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bu ekonomik sıkıntılar yaşanınca devlet suhtelere diyor ki gelin Anadolu'daki bu kurbanları, nezir paralarını siz toplayın diyor. Onlara bu Anadolu insanından para toplaması için izin veriyor. Ancak bu insanlar gidiyor Anadolu insanlarından zorla paralarını almaya başlayınca çetecilik faaliyetlerine başlıyorlar. Ve bu insanlar çeteler kurarak köyleri ve kasabaları basıp yağmalamaya başlıyorlar. İşte tüm bu yaşananlar... Anadolu'da Suhte isyanların çıkmasında ciddi bir rol oynamıştır ve devlete ekonomik zarara uğratmasına sebep olmuştur. Suhte isyanları da bu şekildeydi. Şimdi de en önemli isyan olan merkezi isyanlardan birisi Yeniçeri isyanlarına gelelim arkadaşlar. Yeniçeriler ne oldu da isyan etti hocam? Şimdi öncelikle Yeniçeriler 3 ayda bir Ulife adında bir maaş alıyorlardı. Ve her padişah değişikliğinde culus bahşişleri alıyorlardı. İşte bu maaş ve bahşişlerin geç ya da eksik ödenmesi Yeniçerileri huzursuz etti. Aynı zamanda Yeniçerilere ödenen ulüfe ve culusların düşük akçelerle daha değersiz paralarla ödenmesi de Yeniçerilerin huzurunu kaçıran adımlardan birisi olmuş. Yani Yeniçeriler daha çok ekonomik, Ekonomik sebeplerden ötürü isyan etmişler arkadaşlar. Ayrıca devşirme kanununa aykırı asker alınması da etkili olmuştur. Hatırlayın devşirme kanunu, savaşlarda elde ettiğimiz Hristiyan çocuklarını küçük yaşta alıyorduk ve onları yetiştirip yeniçeri askeri yapıyorduk. Ama bu dönemde artık savaşlarda aldıklarımız yetmiyor, önümüze geleni adam kayırmaca yaparak torpille yeniçeri askeri olarak almamız da yeniçeri isyanlarına sebep olacak. Ayrıca devlet ocak içindir anlayışının benimselmesi de Yeniçerilerin isyanında etkilidir. Bakın eskiden tam tersiydi. Ocak devlet içindi yani Yeniçeri ocağı devlet için mücadele ederken bu anlayış zamanla değişmiş. Artık devlet ocak için yani Yeniçeriler için mücadele edecek anlayışı çıkıyor maalesef. Bu sebepler bir araya geldiğinde birçok dönemde isyanlar çıkmış. Bu isyanlardan ilki Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuştur. Bakın Yavuz döneminde de, Fatih Sultan Mehmet döneminde de Yeniçeriler isyan ediyorlar. Ancak bu isyanlar başarılı olamıyor. Neden? Fatih Sultan Mehmet de Yavuz Sultan Selim'de son derece güçlü, dirayetli padişahlardı. Haliyle bu isyanlar başarılı olamıyor. başlar başlamaz güçlü padişahlar tarafından bastırılmıştır. Ancak bu isyanlar devam etmiş. Mesela 3. Murad döneminde düşük akçe ile maaş alan Yeniçeriler isyan edecekler. Hatta bu dönemde Yeniçeri askerleri hem vezir-i azam hem de defterdar için idam isteyecekler. Hatta başarılı olacaklar arkadaşlar. 2. Osman dönemine baktığımızda ise 2. Osmanlı Yeniçerileri kaldırmak istiyor. Bu isteği de Yeniçeriler tarafından duyulunca... Haliyle bu dönemde yapılan isyan ile birlikte 2. Osman yani Genç Osman Yedikule zindanlarında işkence görülerek öldürülüyordu. 4. Mehmet döneminde Yeniçeri isyanları artarak devam ediyor. Bakın 2. Osman döneminde padişahı dahi indirebilecek güce geldiklerinin farkına varmışlardı. 4. Mehmet dönemine geldiklerinde ise artık böyle önlerine geleni astırmak idam ettirmek istiyorlar. Bir takım devlet adamlarını... İdamını istiyorlar. Bakın Sultan Ahmet Meydanı'nda dar ağacına asılmalarını istiyorlar. Yeniçeri askerleri padişahtan bir istekte bulunmuş. İsteğe göre Sultan Ahmet Meydanı'ndaki çınar ağacına bu devlet adamlarının asılmasını istiyorlar. İşte bu olaya vakayı vakvakiye yani çınar vakası deniliyor arkadaşlar. Çınar vakası. Bakın vakvakiye çınar ağaçlarının çıkardığı sestir. Vakada olay demektir. Çınar vakası ismi de buradan geliyor. Birçok devlet adamı günlerce Çınar ağacına asılı Sultanahmet Meydanı'nda sergilenmiştir. İşte biz bu isyanlara Yeniçeri isyanları adını veriyoruz. En sonunda bu olayı Yeniçeri illetini kim ortadan kaldıracak? Tabi ki de 2. Mahmut döneminde vakayı Hayriye olayı ile birlikte Yeniçeri ocağı da kaldırılarak düzeni sağlamış olacaklar. Bakın bu olay vakay hayriye deniliyor. Yeniçerilerin kaldırıldığı olaya vakay hayriye. Vakay vak vakiye, vakay hayriye. Bu isyanları birbirleriyle karıştırmıyoruz kesinlikle. Peki hocam yeniçeri isyanların sonuçları nedir? Bakın sık sık padişahat değişti. Merkezi otorite sarsıldı. Yapılan ıslatlar artık sonuçsuz kaldı. Devlet güç kaybetti arkadaşlar. Yeniçeri isyanlarımız da bu şekildeydi. Sıradaki konumuz Ekber ve Erşed sistemi. Arkadaşlar bu dönemde Osmanlı Devleti'nde veraset sistemindeki belirsizlik taht kavgalarına sebep oluyordu. Biz de taht kavgalarını önlemek amacıyla Ekber ve Erşed sistemine geçtik. Hocam veraset sistemi neydi? Yani padişah öldüğünde yerine geçecek kişiyi belirleme sistemine biz veraset sistemi diyorduk. Ve Osmanlı Devleti'nde padişah öldüğünde yerine kim geçecek tam anlamıyla belli değildi. O yüzden padişah öldüğü zaman... Taht kavgaları yaşanıyordu. İşte bu kavgaları önlemek amacıyla Ekber ve Erse sistemi gelmiş. Hocam bu sistem nedir? Hanedanın en büyük ve en olgun kişisi padişah olacaktı. Şimdi diyelim ki padişahın dört tane çocuğu var. En büyük kim bu? O zaman padişah bu olacak. En büyük kim? Atıyorum bu öldü. En büyük buysa bu olacak. O zaman en büyük ve olgun kişinin padişah olması haliyle Padişah kavgalarını, taht kavgalarını önlemiş olacaktı. Bakın taht kavgalarını önlemesi bu olumlu yanıdır. Ancak bir de zararlı yanı vardır. Artık atıyorum bu adam en büyük ama artık en büyük bu olduğuna göre padişah bu olacak. O zaman kendisini yetiştirmeye ihtiyacı var mı? Yok. O yüzden artık tecrübesiz, bilgisiz, yeteneksiz kişiler padişah olmaya başlayacak. Bakın taht kavgalarını önledi. Bu güzel bir gelişme. Ama artık... Yeteneksiz padişahların başa geçmesine sebep olacak. Önceden öyle miydi? Hayırdı. Bütün şehzadeler padişah olacakmış gibi yetişirdi. O yüzden hepsi de bir devleti, bir imparatorluğu yönetebilecek yeterliliğe sahipti. Bakın eskiden 1. Osman dönemine bakalım. Ülke hem padişah hem de hanedan üyelerin ortak malıydı. Yani Şimdi Padişah aniden üyeleri arasında bir taht kavgaları yaşanabilirdi. Yani aynı kanı taşıyan akrabalar içerisinden kişiler arasından taht kavgası yaşanabiliyordu. Murat dönemine geldiğimizde ülke padişah ve oğulların ortak malı denildi. Bu kez de oğulları arasında taht kavgası yaşandı. 2. Mehmet yani Fatih Sultan Mehmet döneminde ülke padişahın malı denildi. Ve bu dönemde kardeş katli. Kanunu getirildi. Artık arkadaşlar devletin geleceği için, bekası için kardeşini öldürebilirsin dediler. Atıyorum bu adam padişah oldu ya, devletin geleceği için bu kardeşlerini öldürebilir. Biz buna kardeş katlediyoruz. Fatih döneminde, Fatih kanunnamesiyle beraber bu dönemde. de gelmiştir. 1. Ahmet dönemine geldiğimizde ise Ekber ve Erşed sistemine geçilmiş. Yani en büyük, en olgun kişi padişah olacak. Ekber ve Erşed sistemi de bu şekildeydi. Sıradaki konumuz çözüm arayışları ve layihallar da Osmanlı. Arkadaşlar bakın Osmanlı Devleti'nin sıkıntılı bir süreç yaşadığını az önceki konularımızda söylemiştik. İşte bu sıkıntılı sürece nasıl çözüm üretebiliriz diye bazı insanlar çıktı ve görüşlerde bulundu. Raporlar hazırladı. O zaman çiziyoruz, devletin içine düştüğü kötü durumdan kurtarılması için kalıcı tedbirler alınması gerektiğini düşünen devlet adamlarının yazdığı raporlara biz layiha diyoruz. Yani risale adı da veriliyor arkadaşlar. Bu dönemde risale hazırlayan kişiler mesela Lütfü Paşa, Koçubey, Defterdar Mehmet Paşa, Gelibolu Mustafa Ali. Bu adamlar risaleler, layihalar hazırlamıştır arkadaşlar. Mesela Lütfü Paşa. Bu adam sorunları çözüm üretebilmek amacıyla bazı önerilerde bulunmuş ve bu önerileri bir kitapta toplamıştır. Bu kitabın adı Asafname'dir arkadaşlar. Bu kitapta der ki gelir gider dengesine dikkat edilmeli. Aynı Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki gibi. Memur sayıları öyle abartılmamalı, belli bir düzeyde tutulmalı diyor. Devletin ancak devlet hazinesinin güçlü olmasıyla ayakta durabileceğini savunuyor Lütfi Paşa. Koçubey dönemine gelindiğinde ise Koçubey birden fazla risale yazmıştır. Devletin içine düştüğü bu kötü durumdan nasıl kurtarılabileceğini dair öneriler sunmuştur. Kurtuluşun ancak kanun dönemindeki gibi ilerlenerek sağlanacağını düşünmüş. Yani hedef kanun Sultan Süleyman dönemi demiş Koçubey. Bu dönemde halktan alınan vergilerin makul düzeye çekilmesi gerektiğini ve adaletli bir şekilde ilerlenmesi gerektiğini savunuyor kim? Koçubey. Yani halktan çok vergi alırsan... Adaleti sağlamazsan, düzeni sağlamazsan problem de devam eder diyor. O yüzden bu konuların en kısa zamanda çözülmesine yönelik adımlar atmıştır Koçubey. Defterdar Mehmet Paşa ise üretimin ancak ve ancak ziraatla sağlanabileceğini, ülkenin ziraat ile yani tarım ile kalkınabileceğini düşünmüş ve tarımın güçlendirilmesi için raporlar sunmuştur. Gelibolu'lu Mustafa Ali ise en önemli sorunun liyakatsiz kişilerin yönetici olarak başa gelmesini görmüş. Yani yeteneksiz insanların torpil sonucunda görevlere gelmesini devletin çıkarlarına aykırı bulmuş ve bu problemlerin çözülmesi için raporlar yazmıştır. Genel olarak değerlendirdiğimizde Osmanlı kötü bir dönem içerisindeymiş ve birçok devlet adamı bu kötü gidişatı durdurabilmek için raporlar sunmuş ve biz bu raporlara layihalar adını veriyoruz arkadaşlar. Çözüm arayışları ve layihalar da Osmanlı konusu da bu şekildeydi. Şimdi de Lale Devri yenilikleri konusunu işleyelim. Lale Devri denilince aklınıza 1718 ile 1730 yılları gelsin. O dönemin Padişah 3. Ahmet'ti, Sadrazam-ı Damat İbrahim Paşa ve Pasarofçu Anlaşması ile başlamıştır. Patronu Halil İsyan ile bu dönem sona ermiştir. İşte bu arada kalan döneme biz Lale Devri adını veriyoruz. Bu dönemde askerlik alanında herhangi bir ıslahat ya da yenilik bu dönemde yoktur. Özellikle bu dönemde neye önem veriliyor? Barış siyasetine önem veriliyor. Ayrıca elçilikler açarak ilk defa Avrupa'nın üstünlüğü kabul edildi. Şimdi bakın bu dönemde yapılan yeniliklere bakalım. Bir kodlamız var. Çiçekim. Ç harfine baktığımızda çiçek aşısı yapılmış. Sağlık alanında bir çalışma var. İ harfine baktığımızda itfaiye. Diğer isminde yazalım. Tulumbacılar. Tulumbacıları gördüğünüzde hangi alan gelsin? Sosyal alanda yapılmış bir yeniliktir. Çin'in fabrikası kurulmuş, bu da ekonomik alanda bir adım olarak söylenebilir. Elçilikler açılmış, Avrupalının üstün olduğunu kabul ettiğimize göre, bu da siyasi alanda atılmış bir adımdır. Kağıt fabrikası kurulduğuna göre, fabrikayı gördük, ekonomik alanda atılmış bir adımdır. İlk Osmanlı matbaasını görüyoruz. Matbaanın ortaya çıkmasıyla birlikte kültürel alanda gelişmeler yaşıyoruz. Mimarimiz de gelişiyor. Hangi alanda oluyor? Tabii ki de Avrupa tarzına geçiyoruz. Hangi alana giriyor? Bu da mimariye giriyor. O zaman Lale Devri'nde atılan adımlara baktığınızda askerlik ile alakalı herhangi bir gelişmeyi görmüyorsunuz. Bu dönemde savaşa değil barışa önem veriliyor. Bu dönemde israf ve lüks yaşam, sadrazam ve devlet adamlarının bu dönemde lüks hayat yaşamalarından ötürü... Tepkiyle karşılanıyorlar ve 1730 yılında patronu Halil İsyanlı çıkarak bu devir artık sona ermiş oluyor. Bakın padişah değişikliğine sebep oluyor bu dönem. O dönemki lale figürleri, lalelerin olması da bu döneme verilen ismin sebebidir. Lale devri ve yenilikleri bu şekildeydi. Sıradaki konumuz matbaa ve bilginin üretilmesi. Matbaanın hayatımıza girmeye başlamasıyla birlikte haliyle bilginin kayıt altına alınma süreci oldukça kolaylaştı. Kitaplar artık daha kısa sürede kopyalanmaya, çoğaltılmaya başlandı. Daha kolay çoğaltıldığı için artık fiyatları da ucuzladı. Eskiden kitaplar nasıl çoğaltılıyordu? Oturup tek tek tek tek yazıyorlardı arkadaşlar. Dolayısıyla kitap az oluyordu. Üretimi az olduğu için, yazım süreci, çoğaltılma süreci zor olduğu için ve fiyatları da fazla oluyordu. Kitap az olduğu için okur yazar sayısı azdı. Artık kitap çok, herkese kitap ulaşabiliyor. Okur yazar sayısı artacak. Daha çok okuyan insan olduğuna göre eğitim seviyesi... artacak. Bilimsel çalışmalar artacak. Bu dönemde kültürel seviyeleri insanların artmış olacak. Peki Osmanlı'ya bakalım. İlk Osmanlı matbaasına baktığımızda ise 1727 tarihinde Lahle devrinde ilk Osmanlı matbaası oluşturuluyor. İlk basılan eserin adı da Vankulu Lügatı'dır. Peki bu eseri basan bu matbaayı getirenler kimler? İbrahim Müteferrika ve Said Efendi bu olayda önce rol oynamıştır. Onlara da yıldız atıyorum. Demek ki matbaa bize oldukça geç gelmiştir. Hocam matbaa bize neden geç geldi? Çünkü bizde hattat var arkadaşlar. Yani yazı yazarak geçimini sağlayan bir grup insanlar vardı. E şimdi matbaanın gelmesiyle birlikte bu insanlar işsiz kalacak diye düşündüler. Bu düşünceden ötürü matbaayı getirmediler. Osmanlı Devleti'ne matbaa çok geç geldi. Bu durumda bizim bilgi seviyemizin geç ilerlemesine sebep oldu. Şuradaki artı özellikler Osmanlı Devleti'ne geç geldi arkadaşlar. Bakın daha sonra geliyor. Hatta kısıtlı geliyor. Az eser basıyorlar. İşte yok dini kitap basılmayacak sadece şunlar basılacak falan filan deniliyor. Matbaa bize geç geliyor. Geç geldiğinde de %100 kapasitede kullanamıyoruz. Bu da bizim Avrupa'dan bilimsel açıdan geri kalmamızda rol oynuyor maalesef. Matbaa ve bilginin üretilme süreci de bu şekildeydi. Son olarak da ilim ve irfan erleri konusunu işleyelim. Öncelikle Katip Çelebi'den başlayalım. Katip Çelebi, Avrupa ile Osmanlı ilim dünyası arasındaki açığı fark eden ilk Osmanlı alimdir. Bakın açık günden güne büyüyordu. Özellikle Reform ve Rönesans hareketleriyle beraber, matbaanın icat edilmesiyle birlikte Avrupa böyle ilerlerken biz gerilemeye başlamıştık. İşte bu gerilemeyi, bu açığı fark eden kişi Katip Çelebi olmuş. Ayrıca birçok eserin tercümesini yapmış. Ve batıdaki gelişmeleri yakından takip etmiştir. İki tane önemli eseri var. Cihan Nüva ve Keşfiz Yunun adlı eserleri de çok önemlidir. O yüzden bu eserde de yıldızı atabiliriz. Naimo'ya baktığımızda ise ilk Osmanlı Vakanüvistidir. Hocam Vakanüvist nedir? Yani bir tarihçi olarak düşünebilirsiniz. O dönemde yaşanan olayları böyle kaleme alan kişidir. Yani günümüzdeki karşılığı bir tarihçidir. Tarihi olan sevgisi nedeniyle de zaten ön plana çıkmış ve bu görevi de bu sayede almıştır. Tarihi Naima adlı eseri de en önemli eserleri arasında yer alıyor. Evliya Çelebi'ye baktığımızda ise 42 yıl boyunca seyahat etmiş arkadaşlar. Ne kolay ömrünü seyahat ederek geçirmiştir. Ve gezip gördüğü yerlerde yaşadıkları olayları Seyahatname adlı eserine not etmiştir. Yanyalı Esat Efendi'ye baktığımızda ise bu da Aristo'nun bazı eserlerini Grekçe'den yani Yunancı'dan Arapça'ya çevirmiş. Aynı zamanda Lale Devri'nde kurulan tercüme kurulunun başına da getirilmiştir. Bu adam Arapça biliyor, Farsça biliyor, Latince biliyor, Yunanca biliyor. Nevşehirli damat İbrahim Paşa döneminde de ne yapmış? Lale Devri döneminde görevlendirilmiştir. Tercüme kurulunun başına da getirilmiştir. İlim ve irfan erleri konusu da bu şekildeydi. Evet arkadaşlar böylece 11. sınıf 2. ünite full tekrar çalışmasının sonuna geldik ama hemen ayrılmıyorsunuz. Günün sorusu ile dersimi bitirmek istiyorum. Bakın arkadaşlar Lale devrinde birçok alanda yenilik var demiştim ama tek bir alanda yenilik yoktu. Hangi alanda yenilik yoktu? Doğru cevaplarınızı yorumlar kısmına yazmanızı bekliyorum. Kendinize çok ama çok iyi bakın. Yeni videolardan haberdar olabilmek amacıyla da abone olmayı Videoyu beğenmeyi de unutmayın. Kendinize iyi bakın. Hoşçakalın gençler.